Nisan 19 06:12

AKP ve CEMAAT, “MESCİD-İ DIRAR” dır!

AKP ve CEMAAT, “MESCİD-İ DIRAR” dır!

AKP ve CEMAAT, “MESCİD-İ DIRAR” dır!

“Mescid-i dırar”: Peygamber efendimiz zamanında münafıkların, fitne ve fesat yuvası ve silah ambarı olarak kullanmaya çalıştıkları ve Medine dışındaki Zi-evan semtinde yaptırdıkları bir dini ve siyasi hıyanet girişimidir. Peygamber efendimizin Medine’ye hicretinden sonra, İslam’ın giderek güçlenmesi münafıkları ve müşrikleri iyice endişelendirmişti. Münafıkların başı olan Abdullah bin Ubey bin Selûl’ün dayısının oğlu olan ve Medine Krallığına hazırlanan Ebû Âmir, Bizans’ın desteğini almak hevesiyle, Hıristiyanlığa geçip papaz elbisesi giyerdi. Peygamber efendimizi kıskanarak, kendisine uyanlarla birlikte Mekke’ye gitmiş, kâfirlerle işbirliğine girişmişti. Bedir, Uhud ve Hendek muharebelerinde Müslümanlara karşı savaşı desteklemiş ve Mekke’nin fethinden sonra Şam’a firar etmişti. Oradan Medine ve Kubâ’daki münafıklara haber gönderip, kendisine Kubâ’da bir mabet yapmalarını ve burasını silah deposu olarak kullanmalarını istemiş, kendisinin de Bizans ordusuyla yardıma geleceğini bildirmişti. Münafıklar da Peygamber efendimizin hicreti esnasında Medine’ye gelirken Kubâ’da inşa ettirdikleri Kubâ Mescidi karşısında daha gösterişli bir mescit bina etmişti ki buna “mescid-i dırar” yani: küfür ve zulümle mücadele eden müminlere zarar verip bölme mescidi, ayrımcılık-fesatcılık ve fırsatçılık girişimi, siyasi ve ictimai hıyanet merkezi denmiştir. Bu yolla Münafıklar, Müslümanları bölerek birbirine düşürmek istemişti. Hatta Bizans askerleri Medine’ye gelince, mescide depo ettikleri silahlarla onlara yardım edeceklerdi. Peygamber efendimizin orada namaz kılmasını sağlamakla da, Mescid-i Dırâr’ın mukaddes bir yer olduğu intibaı verilecekti. Böylece Müslümanlar da orada namaz kılmaya koşacak ve münafıkların oyununa geleceklerdi. Peygamber efendimiz, Tebük’ten Medine’ye dönüşte, Zi-Evân denilen yerde konaklarken, bu sırada Dırar Mescidini kuran münafıklar, gelip Peygamberimizi bu fitne ve hıyanet merkezine götürmek istemişti. Allahü Teâlâ, Tevbe suresi 107-110. âyet-i kerimelerini indirerek oraya gitmemesini bildirmişti. Âyet-i kerimelerin kısaca meali şöyledir:

“Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), mü'minlerin arasını ayırıp bölmek ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı (münafıkları ve müşrik saldırganları) gözleyip desteklemek için mescid (karargah) edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir”(Tevbe: 107)

“Sen bunun (böyle bir mescidin ve nifak teşkilinin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden (itibaren) takva temeli üzerine kurulan mescid (ve merkez), senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever”  (Tevbe: 108)

“Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez”(Tevbe: 109)

“Onların kalpleri parçalanmadıkça (ölüp gidinceye kadar), kurdukları bina (ve nifak karargahı) kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir”(Tevbe: 110)

Peygamber efendimiz bu ayetler indikten sonra Sahabeden, Mâlik bin Duhşüm ile Âsım bin Adiy’e, “Şu halkı zalim (elebaşları hain) olan mescide gidiniz, Onu yıkınız ve yakınız” diye emretmişti. Onlar da gidip, binayı yıkıp ateşe vermişlerdi.

Bugünkü AKP ile Cemaat Mescid-i Dırar’ın çağdaş örnekleridir!

