Ocak 23 19:02

BU KAFALARLA BU KUŞATMA KIRILAMAZDI

BU KAFALARLA BU KUŞATMA KIRILAMAZDI

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’de başarıyla gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarının ardından Kuzey Irak’taki PKK varlığını sona erdirmeye yönelik, 10 Mart’ta başlattığı operasyon sürüyordu. Kara birliklerinin İHA ve SİHA destekli harekâtı hız kesmeden devam ederken, 4 aydan beri süren operasyonlarda 700’e yakın terörist etkisiz hale getirildiği belirtiliyordu. Kandil’de zaman zaman İHA’larla tespit edilen teröristler ciddi zayiatlar veriyordu. Hakkari’nin Çukurca ve Şemdinli ilçelerinden iki ayrı noktada açılan cepheden Kuzey Irak’a giriş yapan kara birlikleri, bazı noktalarda 40 kilometre kadar içeri giriyordu. Bölgedeki terör unsurlarını etkisizleştirip ilerleyen Mehmetçik, yaklaşık 400 kilometrekarelik alanı da temizliyordu. Daha önce Kandil’de PKK’lı teröristlerin kalmadığı iddia ediliyor, hatta büyük bir talihsizlikle, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Kandil’de PKK’lı kalmadı, Mehmetçik boş dağları bombalıyor” iddiasında bulunuyordu. Ancak TSK’nın baskısıyla köşeye sıkışan teröristler Kandil’de köylere inerek sivil halktan destek istemeye mecbur kalıyor, o anlar da İhlas Haber Ajansı tarafından görüntülenerek, PKK’nın Kandil’deki varlığı tescillenmiş oluyordu. Irak yönetiminden de beklediği desteği alamayan terör örgütü PKK ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonları karşısında adeta köşeye sıkışıyordu. Yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre bazı örgüt üyelerinin henüz TSK’nın vurmadığı Ranya ve Sengeser gibi Kandil’in güney bölgelerine indiği, bir kısmının ise sivil kıyafetler giyerek, halkın arasına karıştığı öğreniliyordu. Öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yapılan açıklamalarda, “Irak kuzeyi Sinat, Haftanin, Metina ve Gara bölgelerine 27 Haziran 2018 tarihinde düzenlenen hava harekâtları neticesinde bölücü terör örgütü mensupları tarafından sığınak, barınak, silah mevzii ve mühimmat deposu olarak kullanılan hedeflerin imha edildiği” vurgulanıyordu.

İşte tam bu süreçte Terör örgütü PKK’nın, devam eden Kandil operasyonlarını önlemek için, Suriye’de ABD’li askeri danışmanlardan DEAŞ ile mücadele kapsamında eğitim alan teröristleri bölgeye gönderdiği bilgisi geliyordu. TSK; Kandil harekâtının ikinci aşamasında Bermize, Hakurk ve Lolan bölgelerindeki üslenmelerini ve lojistik geçişlerini tamamlarken, her geçen gün 5 kilometrelik bir hareketli alan daha sağlanıyordu. Suriye’den özel eğitimli bir terör grubunun, Kandil’in kuzey ve batı hattına bomba yerleştirdiği öğreniliyordu. Gazete Habertürk'ten Çetiner Çetin'in, bölgedeki yerel kaynaklara dayandırdığı bilgilere göre; PKK’nın, Sincar-Kerkük-Ranya hattını kullanarak, Suriye’den 19 kişilik özel bir bomba uzmanı grubu Kandil’in çevresini tuzaklamak üzere bölgeye sevk ettiği belirtiliyordu. Bombacı teröristlerin Kandil’e geçiş noktaları olarak görülen Haji Omran, Halgurt Dağı bölgesinde tuzaklama yapacağı bilgisi alınıyordu.

ABD açıkça ve küstahça PKK’ya destek sağlamaktaydı

Sincar Kaymakamı Mehma Halil, yaptığı açıklamada, ABD'li askerlerin Musul'un kuzeybatısında yer alan, stratejik konuma sahip Sincar Dağı'na zırhlı araçlar ve ağır silahlarla konuşlandığını ifade ediyordu. Halil, ABD'nin çok önceden Sincar'da konuşlanmak için hazırlık yaptığını ve Sincar Dağı'nda bir askeri üs kurmayı hedeflediğini belirtiyordu. Bunun yanı sıra Irak medyasında, ABD askerlerinin, 15 adet zırhlı personel taşıyıcı araçla Sincar Dağı'na geldiği yönünde haberler yer alıyordu. Irak ve ABD'li askerlerin, terör örgütü DEAŞ'ın varlık gösterdiği Musul'un batısındaki Irak-Suriye sınır şeridine ulaşarak kontrolü sağladığı bildiriliyordu. Terör örgütü PKK, ABD desteği altında, DEAŞ'ın 3 Ağustos 2014'te Sincar'daki Ezidilere saldırısını bahane ederek ilçede yerleşmeye başlıyordu.

