Kasım 14 19:57

Atatürk'ün Hayatı ve Hatırlattıkları

Atatürk'ün Hayatı ve Hatırlattıkları

Atatürk'ün Hayatı ve Hatırlattıkları

Mustafa Kemal Atatürk; (13 Mart 1881 / Selanik – 10 Kasım 1938 / İstanbul) yakın tarihimize yön ve şekil veren en önemli şahsiyetlerin başında gelen bir Osmanlı subayıdır. Şanlı bir devlet ve medeniyetin, hangi dış güçler ve gerekçelerle ve hangi iç nedenler ve neticelerle çöktüğüne şahit olmuş, yeniden direniş ve kurtuluşun ve yeni bir Milli restorasyonun (asli temeller ve direkler üzerinde yeniden kuruluşun) üzerinde kafa yormuş, emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileriyle ömür boyu mücadele içinde yoğrulmuş bir kahramandır. Kimileri kendi sapkın Darwinist saplantıları ve gizli Siyonist sömürü saltanatları için Kemalizm adına, tamamen dinden arındırılmış ve İslam düşmanlığı temeline dayandırılmış bir ideoloji uydurup uygulamış; kimileri de Mustafa Kemal’i “Dinsiz Deccal” gösterip, din istismarlarını ve Siyonizm-emperyalizm uşaklıklarını, Atatürk düşmanlığı üzerinden yürütmeye çalışmışlardır.

Oysa Atatürk inançlı ve kararlı bir insandır. O İslam’a değil; din istismarına, akıl ve vicdan dışı safsatalara ve zamanla yozlaşıp koflaşmış kurum ve kurallara karşıdır. Tarihi devrimlerine de işte bu yüzden kalkışmış ve elbette doğru adımlar yanında, eksik bırakılan hatalar da yapılmıştır. Örneğin, Batı medeniyetinin hem İslam’dan, hem bilimsel çalışmalardan kaynaklanan bazı doğru verilerinden yararlanmak, böylece önce aramızdaki mesafeyi kapatıp sonra onları aşmak (Muasır medeniyetin fevkine çıkmak) için, harf inkılâbı lazımdı, yararlıydı; ancak eski yazıyı tamamen yasaklamak ve unutturmak yanlıştı ve zararlıydı. Çünkü yetişen yeni nesil, muhteşem bir medeniyet birikimi olan kitaplarımızı, tarihi belge ve kaynaklarımızı okuyup anlamaz hale sokulmuşlardı. Oysa Latin harflerine geçilmekle beraber, eski yazımızın da öğretilmesinde hiçbir sakınca bulunmamaktaydı.

Ve yine çoğu meskenet yuvasına çevrilmiş, asli özelliğini ve işlevini yitirmiş, hatta bir kısmı Sabataist (Gizli Yahudilerin) güdümüne girmiş tekke ve zaviyelerin kapatılması bir zaruret halini almıştı. Ancak toplumun manevi ve ahlaki eğitim ihtiyacını karşılayacak yeni ve yeterli kurumların hizmete sokulmaması, bu boşluğun din istismarcılarınca ve ehil olmayan insanlarca doldurulmasına yol açmıştı. Ve tabi önce Sultan Abdülhamit’e karşı haksız bir muhalefet bayrağı açanların ve mason ittihatçılarla ortak safta bulunan İslamcı aydınların, daha sonra Mustafa Kemal’e karşı da aynı olumsuz tavrı takınmalarının, psikolojik yanılgıları ve günümüze yönelik politik yansımaları üzerinde de, dikkatle durulmalıydı.

Ve asla unutulmasın ki, Atatürk de nihayet bir insandı. Haliyle Onun da yanlışları ve yanılgıları olacaktı. Elbette Onun da “keşke yapmasam” dediği pişmanlıkları, isteyip te başaramadıkları, başlayıp ta yarım bıraktıkları vardı. Ama her şeye rağmen, şanlı kurtuluş savaşımıza önderlik yapan ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetini bize miras bırakan zattı. Kaldı ki O’nun yaşadığı dönemdeki şartları, imkânları, zorlukları ve dengeleri gözetmek zorunda olduğu güç odaklarını hesaba katmak lazımdı. Bu nedenle Onu tabulaştırıp Tanrılaştıranlar da, Ona düşmanlık yapanlar da haksızdı ve kötü maksatlıydı.

