Ocak 14 00:02

“BEYAZ SARAY’IN FETHİ YAKINDIR!” HADİSİNİN HATIRLATTIKLARI

“BEYAZ SARAY’IN FETHİ YAKINDIR!” HADİSİNİN HATIRLATTIKLARI

Dünya Nereye Gidiyordu?

Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz: "Hz. Adem’in yaratılmasından kıyametin kopmasına kadar, Deccal’dan daha büyük (ve dehşetli) bir fitne ve zulüm dönemi yoktur." (Sahih-i Müslim-Kitabü’l Fiten) buyurmaktadır. Deccal’ın has adamlarının Siyonistler olacağını bildiren hadislerin ve zuhur eden hakikatlerin ışığında, Deccalizmin bugünkü Siyonizm olduğu ortaya çıkmıştır.

1. ve 2. Dünya Savaşlarını körükleyen ve yeryüzünü cehenneme çeviren, Osmanlı’yı yıkarak İslam âlemini parçalayan ve birbirine düşüren, “demokrasi, barış ve insan hakları” gibi kavramları kılıf olarak kullanarak kurdukları Birleşmiş Milletler ve NATO gibi teşkilatların himayesinde, hâlâ Bosna’da, Kosova’da, Filistin’de, Keşmir’de, Irak’ta ve Suriye’de insan kanı döken; ekonomiden borsalarına, bankalardan basın yayın organlarına, silah fabrikalarından moda ve müzik piyasalarına, MASON Localarından MAFYA babalarına kadar dünyanın yönetim ve denetimini ele geçiren ve tüm insanlığı insafsızca ezen ve sömüren Siyonizm / Deccalizm; bâtıl ve barbar olmakla beraber, korkunç ve muazzam bir düzen kurmuş bulunmaktadır. Dünya var olalı, şeytan böylesine şaşaalı bir saltanata kavuşmamıştır. Küfür ve zulüm tarihin hiçbir döneminde böylesine etkili ve yetkili bir konuma çıkmamış ve bu denli yeryüzüne hükümran olmamıştır.

Mesela bugünkü küfür, Asr-ı Saadet dönemi cahiliyesinden en az bir milyon kere daha şiddetli ve tehlikeli durumdadır. O günkü bir Ebu Cehil’e karşılık, bugün 4-5 tane süper güç bulunmaktadır. O günkü bir İbni Selül, bir İbni Sebe münafığına karşılık, bugün yüzlerce mason locası ve gizli fitne odağı vardır. O günkü alaycı ve aşağılayıcı şair ve şarkıcılara karşı, bugün binlerce gazete ve televizyon İslam’ın aleyhine çalışmaktadır. Küfür, Siyonizm’in güdümünde sistemleşmiş, merkezileşmiş her safhada güçlenmiş ve teşkilatlanmış durumdadır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri "Kurun-u Ulâ’da işlenen cinayet ve rezaletleri, hâlihazır medeniyet defaaten kustu" sözleriyle bu asrın vahşet ve dehşetini ne güzel ifade buyurmaktadır. Yani, tarih boyunca geçmiş bütün kavimlerin helâkına sebep olan günah ve kötülükler, bu asırda her gün ve her yerde işlenmeye başlanmıştır. Geçmişte bir kavim livata gibi bir sapıklıkla, diğeri ölçü ve tartıda hile ve hırsızlıkla, öteki içki, fuhuş ve ahlâksızlıkla, bir başkası zulüm, zorbalık ve haksızlıkla, birileri faiz, sömürü ve haram kazançla helâk oldular. Ama bu haksızlık ve ahlâksızlıkların hepsi günümüzde bin beter yapılmaktadır.

Ama elbette yegâne kuvvet ve kudret sahibi Allah'tır. Cenab-ı Allah'ın va’adi Hak’tır ve bu zulüm ve zillet düzeni mutlaka yıkılacaktır. Ve zaten Siyonizm saltanatı çatlamaya başlamıştır.