Günümüzde AKP’nin çıkışı ve Cemaat (paralel) yapılanması tam bir “Mescid-i Dırar” hadisesidir. AKP; malum ve mel’un odaklarca Milli Görüş’ü parçalayıp etkinliğini kırmak, Erbakan iktidarına engel olup tarihi projelerini akim bırakmak ve Ona duyulan itimat ve itibarı istismar ederek “Milli Görüş’ün devamı” diye Erdoğan’ı iktidara taşıyıp, Siyonist ve emperyalist hedeflere taşeronluk yaptırmak üzere tertip ve teşkil edilmiştir. Ve yine Fetullah Gülen ve Cemaati de, “daha dindar ve daha kapsayıcı bir hizmet, üstelik daha dikkatli ve tedbirli bir hareket” kılıfı ve “partiler üstü” olmak iddiası ile, ama gerçekte, kendi haline bırakılsa tabiatıyla Milli Görüş’e kayabilecek kişi ve kesimleri ayartıp bünyesine katarak Erbakan’ı zayıflatmak ve Adil Düzen inancını ve heyecanını körletip-köstekleyip emperyalizmle uyumlu-ılımlı İslam safsatasını yaygınlaştırmak amacıyla organize edilip şekillendirilmiş ve şişirilmiştir. Bir dönemler “Cebrail bile gelse parti kursa peşine gitmem!” diyecek ve küfre girecek kadar güya siyasetten uzak duran ve Bediüzzaman’ın “Euzübillahi mineşşeytani ves siyaseti-şeytandan ve siyasete bulaşmaktan Allah’a sığınırım” dediği, ama kendisinin bile defalarca terk ettiği bir prensibi uygulayan Fetullahçıların, şimdi resmen ve fiilen parti kurmaları, bunların seviye ve samimiyet göstergesidir, yüzlerce çelişkilerinden birisidir.

“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. 

Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. 

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.”

Diyen Mehmet Akif, bir zamanlar ‘Asımın nesli’ olarak nitelendirdiği ‘geleceğin’ Müslümanlarını böyle tarif ediyordu. Ama ne yazık ki artık ‘Allah yolunda’ cihat etmek yerine, ‘Ilımlı İslam’ adı altında Büyük Orta Doğu Projesi’ni uygulamaya çalışan, ‘uyum’ adı altında Allah’ın ayetlerini yasaklamaya kalkışan ‘yeni bir Müslüman tipolojisi’ ile karşı karşıya gelindi. İnançlarının temel kaidesi ‘Allah’ın nizamını hakim kılmak’ olan Müslümanlar, kendilerini ‘İslamcı’ olarak nitelendiren “iş birlikçi taşeronlar” aracılığıyla değiştirilip, dönüştürülerek, “küresel sisteme” entegre edilmişti.

BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD derin devletinin yayın organlarından News Week dergisine yaptığı açıklamada aynen şunları söylemekteydi:

-“Türkiye’de İslam, demokrasi, laiklik ve modernite arasında bir denge sağlayarak, zor bir şeyi başardık. İnsanların dine ilişkin tutumları değişti. Kentleşme, artan zenginlik, yaşam tarzlarında farklı bir anlayış getirdi. Terminolojiyi değiştirdik. Mesela Türkiye’de artık “cami” yerine “ibadethane” terimi geçerliydi. Türkiye, İslam dünyası için bir ilham kaynağı haline geldi.” 

Bir zamanlar, “zulme” uğrayan kardeşlerinin acısını kendi yüreklerinde hisseden “samimi” Müslümanların yerini, artık “hoşgörü” ve “diyalog” adı altında “zalimler” ile ittifak kurmakla, Yahudilerden “cesaret ödülü” almakla, “haç işaretli” kıyafetler giyerek, “kiliseler” açmakla, “ekümenik” sıfatına sahip çıkmakla, “ruhban okulunu” savunmakla övünen yepyeni tipler alıvermişti. Müslümanlar, bir zamanlar ABD’yi “şeytanı” temsil eden bir üs olarak görürlerdi. Ama İslam dinine karşı yeni bir “Haçlı seferi” başlatan aynı ABD önünde, “mutasyona” uğrayan yeni Müslüman tipler şimdi “stratejik müttefik” olarak saygıyla eğilmekteydi.