 Mustafa Kemal’in Çocukluk ve gençlik yılları: (1881-1904)

1839'da Mekadonyadaki Kocacık'ta doğduğu sanılan babası Ali Rıza Efendi aslen Manastır'a bağlı Debre-i Bâlâ'dandır. Babasının ailesinin Arnavutlardan olduğu söylense de aslında, 14-15. yüzyılda Anadolu'dan bölgeye göç etmiş olan Yörüklerden olduğu saptanmıştır. Ailesi ile Selanik'e göç eden Ali Rıza Bey, burada gümrük memurluğu ve kereste ticareti yapmıştır. Ali Rıza Bey, 93 Harbi (1877-78) esnasında yerel birliklerde gönüllü teğmen olarak görev almıştır. Bu durum Atatürk'ün ailesinin kısmen de olsa Osmanlı'daki elit tabakadan olduğunun bir kanıtıdır. Ali Rıza Bey, 1871 yılında 1857 yılında Selanik'in batısındaki Langaza'da çiftçi bir ailede doğan Zübeyde Hanım'la evlenmişler, Mustafa Kemal Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak, Rumî 1296 (miladî 1881) yılında Selanik'te doğmuşlardır. Atatürk’ün, Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beşkardeşinin ilk dördü küçük yaşta ölmüş, sadece Makbule Hanım hayatta kalmıştır.

Öğrenim çağına gelen Mustafa'nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştır. Annesi Mustafa'nın Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebine gitmesini arzulamış, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan Şemsi İbtidai'nde (Şemsi Efendi Mektebi) okuması kararını almıştır. Sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, bir müddet sonra Şemsi Efendi Mektebi'ne aktarılmıştı. 1888 yılında henüz yedi yaşında iken babasını kaybedince, bir süre Rapla Çiftliği'nde annesinin üvey kardeşi Hüseyin'in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra -eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle tekrar Selanik'e dönüp okulunu tamamlamıştır. Bu arada yalnız kalan Zübeyde Hanım, Selanik'te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile ikinci evliliğini yapmıştır.

Mustafa, önce bürokrat yetiştiren Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne yazılmış, ancak muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek -annesinin karşı çıkmasına rağmen-1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi'ne kayıt yaptırmıştır. Bu okulda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey ona anlamı “mükemmellik, olgunluk” olan "Kemal" adını takmıştır. Mustafa Kemal kendisine ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey'in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi'ne kaydolmuş, bu tarihte başlayan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem İdadi öğrencisi olduğu için, hem de henüz 16 yaşında bulunduğu için cepheye alınmamıştır. Bu okulu ikincilikle bitirip. 13 Mart 1899'da İstanbul'da Mekteb-i Harbiye-i Şahane'ye başlamış, üçüncü sınıfı 1902'de Mülazım bugünkü ismiyle Teğmen rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi (1317 - P.8) olarak tamamlayıp, ardından Erkan-ı Harbiye Mektebi'ne (Harp Akademisi) devam ederek 11 Ocak 1905'te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olup, Osmanlı Ordusuna katılmıştır.

Atatürk’ün Askerlik Aşamaları: (1905-1918)

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5.Ordu'ya staja gönderilmiş, burada piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev almıştır.1905-1907 yılları arasında Şam'da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) ile birlikte 5. Ordu emrinde görev yapmıştır. Bu dönemde düşük rütbeli stajyer bir kurmay subay olarak Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, "küçük savaş" (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazanmıştır. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lütfi Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile birlikte 'Vatan ve Hürriyet' adlı bir cemiyeti kurduktan sonra izinsiz Selânik'e gitmiş, Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)'in yardımıyla karaya çıkıp orada cemiyetinin şubesini açmıştır. Bir süre sonra arandığını öğrenince kendisine ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa'ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında Bîrüssebi'ye gönderildiğini bildirmesini önermiş, Ahmet Bey de Mustafa Kemal Bey'i Bîrüssebi'ye tayin etmiş ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a yollanmıştır. 20 Haziran 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olan Mustafa Kemal 13 Ekim 1907'de 3.Ordu'ya kurmay olarak atanmıştır. Ancak Selânik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrenince, bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olmuş, ancak onların masonik niyetlerini ve sabataist hedeflerini fark edince hemen ayrılmış ve 22 Haziran 1908'de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atanmıştır. Atatürk daha sonra Cumhurbaşkanlığı sırasında ve 1935 yılında “kökü dışarıda fesat ocakları ve Yahudi Çıfıtları” olduğu gerekçesiyle MASON LOCALARINI kapatmış; Mustafa Kemal’in dengeler dahisi olarak kendilerini oyalayıp aldattığını anlayan küresel Siyonist odaklar ve sabataist cunta, ağır ağır ölüme sürükleyen zehirli ilaçlarla ona suikasta başlamışlardır.

23 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında bölgedeki toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik konularını incelemek üzere bugünkü Libya'nın bir parçası olan Trablusgarp'a yollanmıştır. Burada hem dış saldırılara ve kışkırtmalara karşı koymak, hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek sivil ordu planlamaya başlamıştır.

13 Ocak 1909'da 3. Ordu'ya bağlı Selanik Redif Fırkası'nın Kurmay Başkanı yapıldı. 13 Nisan 1909'da Sultan Abdülhamit’i devirmek ve başsız Osmanlı’nın işini bitirmek üzere tezgâhlanan 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak üzere Selanik ve Edirne'den yola çıkan Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu'na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanıydı. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulunmuşlardı.

