Yeni seçim hazırlığı mıydı?
İYİ Parti Adana Milletvekili İsmail Koncuk, Çatalca Milli Eğitim Müdürlüğü'nden öğretmenlere "Seçimde görev almak istiyor musunuz?" yazısı gönderildiğini açıklamıştı.
İddiasına dair yazıyı (11 04 2019) da Twitter hesabında paylaşan İsmail Koncuk, "Hayırdır? Seçim mi var? Bu talimatı, Çatalca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne kim aktardı?" ifadelerini kullanmıştı.
“Yeni seçim listesi hazırlığı” neyin telaşıydı?
“Acele” notuyla ve Çatalca İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Erşahin imzasıyla gönderildiği ileri sürülen yazıda, “Ekli listede bulunan seçim görevlileri listesine boş bulunan yerlerin, excel’in formatı bozulmadan doldurularak mesai bitimine kadar müdürlüğümüze gönderilmesi hususunda bilgi ve gereğini rica ederim” denilmesi kafaları karıştırmıştı.
Herhalde bu, 4,5 yıl sonra yapılacak seçim hazırlığı olamazdı? İstanbul'da tekrar seçim olacak mıydı?
İstanbul seçim sonuçları henüz kesinlik kazanmamıştı. Seçimin yenilenme ihtimali konuşulurken Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ilginç bir yorum paylaşmıştı. Temel Karamollaoğlu, İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi kararına ihtimal vermediğini belirtirken, böyle bir karar verilirse bunun “zelzele oldu” anlamına geleceğini aktarmıştı. Karamollaoğlu, “Bu girişim, yapılan seçimin hiçbir kıymeti yok anlamına gelir. Çünkü bundan sonra iktidarı tatmin etmeyen bir seçim kabul görmeyecek demektir. Benim kanaatim yüzde 99,9 seçimin yenileme kararı verilmez, verilmemelidir. Bu mahkeme de vermeyecektir. Ben o kanaatteyim. Yüz binde bir ihtimal belki olabilir, o zaman da “zelzele oldu” demektir. ''
AKP “cebren ve hile ile” de olsa, 31 Mart 2019 Belediye Seçimleri’nde kaybettikleri İstanbul’u geri alma hesabında mıydı?
Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamudan ihraç edilen ve YSK’dan adaylık vizesi alarak seçime giren Belediye Başkanlarına mazbata verilmeyip ikinci sıradaki adaylara mazbata verilmesi kararı, tam bir hukuk skandalıydı. Yasa gereği KHK ile kamudan uzaklaştırılanların eğer aday olma hakları yok ise bu adayların niçin seçime girmesine izin verildiği sorusu hâlâ yanıtsızdı. Eğer, KHK ile kamudan ihraç edilenlerin seçilme hakları var ise o zaman niçin önce seçime girmelerine izin verilip, seçildikten sonra mazbata verilmeyişi; asla makul ve doğru sayılmazdı. Eğer YSK; kendilerine başvuran adayların, KHK ile kamudan uzaklaştırıldıklarından bilgilerinin olmadığı için adaylara onay vermiş ise bu durumun cezası adaylara yıkılamazdı. Devlet kurumlarının birlikte hareket etmeleri, bilgileri paylaşmaları lazımdı. Kısacası, baştan seçime girmelerine izin verilip ardından seçimi kazandıklarında, “Sen Belediye Başkanı olamazsın” denilmesi ister istemez toplumun adalete güven duygusunu sarsmıştı.
AKP’liler, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı için YSK'ya başvurmuşlardı!