Müslümanlar, bir zamanlar Avrupa Birliği’ni “Hristiyan kulübü” olarak tarif ederdi. Ama İslam peygamberine karşı “küfürler” yağdıran aynı AB, “transformasyon” geçiren yeni Müslüman tipler tarafından “şefaat kapısı” olarak itibar görmek ve “stratejik hedef” haline getirilmekteydi.

Müslümanlar, bir zamanlar İsrail’i “lanetli kavmin” organizasyonu olarak değerlendirirdi. Ama İslam dininin mensuplarına “soykırım” uygulayan aynı İsrail, “başkalaşan” yeni Müslüman tipler tarafından, iktidar için “meşruiyet kaynağı” olarak yüceltilmekteydi.

Eskiden Müslüman denilince, “hakka”, “hukuka”, “adalete” riayet eden, “çalmayan”, “çırpmayan”, “beytülmale” el uzatmayan emin kişiler gelirdi akla. AKP iktidarı sayesinde, kapalı kapılar ardında “al gülüm ver gülüm” işlerine girişen, “adam” kayıran, “ihale” takip eden, “sadakalara” göz diken, yolsuzlukları “havuz” seviyesine yükselten “iş bitirici” hırsızlar ile birlikte anılıyor Müslümanlık artık[1]

“Yol, ancak o kimselerin aleyhinedir (Rabbinin laneti ve müminlerin nefreti onların üzerinedir) ki, zengin oldukları halde (cihada katılmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, (artık gerçeği) bilmeyen cahil (kimselerdir)”  (Tevbe: 93)

“Onlara geri döndüğünüzde (ve yüz yüze geldiğinizde hemen) size özür belirteceklerdir. De ki: "Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O'nun elçisi de. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen'e döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir"  (Tevbe: 94)

“Onlara geri döndüğünüzde kendilerinden vazgeçmeniz (hıyanetlerini görmezden gelmeniz) için Allah'a and içecekler. Artık siz onlara sırt çevirin (dünyalık makam ve menfaat için hak davadan kaytaranlar). Onlar gerçekten pistirler. Kazanmakta olduklarının bir cezası olarak, barınma yerleri cehennemdir”(Tevbe: 95)

“Kendilerinden hoşnut olmanız (ve samimi olduklarına inanmanız) için size yemin edeceklerdir. (Halbuki) Siz onlardan hoşnut olsanız bile şüphesiz Allah, (Hakka hıyanet eden) fasıklar topluluğundan hoşnut olacak değildir”(Tevbe: 96)

Bu konuyu gündeme getirmemizin amacı “Zararlı Mescid” (Mescid-i Dırar) olayının İslam tarihinde ve günümüzde ifade ettiği mana ve mesaja dikkat çekmektir. M. 630 yıllarında Hz. Muhammed (sav)’in tebliğden ve siyasi otoritesinin tüm Arabistan’ı etkisi altına almaya başladığı bir zamanda, muhaliflerden Ebu Amir ve Medine’deki bir takım münafıklar, söz konusu otoriteyi, sarsmak amacıyla bir örgütlenme yeri olarak tasarladıkları “Zararlı Mescid”i inşa etmiştir. Tebük savaşından dönmekte olan Hz. Muhammed (sav)’e bu yeni mescidi onaylatacakları sırada, onların gizli niyet ve planlarını deşifre eden ve bu yeni mescit (nifak merkezi) hakkında ne yapması gerektiğini Peygamber’e bildiren, Tevbe süresinin 107-117. ayetleri inmiştir. Bu ayetlerin gereğini yerine getiren Hz. Muhammed (sav), “Zararlı Mescid”i yıktırıp tehlikeyi önlemiştir.

