Aralık 04 02:45

AMERİKA’NIN TAHRİBATI VE TSK’NIN TAVRI

AMERİKA’NIN TAHRİBATI VE TSK’NIN TAVRI

AMERİKA’NIN TAHRİBATI VE TSK’NIN TAVRI

Erdoğan’ın izinde olduğu Özal darbecilere kalbi şükranlarını sunmaktaydı!

Başbakan Erdoğan'ın sık sık "devamıyız" diye gurur duyduğu ve afişlerinde birlikte fotoğrafını koyduğu Özal'ın 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren'e darbe yaptığı için teşekkür mektubu yazdığı ortaya çıkmıştı. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun yaptığı çalışmalar kapsamında ortaya çıkan belgelere göre, Turgut Özal'ın, Kenan Evren'e darbe yaptığı için teşekkür ettiği mektupta, "12 Eylül'ü gerçekleştirdiğiniz için en kalbi şükranlarımı arz ediyorum" dediği anlaşılmıştı.

"www.gercekgundem.com"un ortaya çıkardığı belgede: Özal, Kenan Evren ve arkadaşlarına, darbenin dördüncü yıldönümünde:

"Sayın Cumhurbaşkanım, Memleketi büyük bir badireden kurtararak tekrar Atatürkçü bir görüşle demokratik sisteme geçirmekteki büyük hizmetiniz hiçbir zaman unutulmayacaktır. Bu vesile ile zat-ı âlilerine ve muhterem Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerine 12 Eylül'ün dördüncü yıldönümünde kalbi şükranlarımı arz ediyorum." Şeklinde şükranlarını sunmuşlardı. Çünkü Özal’a iktidar yolunu açan 12 Eylül cuntasıydı. Şimdi Recep Erdoğan’a bugünkü fırsatları sunan da 28 Şubat tezgâhıydı.

ABD’li Siyonist stratejistler neden Türkiye’ye yoğunlaşmıştı?

Siyonist merkezler ABD, AB bütün gücüyle Türkiye'ye odaklanmıştı. Başbakan Erdoğan'ı ilk keşfeden ABD Ankara büyükelçisi Morton Abromowitz ile her gittiği ülkeyi karıştırmış olan Eric Edelman rapor bile hazırlamıştı. "ABD Türkiye'nin iç politikasına daha fazla müdahale etsin" tavsiyesinde bulunmuşlardı. Türkiye’yi avuçlarında tutmak ve çıkarlarını korumak için CIA'sı, MOSSAD'ı, MI5'i, ... hepsini devreye sokmuşlardı. Erdoğan "Meclis'e türbanın girmesinden" sonra Kızılcahamam kampında sık sık "Yeni Türkiye" ifadesini kullanmıştı, kurumlarda TC'lerin kaldırılma çabasının ardından bu "Yeni Türkiye" vurgusu anlamlıydı. Türk Ordusuna yönelik yıpratma operasyonları ortadaydı. Emekli General Haldun Solmaztürk'ün deyişiyle "Türk Ordusu Türkiye'de bir güç olmaktan çıkarılmaktaydı." Askerler kışlada ve karakolda oturmakta. PKK'lıları görünce neredeyse kafasını çevirmek zorunda bırakılmaktaydı. Ergenekon gibi “tahmini ve tahayüli” değil, 28 Şubat gibi “fiili” bir darbenin sanıklarının peş peşe tahliyesine Milli Görüşçülerin itirazı karşısında daha fazla kayıtsız kalınamamıştı. HSYK, yazılı bir açıklamayla aradan çekilip, tahliyelerde bizim dahlimiz yok diyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışmıştı. Peki o zaman bu kararları hangi odaklar almaktaydı?

28 Şubat Post-Modern darbesinin aktörlerinin bir bir serbest bırakılmasından, kamuoyu vicdanı rahatsızdı. 28 Şubat davasındaki çarpık işleyişin ve maksatlı tahliyelerin sıkça gündeme getirilmesine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) daha fazla sessiz kalamamıştı. HSYK Milli Gazete’nin manşetlerinin ardından  “Ne milli kamuoyunun yakından takip ettiği diğer davalarda ne de 28 Şubat davasında yargı yetkisini kullanan hâkimlere yönelik olarak tavsiye ve telkinde bulunması ya da yönlendirme yapması mümkün değildir”açıklaması yapılmıştı. Peki bu tahliyelerde HSYK’nın dahli yoksa kimin dahli vardı? ‘Siyasi irade mi, yoksa ‘başka merkezler mi, 28 Şubat davasını örtbas etmeye çalışmaktaydı?

Tahliyelerin arkasında hangi odaklar vardı?

