Mart 19 06:25

AİLEDE İLETİŞİM VE ELEŞTİRİ AHLAKI!

AİLEDE İLETİŞİM VE ELEŞTİRİ AHLAKI!

Bugün ailevi sorunların birçoğunun temelinde “iletişim kopukluğu” ve “eleştiri katılığı” yatmaktadır. Eşlerin birbirlerine ve diğer aile bireylerine, duygu ve düşüncelerini uygun ve olgun biçimde ifade edememeleri nedeniyle, gayet kolaylıkla halledilecek problemlerin çözümü; sert ve ters tepkiler, kırıcı ve kışkırtıcı tenkitler yüzünden daha da zorlaşmaktadır. Oysa tenkit ve tebliğde asıl amacın; “Bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek”olduğu asla unutulmamalıdır. Ve yine; “Kusursuz eş-arkadaş arayan, asla huzura kavuşamayacaktır!” İnsan olarak hepimizin hataları vardır, olacaktır ve bu doğaldır. Çünkü her insan, yaratılışı (fıtratı ve tabiatı) gereği iyi ve kötü, Rahmani ve Şeytani dürtülerin etkisi altındadır. Bizden beklenen; “hiç hata yapmamak” değil, hatalarının farkına varıp düzeltmeye çalışmak, pişmanlık gösterme ve özür dileme olgunluğuna ulaşmaktır.

Eşlerimiz, çocuklarımız, komşularımız, arkadaşlarımız ve akrabalarımızla ilişkilerimizde ve özellikle diyalog=iletişim sürecindeki yanlış sözler ve tavırlar, yararsız ve haksız çıkışlar, sonunda evlilik bağlarını kopartma ve samimi dostlukları yıkma noktasına taşımaktadır. Bu nedenle, aslında aynı anlama gelen ve aynı mesajı içeren sözcüklerin: Kabasını değil yumuşağını; sert ve sivrisini değil, yuvarlak ve sevimlisini; kızdırıcı ve kışkırtıcı olanını değil, okşayıcı ve yatıştırıcı olanını kullanma alışkanlığı kazanmamız lazımdır. Örneğin; “Sen geri zekâlı mısın?” yerine “Biraz dinlesen, beni anlayacaksın!”, “Her bahane ile huzursuzluk çıkarmaktasın.” yerine“Huzurumuzun bozulmasına fırsat tanımayalım!” demek, daha akılcı ve insaflı bir yaklaşımdır. Bizim kötü tavırlarımız, hatta küfürlü laflarımız, sadece eşlerimizin kalbini yaralayıp bizden uzaklaştırmakla kalmayacak, çocuklarımıza da kötü örnek oluşturup onların psikolojilerini bozacaktır. Çünkü onların karakter hamuru, o çocuk yaşlarında ve aile yuvasında şekillenme aşamasındadır.

Evlilikte mutluluğun şifresi: Sürekli haklı çıkmayı ve üstte kalmayı değil, mutlu olmayı ve uyumlu yaşamayı amaçlamaktır. “Bir daha dünyaya gelirsem, şöyle bir eş seçerdim!” yerine “On kere dünyaya gelsem, yine seninle evlenirdim. Çünkü Rabbimin takdirinden daha iyisini bilemezdim!” şuuruna ve olgunluğuna ulaşanlar, daha dünyada iken bir nevi cennet huzurunu tadacaktır. Ve zaten inancımıza göre eşlerimiz, sadece dünyada hayat arkadaşlarımız değil, sonsuzluk diyarında da saadet yoldaşlarımızdır. “Sevdiğiniz kimselere, onları sevdiğinizi ve beğenip takdir ettiğiniz yönlerini sıkça belirtiniz.” (Hadisi Şerif)