 “Mescid” kelimesi, Arapça “secede” (secde etti) fiilinden türetilmiş olup, “secde edilen yer” anlamına gelmektedir. İslam’ın ilk yıllarında ibadet edilen her mekâna mescit denilmekteydi. İslam’da Mescidü’n-Nebi (Mescidü’n-Nebevî) denilince, Medine’de Hz. Muhammed (sav)’in yaptırdığı mescid, Mescidü’l-Haram denilince, Mekke’deki Kâbe’nin çevresindeki mescid hatıra gelmektedir.[2] “Cami” kelimesi ise, Arapça “cemea” (topladı) fiilinden türetilmiş olup, “toplayan” anlamına gelmektedir. Cuma, cem ve cemaat kelimeleri de aynı kökten türetilmiştir. Kur’ân’ın hükmü olarak Cuma namazı, başlangıçta bir yerleşim biriminde sadece bir yerde kılınabilmekteydi. Dolayısıyla Cuma namazlarının kılınabildiği mescitleri, diğer mescitlerden ayırt etmek için, “Cami” sözcüğü kullanılmaya başlanmış ve bu mescitlere Mescidü’l-Cami adı verilmiştir. Daha sonraları ise Cuma namazlarının kılındığı minberli mescitlere kısaca sadece “Cami”, Cuma namazı kılınmayan yerlere de mescit denilmesi yaygın hale gelmiştir.[3]

Ancak “Mescid-i Dırar-zarar mescidi=siyasi ve içtimaiye hıyanet merkezini” ifade etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber efendimizin ve Hulafai Raşidin döneminde Mescit, aynı zamanda yönetim merkeziydi. Tarihin M. 610 yıllarını gösterdiği günlerde, Hz. Peygamber’in inanç alanından başlayarak, her alanda yapacağı yenilikler ve zulüm-küfür düzenini değiştirecek devrimler, var olan müşrik otoriteyi (iktidarı) temelinden sarsıyordu. Bu nedenle şerli ve şeytani bir muhalefet oluşması doğaldı ve bu muhalefet, başta Yahudiler ve Hırıstiyan kesimler ve ülkelerden, Mekkeli ve Medineli müşriklerden ve münafık kimselerden oluşuyordu.[4] Bu muhalefet gruplarının amacı, Hz. Muhammed (sav)’in otoritesini kırmak ve arkasından onu ve arkadaşlarını Medine’den atmaktı.[5] Bu muhalefetin öncüsü ise Ebu Âmir adlı şahıstı. Ebu Amir, Hristiyanlığı seçmiş bulunuyordu ve peygamberliğe siyasi ve dini liderliğe hazırlanıyordu Kendi toplumuna yeni önder olmak beklentisinde olduğu sırada, Hz. Muhammed (sav)’in peygamber olarak yüce Allah tarafından görevlendirilmesi, onu çileden çıkarıyordu. Bu nedenle O, Hz. Muhammed (sav)’e korkunç kin duyuyordu. Öyle ki, kahrından Resulullah’ın Medine’ye göçünden hemen sonra, Peygamberden uzak kalabilmek için Evs kabilesinden elli gençle birlikte Medine’den ayrılıp Mekke’ye gidiyor[6] ve oradan Hz. Peygambere muhalefetini sürdürerek başarıya ulaşacağını düşünüyordu. Ancak Ebu Âmir, Medine’de ise muhalefeti yürütecek görevli olarak halasının oğlu Abdullah b. Ubeyy b. Selûl’ü bırakıyordu. Abdullah bin Ubeyy b. Selûl, Bedir savaşından sonra zahiren Müslüman olmuştu. Ancak Hz. Muhammed (sav)’in otoritesini bir türlü içine sindiremiyordu.

Ebu Amir ve muhalefet cephesi, Hz. Peygamberin çok sıkıştırıldığı taktirde, Mekke’yi terk ettiği gibi, yakın gelecekte Medine’yi de terk edeceğini umuyordu. Ebu Amir ve muhalefet, Hz. Peygamber aleyhine olabilecek her tür durumu, olayı ve olanakları değerlendiriyordu. Onlar için Mekke’den Peygamberin sürülmesi, bir başarı sayılıyor, bu yüzden, Kureyş ileri gelenleri ile ilişkiyi üst düzeyde sürdürüyordu. O, ayrıca Roma Kayser’inden ve diğer Kuzey Arabistan Hristiyan devletlerinden askeri yardım sağlamaya çalışıyordu. Roma senatörünün senatodaki konuşmasında ısrarla “Kartaca mutlaka yıkılmalıdır” sözünü tekrar ettiği gibi, “Peygamberin otoritesi, yıkılmalıdır” düşüncesini her zemin ve zamanda uygulamaktan geri durmuyordu.  Öyle ki, Medine’deki dinsel-bölücü- ikiyüzlülerin öncüsü ve başkanı Abdullah b. Ubey b. Selul, “Muhammed, Roma devletini oyuncak sanıyor. Onun ashabıyla beraber yakalanıp esir olacaklarını gözümle görüyormuş gibi biliyorum” demekten kendini alamıyordu.[7]