Balyoz ve Ergenekon davalarındaki, uzun tutukluluk süreleri, müebbet hapisler ve sakız gibi uzayan bir süreç işletilirken, darbe yaptıkları tescillenen 28 Şubatçılar için ne yazık ki aynı özenden kaçınılmıştı. Darbeciler adeta nispet yaparcasına sırayla tahliye edilip serbest bırakılmıştı. Darbe iddialarını her gün çarşaf çarşaf haber yapan gazeteler ve kalemşörleri 28 Şubat davasında yaşanan garipliklere ilgisiz kalmışlardı. Türkiye tarihine post-modern darbe olarak geçen 28 Şubat’ı hiç olmamış farz edip, sosyal ve ekonomik yıkımlarını görmezden gelerek verilen bu kararların arkasında mutlaka bir irade vardı. HSYK bu açıklamasıyla o irade ben değilim demiş olmaktaydı. O zaman şu soruyu soruyoruz. Kamuoyu vicdanını yaralayan bu tahliyelerin arkasında kim vardı? Yapılan darbe, yapanların yanına kâr kalacaksa, o zaman Balyoz ve Ergenekon davalarında kopartılan o yaygara  sadece TSK’yı yıpratmayı mı amaçlamıştı?

Buna Kargalar Bile Güler

Darbeye teşebbüs ettikleri için çok sayıda kişi hakkında açılan Balyoz ve Ergenekon davalarındaki sanıkların tutuklu yargılamaları ve sanıklara verilen müebbet hapis cezaları tartışılmaya devam ederken, teşebbüsten öte açıkça darbe yapan kişilerin kaşla göz arasında serbest bırakılması, mide bulandırmıştı. Darbeye teşebbüse verilen müebbet hapis cezaları, bizzat darbe yapanlara neden uygulanmamıştı? Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alan bir darbenin yargılanma süreci bu kadar kısa zamanda nasıl sonlandırılmıştı? Bunu hangi eller ve ne maksatla yapmıştı? 28 Şubat davasındaki bu tutum Balyoz ve Ergenekon davalarındaki kararları da sorgulanır noktaya taşımıştı. Ne yani 28 Şubat darbesini cezaevinde tahliye bekleyen 5 kişi mi yapmıştı? 28 Şubat’ta kararan hayatlardan sadece bu 5 kişi mi sorumlu tutulacaktı? Buna kargalar bile kahkaha atardı. Yoksa sıra darbenin sivil ayaklarına ve ABD talimatlarına gelecek diye mi korkulmaktaydı?

Çetin Doğan’ın Silah Arkadaşlarını Suçlayan Yalman’a Sert Çıkışı Psikolojik Bir Telaşı mı Yansıtmaktaydı?

Eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman arasındaki “Balyoz” tartışması kafa karıştırıcıydı. Tartışmaya son olarak eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de katılmıştı. Balyoz davasına dayanak gösterilen 5-7 Mart 2003’teki 1. Ordu Komutanlığı’nda yapılan Plan Semineri’nde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Yalman’ın Milliyet Gazetesine yaptığı açıklamalardan sonra da dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök gazeteye açıklama yapmış, Yalman’ın söylediklerinin doğru olduğunu vurgulamıştı. Çetin Doğan’ın bu iddialara: “haberim yok diyorsa Kara Kuvvetleri Komutanlığı koltuğuna niçin oturdu?” sorusu yöneltmesi üzerine Yalman yeni bir açıklama yaparak, “o koltuğa layık olanlar oturur. Layık olmayanlar oturamaz” şeklinde yanıtlamıştı. Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın 28 Şubat davasının görüldüğü Ankara 13. Ceza Mahkemesi’nin duruşma salonunda yazıp avukatı aracılığıyla gönderdiği açıklamada şunları vurgulamıştı: “Yalman’ın gerçek dışı beyanı: ‘plan seminerinde EMASYA planının görüşüldüğünü, seminere gönderdiği müşahit generalden öğrendiğini, bunun üzerine bu emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için 1. Ordu bölgesine gittiğini ve gereken ikazları yaptığını belirtmiştir.’ Bu talihsiz beyanın gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Yalman’ın bazı konularda hafıza kaybına uğradığı görülüyor. Hafıza kaybı, bir bakıma kişinin içgüdüsel olarak kendini koruma çabasından kaynaklanır. Geçmişle yüzleşmek güç ve cesareti olmayanlar için ‘değerli yalnızlığın’ hayaller içinde yaşamanın hayatta kalabilmek için yararlı olduğu da söylenebilir. Ancak unutulmaması gereken bu süreçte hafızalardan silenlerin yerine sanal dünyada fabrikasyonlar üretilmesi kişinin onulmaz bir hastalığa yakalandığının işaretidir. Biz bu tür hastalıklara yakalananlara kızmaz sadece acırız. Yalman’a acil şifalar dileğiyle birkaç hususu hatırlatmak isterim. Plan Semineri’nde EMASYA planının emrine rağmen görüşüldüğü iddiası mesnetsizdir. Yalman’ın ‘emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için 1. Ordu bölgesine gittiğim’ ifadesi en hafif tabirle hezeyandır.”                                                                                                                                                                                                                               

Hükümet YAŞ Kanunu’nda sessiz sedasız yaptığı değişiklikle, atama ve ihraçlarda nihai kararı Cumhurbaşkanına bırakmıştı!