Mustafa Kemal Bey, 12 Eylül -18 Eylül 1910'da Fransa'da düzenlenen Picardie Manevraları'na katıldı. Burada uçakların deneme uçuşuna davet edildiyse de yanındaki komutanının uyarısıyla uçağa binmekten kaçındı. Bineceği uçak yere çakıldı ve uçağın içinde bulunanlar öldü. Bazıları bunu “kaderin onu tarihi değişimlere öncülük yapması için hazırladığı” şeklinde yorumlamıştı. Mustafa Kemal dönüşünün ardından 27 Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhında görev aldı.

Mustafa Kemal’in Libya Çıkarması!

İtalyanlar'ın Libya'ya saldırısıyla 19 Eylül 1911'de başlayan Trablusgarp Savaşı'nda, 27 Kasım 1911'de Binbaşı olan Mustafa Kemal Bey, diğer subaylarla birlikte 18 Aralık 1911'de yola çıktı. Mustafa Kemal ile grubu, Mısır'da Kahire ve İskenderiye üzerinden Bingazi'ye ulaştı. 22 Aralık'ta Tobruk yakınında zafer kazandı. Derne'deki 16 - 17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede yattı. 6 Mart'ta Derne Komutanlığı'na atandı. Aynı yılın eylülünde başlayan barış görüşmelerine rağmen İtalyanlarla çatışmalar sürerken, Karadağ'ın 8 Ekim'de Osmanlı Devleti'ne isyana kalkışması ve Balkan Savaşları'nın başlaması nedeniyle barışa razı olunması üzerine Mustafa Kemal ve diğer subaylar İstanbul'a geri çağrıldı. Mustafa Kemal Libya’da daha sonra Türkiye’ye gelip Anadolu’nun önemli kısmını dolaşarak halkı Milli Mücadeleye katılmaya teşvik eden, büyük İslam alimi Şeyh Ahmet Sünusi ile tanışmış, onlara gerilla savaşının taktiklerini aktarmış ve bir bakıma, filmini ibret ve hayretle izlediğimiz Ömer Muhtar’ların şanlı direnişine alt yapı hazırlamıştır.

Balkan Savaşları

Mustafa Kemal Balkan Savaşları'nın patlak vermesiyle 24 Ekim 1912'de İstanbul'a hareket etti ve 24 Kasım 1912'de karargâhı Bolayır'da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü'ne atandı. Maalesef koca Osmanlı ordusunun burada General Stilian Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusuna yenilmesi Atatürk’ü derinden sarstı. Haziran 1913'de başlayan İkinci Balkan Savaşı'nda komutası altındaki birliklerle Dimetoka ve Edirne'ye girmeyi başardı. Atatürk; Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya milli ve haysiyetli bir gayretle yeniçeri kıyafeti ile gitmiş ve etrafında derin bir hayranlık uyandırmıştı. Bu görevde iken 1 Mart 1914'te Kaymakam (Yarbay)lığa çıkmıştı.

Birinci Dünya Savaşı

28 Temmuz 1914'de I. Dünya Savaşı patladı, Osmanlı Devleti de 29 Ekim 1914'te İttihatçıların derin gafleti, belki de bilinçli hıyaneti ile Alman’ların safında savaşa katıldı. 20 Ocak 1915'de Mustafa Kemal  3. Kolordu emrinde Tekfurdağ'da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.

19. Fırka, 23 Mart 1915'te Müstahkem Mevki Komutanlığı emriyle Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı. 25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadası'na İtilaf Devletleri'nin yaptığı çıkartmalarıyla Çanakkale Savaşı başladı. 3.Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşa'nın emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal Arıburnu'na çıkan ANZAC (Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu) birliklerinin yarımada içine ilerlemesini Conkbayırı'nda durdurmayı başardı. Bu başarı üzerine 5. Ordu komutanı Mareşal Otto Liman von Sanders'in takdirini kazandı ve 1 Haziran 1915'te Miralay (Albay)lığa yükseldi ve İngilizlerin Ağustos ayında Suvla Körfezi'ne yaptığı ikinci çıkartmadan sonra, o mevkiinde bulunan birliklerinin komutasına getirildi ve 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferi'ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe ve 21 Ağustos'ta II. Anafartalar Zaferi takip etti ve Miralay (Albay) Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını tarafından "Anafartalar Kahramanı" olarak kamuoyuna tanıtıldı.