 “Mescid-i Dırar” yapma düşüncesinin gizli ve sinsi nedeni, bugün olduğu gibi, o dönemlerde mescidin siyasi ve idari işlevlerinin toplumdaki etkinliğini kırmaya dayanıyordu. Hz. Muhammed (sav)’in İslam devrimine karşı olan odakların ve münafıkların, böyle güçlü bir aracı kullanmasını, onlar açısından doğal karşılamak gerekiyordu. Medine’de (Kuba mescidine) çok yakın olan Zi-evan (Ziyevan) semtindeki münafıklar, ayrı bir mescit yapmak için kendilerini haklı çıkaracak gerekçe arıyordu. Bu gerekçeler gizli hedeflerini ve niyetlerini örtmek için kullanılıyordu. Medine’de, Kuba’daki Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî olmak üzere iki mescid bulunuyordu ve kent içinde üçüncü bir mescide ihtiyaç yoktu. Münafıklar tasarladıkları gerekçeleri Hz. Peygambere giderek şöyle açıklıyordu: “Yağmurlu ve kış gecelerinde toplu ibadet etmek üzere, uzak bulunan Mescid-i Nebi’ye gelemeyen Mü’minlerin namaz kılmaları için bir mescit yaptık[8] diyerek izin isteniyor ve Hz. Peygamberin gelip namaz kılarak bu nifak merkezine meşruiyet ve resmiyet kazandırması bekleniyordu. Bu gerekçelerin arkasındaki amaçları ve niyetleri ise şöyle sırıtıyordu: Hz. Muhammed’in otoritesini kırmanın en iyi yollarından birisi,  kuşkusuz, dinde kutsal olan ve fiilen yönetim ve devleti denetim merkezi olarak işlev yapan mescidi kullanmaktı. Böylece hem Peygamberin otoritesi sarsılacak, hem de taraftarları bölünüp parçalanacak ve güçlenmeye yüz tutan Müslümanları alt etmek kolaylaşacaktı. Hem ibadet, hem de fiilen siyaset ve sosyal faaliyet merkezi olan ve Hükümet otoritesini sağlayan Mescidi Nebi’nin yanında ibadet yeri olarak yörenin ihtiyacını karşılayan tarihsel değeri olan Kuba mescidi işlevini sürdürürken[9], Münafıklarca yeni bir mescide yasallık ve dini bir işlev kazandırmak gerekiyordu.[10] Bu niyetlerini gerçekleştirebilmek için, acele olarak Tebük seferine giden Hz. Peygamber’in önüne geçip yaptıkları “Zararlı Mescid”i resmen tescil ettirmek istedikleri anlaşılıyordu. “Zararlı Mescid”in yapımı bitince, mescidin saygın hale gelmesi için münafıklar, Ebu Amir’i bekliyor ve açılışını Hz. Muhammed (sav)’e yaptırmak için riyakarlık ve sahtekarlık sergiliyordu. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) ise: “şimdi Tebük seferi hazırlıkları ile uğraşıyorum. Tebük’ten döndükten sonra, inşallah size gelir, sizinle namaz kılarız” diye geçiştiriyordu.[11] Hz. Peygamber’in kesin red cevabı vermemesini, sahabeden Asım b. Adiyy çok yadırgıyor ve şöyle diyordu: “Vallahi, şu mescidi nifakıyla tanınmış, dinsel-bölücü-ikiyüzlülerden başkası yapmaz”. Mescid-i Dırar konusunda kuşkular olduğu için bazı Mü’minler, Tebük seferinden dönünceye kadar, konuya ilişkin vahyin geleceği beklentisine giriyordu.[12]