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının hemen öncesinde hükümet, YAŞ Kanunu’nda değişiklik yaparak, atama ve ihraçlarda nihai kararı Cumhurbaşkanı’na bırakmıştı. Daha önce YAŞ üyelerinin aldığı kararlar, nihai karar olarak açıklanıp, Komuta kademesi için Bakanlar Kurulu kararı gerekirken, bundan sonra YAŞ’ta alınan bütün kararlar Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulacaktı. Bu, TSK’dan yapılan ihraçların Cumhurbaşkanı’nın onayı olmadan yürürlüğe giremeyeceği anlamını taşımaktaydı.

Son Yüksek Askeri Şura’da yapılan terfilerde kıdem geleneğine uyulmaması ve AKP’nin istediği kişilerin terfi alması askeri çevrelerde “AKP’nin terfilere müdahalesi” olarak yorumlanmıştı. Emekli General Haldun Solmaztürk de son Yüksek Askeri Şura kararlarını eleştirip Sivilleşme adı altında Türk ordusunun geleneksel kültürünün bozulduğunu hatırlatmıştı. “Ordu bir süredir siyasetin içine çekiliyor eğer atamalar ve terfiler usulüne uygun olsaydı sürpriz olurdu. Ne yazık ki durum bu. Şu anda Türk ordusunun beyni hapiste. Son yıllarda yaşananların orduda yarattığı sıkıntıyı görmemek için kör olmak lazım. Yapılan terfilerde kriterlerin değiştirilmesi orduda disiplini bozuyor. Türk ordusuna Yunan ordusundaki sistem getirilmek isteniyor. Yunan ordusunda Generaller olarak görülmez. İktidar değiştikçe valiler, genel müdürler gibi komutanlar da değiştirilir. Şimdi bizde de aynı sistem dayatılıyor. Bu Türk ordusu için büyük yanlıştır. Aşağıdaki komutanlar yükselmek için iyi asker olmak yerine başka işlerle uğraşacaklar. Ordu içinde birbirine güven, dayanışma, başarı, iyi asker olma kriterleri bir kenara itilirse neler olacağı bellidir. Yükselme için başka kriterler öne çıkarsa bunun bedeli ağır olur. Silah arkadaşlığı duygusu yok edilirse bunda en büyük zararı Türkiye Cumhuriyeti görür.”

Hurşit Tolon Paşa, Çölaşan’a yazdığı mektubunun ikinci bölümüne şöyle başlamıştı:

“Adaletin küçüldüğü ülkelerde büyük olan artık suçlulardır”

“Yüce milletimin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli üniformasını 47 yıl onurla üzerimde taşıdım. En küçük rütbeden başlayarak Orgenerallik rütbesiyle iki Orduya (Ege Ordusu ve 1. Ordu) komuta ettikten sonra göğsümde devletimin üç madalyası ve alnımdaki şerefle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekliye ayrıldım. Tüm görevlerimde ülkeme, milletime ve devletime doğruluk, dürüstlük, bağlılık, içtenlik ve özveri ile hizmet etmeye çalıştım.

Geriye doğru baktığım zaman 71 yıllık yaşantımda bugüne kadar milletimin ve devletimin güven ve saygısını yitireceğim, başımı eğecek, hukuka ya da yasalara aykırı hiçbir eylemde bulunmadığımı göğsümü gere gere Yüce Türk Milleti’ne haykırmak istiyorum. Yaşantım boyunca ülkem, milletim ve devletim için tüm müktesebatımla (bilgilerimle) inandığım doğrular ve değerlere uygun hareket ettiğim için de, bugün suçlu addedilip (sayılıp) cezalandırılmayı asla ve asla hak etmedim.

Bundan yaklaşık yarım asır önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ocağı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılırken günün birinde hain bir düşman kurşunu ile şehit olabileceğimi, ya da savaşta düşmana esir düşebileceğimi göze alarak bu göreve başlamıştım. Her zaman ayakta ölmeyi, dizüstü yaşamaya tercih etmiş biriyim. Ancak üzülerek söylemek gerekirse ömrümü adadığım kendi vatanımda, yargı vasıta kılınarak bir hukuk suikastına kurban edileceğim hiç ama hiç aklıma gelmemişti! Bugün sadece Anayasal ve Yasal haklarımı kullanmaktan ibaret eylemlerimden dolayı düzmece deliller ve şaibeli gizli tanıklardan medet umularak ‘Darbeye Teşebbüs’ gibi son derece ağır bir suçlama ile -şayet yürürlükten kalkmamış olsaydı- idamım istenecekken- Mahkemece ‘iyi halim’ de gözetilerek müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olmamı, öncelikle adalet adına bir zül (alçalma) olarak telakki ediyorum.

Ancak, eli kanlı canilerin beraat ettirildiği, bebek katili teröristlerin önce gizli tanık, ardından muteber (saygın, güvenilir) açık tanıkmış gibi dinlenildiği ve buna karşılık duruşmada hazır edilen savunma tanıklarının yasal zorunluluğa rağmen dinlenilmesinden kasten imtina edildiği (bilerek kaçınıldığı) ve davanın esasına ilişkin son derece etkili savunma delillerinin toplanılmadığı bir davada, elbette ki adil bir kararın çıkması da beklenemezdi. Neticeten, soruşturma ve kovuşturma süreçleri adil olmayan bu davada çıkan hüküm de adil değildir.” (27 Ağustos 2013)

Türkiye Cumhuriyetinin 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ kendisini ziyaret eden Bülent Tezcan’a “müebbet cezanın kendisinin şahsında TSK’ya verildiğini” haykırmıştı.