ABD’den PKK/YPG ile iş birliği itirafı

ABD öncülüğündeki işgal koalisyonu, Amerikan komutasındaki Fransız özel kuvvetlerinin, Suriye’nin Daşişa kasabasında terör örgütü PKK/YPG’nin ana omurgasının oluşturduğu SDG ile iş birliği içinde olduğunu kabul ettiği açıklanmıştı. DEAŞ Karşıtı Koalisyonun resmi Twitter hesabı, Fransız askerlerinin Suriye’de DEAŞ'a karşı obüsle saldırı yaptıkları bir anın fotoğrafını paylaşmıştı. Fotoğrafın altında, 3 Haziran'da Suriye-Irak sınırındaki bazı bölgelerde DEAŞ'a karşı başlatılan "Toparlama Operasyonu"nun ikinci aşamasının icra edildiği ve Fransız askerlerinin de destek verdiği operasyonda Daşişa beldesi içinde ve civarındaki (DEAŞ'a ait) hedeflerin vurulduğu bilgisi yer almıştı. Böylelikle Koalisyon, Fransız özel kuvvetlerinin, Suriye’de PKK/YPG'nın ana omurgasını oluşturduğu SDG ile yan yana savaştığını itiraf etmiş olmaktaydı. Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump'ın DEAŞ'la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk de Twitter hesabından yaptığı açıklamada Daşişa'nın ilk kez DEAŞ'ın kontrolünden çıktığını vurgulamıştı. McGurk, son 4 yıldır ilk kez bu noktaya gelindiğini ve terör örgütü PKK/YPG unsurlarının ana omurgasını oluşturduğu SDG güçlerinin bu ilerlemeyi sağladığını açıklamıştı. AA'nın 30 Mart'ta verdiği ve güvenilir yerel kaynaklara dayandırdığı haberinde, Fransız özel kuvvetlerine mensup 70'den fazla askerin DEAŞ Karşıtı Koalisyon çatısı altında Suriye'de PKK/YPG unsurları ile yan yana faaliyet gösterdiği saptanmıştı. Terör örgütüyle iş birliği yapan Fransa özel kuvvetlerinin sahada 2 yıldır bulunan personeli dışında, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı 1. Deniz Piyade, Paraşütçü Piyade Alayı ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı 10. Paraşüt Komando birliklerinin mevcut olduğu yazılmıştı. Fransız inşaat şirketi Lafarge da 2010 yılında Suriye'nin kuzeyine bir çimento fabrikası açmıştı. Şirketin; iç savaşın ikinci yılından itibaren, faaliyetlerini devam ettirebilmek amacıyla, 1,5 yıl süreyle terör örgütü DEAŞ’a rüşvet verdiği ortaya çıkmıştı. Daha sonra DEAŞ'ın ele geçirerek işlettiği fabrikayı, ABD destekli YPG/PKK ele geçirmiş ve üs olarak kullanmaya başlamıştı.

Bütün bunlara rağmen o sırada Başbakan olan Binali Yıldırım hala; “Bu işi ABD ile yürütmemiz lazım” demekten sıkılmamıştı.

Binali Yıldırım İzmir’de yaptığı konuşmada, Menbiç’te takvimin işlediğini belirterek, “Hakkari-Şırnak başta olmak üzere bu bölgenin güneyi, Kuzey Irak sahasını emniyete almazsak terörle mücadelede sürdürülebilir çözüm ve bir sonuç alamayız. Çünkü orada zor bir arazi yapısı var. Ayakta duracak haliniz yok. Hedef asıl oradaki karargâhlarını ortadan kaldırmak, terörü sınırlarımıza gelmeden kontrol altına almak. Kamışlı’dan başlayıp Menbiç’e kadar alan kalıyor. Bu işi ABD ile yürütmemiz lazım. Onlarla bu görüşmeleri yapıyoruz. Güvenlik kuşağı oluşturuyoruz. Böyle bir mecburiyet var” diyerek ayarını ortaya koymuşlardı.

Oysa sözde müttefik, ABD Senatosu’ndan Türkiye’ye F-35 satışına veto çıkmıştı!