Mardin'de seçim sonuçlarıyla ilgili ilginç bir gelişme yaşanmıştı. AKP’nin yüzde 56,4 oy alarak seçimi kazanan Ahmet Türk'ün mazbatasının, kendilerine verilmesi için YSK'ya başvurduğu anlaşılmıştı. AKP Mardin İl Örgütü, başvurusunda; 31 Mart yerel seçimlerinde yüzde 56,24 oy alarak Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen HDP’li Ahmet Türk'ün, "KHK ile görevinden alındığını" hatırlatmıştı. AKP Mardin İl Örgütü, mazbatanın ikinci en fazla oyu alana, yani yüzde 38,53 oy alan AKP'nin Adayı Mehmet Vejdi Kahraman'a verilmesi gerektiğini savunmuşlardı. Yahu iyi de KHK ile görevinden alınanların resmen ve yeniden aday olmalarına, YSK niye ses çıkarmamıştı. Yoksa bile bile bir tuzak mı hazırlanmıştı? Hem bu HDP, PKK'nın siyasi ayağı ise (ki öyledir…) AKP iktidarı ve yargı 17 yıldır bu gayrimeşru partiyi niye kapatmamıştı. Neyse ki YSK bu talebe uymamıştı.
Eski AKP milletvekili ve Karar yazarı Mehmet Ocaktan bile çileden çıkmış ve "Eğer seçim iptal edilirse, kimse bunu topluma izah edemez" dedikten sonra sert açıklamalar yapmıştı. Mehmet Ocaktan, "Hâlâ demokrasimizi kurtarabiliriz" başlığıyla yayımlanan yazısında: "Mutlaka bir partinin kazanması için sonsuza dek sayım hakkı olamaz" ifadesini kullanmıştı. "Eğer ilk gün, iddia edildiği gibi Büyükçekmece’deki usulsüzlük kanıtlarıyla birlikte yargıya ve YSK’ya taşınsaydı, toplum tarafından daha anlaşılabilir bir karşılığı olurdu" diyen Ocaktan, "Ama on gün boyunca sandık sandık geçersiz oy peşinde koşup sonuç değişmeyince, 'Ama bir de Büyükçekmece vardı, seçim iptal edilsin' demenin hukuken inandırıcı olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Hele de seçim gecesi 11 saat veri girişi yapılamamışken..." diyerek uyarmıştı. "Eğer seçim iptal edilirse, kimse bunu topluma izah edemez. Hiç kuşkusuz her partinin geçersiz oyların ve bazı sandıkların yeniden sayılmasını istemesi son derece makuldür ve de hakkıdır. Ama mutlaka bir partinin kazanması için sonsuza dek sayım hakkı olamaz" diyen Mehmet Ocaktan haklıydı.
AKP’nin, Büyükçekmece'de seçimin iptalinin istenmesi ile başlayan süreç, despotizme hukuki kılıf geçirme çabasıydı. “Yeterli sayıda delil bulamıyorsanız, delil üretin” dayatmasıydı. Bütün bunlar İstanbul seçimlerini iptal etmeyi amaçlamıştı. Oysa seçim kanununa göre seçmen listesi hazırlanmış ve YSK bir itirazın olup olmadığını sormuş ve kimseden de ses çıkmamıştı. Ayrıca AKP’lilerin kesinleşmiş sandık kurulları ile yeni bir itiraza hazırlandığı basına yansımıştı. Hâlbuki YSK’nın seçim takvimine göre itirazlar 1 Ocak'ta başlayıp 31 Mart'ta bitmiş durumdadır. İktidar, usulsüzlükleri 3 ayda tespit edememişken, bunları bir haftadan az bir sürede tespit etmesi de kafa karıştırıcıdır. Kaldı ki seçimlerde hileyi, elinde güç olanlar yapmaktadır. YSK'nın 2014 Iğdır kararı tam da bunu vurgulamaktadır. “Kesinleşmiş seçmen kütüklerinde yolsuzluklara dayanarak seçim iptali istenemez” denmektedir. Buna rağmen YSK’nın Büyükçekmece konusunu görüşmeyi sürekli ertelemesi soru işaretlerine neden olmaktadır. YSK üzerinde, iktidarın baskısı olduğu kuşkuları uyanmaktadır. Bu arada, bazı medya organlarının YSK üyelerinin fotoğraflarını boy boy basması da hedef gösterme ve ürkütme kasıtlıdır. En son bu iş yapıldığında Danıştay’da kan döküldüğünün hatırlatılması anlamlıdır.