Ergenekon karar duruşmasının ardından Silivri tutsaklarını ziyarete giden Aydın Milletvekili Bülent Tezcan, ziyaret ettiği eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un cezanın kendisine değil Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) verildiğini vurguladığını açıklamıştı. Silivri ziyaretinde tutsakları kararlara şaşırmış görmediğini söyleyen Tezcan, Başbuğ’un sözlerini şöyle aktardı: “Bu kararla, TSK terör örgütü gibi gösterilmiştir. Ceza, bana değil, TSK’ya verilmiştir. Bu, bir kurumsal suçlamadır. O zaman bizi atayan siyasi irade bunu nasıl açıklayacak? Bu kararla, ortada devlet olmadığı ortaya çıkmıştır.” Başbuğ, Başbakan’ın söylediği “Genelkurmay Başkanı’na terörist demeyi tarih affetmez” sözünü de hatırlatmıştır.

Bülent Tezcan’ın görüştüğü Hurşit Tolon da verilen cezaların, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra 4 Temmuz 2003 tarihinde Türk askerinin başına çuval geçirilmesiyle bağlantılı olduğunu belirtip: “Askerimizin başına çuval geçirilmesine gösterdiğimiz tepkinin hesabını soruyorlar” tespitini yapmıştı.

Çuvalcı Generale AKP kıyağı

Türk Askerinin Başına Çuval geçiren ABD’li General Petraeus’un yönetici olduğu Şirkete ait gemilerin, Süveyş kanalından geçiş ücretinin Türkiye Cumhuriyeti Tarafından ödeneceği ortaya çıkmıştı. AKP, Süleymaniye'de Türk askerlerinin başına çuval geçiren ABD birliğinin komutanı General Petraues’un yönetici olduğu şirkete kıyak yapmıştı. Pentagon'a yakınlığı ile bilinen Amerikan fon şirketi KKR’nin, Türkiye’deki deniz taşımacılığı şirketi olan UN-RO-RO firmasının gemilerinin Süveyş kanalından geçiş ücretinin devlet tarafından ödeneceği anlaşılmıştı.

Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Mısır’a giden gemilerin bundan böyle Süveyş Kanalı'ndan geçirileceğini, bunların ücretlerinin de hükümet tarafından karşılanacağını açıklamıştı. Binali Yıldırım, havalimanı ve terminal binası temel atma töreni için gittiği Diyarbakır'da yaptığı konuşmada, “Suudi Arabistan, Ürdün ve diğer Körfez ülkelerine yapılan ihracat için Suriye'deki savaş nedeniyle Mısır'a kaydırılan Ro-Ro gemilerinin bu kez de Mısır'da meydana gelen iç karışıklık nedeniyle sıkıntı yarattığını hatırlatmıştı. Sıkıntıyı gidermek için bazı önlemler alındığına dikkat çeken Bakan Yıldırım, Suudi Arabistan'a yapılan ihracatın Süveyş Kanalı üzerinden yapılacağını, gemilerin Süveyş Kanalı'ndan geçirileceğini ve gemi başına 150 bin dolar ile 200 bin dolar arasındaki kanal ücretlerinin de teşvik olarak hükümet tarafından ödeneceğini” vurgulamıştı.

Türkiye’den Mısır’a sefer yapan firmalardan SİSA SHİPPİNG LİNES firmasının iflasın eşiğine gelmesinden dolayı UN-RORO firması güzergâhta tek kalmış durumdaydı. Hükümetin Mısır politikası ve Mısırlı yetkililerin Türkiye’nin tutumuna tepki göstermesi nedeniyle seferlerde sıkıntı yaşanıyor ve Türk ihraç ürünleri zamanında alıcılara teslim edilemiyordu.

Pilotlarımız istifaya mı zorlanmıştı?

Kuzey Irak’ta başarılı hava operasyonlarına katılan ve soruşturmalar üzerinden istifaya zorlanan 145 pilotun 2013’ün Ocak-Şubat aylarında istifa ve emeklilik yoluyla görevden ayrıldığı ortaya çıkmıştı. Özel hayatlarından ve sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden soruşturmaya uğrayan Hava Kuvvetleri pilotları isyankâr bir tavra zorlanmıştı. Kuzey Irak’ta başarılı hava operasyonlarına katılan ve soruşturmalar üzerinden istifaya zorlanan145 pilotun 2013’ün Ocak Şubat aylarında istifa ve emeklilik yoluyla görevinden ayrıldığı anlaşılmıştı. Yaşanan istifalarla TSK’nın göz bebeği sayılan 181. Filonun görevlerini yerine getirmede sıkıntı çektiği vurgulanmıştı.

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in Balyoz tutuklularına: “Susun ve ders çıkarın!” yanıtı çok tartışılmıştı!