Amerikan Senatosu, Türkiye’ye 100 adet F-35 savaş uçağı satışını bloke eden maddelerin de yer aldığı Savunma Bakanlığı bütçe yasa tasarısını onaylamıştı. Buna gerekçe olarak, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almasından duyulan endişe ile bazı Amerikan vatandaşlarının Türkiye’de tutuklanması bahane yapılmıştı. ABD Senatosu, Savunma Bakanlığı’na 2019 yılında 716 milyar dolarlık bütçe ayrılmasını öngören yasa tasarısını onaylamıştı. Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA) olarak da bilinen, Savunma Bakanlığı bütçesine ilişkin tasarının Türkiye bölümünde, Türkiye’ye 100 adet F-35 savaş uçağı satılmasının bloke edilmesi gerektiğini öngören bir bölüm de yer almıştı. Tasarıda buna gerekçe olarak, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma hava savunma sistemleri almasından duyulan endişe ile bazı Amerikan vatandaşlarının Türkiye’de tutuklanması bahane yapılmıştı.

Suriye’nin kuzeyinde, terör örgütü YPG/PKK işgalindeki Ayn İsa beldesinde, ABD ve Fransız askerlerinin bulunduğu üs’te büyük bir patlama yaşanmıştı.

Rakka’daki yerel kaynaklardan alınan bilgiye göre; Rakka’nın kuzeyindeki Ayn İsa’da, YPG/PKK’nın işgalindeki askeri üs’te patlama olmuştu. Büyük kayıp veren YPG/PKK’ya ait sosyal medya hesapları ve yerel kaynaklar, patlamanın mühimmatların infilak etmesinden kaynaklandığını savunmuşlardı. Üs içinde yaklaşık 200 kişilik ABD kuvveti ile 75 kadar Fransız özel kuvveti askerlerinin konuşlandığı biliniyordu. Bu durum PKK ile ABD ve AB’nin iç içe olduğunun bir kanıtıydı.

Kürt sitesi Rudaw'ın aktardığı habere göre; YPG Genel Komutanlığı, Menbiç’deki askeri danışmanlarının kentten çekilme kararı aldığını duyurmaktaydı. Aynı haberi ünlü haber ajansı Reuters de geçmeye başlamıştı. Oysa bunlar bir aldatmacaydı. Çünkü Anadolu Ajansı ise konuyla ilgili geçtiği haberinde; YPG'nin Menbiç'ten çekilme propagandası yaptığını, ancak teröristlerin hala Münbiç ilçe merkezi ve kırsalında konuşlu bulunduğunu vurgulamıştı. AA'ya göre; merkezde varlığını gizleyen örgüt, ilçenin kuzeyinde Fırat Nehri kıyısından batıya doğru Ayn Dadat beldesinden, Bab ilçesinin doğusuna uzanan bölgeye yayılmış durumdaydı. YPG/PKK'ya bağlı sözde Münbiç askeri konseyinin de içinde bulunduğu silahlı unsurlar da hala kentin merkezi ve çevresinde yer almaktaydı. AA'nın 30 Mayıs'taki haberinde; örgütün bazı elebaşlarının ilçeden ayrılmaya başladığı ancak geri kalan kadrosunun Münbiç'te kaldığı bilgisi paylaşılmıştı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise yaptığı açıklamada; ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Menbiç konusunda yaptığı görüşmeye ilişkin, "Menbiç için yol haritası üç aşamadan oluşuyor. Yol haritasının ilk aşamasında iki taraf ön hazırlık toplantısı yapacak. İkinci aşamada YPG bölgeden çekilecek. Üçüncü aşamada ise bölgeyi kimin yöneteceğine ve güvenlik birimlerinde kimlerin yer alacağına karar verilecek" diyerek halâ halkımızı oyalama ve avutma çabasındaydı.

Oysa Menbiç'te halâ Fransız ve ABD'li askerlerle PYD, yan yana devriye dolaşmaktaydı!

Türkiye'nin “PYD geri çekilsin ya da müdahale ederiz" dediği Menbiç'te, ABD ve Fransa askerleri yan yana devriye atarken yakalanmışlardı... Menbiç'e giden 50 Fransız askerinin kuzeyde bir askeri üs kurduğu konuşulmaktaydı. Türkiye'nin, ABD ile son temaslarında; "YPG çekilmezse biz gerekeni yaparız" diyerek operasyon sinyali verdiği Menbiç'ten gelen skandal görüntüler herkesi şaşırtmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron'un PKK/PYD elebaşları ile yaptığı toplantıda verdiği yardım sözünün gereği olarak, “Menbiç'e giden Fransa askerlerinin bölgede devriye gezdiği” haberlerine her gün bir yenisi katılmaktaydı. Son gelen fotoğraflarda, ABD askerleri ile Fransa askerlerinin yan yana devriye gezip nöbet tuttukları anlaşılmaktaydı. Her iki ülke askerlerinin zırhlı araçlarına kendi ülkelerinin bayraklarını çektikleri fotoğraflanmıştı... Demokratik Suriye Güçleri'ne (DSG) bağlı Menbiç Askeri Meclisi'nden üst düzey bir yetkili ise:"Fransa askerleri kısa bir süre önce Menbiç'e geldi. Şimdi Menbiç'in kuzeyinde askeri bir üs kuruyorlar. TSK ile ÖSO operasyon yapmasın diye Menbiç'in kuzeyinde varlıklarını artırıyorlar. Sacur Çayı bölgesinde sürekli devriyeye çıkıyorlar. Askeri araçlarıyla bölgede nöbet tutuyorlar. Askeri araçların üzerinde Fransa bayrağı bulunuyor. Fransa askerleri Menbiç'in değişik bölgelerinde boy gösteriyor. Genelde Menbiç'in sınırlarında bulunuyorlar. 50 civarında Fransa askeri var" itirafında bulunmuşlardı. Yani Türkiye adım adım kuşatılmaktaydı.

