İnkârcıların tarihi yanılgısı olan; "Sonsuzdan beri var olan evren" fikri, Batı düşüncesine materyalist felsefe ile birlikte girmiş oluyordu. Eski Yunan'da gelişen bu felsefe, maddeden başka bir varlık olmadığını savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Kilise'nin hâkim olduğu dönemde rafa kaldırılıyordu. Ama Rönesans'tan sonra Batılı bilim ve fikir adamlarının yeniden Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye başlıyordu. Materyalist evren anlayışını Yeni Çağ'da ilk kez savunan kişi ise, ünlü Alman düşünür Immanuel Kant olmuştu. Kant, evrenin sonsuzdan beri var olduğunu ve bu sonsuzluk içinde her olasılığın mümkün sayılması gerektiğini öne sürüyordu. Kant'ın yolunu izleyenler, sonsuz evren fikrini materyalizmle birlikte savunmaya devam ediyordu. 19. yüzyıla gelindiğinde ise, evrenin bir başlangıcı, yani yaratılış anı olmadığı şeklindeki yanılgı, geniş bir kabul görür hale geliyordu. Karl Marx, Friedrich Engels gibi diyalektik materyalistlerin şiddetle sahiplendikleri bu iddia, 20. yüzyıla da taşınıyordu.
Söz konusu "sonsuz evren" fikri, her zaman için ateizmle içiçe olmuştu. Çünkü evrenin bir başlangıcı olması, “Allah tarafından yaratıldığı” anlamına geliyordu ve buna karşı çıkmanın tek yolu da, hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde, "evren sonsuzdan beri vardır" safsatasına sarılmaktan geçiyordu. Bu iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri de, 20. yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm'in ünlü bir savunucusu haline gelen Georges Politzer oluyordu ve tabi yanılıyordu.
Evrenin Genişlemesi ve Big Bang'in Doğuşu
1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından çok önemli yıllar oluyordu. 1922'de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine veya büzüşmesine yol açacağını hesaplıyordu. Friedmann'ın çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere dayanarak “evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişleyip durduğunu” söylüyordu. Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtiyordu. Ancak 1929 yılında gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba gibi düşüyordu. O yıl California Mount Wilson gözlemevinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yapıyordu. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptıyordu. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu.
TAMAMIN OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