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, Balyoz tutuklusu komutanlardan gelen eleştirileri, 'Geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmayalım' şeklinde yanıtlamıştı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel kendisine yönelik eleştirileri yanıtlarken, geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmadan, bu olayları sürekli olarak gündemde tutmadan geleceğe ait plan ve projeler yapılmasını önermesi anlamlıydı. Özel'in yaptığı yazılı açıklamada, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Balyoz Davasında verdiği karardan sonra  şahsına yönelik sözlü ve yazılı yıkıcı eleştiri ve saldırıların olduğunu hatırlatmış, "Kurban Bayramı'nı idrak ettiğimiz günlerde bayramın kutsiyetine olan inancım ve yüce Türk milletine olan saygımdan dolayı cevap vermek istemedim" ifadelerini kullanmıştı.

Özel, Hasdal ziyaretinde komutanlara söylediği, "Dava dosyalarını hukukçulara incelettim. Siz suçsuzsunuz biliyorum. Hepiniz göreve dönecek şekilde hazır olun. Sorgu ifadelerinizi kısa tutun. Mahkeme heyetiyle tartışmaya girmeyin. Ben müzakere yoluyla  işleri hallederim. Halledemezsem diğerleri  gibi çeker giderim" sözlerine hiç değinmezken, komutanların "TSK'da söz namustur, iki yıl önce Hasdal duvarına kazınan sözlerinizin arkasında durun" talebini yanıtsız bırakmıştı.

Özel, açıklamasında şu mesajları aktarmıştı: Ziyaretimin amacı, sorumlu ve vefalı bir kişi olarak arkadaşlarımı dinlemek, onlar için hukuken ve idari olarak ne yapabileceğimi belirlemek ve her şeyden önemlisi moral vermekti. Bu ziyaret esnasında bazı arkadaşlarıma, 'Suçun şahsiliği prensibine karşın, yürütülen davanın aynı zamanda TSK'nın kurumsal kimliği ile de ilgili olduğunu, davayı yakından takip ettiğimi, TSK'nın kurumsal yapısını ve iddialarla ilgili bilgileri yetkili ve ilgili kişilerle diyalog kurarak yüz yüze görüşeceğimi, bu konuda basın-yayın yolu ile bilgilendirme yapmayı düşünmediğimi' belirttim. Daha huzurlu, müreffeh ve her yönüyle gelişmiş Türkiye hedefine; geçmişte yaşadığımız olayları sorgulayarak, gerekli dersleri çıkararak ve bu dersleri hayata geçirerek, ancak geçmişte yaşanmış hadiselere takılıp kalmadan, bu olayları sürekli olarak gündemde tutmayarak, geleceğimize ait plan ve projeler yaparak ve bunları uygulama alanına sokarak, mevzubahis vatan ve millet olduğunda saplantılarımızı bir kenara bırakarak ve 'Her şey Türkiye için’ diyerek ulaşabileceğimize inanıyorum.” Özel’in “Her şey Türkiye için” sözleri AKP’nin seçim sloganı olması dikkatlerden kaçmamıştı.

Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, Ergenekon savcısı Zekeriyya Öz’le görüşmesini anlatırken: “Komutanlara kasetli şantaj” yapıldığını hatırlatmıştı.

'Zekeriya Öz, 2008 yılında bana ve yardımcım Mehmet Çelik'e üst düzey bir komutanın oğlunun bir kadınla cinsel içerikli görüntülerini izlettirdi. Kasetler nedeniyle tertiplere ses çıkarılmadı!' 

Hava Kuvvetleri içinde Fetullahçı hücreyi deşifre ettikten sonra, Ergenekon operasyonunu düzenleyen tertip merkezine karşı iddianame hazırlarken, kendisi de tertiple tutuklanan emekli Hava Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'le ilgili önemli bir bilgiyi açıklamıştı. Üçok, düzmece MİT belgesi üzerine başlattığı soruşturmada, belgenin bir tertiple hazırlandığı sonucuna ulaşmıştı. Soruşturma sürerken, Ergenekon tertibinin baş aktörü Savcı Zekeriya Öz, düzmece MİT belgesinde adı geçen Albay Cengiz Köylü'yü tutuklatmıştı. Bu gelişme üzerine Hâkim Albay Üçok, yardımcısı Mehmet Çelik'le Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'e gitti. Üçok, ODATV'de yayımlanan yazısında bundan sonrasını şöyle anlatmıştı:

"Karargâh Evleri Soruşturması sırasında, bu soruşturmayı birlikte yürüttüğümüz ünlü savcı (!) Zekeriya Öz bana ve yardımcım Mehmet Çelik'e 2008 yılında çok üst düzey bir komutanın oğlunun bir kadınla cinsel ilişkiye girdiği görüntülerin yer aldığı video seyrettirmişti. Bu görüntülerden başka benim ve yardımcımın da şahsen tanıştığı birçok adli ve idari yargıda görevli hâkim ve savcıların kadınlarla cinsel ilişkilerini gösteren gizli çekilmiş videolar göstermişti."