Menbiç muamması: AKP iktidarı bu palavralarla halkımızı uyuturken, Türkiye’ye yönelik hazırlıklar hızla artmaktaydı

Nasıl ki 102 yıl önce meşhur Sykes-Picot Anlaşması’yla Ortadoğu’nun bugünkü sınırları çizildiyse, bugünlerde de sınırlar yeniden zorlanmaktaydı. Irak ve Suriye hayatta kalma mücadelesi verirken, yeni bir düzenin alarm zilleri çalmaktaydı. Dahası, sınırlarımız boyunca oluşturulan terör koridoru, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana Türkiye’nin en büyük beka sorununu oluşturmaktaydı. İşte tam da bu tehdit nedeniyle, Türkiye son iki yıldır askeri olarak “sorunu kaynağında yok etme” mantığıyla davranmaktaydı. Yani PKK varlığını artık sadece Kuzey Irak’ta değil, Kuzey Suriye’de de hedef almıştı. Zaten Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarının hedefi de sınır boyunca uzanan bir terör koridorunu ortadan kaldırmaktı. Bilindiği gibi, PKK bağlantılı YPG’nin Kuzey Suriye’de amacı, Fırat’ın doğusundaki Cezire ve Kobani kantonlarıyla, batısındaki Afrin kantonunu birleştirmek, böylelikle Doğu Akdeniz’e ulaşmaktı. Ama Türkiye bu iki harekâtla Fırat’ın batısından YPG’yi atarak bu iki hattın birleşmesini engellemiş olmaktaydı. Bir istisna hariç! Batıda temizlenmesi gereken sadece Menbiç kalmıştı!

Dolayısıyla, YPG’nin 2016’dan beri elinde tuttuğu Menbiç, bu taktiğin tam amacına ulaşması için son derece kritik bir alandı. ABD de zaten bu yüzden -Türkiye ile pazarlıklarda elini güçlendirmek için- Menbiç kartını elinde tutmaktaydı. Başkan Obama’nın “Menbiç’i boşaltacağız” sözünden bu yana yıllardır Türkiye oyalanmaktaydı. Şimdi ABD ile sözde bir anlaşmaya varılmış olması, kuşkularımızı arttırmaktaydı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’de mevkidaşıyla görüştükten sonra yaptığı açıklamaya göre YPG buradan çekilmesi lazımdı. 90 gün içinde buradaki 5.000 civarı YPG’linin Fırat’ın doğusuna geçmesi kararı alınmıştı. Oysa bölgede ise 70 bin civarında YPG’li olduğu saptanmıştı. Zaten Suriye petrol kaynaklarının yüzde 70’i burada olduğu için, ABD’nin bu bölgede YPG’ye verdiği desteği kesmesi tam bir aldatmacaydı. Bu durumda izlenebilecek en akıllıca yol ise, herhalde Şam rejimiyle YPG’ye karşı iş birliği yapmak olacaktır. Ve zaten katil ve hain ABD ile stratejik iş birliği yapanların, ülkemizin ve bölgemizin selameti için Esat’la iş birliği yapması akıl dışıydı.

Zaten Türkiye ve ABD'nin birlikte yönetmeyi planladığı Suriye'nin kuzeyindeki Menbiç kentinden, güya YPG'nin danışmanlarını çekmesi için hazırlıklar yapılırken, kenti koruyan Demokratik Suriye Güçleri'ne (DSG) bağlı Menbiç Askeri Meclisi'nin kentten çıkmayacağı ve kenti korumakla görevli olacağı açıklanmıştı. Bu konuda ABD askerleri ile Menbiç Askeri Meclisi arasında bölgedeki ABD üssünde önemli bir görüşme yapılmıştı.