Ancak bu Siyonist sistemle savaşacak ve şeytanın şatosunu yıkacak olan şahsiyet ve hareketin de, o denli güçlü ve güvenceli olması ve dünya çapında bir otorite ve organizeye sahip bulunması şarttır. Sadece bir tek ülke ile sınırlı olan bir iktidar, asla başarılı olamayacak ve amacına ulaşamayacaktır. Yani; ya dünya çapında bir iktidar kuracaksınız veya sadece kendi ülkenizdeki bütün imkânları ve kurumları ele geçirseniz bile, dünya Siyonizm’inin bir parçası olmaktan kurtulamayacaksınız. Örneğin; Türkiye’mizde inancımızı iktidara taşımak, her dinden ve her kavimden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacağı adil bir düzeni kurmak, elbette zor olacaktır. Ve hamdolsun ki bu "zor" aşılmaktadır. Ancak elde edilen bu iktidarı devamlı ve başarılı kılmak, onu kurmaktan bin kere daha zordur.

Yıllar boyu davası uğrunda çile çekmiş, denenmiş ve yetişmiş sadıklar kadrosundan ordu kurmaylarına, etkili köşe yazarlarından televizyon yorumcularına, iş adamlarından üniversite hocalarına kadar; çeşitli seviye ve statüdeki kurum ve kabiliyetleri, değişik yol ve yöntemlerle kendi yanına almasını ve aynı amaca koşturmasını başaramayan bir hareketin; sadece bölgesel değil, aynı zamanda evrensel bir güç ve medeniyet merkezi olmaya yönelen bir Türkiye’nin karşısına; dünya Siyonizm’i olanca hırsı ve inancıyla dikilmesi kaçınılmazdır. Dünya kamuoyunu aleyhimize kışkırtacak, ekonomik ambargolarla boğazımızı sıkacak ve hatta Irak misali ülkemize savaş açacak ve saldıracaktır. İşte bütün bu tehdit ve tehlikelere karşı gerekli ve yeterli hazırlığı bulunmayan bir ülkenin... Siyonizm’in emrindeki Amerika ve Avrupa’nın ekonomik ve teknolojik ambargolarından etkilenmeyecek şekilde bir hazırlığı olmayan... Onların savaşa ve saldırıya geçme cesaretlerini kıracak ve korkutacak ve gerekirse karşı koyacak ve caydıracak bir silah ve savunma hazırlığını tamamlamayan... Bütün İslam âleminde, hatta Amerika’dan intikam almayı planlayan pek çok dünya ülkesinde bile, Siyonizm’e karşı güç ve gönül birliği yapacak bir “Yeni Cephenin” altyapı hazırlığını başaramayan bir Liderin, İslam adına ve insanlığı kurtarmak sevdasına iktidara gelmesi hüsran ve hicranla sonuçlanacaktır.

Ama sizlere müjde! Kesinlikle biliyor ve inanıyoruz ki, her türlü hazırlıklar artık tamamdır. Rahmani güçlerin, şeytani güçlere galebesi yakındır.

Ancak, bazen bir Liderin pek çok plan-programını ve altyapı hazırlıklarını kendi cemaatinden ve yakın çevresinden bile gizli tutması tabii karşılanmalıdır. Bakınız, Efendimiz’in SAV. Mekke’yi Fetih planından, en yakınları dahil Ashabının haberi olmamıştı... Sadece, Ebu Bekir Sıddık özel ferasetiyle durumu anlamıştı. Bunun gibi Sultan Fatih: “İstanbul’u fetih planlarından sakalımın bir teli haberdar olsa, hepsini keserdim!” diyerek bu gerçeği anlatmıştı. Ve yıllar önce bir Zat: "Biz ülke ve dünya çapındaki bütün bu planlarımızın en az yüzde yetmişini gizlilik perdesi altında ve geçici kabuk yönetimler zamanında hazırlamadan, iktidara oturmayacağız!" diyerek bu gerçeği anlatmıştır.