Hz. Peygamber’in aldığı bir haber üzerine, Hıristiyan Romalıların saldırısına karşı Tebük seferine hazırlandığı sırada, “Zararlı Mescid”in yapılmasını yönlendiren Ebu Âmir, Kuba’daki Ziyevan halkından münafıkların faaliyetlerini de aleni olarak yönetiyordu. Hz. Peygamber Efendimizle fiilen mücadele içine giriyor ve muhalefetin başını çekiyordu. O bir taraftan, rahip olarak görünüyor, bir yandan da Müslümanları bölebilmek için kutsal mescid kurumunu kullanmayı ve yeni bir nifak karargahı kurmayı hedefliyordu.[13] O, yönetimini Medine’ye giremediği için uzaktan kumandalı olarak dışardan yapıyordu. Ebu Âmir, Medine’ye girmemesinin gerekçesini kendi yandaşlarına şöyle açıklıyordu: “Ben mabedinize (Kuba mescidi kastediliyor) giremem. Muhammed (sav)’in ashabı beni görür ve bana hoşlanmadığım bir şey söylerler” diyordu. Ebu Amir’in böyle üzüntülü durumunu gören taraftarları ona acıyor ve Hz. Muhammed (sav)’e zarar vermek ve Ebu Amiri teselli etmek için, yeni bir mescit (siyasi hıyanet merkezi) yapmak yolunu seçiyordu. Kendisine yönelik bu desteğe çok sevinen Ebu Âmir, durumu hemen değerlendirerek şu emri veriyordu: “Öyle ise siz kendi mescidinizi yapınız. Gücünüz yetebildiği kadar da kuvvet ve silâh hazırlayınız! Ben Rum hükümdarı Kayser’e gidip yardım alacağım. Rumlardan asker getirip sizlerle birlikte Muhammed (sav) ve Ashabını Medine’den çıkaracağız.”[14] Bu tavır, AKP ve Cemaatin ABD ve AB’den destek ve icazet arayışlarına ne kadar da benziyordu.

Ebu Âmir’in bu emri üzerine, taraftarları hemen işe koyulup, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, Kuba mescidine yakın yerde görünüşte mescid olan nifak merkezini yapmaya başlıyor[15] ve bu fitne-fesat mescidi, 630 Kasım sonlarında Hz. Peygamber’in Tebük seferine hazırlığının yoğunlaştığı dönemde bitiriliyordu. Görünüşte mescid olarak yapılmış olan bu yer (Zararlı Mescid), aslında dikkat çekmeyecek bir karargâh ve yönetim merkezi olarak kullanılmaya başlanıyordu. Mescid-i Dırar ilk bakışta ibadet ve dine hizmet için toplanılan ama aslında bir üs olarak kullanılan, münafıkların eylemlerini yer altından yer üstüne çıkarıp onlara açıkça muhalefet fırsatı kazandıran bir oluşumdu.[16]

“Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar;”(Yunus: 7) “İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir” (Yunus: 8)

“Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar (bize kavuşmayı arzulamayanlar), derler ki: (Bunun birçok hükümleri ve haberleri bize ağır geliyor, bu nedenle sen bize) "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu (keyfimize göre) değiştir/emir ve yükümlülüklerini kolay hale getir)" De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem kesinlikle olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım"(Yunus:15) “İşte bu (hükümleri koyan), sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır? Peki, nasıl hâlâ çevriliyor ve dönekleşiyorsunuz?”(Yunus: 32)

“Onların (Haktan sapan ve Batıla sığınan münafıkların) çoğunluğu zandan ve boş kuruntudan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilip durmaktadır”(Yunus: 36)

Kader, “Dırar Mescidleri” olan Hükümet ve Cemaati, birbirlerine düşürmekteydi!