Toplantıda ABD'nin Menbiç Askeri Meclisi'ne “kentte kalmaları ve kenti korumaları yönünde söz verdiği” duyumları alınmıştı. Ayrıca ABD'nin askeri meclise, “kentin sivil meclis tarafından yönetileceğini, mevcut yönetimin kenti idare edeceğini, ancak yönetime Türkiye'nin önerdiği bazı isimlerin de ekleneceğini” söylediği konuşulmaktaydı. Ardından Sputnik'e konuşan Menbiç Askeri Meclisi Komutanı Xelil Bozi, Menbiç Askeri Meclisi'nin kentten çıkmayacağını belirterek, kentin korumasının kendilerinde olacağını vurgulamıştı. Sadece YPG'ye bağlı bazı askeri danışmanların Menbiç'ten çekileceğini aktaran Bozi, DSG güçlerinin ise Menbiç'te bulunmadığı yalanını tekrarlamıştı. Menbiç, 2016'da DSG tarafından ve ABD onayıyla IŞİD'in elinden alınmıştı. Güneyde Halep'e 85 kilometre, kuzeyde Cerablus'a 40 kilometre, doğuda Kobani'ye 65, batıda ise El Bab'a 45 kilometre uzaklıkta bulunan kent stratejik öneme sahip bulunmaktaydı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Türkiye ile ABD arasındaki Menbic konusundaki anlaşmadan memnuniyet duyduklarını açıklamıştı. Bu bile AKP yönetiminin oyalandığının bir kanıtıydı.

Suriye’de PKK/YPG'ye açık açık destek veren ABD, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Amerikalı mevkidaşı Mike Pompeo arasında yapılan görüşmeye rağmen ihanetini sürdürmekte kararlıydı. Bu görüşmede taraflar, -PKK'nın işgal altında tuttuğu Suriye'nin Münbiç kentinden Fırat Nehri'nin doğusuna çekilmesi üzerinde- güya uzlaşma sağlamıştı. Ancak bölgeden gelen haberler, ABD ile Türkiye arasındaki işbirliğinin sadece sınırlı bir alanda uygulandığını ve Türkiye’nin resmen oyalandığını ortaya koymaktaydı.

Rus haber ajansı Sputnik'in iddiasına göre, ABD bir hafta içinde Suriye'deki PKK'lı teröristlere 250 TIR dolusu ağır silahlar, zırhlı araçlar ve pikaplar yollamıştı. Bu silahların, Suriye'nin doğusunda, Irak sınırı bölgesindeki IŞİD ile yürütülen çatışmalarda kullanılmak üzere verildiği yalanı tekrarlanmıştı. Bu sevkiyatla birlikte ABD'nin bölücü terör örgütüne sağladığı silahların sayısı 5 bin TIR'ı aşmıştı. Sputnik'e konuşan terör örgütünün bir elebaşı, “ABD silahları sürekli geliyor. Silahlar ve zırhlı araçlar, Kuzey Irak'tan kara yoluyla Semelka Sınır Kapısı'ndan Suriye'ye sokuluyor. ABD, Deyrizor bölgesinde kendi askeri varlığını da artırıyor. ABD'nin bu bölgede 3 üssü bulunuyor” itirafında bulunmuşlardı. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis ise yaptığı açıklamada “Türkiye'nin meşru menfaatleri için bir yol bulmak zorundayız. Ancak Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) de bir kenara atamayız” şeklinde küstahlaşmıştı. Amerikalılar, Suriye'de PKK'yı “SDG” adıyla tanımlayarak, bu grubun bölücü terör örgütüyle farklı olduğunu savunmaktaydı. ABD, resmi olarak PKK'yı terörist olarak tanıdığından, bu örgüte yaptığı yardımları meşrulaştırmak için kelime oyunlarına başvurmaktaydı. Ankara ise her fırsatta Suriye'de “YPG”, “PYD” ya da “SDG” olarak tanımlanan grupların PKK ile hiçbir farkı olmadığını vurgulayarak, bu örgüte verilen desteğin kesilmesini hatırlatıp durmaktaydı.

ABD’ye Güvenmek Ahmaklıktır!

ABD ile Menbiç konusunda sağlanan mutabakat gereği, PKK/YPG silahları vererek bölgeden çıkacakmış..!? Sanki ABD binlerce TIR silahı imza karşılığı terör örgütüne vermiş de, şimdi de verilen silahlar sayılarak geri alınacakmış!.. ABD ile Türkiye arasında mutabakata varıldığı sıralarda, YPG de ‘Çekiliyoruz’ açıklaması yapsa da, buna inanmak ahmaklıktır. Çünkü işin başından beri ABD, PKK/YPG konusunda Türkiye’nin haklı itirazlarına rağmen, terör örgütüne sahip çıktı. Israrlı ve planlı bir şekilde silahlandırdı, maddi destek sağladı. Bu arada; Türkiye’nin Menbiç’i teröristlerden temizlemeye yönelik operasyonlarını sürekli karşı çıkarak engellemeye çalıştı. Durum böyle iken bugün varılan mutabakat gereği, teröristlerin silahlarını bırakarak Menbiç’i boşaltacaklarına, bir başka ifadeyle, ABD’nin buna razı olacağına inanmak saflıktan öte bir anlam taşırdı.