14 Ocak 1916'da Gelibolu'dan Edirne'ye sevk edilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Bu sırada Doğu Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusu'nu püskürtmüş 16 Şubatta Erzurum'u, 3 Martta Bitlis, Muş, Van ve Hakkâri'yi işgal altına almıştı. Albay Mustafa Kemal 15 Mart tarihinde 3. Ordu'yu desteklemesi için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır'a yollandı. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916'da Diyarbakır'da iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltildi ve Paşa unvanını aldı. Mustafa Kemal önce taktik bir geri çekilme emri verdi, ardından beklenmedik bir saldırı ile Muş'u Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı Altın Kılıç madalyası ile ödüllendirildi ve Ağustos ayında Muş ve Bitlis tümüyle Rus işgalinden kurtarıldı.

7 Mart 1917'de karargâhı Diyarbakır'da bulunan 2. Ordu Komutan Vekilliğine atandıktan sonra bazı ittihatçılarca Hicaz Kuvveyi Seferiyesi Komutanlığına gönderilip pasifize edilmek istendi ise de, bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917'de Yıldırım Orduları Grubu emrindeki 7. Ordu Komutanlığına atandı.

Mustafa Kemal Diyarbakır'dayken, İttihatçı fedailerden Yakup Cemil bir hükümet darbesi yapma kararı almıştır. Tek kurtuluş yolunun Bab-ı Âli'yi basıp, hükümeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı'nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal'i uygun bulmaktadır. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa'ya haber vermesi üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay'a anlattığı hatıralarında: "O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)'a: Yakup Cemil asılmış. Sebebi de, benim Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadığım müddetçe kurtuluş olmadığına inanmış… Hâlbuki dediğini yapmış bile olsaydı, ben İstanbul'a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil'i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!" diyecek kadar onurlu ve tavırlıdır.

15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında, kendisini özellikle seçen ve yüksek kabiliyetlerini sezen Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Almanya'ya giderek Keiser II. Wilhelm, Genel Karargâhı ve Elsass bölgesini dolaşmışlardı. Daha sonra padişah olan Sultan Vahdettin tarafından, kendisine her türlü imkân ve ferman sunularak ve İngilizleri oyalamak için biri birlerine karşıt rolü oynayarak, Milli mücadeleyi örgütlemek üzere Mustafa Kemal Samsun’a yollanacaktı.

1918 Haziran ayında Viyana ve (bugünkü adı Karlovy Vary olan) Karlsbad'a giderek tedavi için hastaneye yattı. Sultan Mehmed Reşad'ın vefatı ve Vahdettin'in cülusu üzerine 2 Ağustos'ta İstanbul'a döndü. 15 Ağustos'ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi'ne atandı ve ardından Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanını aldı. Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1918 tarihinde Vahdettin'in başyaveri Naci (Eldeniz) Bey'e bir telgraf çekip Yıldırım Orduları Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükümette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini istedi. Ardından 6 Ekim'de 7. Ordu komutanlığından istifa etti. Çünkü Enver paşa gibi mason İttihatçılar elinde, ülkenin ve devletin hangi felaketlere sürüklendiğinin farkındaydı.

19 Eylül 1918'de Edmund Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri, genel taarruza geçerek üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları Grubu'nu ağır bir hezimete uğrattı. 1 Ekim'de Şam, 25 Ekim'de Halep düştü. Ancak bütün zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen Mustafa Kemal Paşa, İngiliz ordularını, Halep'te durdurarak, savunma hattı kurmayı başardı.

30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandı. Atatürk 10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt'alarının komutasını 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya bırakarak Adana'dan İstanbul'a hareket etti ve 13 Kasım'da İstanbul'a Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Haydarpaşa'dan İstanbul'a geçerken boğaza demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde ünlü "Geldikleri gibi giderler" sözlerini mırıldandı. Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlere başladı..

Milli Mücadelenin Başlaması ve Başarılması (1919-1923)

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükümetine nota verdiler. “Doğuda Türklerin silahlanıp Hıristiyanları öldürdüğünü buna karşı önlem alınmasını” talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından olağanüstü yetkilerle donatılarak “Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet)'deki Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları bastırmak” bahanesiyle görevlendirilip Samsun’a gönderildi. Bazı tarihçiler, Sultan Vahdettin’in Samsun'a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal’e "Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunlar elbette mühimdir, ama asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!" dediğini nakletmektedir. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede)lerle beraber Samsun'a çıktı.

Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'da milisler (Kuvayı Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri çoğalmıştı. Atatürk son görev yeri Adana'dan ayrılmadan Ulukışla'ya gelerek ilk örgütlenmeyi başlatmıştı. 22 Haziran 1919'da Rauf Bey (Orbay), Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan etmesi, tarihi bir adımdır. Ardından Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı. Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı ordusundan istifa etti ve Kongre başkanlığına seçildi. 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi'nde alınan kararları uygulamak amacıyla bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına da Mustafa Kemal Paşa getirildi. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın Mart 1920'de işgal güçlerince basılması ve önde gelen vatanperver mebusların tutuklanması üzerine 23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını sağladı. Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak Milli Mücadele'yi yürütecek olan Anadolu hükümetinin altyapısını hazırladı.