Ve şimdi ey hakikat erleri!.. Siz hizmet ve gayretinizi artırmaya bakın ve Hakkın hâkimiyet dönemine hazırlanın!.. Bir asırdır dünyayı yöneten ve insanlığı inim inim inleten Siyonizm’in merkezi Amerika’daki Beyaz Saray saltanatının yakında çökeceğine inanın ve şu müjdeli ve mübarek Hadisi Şerifi bir daha okuyup hikmet ve hakikatini anlatmaya çalışalım.

"Cabir bin Semure (R.A) şöyle dedi: Ben Resulüllah’tan (S.A.V) duydum, şunları buyurdu: Müslümanlardan bir topluluk, Kisrâ Hanedanının (bütün Bâtıl ve Barbar nizamların) BEYAZ SARAY'ındaki hazinelerini (ekonomik, askeri ve siyasi merkezlerini) mutlaka fethedecek (ve zulüm ve sömürü saltanatlarına son vereceklerdir.)" (Sahihi Müslim. Kitabü’l Fiten ve Eşrat’is – Saat) Not: “Kisrâ”, İran Padişahlarının ve Sâsânî Krallarının isimlerinden olan “Hüsrev”in Süryânîce’de aldığı “Kesrô” şeklinden Arapçalaştırılmış ve “Sâsânî Hükümdarı” manasında cins ismi/unvan olarak kullanılmıştır. Gassânîler ve Kuzeybatı Arabistan halkı Kayser’i (Bizans İmparatoru), Lahmîler ve Kuzeydoğu Arabistan halkı da Kisrâ’yı en büyük Hükümdar olarak kabul ediyorlardı. Resul-i Ekrem’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’ın Kayser’den ticari imtiyazlar elde etmesine karşılık, kardeşi Nevfel de İran’a giderek Kisrâ’dan benzeri imtiyazlar kazanmıştı. (İbn Sa’d, I, 75, 78; İbn Habîb, s. 41-45; Taberî, Târîḫ, II, 252) İslam’ın Mekke dönemi yıllarında Bizans-Sâsânî savaşları sırasında müşrikler ateşperest Kisrâ’nın, Müslümanlar ise Ehl-i Kitap Kayser’in tarafını tutmuşlardı. (Rum 30/1-5; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXI, 15-21).

Bu bilgilerden de anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber Efendimiz, “Kisrâ”dan veya “Kayser”den bahsederken, İslam’ın dışındaki bâtıl ve barbar nizamları ve başlarındaki zalim şahısları kastediyorlardı. Bugün Bizans’ın ve Kayser’in yerinde kapitalist Amerika ve Avrupa, eski İran’ın ve Kisrâ’nın yerinde Rusya ve Komünist dünya bulunmaktadır. Peygamberimizin, yıkılacağını haber verdikleri “Kisrâ’nın Beyaz Sarayı”ndan, Siyonizm’in-Emperyalizmin Kapitalist ve Sosyalist zulüm saltanatları anlaşılmalıdır.

Ey cihat ve itaat karşılığında, bize Beyaz Saray’ın anahtarlarını va’ad eden muhterem ve muhteşem Zat!.. Seni tasdik ediyor ve en derin saygı ve selamlarımızı arz ediyoruz!..

Dolar (Sahte Para) Saltanatı Çöküyordu!

ABD “Muz Cumhuriyeti” olmaya doğru kayıyordu.