AKP, İstanbul’da kaybettiği seçimi yenileyerek, kendi adayını seçtirme hesabında mıydı? 7 Haziran 2015 genel seçiminde tek başına iktidarı kaybettiğinde, seçimi altı ay sonra yenileyerek oylarını artırmıştı; bu defa aynı şeyi İstanbul için mi planlamaktaydı? Oysa 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimleri örneklerinin İstanbul için kullanılması yanlıştır. Sebebi şu: Seçimler belli zaman aralıklarında vatandaşın siyasi hayata müdahalesi anlamını taşır; bir ilin seçimini diğerlerinden ayırmak, ancak olağanüstü durumlar için söz konusu olabilir. Aksi halde, yani mutlaka gerekiyorsa, seçimin bütününün yenilenmesi şarttır. 1 Kasım 2015’te, altı ay önceki genel seçim, bütün ülkede tekrarlanmıştı. Anayasa yerel seçimlerin beş yılda bir yapılmasını amir; bir ilde bile seçimi başka bir zaman dilimine kaydırırsanız, anayasanın amir hükmüne karşı gelmiş olursunuz. Her biri kıdemli hukukçulardan oluşan Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), böyle bir yanlışa geçit vereceğini sanmıyorum. Kaldı ki, İstanbul’da seçimi yenilemeyi gerektirecek geçerli bir sebep de ortada yok. Israrla ve birden fazla kez yapılan sayımlar, beşeri hatalar dışında organize bir kumpasın varlığını ortaya koyamadı. Geçersiz oyların yeniden gözden geçirilmesi gibi anlamsız işlemlere rağmen hem de… Sonunda, AKP’den “Soyadlarına bakılarak bizim seçmenimiz olduğu anlaşılacak kişilerin oylarının başka partilere gitmesi” gibi akıl durduracak gerekçeler kullanılması da yeniden sayımda gelinen tıkanıklığın sonucudur.
Seçilene mazbatasının verilmemesi de AKP’nin lehine sanılmamalıdır. Mazbata için YSK’nın seçim kesin sonucunu ilan etmesinin gerekmediği biliniyor. Öyle olsaydı 31 Mart’tan bugüne mazbatalarını alarak göreve başlayan tek bir Belediye Başkanı olmazdı. Oysa sayım bitince ortaya çıkan tabloya göre, bazen tek oy farkla bile olsa, sandıktan en çok oyu alarak çıktığı anlaşılan adaya mazbatası verildi.
Evet, eğer seçim yenilenecekse bunu İstanbul’la sınırlı tutmak olmaz; bütün ülkedeki seçimi yenilemek gerekir. Ama o durumda da anayasanın yerel seçimin beş yılda bir yapılması hükmü çiğnenmiş olacaktır. Anayasal bir kurum olan YSK, herhalde anayasayı çiğnemeyecek ve çiğnetmeyecektir diye düşünüyorum.[1]
Kemal Öztürk'ün “Adil Olmak Zordur” yazısını, özetle ve bazı eklemelerle paylaşmak istiyorum:
Adaleti istemek kolaydır, adil olmak zor. Herkes adaleti yüceltir ama adil olmayı düşünmez. Çünkü adil olmak zordur. Herkes kendi için adalet ister, lakin başkası için adil olmayı denemez. Zira adil olmak zordur.
Kur’an-ı Kerim’de, her okuduğumda beni derinden etkileyen bir ayet vardır:
“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğip bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa Suresi 135).
Şayet bir hukuk sistemi inşa olacaksa, bir adalet düzeni kurulacaksa, bundan daha iyi, bundan daha mükemmel hangi temel prensip olabilir? Peki, bu hukuk ve adalet sistemi neyin üzerine bina edilir? Adil olan bireyin, adil olan Müslüman kişinin üzerine. Şimdi soruyorum: Kim kendi aleyhine, ailesinin aleyhine, akrabalarının (yakın çevresinin ve partisinin) aleyhine de olsa adaletten yana tavır koyuyor şu anda? Herkes adalet istiyor, ama maalesef kimse kendisi adil mi diye dönüp bakmıyor!..