Hem eşlerimize (hanımlarımıza ve kocalarımıza), hem çocuklarımıza hem de arkadaşlarımıza, onları sevdiğimizi, güzel huylarını ve yararlı yanlarını tebrik ve teşekkür ettiğimizi söylemekten kaçınmak, cimriliğin en yaygın olanıdır. Oysa “Marifet, iltifata tabidir”; yani gönül alıcı ve onurlandırıcı sözcükler hem muhataplarımızın kendilerine güvenlerini, hem de bize duyulan ilgi ve sevgilerini arttıracaktır. “Erkekler gözleriyle, kadınlar kulaklarıyla sever!” sözü yabana atılmamalıdır. Kaldı ki Rahmetli Mürşidimiz Hacı Haydar Baba Hz.lerinin, bizi ikaz buyurdukları gibi: “Eşlerimiz bizim kölelerimiz değil, hürmetli ailemizdir. Hizmetçilerimiz değil, değerli eşlerimizdir.” Bunun gibi beylerimiz de bizim; bankamatiğimiz-para makinemiz değil, evimizin direği ve saadetimizin gereğidir. Yapılan son istatistiklerde, boşanmaların %76’sının nedeninin, evlenme gerekçeleriyle aynı olduğu tespit edilmiştir. Şöyle ki:

• Yakışıklı diye evlenmiş, “kadınların çokça dikkatini çekiyor!” diye kıskançlık krizine girmiştir.

• Tutumlu diye evlenmiş, “şimdi cimrilik yapıyor!” diye şikâyet etmektedir.

• Sakin ve ağırbaşlı birisi diye evlenmiş, bir zaman sonra “sosyal birisi değil!” diye boşanmaya yeltenmiştir.

Bu nedenle; evlilikte veya herhangi bir ilişkide, iletişimin niçin ve nasıl kurulduğu oldukça önemlidir. Evlendikten sonra karı-kocanın veya kurulan dostlukların, en çok çıkmaza düştükleri konuların başında ise, eşlerini veya kardeşlerini dinleme, değer verme ve incitmeden yönlendirme yerine; onları kendi kafamıza göre değiştirip yeniden şekillendirmeye girişmektir. Bu ise hem fıtrata (yaratılış farklılıklarına ve insan tabiatına) terstir, hem de karşımızdakinin kişilik ve karakterine hakarettir. Elbette hem dinen, hem vicdanen hem de ahlaken yanlış ve yararsız yönlerimiz ikaz edilmeli, en münasip sözler ve en müsait yöntemlerle düzeltilmelidir. Ve zaten “Biz evde hiç tartışmıyoruz, asla huzursuzluk yaşamıyoruz, hiç birbirimize karışmıyoruz” sözleri de sanıldığı gibi hayra alamet değildir, bu durum açıkça bir “iletişim kopukluğunun ve ailede diyalog yoksunluğunun” bir göstergesidir. Akşam işinden evine dönünce; beyefendinin gazetesine, hanımefendinin TV dizisine, çocukların ise tablet veya internet hevesine dalıp gittiği bir ailede, maalesef iletişim de etkileşim de zaten bitmiştir. Eşler ve kardeşler birbirlerinin aynası yerindedir; aynaya bakanların istenmeyen görüntülerden kurtulmak üzere birbirlerini uyarmaları gerekir. Yani aile içinde bazı şikâyetler, serzenişler ve çekişmeler yaşanması normaldir, ama bunu hakarete, incitmeye ve hor görmeye vardırmamak gerekir. Birinin fazla öfkelenmesi ve üzülmesi halinde, diğerinin onu körüklemeyip dindirmesi ve dizginlemesi beklenir.

“İyilikle kötülük asla eşit değildir. Sen (şahsına yönelik kötülükleri ve çirkin hareketleri) en güzel şekilde defet; o zaman (göreceksin ki) seninle onun arasında adavet (kin ve husumet) bulunan kimse, sanki sıcak ve samimi bir dost oluvermiştir. (Ancak) Bu (huzurlu ve olumlu neticeye) sabredenlerden başkası eriştirilmeyecektir. Ve bu (fazilete) büyük manevi haz sahiplerinden başkası yetiştirilmeyecektir.” (Fussilet: 34-35) ayetlerine uygun davranabilse, pek çok iletişim ve eleştiri sorunu kendiliğinden halledilecektir.

  “Güzel söz O’na yükselir; salih amel (ve sakin tavır) da onu yükseltir” (Fatır: 10) ayeti üzerinde düşünmek ve bunu huy edinmek ne güzeldir.

Doğru ve doyurucu iletişim, bir edep hatta ibadet meselesidir!