Aslında varılan anlaşma: Menbiç’teki teröristlerin can güvenliğini sağlamaya yönelik bir adımdır. Menbiç boşaltılacak diyerek Türkiye’nin teröristleri yok etmesi engellenmiş, yani can güvenlikleri sağlanmış olacaktır. Silahların teslimine gelince; ABD tarafından gönderilen TIR’lar dolusu silahların önemli bir bölümü belli yerlere ulaştırılmış, depolara yerleştirilmiş durumdadır. Irak ve Türkiye’deki PKK militanları da o silahları kullanmaktadır. Hatta son günlerde Irak’ta askerlerimizin uğradığı saldırıların arkasında, doğrudan ya da dolaylı ABD’nin bulunduğu haberleri medyada yer alırken, varılan mutabakat inandırıcı olmaktan uzaktır. Peki ABD verdiği sözde durmazsa ne olacaktı? Çünkü ABD’nin bu konudaki sicili çok bozuk. Çünkü, ABD’yi bölgemizde sadece İsrail’in güvenliği ile kendi çıkarları ilgilendiriyor. Böyle olunca, Menbiç mutabakatına uymadığı takdirde bunun hesabı nasıl sorulacaktı?[1]

Tam bu sırada, ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Wess Mitchell, “Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması ve teslimatın hayata geçirilmesi halinde Ankara’ya yaptırım uygulayacaklarını” açıklamıştı.

Mitchell, Türkiye’ye özellikle hapisteki Amerikan vatandaşları ve Rusya’dan S-400 satın alım planları noktasında sert eleştiriler yöneltmiş ve bu iki konunun Türk-Amerikan ilişkilerinin gidişatını ciddi şekilde değiştirebileceği uyarısında bulunmuşlardı. ABD Dışişleri yetkilisi, Ankara'nın S-400 satın alım planını terk etmediği takdirde, Türkiye'ye F-35 uçaklarının transferini durdurabileceklerini de hatırlatmıştı. Mitchell Senato Dış İlişkiler Komisyonu'na bağlı Avrupa ve Bölgesel İş birliği Alt Komisyonu'nun “Amerika’nın Avrupa Politikası” başlıklı oturumunda senatörlerin sorularını yanıtlarken bunları anlatmıştı. Mitchell, oturumdaki açılış konuşmasında Türkiye'ye değinerek, hem Türkiye’yi iyi bir müttefik olarak övmüş hem de demokrasinin güçlendirilmesi konusunda Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a çağrı yapmıştı. Dışişleri yetkilisi, Türkiye'yle ilişkilerde Amerika’nın öncelikleri olarak da rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılmasını, Türkiye’nin S-400 füzelerinin askıya alınmasını sıralamıştı. Dışişleri yetkilisi, Erdoğan’a, söz verdiği gibi OHAL’i bir an önce kaldırması, Türkiye’deki tüm farklı kesimleri temsil etmesi (yani HDP’nin Meclise girmesi) ve Türk demokrasisini güçlendirmesi çağrısında da bulunmuşlardı.

Oturumda Demokrat Senatör Jeanne Shaheen ise; Türkiye’nin S-400 ısrarı hakkındaki endişesini dile getirerek, bu satışın ‘Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası’nı (CAATSA) ihlal ettiğini vurgulamış ve yönetimin bu konuda ne adımlar attığını, teslimatın yapılması halinde “CAATSA altında yaptırımların ne zaman uygulanacağını” sormuşlardı. Kısa adıyla CAATSA olarak bilinen, Başkan Trump'ın 2017 yazında imzaladığı yasa, Rus savunma sanayiiyle iş yapan firmaların cezalandırılmasını öngörüyordu.

“F-35’lerin transferini durdurma hakkına sahibiz” şantajı!

Mitchell, F-35’ler için tören düzenlenmiş olsa da, bu uçakların hâlâ Amerika’da olduğuna dikkat çekti ve normalde fiziki transferin uzun bir eğitim sürecinin ardından yapıldığını anlatmıştı. Bu zamanın Türkiye’ye mesajlar vermeyi devam ettirme açısından kendileri için faydalı olduğunu belirten Mitchell, “Şu anda süreç eğitim aşamasında. Kongre’deki gelişmeleri de izledik. F-35’ler konusunda üzerinde düşünülen unsurların bir kısmını biliyoruz. Ulusal güvenlik kaygıları dahil belli koşullar altında transferi durdurmamıza imkân tanıyabilecek hukuki yetkilere sahip olduğumuzu düşünüyoruz. F-35 konusunda bir karar almadan önce, Türkiye’nin S-400 konusunda adım atmadığından emin olmak için zaman ve kabiliyete sahip olmayı sürdürdüğümüze inanıyoruz. Türklere şu mesajı çok net veriyoruz, bunun sonuçları olacak!” diye uyarmıştı.