Oysaki İslam’ı bu denli büyük kılan, bu dini insanlık için kurtuluş reçetesi yapan ilkelerden birisi de bu ayettir. Aleyhine de olsa, adaletten yana olmak... Bu ne ulvi bir ahlak esası ve hukuk kuralıdır. Herkes adalet arıyor, adalet için feryat ediyor. Lakin kimse kendine dönüp bakmıyor ve şu soruyu sormuyor:
“Ben gerçekten adil bir insan mıyım (kendimin, yakın çevremin ve partimin) aleyhine de olsa gerçekten adaletten yana tavır koyar mıyım?”
Bireyin adil olmadığı bir yerde, toplumdan adalet beklemeyin! Toplumun adil olmadığı bir ülkede, devletten adalet beklemeyin!.. Oysa herkes toplumdan, devletten adalet bekliyor. Peki, kim içinde bulunduğu topluluğun, grubun, cemaatin, partinin yanlışlarını yüksek sesle söyleyebiliyor? Kim orada adalet tesis olsun diye, aleyhine de olsa kalkıp şahitlik edebiliyor? Kim kendisinin (ekibinin ve partisinin) yanlışını, hatasını, kusurunu dürüstlükle itiraf edebiliyor?
Üzgünüm, çıkarı olmadığında herkesin sustuğu, adalet için şahitlik yapmaktan korktuğu bir ortamda, kimse adil bir dünya beklemesin… Çıkarına, kişisel bekasına zarar geleceği için susanlar, sözü eğip bükenler, doğruyu söylemeyenler, yazmayanlar sonra bir gün adalete muhtaç olduğunda, adaletin tecelli etmesini beklemesin. Zengine, güçlüye, kudretliye karşı adaleti savunamayan, susan, örten, adaletten uzaklaşan kim varsa, bir gün kendisine de adaletin lazım olacağını ve o gün kimsenin adaletten yana şahitlik yapmayacağını bilmelidir.”[2]
Mehmet Metiner, İstanbul seçimleriyle ilgili “Biz güçlü olunca aynı baskıları başkasına yapmamamız lazım” diyen Abdullah Gül'e, 'Kanuni bir itiraz sürecini Gül’ün bilerek başka bir mecraya çekmesi ne dostlukla ne mertlikle bağdaşır!” sözleriyle sataşmıştı.
Yeni parti iddialarıyla konuşulan Abdullah Gül'ün, İstanbul seçimlerine ilişkin sözleri tartışmalara yol açmıştı. AKP çevrelerinden Gül'ün açıklamalarına tepki gecikmedi. Eski AKP Milletvekili ve Star gazetesi yazarı Mehmet Metiner; AKP'nin itiraz hakkını kullanmasını başka yöne çekmekle eleştirdiği Abdullah Gül'ü namert olmak ve AKP'yi arkadan vurmakla suçlamıştı.
Oysa bu namertlik ve nankörlüğü, daha önce kendileri, Millî Görüş davasına ve Erbakan Hoca’ya karşı hep birlikte yapmışlardı. Herhalde bunlar hatırlama olgusunu da utanma duygusunu da yitirmiş durumdaydılar.
Bu arada Habertürk yazarı Serdar Turgut, "AK Partili kardeşlerim" diye seslenip "tehlike uyarısı" yapmıştı. Turgut, "Fırsat kaçmak üzere" diyerek, "Bu tavrınız; demokrasimize inancın, geri dönüşü olmayacak şekilde bitmesine yol açabilir" ifadelerini kullanmıştı. Serdar Turgut, "AK Partili kardeşlerimin, oluşmakta olan tehlikeye dikkatini çekmek zorundayım" başlığıyla yayımlanan yazısında; "Bugün potansiyel tehlikesi büyük olan bir kolektif duygunun maalesef oluşmaya başladığını görmeleri gerek" sözleriyle AKP’nin hırçınlaşmasının doğuracağı; tamiri ve telafisi imkânsız sonuçlara karşı uyarmıştı.
31 Mart yerel seçimlerinde AKP'nin büyükşehirleri kaybetmesi sonrası Erdoğan'ın ne yapacağı merak edilirken, Avrasya Araştırma Şirketi Başkanı Kemal Özkiraz'dan gündemi sarsan bir iddia paylaşılmıştı: Cumhur İttifakı dağılacak mı?