İletişim; en yakınlarımızdan başlayarak, başka insanlarla irtibat kurma, duygu ve düşüncelerimizi onlarla paylaşma becerisidir. İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli şeylerden biri, konuşma dilidir. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır”atasözümüz oldukça yerindedir. Ancak aynı dili konuşmak, anlaşmak için yeterli değildir; aynı frekanstan konuşmak, sözcükleri aynı anlamda kullanarak konuşmak da önemlidir. İletişim dediğimiz şey; duygu, düşünce ve bilgilerin, her türlü yolla başkalarına aktarılması girişimidir. İletişim kopukluğu ise; duygu, düşünce ve bilgilerimizi başkalarına aktarırken, kullandığımız sözcükler nedeniyle kopan iletişim ve ilişkilerdir. Aynı sözcükler iletişimimizi sağlayan araçlar olduğu gibi, iletişimimizi sakatlayan bir unsur haline de gelebilir. Sözcükler, düşüncelerimizin yapı taşları yerindedir. Çünkü bu sözcüklerle düşünüp değerlendiririz. Sözcüğü oluşmayan bir şeyi düşünmekte zorluk çekeriz, düşünsek bile ifade edemeyiz.

Bazı sözcüklerin yetersiz kalması, kirlenmiş olması, kötüye kullanılması ve ideolojik kalıplara sokulması, iletişim sorunlarına yol açabilir. Sözcükler, hayatımızı sürdürmek ve geliştirmek yolunda iletişimi sağlamak üzere kullandığımız sembollerdir. Ancak bu semboller bazen hayatımızdaki fiili ayrıntıları tam karşılamayabilir, işte bu durumda düşünme, ifade etme ve iletişim zorluğu çekilmektedir. Bir dil; duygumuzu, düşüncemizi, olguları, ne kadar doğru ve eksiksiz anlatıyorsa, o derece zengindir. Ancak, farklı anlam ve amaçlar için kullanılan kelimelere dikkat etmelidir.

“İkinci dünya savaşı sonuna doğru, 1945 yılında; ABD tarafından Japonya’ya teslim olma çağrısında bulunan bir nota verilmişti. Batı düşüncesinin temelindeki ikilikli düzene göre, Japonya bu notayı ya kabul edebilirdi ya da reddedebilirdi; başka olasılık söz konusu değildi. Doğu kültüründeki Japonlar için her şey bu kadar kesin olarak ikiye ayrılmamış olduğu için, onların cevap notasında “mokusatsu” sözcüğü geçmekteydi. Bu sözcük şu iki anlama birlikte gelmekteydi: “Danışmada bulunmak üzere, cevabı şimdilik askıya almak” veya “Boş vermek, aldırmamak, kabul etmemek, reddetmek”. İngilizceye yapılan çeviride, bu Japonca sözcüğün ince anlam ayrılığı kaybolunca, verilen cevap ‘olumsuz’ yani ‘red’ olarak değerlendirilmiş, bunun sonucunda da, iki atom bombası Hiroşima ve Nagazaki üzerinde patlayıvermişti. Yunus Emre’nin “Söz ola kese savaşı-Söz ola kestire başı”dizeleri ne kadar yerindeydi.

Evet, iletişim, en basit tanımıyla kişiler arası bir duygu ve düşünce alışverişidir. Düşünce ve duygularımızın karşılıklı olarak anlaşılmasını içeren sözel veya işaretsel ilişki kurma ve birbirimizi anlama girişimi, hayatımızda önemli bir süreçtir. Karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini anlayabilmek, bu yaklaşımın nedenlerini ve etkilendiği kişileri ve hadiseleri anlamayı gerektirir. İletişim bu denli yaşamsal bir fonksiyona sahipken, ilişkilerde sık sık gözlemlediğimiz iletişim kopukluğu ve iletişim yoksunluğu gibi hatalı iletişim şekilleri de, aslında yaşamımızda hayati derecede bir öneme sahiptir. Çoğunlukla iş ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri, aile ve eş ilişkileri, bu gibi nedenlerden dolayı kopma noktasına gelebilmektedir.