Yunanistan’ın desteklenip Kışkırtılması!

Merkezi denetimden uzak bulunan Kuva-yi Milliye örgütleri toparlanarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Milli Mücadele'nin ilk kanlı çatışmaları, maalesef düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen bazı Kuva-yi Milliye gruplarına karşı yapılmıştı.

İngiltere başbakanı Lloyd George'a göre; Yunanistan büyümeli, ama İngiltere’nin güdümünde olmalıydı. Yunanistan boğazları Avrupa'ya açık tutmalı, Akdeniz'de İngiltere'nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Sevr Antlaşması'nın kuvvet kullanılmadan uygulanamayacağı anlaşılmıştı. Ancak İtilaf Devletlerinin kuvvet kullanacak mecali kalmamıştı. Bunun üzerine Yunanlıları, bütün Anadolu’yu alıp kendi vatanına katmak için değil, kendi amaçlarında kullanmak için Anadolu'ya çıkarmışlardı. Ancak İtilaf Devletleri de Türkiye'ye karşı uygulanacak politikalarda ayrışmışlardı. İtalya Yunanlıların Anadolu'ya yerleşmesini kıskanmıştı. Fransa ise Suriye'deki toprak kazançlarını yeterli saymaktaydı. Artık Yunanlılar kendi ordularıyla Anadolu'ya boyun eğdirmek zorundaydı. Bu fırsatta Mustafa Kemal de Yunan ordusunu yenerse, Türkiye'yi kurtarmış olacaktı. 6 Ocak 1921 günü Bursa’dan Eskişehir'e ve Uşak’tan Afyon'a doğru iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunan Ordusu, 9 Ocak'ta İnönü mevzilerine varmıştı. Ancak Türk Ordusu'nun savunması karşısında ileri gidemeyeceklerini anlayarak, 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu başarı bütün dünyanın dikkatini çekmiş; İtilaf Devletleri, 26 Ocak 1921'de Osmanlı Devleti’nin Londra’ya bir heyet göndermesine ve bu toplantıda Ankara Hükümetinden de temsilci bulundurulmasına razı olmuşlardı.

Yunanistan, Londra Konferansı bitmeden, Anadolu’da yeni bir saldırı yapmak üzere hazırlıklar yapmıştı. 23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerde, 3. Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1. Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle muharebeler başlamıştı. 23 Mart – 1 Nisan 1921 arasında meydana gelen İkinci İnönü Muharebesi istedikleri sonucu alamayınca, Fransızlar Zonguldak'tan, İtalyanlar da Güney Anadolu'dan askerlerini çekmeye mecbur kalmıştı. Sonunda Yunan Ordusu İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide yer alan Türk mevzilerine yüklenerek buraları işgal etmeği ve Ankara'ya kadar ilerlemeği amaçlamıştı. Haçlı Batıdan aldığı Takviye birliklerle iyice güçlenen Yunan Ordusu 10 Temmuz 1921'den itibaren saldırıya geçti ve 20 Temmuz'a kadar yaptıkları saldırılarla Türk Ordusu'nu geri çekilmeye zorladı. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusunun Sakarya Irmağı'nın doğusuna kadar çekilmesini emretti. Böylece vakit kazanılacaktı. Bu savaşlar sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik bölgeler elden çıkmıştı. TBMM'de moral bozukluğu başladı ve sert tartışmalar yaşandı.

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında Büyük Millet Meclisi içinde iktidara yani Mustafa Kemal Paşa'ya karşı tepkiler artmaya başladı. Bu muhalefeti yöneltenler ordunun başına geçmesi için Mustafa Kemal Paşa'ya baskıyı arttırdı. Gerçek niyetleri ise O'nu Ankara'dan uzaklaştırmak ve Enver Paşa'nın iktidarını sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayla başkumandan olmayı kabul ettiğini ancak başkomutanlığın faydalı olabilmesi için Meclis'in ordu ile ilgili yetkilerini üç ay süreyle kendisinde toplayacak bir kanun çıkartılması gerektiğini açıkladı. Paşa'nın başkomutanlığını isteyenlerin bu şekilde hayalleri boşa çıkarılmıştı. 5 Ağustos 1921 günü oybirliği ile çıkartılan yasa ile Mustafa Kemal Paşa, TBMM Orduları Başkomutanlığı'nı ele aldı.

Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in başkomutanlığı! (1922)

Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 Ağustos'ta Polatlı'da teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı. 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan Ordusu'nun hücum gücü kırıldı. Türk Ordusu ani bir taarruzla Yunan Ordusu'nu Sakarya Nehri'nin doğusundan çıkarmayı başardı. Bu zaferden sonra 19 Eylül 1921'de Büyük Millet Meclisi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'yı oybirliğiyle Mareşal rütbesine terfi ettirilip ve Gazi unvanı takıldı. Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289'u bulmaktaydı. Yunan ordusunun zararı; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007 civarındaydı. Erbakan Hoca’nın, sıkça ve heyecanla tekrarladığı: “Herhangi bir kimse; Malazgirt’te inanışının şahlanışını yaşamadan… Kosava’da, Niğbolu’da bir kılıç olup parlamadan… Ulubatlı Hasan olup Sancağı burça dikmek için canını ortaya koymadan… Sultan Fatih olup, İstanbul’u almak için atını denize sürmeden… Kanuni olup şanlı ordularıyla Avrupa’nın içine yürümeden… Seyyid Çavuş olup “Ya Allah!” diyerek 250 kiloluk mermiyi kaldırıp namluya yerleştirmeden…Bir insan; (Haçlı Batının desteği ile Anadolu’muzu işgale kalkışan Yunan ordularına karşı) Sakarya’nın siperlerine girmeden ve Kıbrıs’ta büyük bir cesaret ve metanetle düşman tahkimatının içinden geçmeden, Milli Görüşün ne olduğunu anlayamaz!”sözleriyle Sakarya destanı yazan Mustafa Kemal’in ve kahraman askerlerinin yüksek Milli şuur ve duygusuna özellikle vurgu yapmış, hatta “Atatürk sağ olsaydı, elbette Milli Görüşçü olacaktı” diyerek aynı ruh köküne ve aynı Milli hedeflere bağlılıklarını hatırlatmıştır.

Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, 13 Ekim 1921'de Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı. Böylece Türkiye'nin doğu sınırı tamamen güvenlik altına alındı. Fransa ise TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma ile Fransa TBMM Hükümeti'ni resmen tanımış ve Hatay-İskenderun dışında, Türkiye'nin bugünkü güney sınırı çizilmiş olmaktaydı. Bu antlaşma sayesinde güney cephesi güvenli duruma geldiğinden buradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi'ne kaydırılmıştı. İtalyanlar ise, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlayarak 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerlerden çekilip çıkmıştı. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında İngiltere de Ankara'yı tanıyarak TBMM ile, 23 Ekim 1921 tarihinde tutsakların serbest bırakılması konusundaki antlaşma imzalanmıştı.

Tam 1 yıl boyunca ciddi bir titizlik ve gizlilikle sürdürülen savaş hazırlıkları sonucunda, 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı uygulamaya başlandı. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın son aşamasıydı. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde bir gün içinde Yunan Ordusunun büyük bölümünün imhası başarılmıştı. 31 Ağustos'ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını Çalköy'deki karargâhında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege'ye doğru ilerlenmesini emretmiş, 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara:“Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebelerinin de verileceğini göz önüne alarak, durmadan ilerlemesini ve herkesin akıl ve vicdan kaynağını, yiğitlik ve yurtseverlik duygularını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir; İleri!” talimatını ulaştırmıştı. Dumlupınar’da kendisini ateş hattına attığını ve ölümden sakınmadığını gören emir subayı Atatürk’e “paşam siz bize lazımsınız, biraz daha dikkatli olmalısınız” uyarısı yapınca, ona dönüp: “Uhud gününde ve Huneyn seferinde askerleri perişanlığa ve şaşkınlığa uğradığı hengâmede Peygamberimiz Hz. Muhammed neye güvenip tek başına düşmana hücum ediyor idiyse, işte ben de aynı Allah’a sığınıp güveniyorum” sözleri, kurtuluş savaşımızın hangi inanç ve azimle kazanıldığının ibret levhası olarak asla unutulmamalıydı.

Türk Ordusu 2 Eylül’de Uşak’ı kurtarmış, burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Nikolaos Trikupis esir alınmış ve 9 Eylül'de Türk Süvarileri İzmir'e varmıştı. 18 Eylül 1922'ye kadar yapılan Takip Harekâtıyla tüm Batı Anadolu’daki Yunan birlikleri sınır dışına çıkarılmış, Türk ordusunun kazandığı bu başarı, Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci başlatmıştı.

Barış ve Sonrası!

Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Bu antlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması temelleri üzerine bağımsızlığını kazanmıştı. Ancak Milli Mücadele sonrasında Türkiye'de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştı. TBMM 1 Kasım 1922'de Osmanlı saltanatını lağvedip Vahdettin'i tahttan indirerek İstanbul hükümetinin hukuki varlığını sonlandırmıştı.

Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya'da kurmaylarını toplantıya çağırdı ve "Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz." diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra muhalif cepheye haber sızdırmasın diye İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda gerekli değişikliği sağlayacak önerge hazırlandı. Tasarının parti grubunda kabulünden sonra aynı akşam saat 18:45'te TBMM Genel kurul toplantısı başladı. Anayasa Komisyonu'nun değişiklik ile ilgili rapor ve önergesi genel kurulun onayına sunuldu ve 29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30'da milletvekillerinin alkışları ve "Yaşasın Cumhuriyet" sesleri ile Türkiye Cumhuriyeti ilan edilip yepyeni bir dönemin kapıları açıldı.