Türkiye Suriye’de, ABD ile karşı karşıya mı bırakılmaktaydı?

Rusya, Suriye'deki askeri varlığını azaltmaya başlamıştı. Suriye'deki en kalabalık askeri güce sahip Rusya Devlet Başkanı Putin; bir haftada 13 uçak, 14 helikopter ve 1140 askeri görevlinin Rusya'ya geri döndüğünü ve Suriye'den askeri güçleri çekmeye devam ettiklerini açıklamıştı. Donald Trump, üç gün boyunca Twitter’dan götürdüğü şovu, Cuma gecesi Tomahawk gösterisiyle noktalamıştı. Emmanuel Macron, yanına üç general koyup ‘kriz masasında’ ciddi ifadeyle resim çektirip yayınlamıştı. Pentagon savaş görüntülerini yayımlamaktaydı. Ruslar, adet yerini bulsun diye mırın kırın ediyorlar ama Suriye’den çekiliyorlardı. İranlılar, rol icabı sert konuşarak atıp tutuyorlardı. Böylece Üçüncü Dünya Savaşı kaşla göz arasında kapımıza dayanmaktaydı.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Washington yönetiminin Kuzey Kore'nin nükleer silahları ve balistik füze programının bir yıl içinde ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanacak plana sahip olduğunu açıklamıştı. ABD’nin Kuzey Kore ile anlaşması, Ortadoğu Merkezli bir Dünya Savaşına hazırlık olmasındı?

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Kuzey Kore'nin nükleer silahları ve balistik füze programını bir yıl içinde ortadan kaldırmaya yönelik bir planlarının olduğunu vurgulamıştı. Bolton, Washington yönetiminin, Kuzey Kore'nin nükleer silahları ve balistik füze programının bir yıl içinde ortadan kaldırmasıyla sonuçlanacak bir plana sahip olduğunu, yaptırımların hızla kaldırılmasını ve Güney Kore ile Japonya'dan yardımların gelmesini isteyen Kuzey Korelilerin iş birliği yapmasını beklediğini hatırlatmıştı. Bolton, öte yandan, Kuzey Kore yönetimiyle müzakereleri yürüten ekibin sağlam adımlarla ilerlediğini belirterek, "Kuzey Korelilerin geçmişte neler yaptığının hepimiz bilincindeyiz" ifadesini kullanmıştı.

Bu arada ABD Hava Kuvvetleri yetkilileri, güdümlü B61-12 nükleer bombanın ilk yeterlilik testlerini başarıyla tamamladıklarını, denemeler sırasında B-2 Spirit ‘hayalet uçakların’ kullanıldığını duyurmuşlardı. ABD, B61-12 bombalarını Almanya, İtalya, Türkiye, Belçika ve Hollanda’daki askeri üslerine konuşlandırmayı planlıyorlardı.

ABD Ulusal Nükleer Güvenlik İdaresi’nden (NNSA) yapılan açıklamaya göre, B61-12 Nükleer Bombalarını Almanya, İtalya, Türkiye, Belçika ve Hollanda’daki askeri üslerine konuşlandırılacaktı. ABD Kongresi’nin değerlendirmelerine göre; 2017-2046 döneminde, Amerikan taktik nükleer kuvvetlerin modernizasyonu için 25 milyar dolar harcanacaktı. 5. nesil F-35 Lightning II çok işlevli avcı uçaklarının platformuyla uyumlu olacak B61-12 bombalarının ilk grubunun 2020’ye doğru orduya teslim edilmesi planlanmıştı. Acaba bütün bunlar, Türkiye’nin başına bela saracak III. Dünya Savaşının hazırlıkları mıydı?

BM İnsan Hakları Konseyi’nde Filistin-İsrail konulu toplantı öncesi şok karar: ABD, İsrail için insan haklarını rafa kaldırdı!