Dış dünyadan sürekli olarak bakarak, dokunarak, koklayarak ve tadarak birtakım uyarılar alırız ve biz aldığımız bu bilgiyi düşünce süzgecinden geçirerek algılama aşamasına geçeriz. Bu ilk algılanan veriler beynimize iletildiğinde daha önceki yaşantılarla kıyaslanarak bir anlama oluşturuverir. Dış dünyadan aldığımız bilgileri olduğu gibi algılamak yerine “zihin gözümüzle” bu verileri değerlendirmemiz gerekir. Bu nokta çok önemlidir!.. “Zihin gözümüzle” gördüklerimiz, iki gözümüzle gördüklerimizle örtüştüğü ölçüde ise, gerçekçi düşünüyoruz demektir.

Hayatında her şeyin mükemmel olmasını arzu eden ve bu uğurda yoğun bir çaba harcayan bir birey, aslında basit bir problemi dürbünle (zihin gözüyle) bakıp büyüterek, gerçeklikten uzaklaşabilir. Burada; gerçek gözlerinin gördüğünden çok, zihninin gördüğü gerçektir. Yine; aynı birey yaşamında gerçekleştirdiği büyük başarıları, bu kez dürbünü ters çevirip bakarak küçültebilir. Burada gerçekçi düşünceden uzaklaşılmış olup, kişi çıplak gözle gördüğünü değil, zihninin gördüklerini, yani hayal alemindekileri gerçek olarak kabul etmektedir.

Sağlıklı bir iletişimde bulunabilmek için, önce muhataplarımızın davranışlarının ve duygusal tepkilerinin, kendilerinin geliştirmiş oldukları bakış açılarının ürünleri olduğunu ve bu tavrın doğru sanılarak ortaya konduğunu kabullenmemiz gerekmektedir. Bu kabullenme süreci olmadığı takdirde, kişi sürekli olarak başkalarının bakış açılarını ve düşüncelerini eleştirecek ve kendisi gibi düşünmeyenlerle iletişim zorluğu çekecek, ya da iletişime girmeyecektir. Kendi duygularının nedeni olarak kişiler, başkalarını sorumlu tuttuklarında, sağlıklı iletişim kurmak pek mümkün değildir. Kendi duygularının nedenini, kendi iç dünyalarında değil de, karşısındakinin yaptıklarında arayan iki insanın iletişiminin, yanlış başlayıp sağlıksız sürmesi kaçınılmaz hale gelir.

“Zihin okuma ve karşımızdakinin niyetini anlıyormuş gibi, sözlerini kötüye yorumlama” genelde yaptığımız bir düşünce ve iletişim hatası sayılabilir. Böyle söylediğimde hiçbir şey değişmeyecek, özür dilesem de beni affetmeyecek, sorunu dile getirirsem bana kırılabilir, gibi belirli konularda karşımızdaki kişinin olası düşünceleri konusunda çıkarımlarda bulunuruz. Bu da iletişimin yanlış başlamasına, sürmesine ya da hiç başlamamasına sebep olmaktadır. Bazı durumlarda karşımızdaki kişinin bizim düşüncelerimizi okuduğunu düşünerek, iletişim ve düşünce hatası yaparız. Ne kadar kızdığımı anlasın, ona kırgın olduğumu bilmesi lazım gibi, düşünce şekliyle yine doğru iletişim kurmada sorun yaşarız. “Malı” ve “meli” tarzında düşünme de, iletişim hatalarını tetiklemektedir. Hayatta her bireyin belirli seçimleri vardır. “Malı - meli” tarzı düşünce, bu olası seçimlerin geçerliliğini yok saymaktır. “Problemi tek başına çözmeliydim!” diyen birisi bu düşünce hatasını yapmaktadır. Başkalarıyla iyi ilişkiler kurmayı seven bir insana eşi; “Kendini ezdirmemelisin!”“Herkesle çok samimi olmamalısın!” diyerek birçok eleştiri getirebilir. Burada iletişim baştan kitlenmiş olur. Hem “malı-meli” tarzında düşünme, hem olaya tek bir açıdan bakma, hem de karşısındaki kişiye kendi doğrusunu tek doğruymuş gibi yansıtarak, karşı tarafın sağlıksız iletişimi sürdürmesine ve savunmaya geçmesine sebebiyet verecek bir tutum sergilenmiş olur.