Cumhurbaşkanlığı ve sonrası! (1923-1938)

Cumhuriyet İlanı ardından geçilen cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile Balâ, Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçilip, kendi deyişiyle Türkiye'yi "muasır medeniyetin üstüne çıkarmak" amacıyla bir dizi köklü değişime imza attı. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celâl Bayar başbakanlık yapmıştır. Bu dönem içerisinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükümet kuran isim İsmet İnönü olmuş, ancak Dersim isyanını bastırma konusundaki yetersiz tavrı, isteksiz davranışları ve yanlış beyanlarla Atatürk’ü oyaladığının anlaşılması üzerine görevinden, hatta askeri rütbelerinden uzaklaştırılmıştır ve ölünceye kadar Mustafa Kemal İnönü’yü yanına bile yaklaştırmamıştır.

Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılâpçılık ilkeleri 10 Mayıs 1931 tarihinde sadece Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programında yer almış, Atatürk bunların sonradan suistimal ve istismar aracı yapılacağı için kanunlaştırıp anayasaya sokmamış; ancak hastalığının ağırlaştığı ve devlet yönetimindeki kontrol ve denetim zayıflaştığı 5 Şubat 1937’de anayasaya sokulmuşlardır.

Siyasi Olaylar ve Hıyanet oluşumları!

Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadeleyi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurmuşlardı. 1925 Mart'ında çıkan Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

12 Ağustos 1930'da İsmet Paşa'nın hükümetine alternatif oluşturmak ve özellikle Sabataist-mason cuntanın niyet ve gayretlerini açığa vurma fırsatı sunmak ve suçüstü yakalamak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar)'e Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurarak kız kardeşi Makbule Hanım (Boysan, Atadan), çocukluk ve okul arkadaşı Nuri Bey (Conker)'leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930'da malum odakların kışkırttığı ve gericilik kılıfı taktıkları kesimlerin partiyi kullanmaya kalkışması ve partinin Mustafa Kemal'i hedef almasından dolayı parti kapatıldı. Bu demokrasi denemesinden biraz önce, ordunun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun)'nu meclisten çıkardı. Bu kanunun 148. maddesine Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılması, siyasi partiye üyesi olması, siyasi maksatlarla şifahi telkinlerde bulunması, siyasi makale yazması ve siyasi nutuk (konuşma yapması) yasaklandı.

29 Ekim 1933'te Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada (NUTUK’ta) ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm insanlık âlemine ve Türk Milleti'ne anlatmıştır. Atatürk, Cumhurbaşkanlığı döneminde, sadece bürokratların değil tüm vatandaşların mülkiyet hakkını tanımış ve 1923-1938 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %7.5 oranında büyüyerek Türkiye'nin GSMH'si dünya toplamının binde 3.62'sinden binde 6.52'sine çıkarılmıştır. Atatürk'ün Döneminde Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri sayılmıştır.

Mustafa Kemal ve Dış Politika Sorunları

 Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularının başlıklarını Musul sorunu, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi konusu, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne üye oluşu, Balkan Antantı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Sadabat Paktı ve Hatay Sorunu oluşturmaktadır. Atatürk dış politikasında gerçekçi davranmıştır. Bütün dış ilişkilerde dinamik ve kararlıdır; ama maceracı olmamıştır.

BM Kararıyla Musul’un Irak’a Bırakılması.

I. Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Irak'ta İngilizlere bağlı bir yönetim kurulmuş, bu ülke İngiliz mandası altına alınmıştı. Musul, nüfusunun çoğunun Türk olması sebebiyle Misak-ı Milli dahilindeydi, ama  İngilizler zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgeyi bırakmaya yanaşmıyorlardı. Lozan Barış Antlaşması sırasında bu konuda bir sonuç alınamamış, sorunun daha sonra Türkiye ve İngiltere arasında çözülmesi kararı çıkmıştı. 1924 yılında tekrar görüşmelere başlanmış fakat sonuç alınamamıştır. Daha sonra sorun, İngilizlerin tertibiyle Milletler Cemiyeti'ne taşınmıştı. Mustafa Kemal BM kararıyla Musul’un elimizden alınmaya uğraşıldığını anlayınca Kazım Karabekir Paşa’ya, o bölgeye asker sokup fiili bir durum oluşturulmasını sağlamaya çalışmış, ne yazık ki Karabekir buna yanaşmayıp, Milletvekili sıfatıyla Meclise katılmış ve Atatürk’e muhalefete başlamış, hatta Şeyh Said isyanına dolaylı destek ve cesaret kazandırıcı bir tavır takınmıştır. Mustafa Kemal meşhur NUTUK’un 3. cildinde bu konuları belgeleriyle ve derin üzüntüleriyle aktarmaktadır. Ve maalesef, 1924 yılının Ekim ayında toplanan Milletler Cemiyeti de Türkiye-Irak sınırını çizmiş ve Musul bölgesini Irak tarafında bırakmıştır. 13 Şubat 1925'te ise Şeyh Sait İsyanı çıkarılmış ve 15 Nisan'da tamamen bastırılan ayaklanma İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkan Türk ordusu hırpalanmış, Musul-Kerkük üzerine askeri harekât yapma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu durumda Türkiye, 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle imzalanan Ankara Antlaşması gereğince bazı maddi çıkarlar karşılığı, Milletler Cemiyeti'nin öngördüğü sınırı kabule mecbur kalmıştır.