Kendisini, “31 Mart yerel seçimlerini tek bilen” olarak nitelendiren Avrasya Araştırma Şirketi Başkanı Kemal Özkiraz, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nı 10-15 gün içinde bitireceğini açıklamıştı. Özkiraz, kendisine ait sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Cumhur İttifakı’nın dağılacağını ifade ederek, şunları aktarmıştı:
Erdoğan, 10-15 gün içinde ittifakın bittiğini açıklayacak mı?
“AKP Milletvekilleri ve teşkilatları Büyükşehir yenilgilerini MHP’ye bağlıyor. MHP’nin yerelde AKP adaylarına destek vermediği, diğer adaylara çalıştığı söyleniyor. MHP sürekli bizden çalıyor diyorlar. Erdoğan büyük baskı altında, bence 10-15 gün içinde ittifakı bitireceğe benziyor.”
Nisan 2019 başında Merkez Bankası'nın rezervleri açıklanmıştı. Merkez'in net rezervlerindeki düşüşün aralıksız 3. haftada da devam etmesiyle dolar 5,80 seviyesini aşmıştı.
İstanbul'daki seçim belirsizliği, ABD ile gerilen ilişkilerle gerilen dolar, Merkez Bankası'nın rezervlerinin düşmesi ile tırmanışını artırmıştı. Açıklanan verilere göre Merkez'in net uluslararası rezervleri 5 Nisan itibarıyla 1,8 milyar dolar düşüşle, 27,9 milyar dolara gerilemiş durumdaydı. Merkez'de yaşanan bu düşüş, doları olumsuz etkilemiş ve kur 5,7580 seviyesine kadar yükselmişti. TL, dolar karşısında yüzde 1'in üzerinde değer kaybetmişti. Türkiye'nin 5 yıllık kredi risk primi CDS de 19 baz puan artışla 430 seviyesini aşmıştı. Güne 5.74'ten başlayan dolar öğle saatlerini bulmadan fırlamaya başlamış ve Dolar 5.80'i aşmıştı.
Hani IMF’ye ihtiyacınız kalmamıştı?
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, G-20, Dünya Bankası ve IMF toplantıları için ABD'ye yollanmıştı.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, IMF ve Dünya Bankası Bahar Toplantıları'na katılmak üzere gittiği ABD'nin başkenti Washington'da temaslarda bulunmuşlardı. Bakan Albayrak, Twitter üzerinden yaptığı paylaşımlarda programına dair detayları da paylaşmıştı. Albayrak, "G-20, Dünya Bankası ve IMF toplantıları için geldiğimiz Washington’da, birçok uluslararası fon ile yaptığımız görüşmelerin yanında JP Morgan’ın düzenlediği yatırımcı toplantısında, ‘Yapısal Dönüşüm Adımları’ paketimiz ve yeni dönem ekonomi politikalarımızı anlattık." ifadelerini kullanmıştı.
Bakan Albayrak temasları kapsamında, Türkiye'deki sorunlu kredilere yatırım yapmakla ilgilenen Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'nın (EBRD) Başkanı Suma Chakrabarti ve heyeti ile banka politikaları ve Türkiye yatırımları ile ilgili verimli bir toplantı gerçekleştirdiğini de hatırlatmıştı. Ayrıca Irak Maliye Bakanı Fuad Hüseyin ile gerçekleşen görüşmede, ülkeleri arasındaki ekonomik iş birliği ele alınmıştı. 12-14 Nisan arasında düzenlenen organizasyonda Bakan Albayrak, Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya ile birlikte etkinlik kapsamındaki G-20 Hazine ve Maliye Bakanları ile Merkez Bankası Başkanları Toplantısı'na da katılmıştı. Yahu hani, IMF’ye hiçbir ihtiyacınız kalmamıştı ve bütün köprüleri atmıştınız?
Damat Berat Paşa, IMF kapısında para aramaktaydı!
Devamını okumak için tıklayınız.