Ve yine iletişim engellerinden en önemlisi “küsme” olarak tanımlanan ilgiyi kesmektir. Küsme; sorun çözme yöntemi olarak bireyin eleştirilmekten kaçındığı için, ya da sorunun konuşulması ve çözümlenmesinden duyduğu endişeden dolayı başvurduğu bir yöntemdir ve bu sorunu çözmek yerine erteleyecek ya da pekiştirecektir. İletişim becerisinde, aktif dinlemek de oldukça önemlidir. Karşımızdakinin ne anlatmaya çalıştığını, ona cevap verme ve sözünü bitirdiğinde kendimizi savunma kaygısı gütmeden, gerçekten ne dediğini anlamaya çalışarak dinlemek, en az doğru ifade etmek kadar dikkat edilmesi gereken bir başka prensiptir. Aktif dinlemek, karşımızdakine sorular sorarak, anlamadığımızda daha çok ayrıntıya girmesini sağlayarak ve gerçekten kendisini dinlediğimize ve anlamaya çalıştığımıza inandırarak mümkün olabilir. Bu görerek, duyarak ve hissederek doğru iletişim kurmamıza yardımcı olacak, en önemli anahtar yerindedir. Unutmayalım; bütün kilitler sadece doğru bir iletişimle açılacak, sorunlar doğru yöntemlerle çözülecektir.[1]

Eleştiriyi dikkatli ve dengeli yapmalı ve tenkitlerden yararlanmasını bilmelidir!

Kendimize yönelik tenkitlere sabırlı ve saygılı yaklaşmak ve bunlardan ders alıp olgunlaşmaya çalışmak bir erdemdir. Yapılan her eleştirinin ardından bunalıma giren kimselerin, hemen kendisini eleştirenleri suçlamaya yönelmesi, bir ahmaklık alametidir. Ancak, düşünen, muhakeme edebilen insanın, eleştiriye açık olması beklenir. Çünkü dünyada, insanoğluna bahşedilen en önemli organ durumundaki beyin, eleştiri sayesinde ayakta kalabilmektedir. Şayet akıl düzeyi, olduğu yerde duruyorsa ve gelişme gösteremiyorsa, bunu direkt olarak kişinin eleştiriye kapalı olmasına bağlamak gerekir. Zira eleştirisiz ilerleme, gelişme, hedefe ulaşabilme, mümkün değildir. Davranışlarımızdaki kabalıklar, yaptıklarımızdaki dağınıklıklar ve tüm başarısızlıklar eleştiri ile giderilebilir ve aktif hale dönebilir. Eleştiri, aklı-nefsi terbiye eder, istenilen seviyeye getirir. Ancak eleştiri, şiddet eğilimini asla getirmemelidir, daimi beğenilme haliyle değil, eleştiri sayesinde insan olgunlaşabilir.

Eleştiri; daha iyiye, güzele, doğruya dönüştürecek bir pratiğe yönlendirir. “Benim muhatabım değil” diyerek eleştiriye duyarsız kalmak, ya da olumsuz bir eleştiri getireni “hasım, düşman” saymak, kişinin bulunduğu koşullarda sağduyu ile hareket etmediğini, pek de mantıklı tepkiler vermediğini gösterir. Sadece işine gelen, menfaatine uygun düşen uyarıları kabul etmek de, “eleştiriye” açık olmak demek değildir… Her halde eleştiri inandırıcı ve yapıcı olmalı, ama asla ürkütücü ve üzücü olmamalıdır!.. Kaş yapayım derken göz çıkarılmamalıdır!