Hava Kuvvetleri içinde yuvalanan karanlık hücreyi ortaya çıkaran Üçok, Tayyip Erdoğan ve Yaşar Büyükanıt'ın 4 Mayıs 2007'de Dolmabahçe'de yaptığı görüşmeyi hatırlattığı yazısında, konuyla ilgili WikiLeaks belgelerinde yayımlanan ABD kriptolarından da örnekler vererek bu tür kasetlerin sonucunda tertiplere ses çıkarılmadığını vurgulamıştı. Evet TSK’nin tarihinde görülmemiş bir olay yaşanmıştı. Bir özel yetkili mahkeme Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı’nı “TSK içinde örgüt kurduğu ve yönettiği savıyla” ömür boyu müebbet hapse çarptırılmıştı. Eğer AB’nin baskısıyla TCK’dan idam cezası kaldırılmasaydı şimdi Başbuğ ipte sallanacaktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ henüz 2’nci Başkan iken merhum Coşkun Kırca’ya (eski milletvekili ve büyükelçi) şöyle anlatmıştı:

“İlker Başbuğ Paşa’ya dikkat et! Kendisi İngilizceyi ve Fransızcayı gayet iyi konuşan, dünya olaylarına objektif ve dürüst bakan demokrat ruhlu bir paşadır ve umarım ki yakında genelkurmay başkanı olarak memlekete çok büyük hizmetlerde bulunacaktır.”

Şimdi müebbete mahkûm edilen İlker Başbuğ olup bitenlere inanamamış ve TSK’nin geldiği konuma içi yanarak yeni Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e şöyle çağrı yapmıştı:

“Unutulmasın ki; Genelkurmay Başkanı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanıdır. Kurumsal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yöneltilen haksız, asılsız ve ağır saldırılara karşı da kurumunu korumak zorundadır. Bugün, genelkurmay başkanlığı makamında oturan komutan, verilen bu kabul edilemez karar karşısında, kurumsal sorumluluğu gereği olarak, Sn. Başbakan’ın da kabul etmeyerek tepki gösterdiği bu konuda, devam eden sessizliğini sürdürecek midir?”

Necdet Özel Paşa’yı da emekli Orgeneral Necati Akgün’e sormuştum, bana şöyle tanıtmıştı: “İyi çocuktur, komando subayıdır ve benim yanımda çalışmıştır.” Ayrıca bazı kaynaklardan öğrendiğime göre: Necdet Paşa NATO’da hizmet görmemiş -bu kendisi hakkında olumlu bir nokta- ancak Amerikalılar tarafından Avrasya sorunlarıyla ilgili çalışmalarda kullanılmış başarılı bir subaydır. Orgeneral Necdet Özel, TSK’deki istifalar nedeniyle jandarma genel komutanlığından genelkurmay başkanlığına kademeleri atlayarak atanmıştı. Onun AKP yanlısı ve mütedeyyin bir tarafla alakası olduğu sıkça vurgulanmıştı. Özel Paşa muhtemeldir ki Org. İlker Başbuğ’un yakın bir silah arkadaşıdır. İlker Paşa’ya Fikret Bila aracılığıyla dolaylı yoldan verdiği yanıt da anlamlıdır. Kendisinin değil de, sanki Genelkurmay karargâhının açıklaması gibi durmaktadır. Oysa bu yazışmalar komutanla komutan arasında olmalıydı. Fikret Bila’nın kaleminden çıkan sözleri hatırlayalım:

“Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyuna açıklama yapmamış olması, sustuğu anlamına gelmez. Dışarıdan sessiz görünebilir ama hemen her gün bu konuya mesai ayırmış ve yetkili muhataplarıyla yaptığı resmi ikili görüşmelerde de İlker Paşa başta olmak üzere komutanlara yöneltilen suçlamaların kabul edilemez olduğunu, uzun tutukluluğa çare bulunması gerektiğini hep yüksek sesle söylemiştir. Siz sanıyor musunuz ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Başbakan’ın İlker Paşa’yla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda Özel Paşa’nın iyi ilişkilerinin ve verdiği bilgilerin hiç payı yoktur?

“Özel Paşa samimiyetle her fırsatta duyduğu derin üzüntüyü yansıtmış; bir Genelkurmay Başkanı’nın terörist ilan edilmesinin, TSK’nın terör örgütü olarak gösterilmesinin kabul edilemeyeceğini yüksek tonla devlet katında sık sık dile getirmiştir.” [1]

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel TSK’da görev yapmış Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının “Ergenekon” ve “Balyoz” tertibiyle bertaraf edilmesi karşısında suskun kalmakla eleştirilince mecburen bir yazılı açıklama yapmıştı. Acaba, silahlı kuvvetlerimizin, dış talimatlı senaryolarla sistemli ve sinsi şekilde yıpratılmasına Sn. Necdet Özel “stratejik bir sabırla dayanmakta, Milli ve mutlu çıkışlar için fırsat mı kollamaktaydı? Yoksa pek çok bürokrat gibi, kendileri de AKP’ye ve arkasındaki Lobilere sıcak görünmeye mi çalışmaktaydı?  Sorularının yanıtı önümüzdeki süreçte ortaya çıkacaktı.