Sadabat Paktı

İtalya'nın doğu ülkelerini hedef alan istila politikası nedeniyle Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937'de Tahran'da Sadabat Sarayı'nda imzalanmıştır. Bu devletler antlaşma ile dostluk ilişkilerini arttıracaklarını, Milletler Cemiyeti Paktı ve Briand-Kellog Paktı'na bağlı kalacaklarını, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını, birbirlerine saldırmayacaklarını, ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklarını ve sınırlarının korunmasına yardımcı olacaklarını vurgulamışlardır. Sadabat Paktı’nın tarihçilerce sezilmeyen veya özellikle gizlenen çok stratejik bir derinliği vardır. İslam dünyasında Şii-Sünni kutuplaşmasını kızıştırıp bu ülkeleri savaştırarak zayıflatmak ve kendi şeytani amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen Batılı emperyalist güçlerin bu tezgâhları, Atatürk’ün Sadabat paktıyla boşa çıkarılmıştır. Çünkü Sünni İslam’ın tabii ve tarihi temsilcisi konumundaki Türkiye ile, Şiilerin en yoğun olduğu İran, Irak ve Afganistan’ın böyle bir dostluk anlaşması çok talihli bir adımdır. Bu tür bir anlaşmayı önce Sultan Abdülhamit tasarlamış, fakat başaramamıştır. Mustafa Kemal bunu başarmış, ama daha sonraları maalesef işlevsiz bırakılmıştır. Ancak rahmetli Erbakan Hoca aynı stratejik hedefleri, D-8 projeleriyle yeniden ve çok daha geniş ve etkin bir yelpazede canlandırmış ve bu yüzden bütün emperyalist ve Siyonist odakların hücumuna uğramıştır. 28 Şubat tezgahıyla Refah-Yol iktidarı yıktırılmış, ordu-millet zıtlaşmasına ve çatışmasına meydan vermemek için, Erbakan stratejik bir geri adımla başbakanlığı bırakmıştır. Fecri kazip (yalancı ve aldatıcı şafak) olarak iktidara taşınan AKP’nin ise, içyüzü iyice anlaşılacak ve Fecri Sadık (gerçek ve görkemli şafak) yakında doğacaktır.

Atatürk’ün İlgi Alanları:

Kitap okuyup düşünmeyi, bilgide derinleşmeyi, kaliteli müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi seven bir insandı. Tavla ve bilardo oynamaktan hoşlanırdı. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgi duyardı. Sakarya adını verdiği atına ve köpeği Foks'a çok değer verir ve vakit ayırırdı. Zengin bir kitaplık oluşturmuşlardı. Bunların hem tamamını okuduğu, sayfalarına düştüğü el yazması notlarından anlaşılmaktaydı. Çankaya Köşkü'nde sık sık devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların çağrıldığı, ülke sorunlarının da tartışıldığı akşam yemeklerinde toplanılırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye ve şık görünmeye meraklıydı. Doğayı çok sevdiğinden, sıkça Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş amacıyla yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve yeterince Almanca biliyordu; Suriye, Filistin ve Libya’da kaldığı için Arapçaya da vakıftı.

Atatürk’ün Ölümü ve Dünyadan Ayrılışı:

Atatürk'ün sağlık durumu, Sadabat paktına öncülük yapmasının ve Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasına asla izin vermeyeceğini açıklamasının ardından, hayret verici şekilde 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu, ama bu hala tartışılmaktaydı. Acaba Atatürk’ün “Beni, Türk hekimlerine emanet ediniz!” feryadı ve uyarısı altında hangi nedenler yatmaktaydı? Atatürk’ün şüpheli ve şaibeli ölümü kimleri ve hangi kesimleri rahatlandıracaktı?! Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09:05'te İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda aramızdan ayrılmıştı. Cenazesi büyük bir törenle Ankara'ya uğurlanmış ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara Etnografya Müzesi'nin mahzenine kaldırılmıştı. Bundan 15 yıl sonra, Adnan Menderes iktidarında 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan Anıtkabir'deki ebedi istirahatgahına aktarılmıştı.

 

--

Ekim 2013 - Milli Çözüm Dergisi

Yorum Yaz