Eleştirme, toplumsal duyarlılığın ve bireysel saygının bir ifadesidir. Sadece kendi görüşlerini haklı bulup başkalarını hafife almak, en azından eleştirilen insanın yerine kendini koyamamak, sadece eleştiri ölçülerine değil, etik değerlere de uygun değildir. Eleştirilen insanın da onuruna ve gururuna dikkat etmeli ve değer vermelidir. Kırıcı ve yıkıcı potansiyeldeki insanların varlığı, her zaman tehlikelidir. Bu alenen bir şiddet eylemidir. Bu olguyu eleştiri kılıfında ortaya koymalarına, bütüncül bir yaklaşımla izin vermemek gerekir. Toplumdaki kültür yozlaşmasının bir nedeni de, eleştiri yetersizliğinden ileri gelmektedir. Sadece kötüleme veya yergi mahiyetinde, tamamen nefsi dürtülerle eleştiri getirenleri, zaten kimse önemsemeyecektir. Onların gövde gösterisi yaptığı da zaten bilinir. Bu tür insanlardan uzak durmak, herhalde yapılacak işlerin en iyisidir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV); bu konuya değinen sözü, yaşam boyunca bireylerin kulaklarına küpe olacak niteliktedir:

“Kendi gözündeki kalası görmeyip, başkasının gözündeki kılı görenler, gaflet ehlidir ve zavallı kimselerdir.”

Ancak omuzumuzda bir akrep dolaştığını haber veren ve bizi ikaz eden kimseye, teşekkür yerine tekebbür etmek (kibirlenip ilgilenmemek) de, ahmaklıktan başka bir şey değildir.

İletişimi seviyeli ve etkili olan aileler, kuvvetli ve cesaretli bireyler yetiştirecektir.

“İnsana beyanı öğreten” (Rahman: 4) yani duygu ve düşüncelerini başkalarına aktarma-diyalog kurma yeteneği veren Allah (C.C) “muhataplarımızın nefislerini etkileyecek “beliğ söz” söylememizi” (Nisa: 63) duygularımızı net ve güzel ifade etmemizi istemektedir. Ayrıca “En yakınlarımız (eşlerimiz, çocuklarımız ve akrabalarımız) da olsalar, insanlara konuşurken adalet (insaf) ve asalet kurallarına…” (En’am: 152 sonu) uymamız gerektiğini emretmektedir. “Kullarıma (konuşurken muhataplarına) sözün en güzelini söylemelerini öğütle. Çünkü şeytan aralarını bozmak üzere (katı ve kırıcı laflar etmeleri için) kışkırtmaktadır.” (İsra: 53) ayetine uygun hareket etmelidir.

Hz. Meryem ile çocuğu arasındaki samimi ve sürekli iletişimin; Hz. İsa Aleyhisselamın olgun ve dolgun bir kişilik kazanmasında önemli bir rol oynadığına şu ayetlerde dikkat çekilmektedir:

“Allah’ın elçisi ve kelimesi olan Mesih İsa (A.S)” (Nisa: 171) hem ümmetine ve insanlık alemine güzel ve etkili konuşma rehberi, hem de zalim yönetimlere karşı bir mücadele ve devrim Peygamberidir. Henüz beşikte iken konuşup, Annesi Hz. Meryem Hanımı temize çıkarması ve insanları imana ve güzel ahlaka çağırması, bir mucize olduğu gibi, ahir zamanda Allah’ın izniyle yeryüzünde tekrar zuhur edecek, Hz. Mehdi (A.S)ın attığı temeller üzerinden Deccal’ı öldürüp, Siyonizm’in zulüm saltanatını bitirecek kutlu şahsiyettir. Böyle olduğu içindir ki; Hz. İsa (A.S) sadece imani ve ahlaki değil, aynı zamanda siyasi ve içtimai bir değişim ve devrime teşebbüs ettiği için, hasetçi ve hain Yahudi hahamlarının kışkırtması sonucu, Roma’nın Bölge Valisi tarafından, kurulu rejime isyan edenlere verilen “Çarmıha gerilerek öldürme” cezasına çarptırılıvermiş ama tabii Allah tarafından kendi katına yükseltilmiştir.

Zaten “Mesih”lik, Hz. Davut’un Adil Düzen’ini diriltme görevidir. Bu nedenle Hak Dinler ve Nebiler, tarihin her döneminde doğal olarak siyaseti de etkilemişlerdir. Kur’an’a ve sağlam tarihi kaynaklara bakıldığında, medeniyet devrimlerine öncülük yapmış ve yeni çığırlar açmış şahsiyetlerin, doğru ve uygun iletişim kurabilen ailelerde ve çevrelerde yetiştikleri görülecektir.

 


[1] Bak: Psk. Nur GEZEK

 

Yorum Yaz