‘Hakan Fidan, MOSSAD’dan Mursi’ye mesaj taşıdı’ iddiası

CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın MOSSAD'dan aldığı "devrileceği" bilgisini Mısır Cumhurbaşkanı Mursi'ye ilettiği iddiasını TBMM gündemine taşımıştı. Özgündüz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a MOSAD ile MİT arasında yapılan görüşmelerle ilgili sorular sıralamıştı. Önergesinde 11 Haziran 2013'te, "İsrail'e ait özel bir uçakla ülkemize gelen MOSSAD Başkanı Tamir Pardo ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında, İran ve Suriye konularında bir görüşme yapılmıştır. Bu görüşmeden yaklaşık 20 gün sonra, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Mursi ile MİT Müsteşarı Fidan arasında bir görüşme gerçekleştiği açıklanmıştır. Bu iki görüşme arasında ilişki olduğu, İsrail'in Mursi'ye Fidan aracılığıyla mesaj gönderdiği, Mursi'ye karşı darbe olacağı konusunda MOSSAD'ın istihbaratının Fidan ile iletildiği de iddialar arasındadır".

Özgündüz Başbakan Erdoğan'dan şu soruların yanıtını istedi:

$1·       MİT-MOSSAD görüşmenin gündem konuları nelerdir?

$1·       Fidan-Pardo görüşmesinde Mısır konusu gündeme gelmiş midir?

$1·       Fidan'ın Mursi'ye götürdüğü mesajlar nelerdir? Basına da yansıyan, Fidan'ın Mursi'ye devrileceğine dair uyarısının istihbaratı nereden edinilmiştir?

Böylece, “İsrail’in Hakan Fidan’dan rahatsız olduğu, çünkü onun Erdoğan’la birlikte, Milli ve özgün politikalar üretip uyguladığı” palavrası da boşa çıkmaktadır.

Asker Zihniyeti, asker psikolojisini yansıtırdı!

Asker zihniyetinden kasıt, onun meselelere genel olarak nasıl yaklaştığıdır. Asker, bir görevi aldığında, sahibi olduğu değerler bütünü içerisinde bir karar verir ve uygular. Bunun zihinsel arka planına "asker zihniyeti" demek uygundur. Bu zihniyeti ortaya koyan belirgin tutum, davranış ve vasıfları ana hatlarıyla saptamaya çalıştık:

·       Genel olarak güvenlikçi bir yaklaşımı benimser. İşini tesadüfe bırakmak istemez. Bu nedenlerle risk almamayı tercih eder.

·       İşinin doğası gereği tehdidi büyütme eğilimindedir. Çünkü aldığı eğitim ve görevi onu karşılayabileceği en kötü senaryoya hazırlıklı olmaya iter.

·       Eğitimi gereği şabloncudur. Bu da onu belli sınırlar içinde düşünmeye ve kalmaya sevk eder. Askeri görevlerde bu yaklaşım başarılı olabilir, ancak askerlik dışındaki durumlarda sorunlar yaratır. Harpte karşılaşılması olası durumlarda yetersiz kalmasına yol açabilir.

·       Provasını yapmadığı hiçbir işten emin değildir. Kendini de hazır hissetmez. Sürprizi sevmez.

·       Görevine düşkündür, başarısızlığı hazmedemez. Bunu canı ile bile ödeme eğilimi taşır. Bunun tipik örneğini İstiklal Savaşı'nda 57. Tümen Komutanı Albay Reşat Çiğiltepe'nin tutumunda görebiliriz: Albay Reşat Bey, Tümen hedefini saat 12.00'ye kadar alacağını vaat etmiştir, ama o saate kadar hedef ele geçirilemediği için hayatına son verir. Oysa hedef 17.30'da ele geçirilir!..

·       Asker aşırı kuralcı ve talimatçıdır.

·       Yaptığı her işin meşru olmasını ister ve mutlaka hukuki bir dayanak arar.

·       Üretimden kopuktur. Bu da onun yaratıcılığını olumsuz etkiler.

·       Yaşam koşulları, görevin özellikleri, halktan kopmasına ve kendi kabuğunda yaşamasına yol açar.

·       Özgüveni yüksektir. Bunu özsaygı ile besleyemediği zaman etrafına tepeden bakan bir kişiliğe bürünebilir.

·       Vatanseverdir. Ancak vatansever olmakla, vatana uygun ve doğru hizmet etmek arasındaki farkı bazen ayırt edemeyebilir. 1917 yılında, Irak cephesinde, Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Yüzbaşı Selahattin'i kendisine yaver olarak almak ister ve ona bu isteğini söyler. Yüzbaşı Selahattin'in verdiği cevap bunu ifade eder: "Kumandanım, dedim, sizin bu teveccühünüze mazhar olmak benim için elbette ki kıymetli ve sevindiricidir. Yalnız size bu istekleriniz çerçevesinde faydalı olacağımı sanmıyorum. Siz belli inançlarınıza göre düşünür ve hareket edersiniz. Bense kendimi bir yana bırakıp olayları yalnız millet ve devlet yararına tartarım. Çok zıt sandığım bu iki görüşün beni size çok yakın çalışmaktan men edeceğini düşünüyorum."