Evet her ikisi de, Milli Görüş’e zarar vermek ve dış güçlere taşeronluk etmek üzere kurulan ve kullanılan AKP hükümeti ve Fetullah Gülen Cemaati, 12 yıllık hıyanet müşterekliğinden sonra şimdi biribirlerine düşmüşlerdir. Ancak din ve devlet tahribi ve kanser hücreleri gibi sinsi ve derin ilerleyişi ve Siyonist lobilerle ilişkileri bakımından Cemaat Hükümetten çok daha tehlikelidir. Bu nedenle önce AKP iktidarı ve Erdoğan eliyle, cemaatin deşifre edilip çıbanlarının deşilmesi gerekirdi ki, ilahi kaderin intikamı bu yönde tecelli etmektedir. Hemen ardından ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına sığınmasından sonra ise, AKP’nin dağıtılması an meselesidir.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, isim vermediği iki ülkenin paralel yapıyı kullanıp seçim sonrası ihbar ettiğini iddia etmişti. A Haber’de Mehmet Akarca moderatörlüğünde yayınlanan ‘Yüzde Yüz Siyaset’ programına katılan AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Emin Pazarcı ve Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu’nun sorularını yanıtlarken, cemaati kullanan bu ülkelerin şimdi güçlü gördükleri AKP’ye yaranmak için, bu yapıyı deşifre ettiklerini söylemişti.

Zaman yazarı Erdoğan'ı tehdide yeltenmişti!

Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış, AKP'nin Gülen cemaatine tuzak kurmaya çalıştığını belirtip, Erdoğan'ın hesap vereceğini söylemekteydi.

"Kendi partisi dâhil önüne geleni tehdit eden bir Başbakan! O aynı zamanda bir cumhurbaşkanı adayı." diyen Zaman gazetesi yazarı Mehmet Kamış, 'Tehdit ve tezgâh' başlıklı yazısında, Başbakan Erdoğan'ı kastederek, "Bugünkü zalimler de geçmiş zalimler gibi mutlaka yaptıklarının hesabını verecek. Herkes de görecek inşallah" şeklinde ateş püskürmekteydi.

Başbakan Erdoğan için "Herkesi not ediyor. Kendisine oy vermeyen diğer kesimi bitirmek için, bileylene bileylene Çankaya yokuşunu tırmanıyor. Orada hem Cumhurbaşkanlığı yetkilerini hem de Başbakanın yetkilerini alacak ve aklı sıra ‘öteki’nin hakkından geleceğini düşünüyor. AKP’nin kendisine yeterince destek vermediğinden şikâyetçi ama bu kez ‘onların da kasetleri var’ diye tehdit etmiyor. Çünkü kaset işi kendi oyunu da etkileyebilir. Tek meşruiyet kaynağı olduğu için oylara halel getirecek hiçbir harekette bulunmayacak. Bu kez şimdilik not etmekle yetiniyor. Seçimlerden istediğini elde ettiği zaman not defterini çıkaracak ve herkesle bir bir hesaplaşacak. İhtiyacı kalmadığı herkesi ve her kesimi birer birer cezalandırıp onlara dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğini sanıyor. Bütün yaşananlar, AK Parti’nin AKP’ye dönüştüğünün ve derin devletle kirli bir ilişki içine girdiğinin de en büyük delilidir” diyen Zaman yazarı, Erdoğan’ı “dindar kahraman” diye kutsadıkları günleri unutmuş gibiydi.

Erdoğan’ın bitirme planı yeni parti mi?

Aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın da olduğu bazı AKP’lilerin Erdoğan’ı tasfiye etmek için cemaatle aynı partide buluştuğu iddia edilmişti. Prof. Abdurrahim Karslı’nın kurduğu ama Fetullah Gülen’in güdümünde bulunduğu “Merkez partisi” ile ilgili yeni bir iddia gündeme gelmişti. İddiaya göre bu proje içinde Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Cemil Çiçek gibi isimler de geçmekteydi ve amaç Recep Tayyip Erdoğan’ı tasfiye etmekti. Yazar Sabahattin Önkibar, “Gül, Arınç ve Çiçek’in yeni partisi!” başlıklı yazısında çarpıcı iddialar öne sürmekteydi.

AKP’den kopacak yeni partiyi Fehmi Koru mu organize etmekteydi?