Avrupa, Çin, Japonya, İran vs. dolar rezervini azaltıyordu. ABD'nin 2010 yılı bütçesinin 5,6 trilyon dolar olacağı konuşuluyordu. Bütçe açığı ise tam 3 trilyon doları aşıyordu. ABD ekonomik olarak dengesiz bir muz cumhuriyeti olmaya doğru gidiyordu. Çin gibi Japonya da dolar rezervini hızla azaltıyordu. Avrupa Merkez Bankası bu işe 11 Eylül'den önce başlamıştı zaten. Şimdi İran bütün enerji ticaretinde doları devre dışı bırakırken, Malezya'nın da benzer bir yol izlemesi bekleniyordu. ABD ekonomisinin giderek durgunluğa girmesi, doların küresel düzeyde kredisinin düşmesi, ABD ekonomisinin güvenini kaybetmesi, birçok ülkenin ellerindeki dolar rezervini azaltmaya yönelmesi ve ABD ekonomisini finanse etmekten vazgeçmeye çalışması, 2003'te 549 milyar dolar olan ABD dış ticaret açığının giderek büyümesi, derin finansal kriz beklentisi korkuları artırıyordu. Princeton Üniversitesi’nden Paul Krugman, 2004 yılında; “ABD ekonomisinin 1990'lardaki Arjantin ekonomisine benzediğine, dolardaki değer kaybı ticaret ve bütçe açıklarıyla birleşince Bush yönetiminin ekonomik bir felaketle yüzleşeceğine” dikkat çekiyor ve “Muz cumhuriyetine dönüyoruz” uyarısı yapıyordu. Afrika’nın yoksul ülkesi Angola da Uluslararası Para Fonu’na kapılarını kapatıyordu.

IMF hızla çözülüyordu!

Afrika’nın en yoksul, doğal kaynaklar bakımından ise en zengin ülkelerinden biri olan Angola’nın, rest çekerek IMF’nin ekonomik büyüme ve istikrarına katkı sunamayacağını açıklaması, gözleri kurumun açık ara en borçlu ülkesi konumuna yükselen Türkiye’ye çevirmişti. Üye olmasından bu yana kurumla geliştirdiği sadakat ilişkisiyle dikkat çeken Türkiye, Brezilya ve Arjantin’in Uluslararası Para Fonu’na (IMF) olan borçlarını tamamen ödemelerinin ardından, kurumun açık ara en borçlu ülkesi konumuna yükselmişti. Afrika’da, Nijerya’dan sonra en fazla petrol rezervine sahip ve en yoksul ülkelerinden biri olan Angola, IMF politikalarının ekonomik ve sosyal istikrarı sağlayamayacağını IMF’ye bir mektupla bildirdi. Angola Maliye Bakanı Jose Pedro de Morais’in, The Journal De Angola gazetesine yaptığı açıklamada, 13 Mart 2007’de IMF’ye bir mektup gönderdiği ve IMF politikalarına bağlı olunmayacağını bildirdiği belirtiliyordu. Mektupta, geçtiğimiz üç yılda Angola ekonomisinin yüzde 13 oranında büyüdüğü ve IMF’nin önerdiği politikaların Angola ekonomisi ve istikrarına katkı sunamayacağı üzerinde duruluyordu.

Afrika’dan sorumlu IMF yöneticisi Abdoulaye Bio-Tchane ise Angola’nın petrol gelirlerindeki artışın bu sonucu beraberinde getirdiğini ileri sürerken, IMF yetkilileri dışında bazı uzmanlar da Angola’nın aldığı kararın petrol fiyatlarının artmasının artan geliriyle bağlantılı olduğunu ifade ediyordu. Ancak Angola hükümetinin ortaya koyduğu bu irade, her ne kadar petrol fiyatlarındaki artışla bağlantılandırılsa da, Angola hükümetinin IMF politikalarıyla yoluna devam etmeyeceğini ilan etmesi anlamına geliyordu. Özellikle Afrika ülkelerine yoksulluğu giderici fonlar aktararak borçlandıran ve bunun karşılığında bu ülkeleri emperyalizme daha bağımlı hale getiren politikaları zorunlu kılan IMF karşısında, farklı alternatif arayışlarının gündemde olduğu görülüyordu. Bununla birlikte Angola’nın Paris Kulübü’ne, (dünyanın en zengin 19 ülkesi) 2,3 milyar dolarlık borcunu nasıl ödeyeceğine dair bir ödeme planı açıklanmıyordu. Nüfusunun önemli bir yüzdesinin günde 1 doların altında gelir ile yaşadığı, diğer yandan zengin doğal kaynaklara sahip olan bu Afrika ülkesi IMF’siz de yoluna devam edebileceğini deklare etmiş oluyordu.

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz