“Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Adem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim ve değerli) sayılanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride olanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.” (Hucurât Suresi: 13) ayeti de bu gerçeğe işaret buyurmaktadır.
“O’nun (Allah’ın kudret ve hikmet) delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın (dillerinizin) ve renklerinizin değişik olmasıdır. (Farklı kavim ve kabileler olarak, birbirlerinizle kolay tanışmanız, dayanışmanız, değişik yetenek ve üretimlerinizden yararlanmanız için böyle yapılmıştır.) Şüphesiz bunda, (dikkatle düşünüp) bilenleriniz için alınacak dersler vardır.” (Rum Suresi: 22)
İslam’da soy-sop ayrıcalığı bulunmadığı; herkesin inancı, insanlığı, aklı ve ahlâkı ölçüsünde kıymet kazandığı Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır:
“(Allah) Buyurdu: ‘Ey Nuh, kesinlikle, o senin ailenden değildir… Çünkü o, salih olmayan bir iş (bâtıl ve bozuk amel sahibidir… Sadık ve salih olmayan bir kişidir… Tavrı ve tabiatı, amel-i gayr-ı salihtir). O nedenle, hakkında (kesin) bilgi sahibi olmadığın şeyi Benden isteme! Doğrusu, sen cahillerden olmayasın, (evladın diye zalim ve kâfirlere sahip çıkmayasın) diye sana öğüt veriyorum!’” (Hud Suresi: 46)
İslam Dini, temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını tanıyıp kollama noktasında, insanları dinlerine, düşüncelerine ve kökenlerine göre ayırmamıştır.
“İşte bu nedenle; İsrailoğullarına da yazmış (ve onların şahsında bütün insanlığı uyarmış)tık ki; -öldürdüğü başka birisine karşılık (kısasen), veya bulunduğu yerde çıkardığı fitne ve fesada (anarşi ve isyana binaen) olmaksızın- her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir masumun öldürülmesine engel olup, yaşamasını sağlayarak) onu diriltirse, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdi. Sonra bunun ardından onlardan (İsrailoğullarından) birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşırıp israf (ve insafsızlığa) yönelmişlerdir.” (Maide Suresi: 32) ayetinde, mazlumen (haksız yere ve nefsi-şeytani dürtülerle) öldürülenin; dinine, mezhebine, kavmine, rengine, etiketine bakılmayıp sadece “İNSAN” olması yeterli sayılmış ve hayatına-huzuruna kastedilmesi haram kılınmıştır.
“Kur’an’a göre, zalimler dışında hiç kimseye peşin yargılarla düşmanlık yapılmayacak” (Bakara: 193. ayet) başkalarına zulmeden kişiler de Müslüman, Hristiyan, Yahudi veya Putperest olduklarına bakılmaksızın caydırıcı olacak şekilde cezalandırılacak ve kötülüklerine engel olunacaktır. Böylece “yeryüzünde fitne-fesat (anarşi, haksızlık ve ahlâksızlık) kalmayıncaya kadar, zalim ve hain odaklarla uğraşıp çarpışılacaktır…” (Bakara: 193 ayet başı)
İslam Peygamberi ve İnsanlığın Son Kurtuluş Rehberi Hz. Muhammed (SAV) şöyle buyurmaktadır.
“Ey insanlar, dikkat edin; Rabbiniz aynıdır, (ortak) atamız (Hz. Âdem) aynıdır. Takva (kötülükten sakınma ve hayırda yarışma) dışında Arab’ın Arap olmayana, başkalarının Araplara ve beyazların siyahlara herhangi bir üstünlüğü bulunmamaktadır.” (İbni Hanbel V.411) Çünkü bütün insanlar ya dinde kardeşimiz, ya da yaratılış itibariyle eşitimiz sayılmıştır.
İslam’da zorunlu durumlarda, ülke ve bölge barışını koruma amacıyla savaş (cihad) ve Milli Savunma elbette meşru ve makbul sayılmasına rağmen, temel insan haklarına saygı çerçevesinde ve çok yüksek ve örnek bir şefkat ve merhamet ölçülerinde yapılacak savaş konumunda bile “çatışmaya katılmayan kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sivil ve savunmasız halklara, hayvanlara, ağaçlara, ekin tarlalarına, binalara ve özellikle ibadethane olan kilise ve havralara asla dokunulmayacağı… Ve esir alınan ve yaralanan düşman askerlerinin, kesinlikle işkence ve hakarete maruz bırakılmayacağı, tam aksine her türlü ihtiyaçlarının karşılanıp tedavilerinin yapılacağı” konuları tarihte ilk defa İslam Dininde hukuki ve insani kurallara bağlanmış ve Müslüman bilginler bugün bile herkesi hayran bırakan çok kapsamlı ve detaylı Savaş Hukuku kitapları hazırlamışlardır.
Sosyal Toplulukların Oluşması:
Ortak amaçlar ve ihtiyaçlar çerçevesinde; anlaşmış, kurumlaşmış ve kalıplaşmış davranış şekilleri “toplum” adı verilen varlığı bir bütün haline sokmaktadır. Demek ki, toplumun oluşabilmesi için; üyeleri arasında belli bir ilişki, iş birliği ve iletişim sisteminin bulunması şarttır. Huzurlu bir toplumda bütün üyeler (bireyler-aileler, kesimler); belirli, geçerli, gerekli ve gerçekçi (rasyonel ve ortak) amaçlara ve birlikte barış içinde yaşama arzusuna sahip olmalıdır. Genel düzene ve çevreye uyum sağlanması ve mevcut toplumsal yapının sağlamlaştırılması için, farklı ve aykırı kesimlerin karşılıklı insan haklarına saygılı olma, birbirlerine olumlu yaklaşma ve uyum içinde yaşama duyarlılığı şarttır. Bir toplumda ortak davranış ve dayanışma esaslarının, anlaşılır ve uygulanır olması için bütün üyeler (en azından büyük çoğunluk) tarafından amaç birliğine varılması ve konsensüs sağlanması kaçınılmazdır. Hedef ve amacı belli olan “sosyal davranış” başkaları ile birlikte gerçekleştirilmiş davranış olduğundan başka şahıs ve grupların nasıl bir tavır ve yaklaşımdan memnun kalacağının hesaba katılması toplumun görevleri arasındadır.
Çünkü bir toplumda hem sosyal pozisyonların ve statü tabakalarının kıtlığı, hem de şahısların karakter ve yeteneklerinin farklılığı bir “ortak amaçlar doğrultusundaki” genel kuralları (kanun ve yasaları) ve müşterek sorumluluk bilinciyle gereken “rol ahlâkı”nı zorunlu kılmaktadır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
a) Fertlerin ortak amaçlar arasından herhangi birini, kendi özel durumuna göre ve belli ölçüde seçme şansı vardır. Burada olgusal olarak “sosyal hürriyeti” öğrenme imkânı doğmaktadır. Bu durum bir yandan sosyal ihtilaf ve çatışmaları ve ağır sosyal baskıları hafifletirken, diğer yandan herkes tarafından toplumda tanınması ve bilinmesi gerekli belli genel hedeflerin de korunmasını sağlamaktadır.
b) Bir toplumda insani ihtiyaçlar doğrultusunda, olumlu ve ortak amaçların çoğaltılması, bunlara saygı duyulup sahip çıkılması ve iletişim sistemi vasıtasıyla yeterli ölçüde genelleştirilmiş ve yaygınlaştırılmış olması zorunluluğu vardır. Diğer bir ifade ile sosyal aktivitelerin insani ve ahlâki olması için açık ve tanınmış olması lazımdır.
c) Diğer yandan bir toplumun üyelerinden bir kısmının amaç ve arzularının ve rol ahlâklarının olağandışı birtakım saplantılara kayma ihtimaline karşı da yeterli ve gerekli tedbirler alınmalı, toplumun yozlaşmasına ve yobazlaşmasına fırsat tanınmamalıdır.
d) Toplum; kendine özgü (milli) sistem ve yöntemlerle; doğal ve sosyal hayatı tıkayan ve ortak sorumluluklardan kaçan kimseleri ve kesimleri ortaya çıkarmak ve kangrenleşmeyi ortadan kaldırmak zorundadır.
e) Artık fertlerin sosyal rolleri, ortak görev ve hedefleri genel bir davranış yapısına kavuşturulmalı; böylece farklı din ve düşünceden, ayrı kültür ve kökenden insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartları oluşturulmalı ve bu laik ve demokratik yapı Adil bir Düzen -devlet- eliyle olgunlaştırılıp uygulanmalıdır.
f) Çünkü bir toplumda amaç farklılıkları, çıkar çatışmaları ve rol anlaşmazlıkları ortaya çıkarsa, adalet ve meşruiyet çerçevesinde ve konsensüs kurallarına göre, bu tür anlaşmazlıkları çözecek birtakım mekanizmalara sahip olma zorunluluğu vardır, devlet ve düzen bu nedenle şarttır.