Star’dan Habertürk’e geçen Fehmi Koru’ya Erdoğan sonrası AKP’nin inşası için rol mü verilmişti? Medya dünyası günlerdir yazar Fehmi Koru’yla ilgili haber ve yorumlara kilitlenmişti. Hükümet yakın çevrelerde Koru’nun transferini kuşkuyla karşılayanlara göre 17 Aralık sürecinde Pensilvanya ile hükümet arasındaki mektup trafiğinde rol almasına dikkat çekilmişti. Zaten Fehmi Koru’nun Abdullah Gül’e olan yakınlığı sır değildi.

Hatta bir dönemler Erdoğan hayranı, Türkçesi yalakası olan Memduh Bayraktaroğlu şimdilerde ayran kabarmış vaziyette “Erdoğan’ı ve AKP’yi bitirecekler” yazısında (8 Temmuz 2014)  Erdoğan’ın önlenemez yükselişine ve frenlenemez öfkesine karşı, TSK’da yönetim kademesine çok yakın bir dostundan naklen, çok tehlikeli seçeneklerin bile tartışıldığı izlenimi verip, aba altından sopa göstermekteydi!

Kim bilir belki de, Erdoğan’ın köşke çıkması, ardından AKP’nin parçalanması, derin bir siyasi krizi ve çetin bir ekonomik krizi tetikleyecek, bunalan toplum haklı bir beklentiye girecek ve mecburen yeni ve inşallah Milli değişimler gündeme gelecekti. Hz. Musa’nın (A.S):

“Rabbimiz, (bu zalim ve hain yöneticilerin ve gafil takipçilerinin) mallarını (makam ve rahatlarını) dağıtıp daralttır, onların kalpleri üzerine (psikolojik) şiddet ve sıkıntı ulaştır; çünkü onlar acı ve bunaltıcı azabı görünceye kadar imana (ve İslam’a) yanaşmayacaklardır!”[17] duası anlaşılan yeniden tecelli ve tezahür edecektir.

 

--

Milli Çözüm Dergisi

 


[2] Osman Zümrüt, İslam’da Kamuoyu Oluşumu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997, ss. 163-164

[3] E. Nefes, Minarenin Cami mimarisine katılımı ve ilk minare örnekleri, Basılmamış Y. Lisans Tezi, Samsun, 1996, ss.1-2

[4] Not: Bazı klasik İslamî kavramların anlaşılmasını sağlamak için, Türkçesini oluşturduk. Tutunacağını umuyorum. Kavramların Türkçe karşılığı bir yeni görüş ve öneridir. Bunlar şimdilik şunlardır: Müşrik: Tanrı’yı(Allah’ı) ortaklıkla niteleyen, Münafık: Dinsel-bölücü-ikiyüzlü, Mü’min: İnançlı

[5] Ebu Cafer b. Muhammed b. Cerir e’t-Taberî, Camiu’l-Beyan ‘An Te’vîli’l-Kur’ân ,İkinci Basım , Mısır, 1373/1954, C.9, s.

[6] Ebu Cafer b. Muhammed b. Cerir e’t-Taberî, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, Beyrut, Bty. C.3, ss.143-144

[7] Ahmet Cevdet Paşa, Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin Tarihleri, İstanbul, 1977,  C. I, s. 206

[8] Taberi, Tarih, C. 3, ss.142-153

[9] Kur’ân: Tevbe 9/108

[10] M. Hamidullah, İslam Peygamberi, C.2, s.81

[11] Muhammed b.  Ömer b. Vâk ıdî (Vakidi), Kitabu’l-Meğâzî  (Meğazi), Thk:Mustafa Abdulvahid, Dâru’l-Marife, 1395 / 1986, C. 3, s.1046

[12] Vakidi, Meğazi, C.3, s.1048

[13] Taberî, Tefsîr, C.9,. ss.23-24

[14] Taberi, Tefsir, C.9, s. 24

[15] İbn Hişam, Sîre, C. 4, ss. 38-39; Taberi, Tefsir, C.9, s. 25; Vakidi, Meğazi,  C. 3,  ss.1048-1049

[16] Bak: İslam Tarihinde Zararlı Mescid. Prof. Dr. Osman Zümrüt

[17] Yunus:88

Yorum Yaz