·       Asker fedakârdır. Bu özelliği dikkate değerdir.

·       Genelde dün bellediği doğrularla bugünü anlamaya ve problemleri çözmeye çalışır. Bu onu hataya iter.

·       Kendi içinde yaşadığı sistemin, sivil sistemlerden daha etkin olduğunu varsayar.

·       Temel komutanlık prensibini "komutan birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur" olarak kabullendiği için merkeziyetçidir. Bu onu bürokratik kılar. İnisiyatif kullanma ve verme özelliğini törpüler. Ancak bu prensip, komutanın sorumluluğu astlarının üstüne atmasını önler, bu yanı ile doğrudur.

·       Teferruatçı eğilimler taşır. Ayrıntıya saplanıp dikkatini esastan kaçırabilir.

·       Görevinde komuta birliği prensibi hâkim bir faktör olduğundan, ordu dışındaki unsurlarla birlikte yaptığı çalışmalarda bile ortak sorumluluğu kendisi üstlenme eğilimi taşır.

·       Milli meselelerde çok hassastır, ancak bu meseleleri ele alışında statükonun muhafazası eğilimindedir.

·       Başlangıçta atak bir yapısı vardır. Zamanla bu özelliği ihtiyatlı davranma yönünde evrilir.

·       Yaşam anlayışı bakımından gelenekçidir.

·       Yeni teknolojileri benimsemeye yatkın ve uygulamaya heveslidir.

·       İnanç merkezli bir kavrayışı vardır. Bu onu kuvvetli kılar. Ancak, bu olumlu vasfını araştırmacı özelliği ile birleştiremediği takdirde kanaatlerden yola çıkarak peşin hükümler oluşturmasına yol açar.

·       Atatürk'ün değerlerine çok bağlıdır. Ancak onun düşünce sistematiğini içselleştirmek yerine şekilci ve yüzeysel bir kavrayışı söz konusudur.

·       Komutanın verdiği emri sorgulamaz. Mutlak doğru kabul eder.

·       Takdir edilme beklentisi yüksektir. Ancak maddi beklentisi düşüktür.

·       Mesai mefhumu tanımadan çalışır fakat zamanını etkin kullanma kapasitesi eleştirilebilir.

·       Adalete çok önem verir ve haksızlığın karşısında yer alır.

·       Merhametlidir ama genellikle astlarına sert davranmayı tercih eder. Bu nedenle yüzü asık yaşar.

·       Kendisine emanet edilen devlet malını koruma güdüsü çok yüksektir.

·       Sınırlı imkânlarla olağanüstü işler yapabilir.

·       Belki de en olumsuz yanı, kendi düşüncesini ifade etme becerisinin ve cesaretinin düşük olmasıdır. Daha kötüsü, komutanın kafasındakini bulmaya ve söylemeye çalışmasıdır. Bunun nedeni eleştirel bakışa hoşgörüsüzlük yanında bir üst rütbenin astından daha iyi düşündüğünün kabul edilmesidir. Bunda geleneksel hasletimiz olan büyüğe saygının da özel bir rolü vardır.

·       Askerde, önce vatan, sonra iş ve ailesi gelir.

 ·       Şüphecidir. Kolay güvenmez.

·       Genelleme eğilimi yüksektir.

·       Acelecidir. Her şeyin bir an evvel olmasını ister.

·       Şekilcidir. Dış görünüşe çok önem verir.

·       Çok söz vermez ama verdiği sözü yerine getirme alışkanlığı vardır.

·       Sorunları üst tarafa aksettirmeden kendi içinde ve kendi imkânlarıyla çözme eğilimindedir.

·       En tepedeki komutanının her şeye çare bulacağı beklentisi içindedir. Onu mükemmel addeder ancak bunun tersini gördüğünde hayal kırıklığı yaşar.

·       Standartçı bir eğilim taşır.[2]

Hükümet dershaneler eliyle altının oyulmasına engel olmak ve bunları özel okullara çevirmek suretiyle hem gelir kaynağı bulmak, hem de kontrol altına almak için… Cemaat ise bu önemli rantı elden kaçırmamak ve sinsi kadrolaşmasını yaygınlaştırmak için dershaneler üzerinden kıyasıya çarpışırken; bu bölgede varlığımızın ve bağımsızlığımızın sigortası olan TSK’nın böylesine hedef alınıp hizaya sokulması ve moralmen hezimete uğratılması karşısındaki vurdumduymazlıkları, hatta “demokratikleşme ve normalleşme” bahanesiyle Orduya yönelik tahribatlara arka çıkmaları, bunların gerçek ayarını ve ABD ayağını ortaya koymaktaydı. Komutan ve subaylarımızın da “İslam’ı gericilik, dindarları tehlike görme” saplantısından artık kurtulması ve halkımızla kucaklaşması lazımdı.

 

--

Şubat 2014 - Milli Çözüm Dergisi



[2] İsmail Hakkı Pekin, 17 Eylül 2013

Yorum Yaz