ABD’nin BM daimi temsilcisi Nikki Haley, ülkesinin BM İnsan Hakları Konseyi’nden ayrıldığını açıklayarak, “Bu konsey ismine layık değil” yorumunu yapmıştı. Gerekçesi ise konseyin terörist İsrail’e karşı güya “önyargılı” olmasıymış. Bu karara pek çok ülkeden tepki gelirken İsrail ise tebrik yağdırmıştı. Haley ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bu açıklamayı ABD Dışişleri Bakanlığı’nda düzenledikleri ortak basın toplantısında duyurmuşlardı. ABD Başkanı Donald Trump’ın bir yıl önce BM İnsan Hakları Konseyi içerisinde reform yapılmazsa, ABD’nin çekileceğini belirttiğini hatırlatan Haley, bu süre içerisinde konseyde bir değişiklik olmadığı değerlendirmesini yapmıştı. Konsey içerisinde bulunan Çin, Küba ve Venezuela gibi ülkelerin insan hakları ihlallerinde bulunduğunu kaydeden Haley, konseyin İsrail’e karşı ise “ön yargısının” olduğunu ortaya atmıştı. ABD’nin konseyden ayrıldığını duyuran Haley,“Konseyin kronik bir İsrail ön yargısı var ve bu konsey ismine layık değil”değerlendirmesinde bulunmuşlardı.

Yüzyılın yüz karası ve Filistin’i işgal planı!

ABD Başkanı Donald Trump, Yahudi damadı ve danışmanı Jared Kushner, Kudüs’ü işgal için son adımları atarken Filistinlileri de sürgün etme planlarının son aşamasına dayanmışlardı. “YÜZYILIN ANLAŞMASI” adıyla piyasaya sürülen işgal planı, Filistin meselesine çözümden çok sorunun daha da derinleşmesine ve bölgedeki gerginliğin giderek artmasına neden olacaktı. “YÜZYILIN ANLAŞMASI” planında, Kudüs’ün tamamının “İSRAİL’İN BAŞKENTİ” olarak kalması, kurulacak Filistin devletine ise Doğu Kudüs ile işgal altındaki Batı Şeria arasında yer alan kenar mahallelerde yeni bir başkent inşa edilmesi amaçlanmıştı. ABD’nin; Filistin meselesinin çözümüne yönelik müzakereleri yeniden başlatmak için planladığı “Yüzyılın Anlaşması”nın ana çerçevesi, Gazze’de Filistin varlığı, Batı Şeria’da Filistin özerkliği ve Kudüs’ün mahallelerinden müteşekkil bir Filistin başkenti olarak üç ana başlıkta toplanmıştı. ABD Başkanı Donald Trump’ın, 2017 Eylül ayında, anlaşmayı ortaya koymak istediğini duyurmasıyla, damadı ve danışmanı Jared Kushner konunun içeriğine dair bir anlaşma planı yapmaya başlamıştı. Planın içeriği hakkındaki sızıntılar karşısında Beyaz Saray Yönetimi bir dizi kısa açıklama yaparak, Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirmeyi hedefleyen planın tamamlanmadığını duyurmuşlardı.

İsrail ABD planını kabul etmeye hazırdı!

Daha önce uzun süre İsrail resmi radyosunda editör ve genel müdür olarak çalışan, siyasi analist Yuni Ben Menahim, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ABD’nin planındaki içerikleri, mevcut İsrail hükümetinin kabul etmeye hazır olduğu konularla uyuştuğunu açıklamıştı. İsrail’deki mevcut siyasi çevrenin, bir Filistin devleti istemediğini belirten Menahim, ancak Tel Aviv’degenişletilmiş özerklik denilen Filistin topraklarının bir bölümünde oluşturulabilecek bir Filistin yönetimi, başkenti Doğu Kudüs olmayan, Ürdün Vadisine de sahip olmayan ve Filistinli mültecilerin dönemeyeceği bir statüyü kabul etmeye hazır gibi göründüğünü vurgulamıştı. Menahim, “ABD’deki Yahudi Lobisinin desteği ile Trump’ın danışmanları Jerad Kushner, Jason Greenblatt ile David Fredman’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ölçülerine göre bir plan ortaya koymaya Trump’ı ikna edebilir.” yorumunu yapmıştı.

Türkiye, Ege ve Akdeniz’den de kuşatılmaktaydı!

Yunan pervasızlığının arkasından da İsrail çıkmıştı. Yunanistan’ın Didim açıklarında diktiği bayrak olayının arkasından da İsrail çıkmıştı. İsrail Askeri Kuvvetleri (IDF), bayrak olayının hemen arkasından reaksiyon göstererek, Yunanistan’ın arkasında olduğu mesajını paylaşmıştı. Skandal paylaşımda yer alan “İSRAİL+YUNANİSTAN+ABD=GÜÇ” ifadeleri her şeyi açığa vurmaktaydı. Akdeniz ve Ege’de gerginlik giderek artmaktaydı. Yunanistan’ın fevri hareketlerinden dolayı gerginlik üst seviyeye çıkarken, Didim açıklarındaki kayalığa ‘Yunan bayrağı’ dikilmesinin ardından tansiyon üst seviyelere çıkmıştı. SAT komandolarının müdahalesi ile Yunan bayrağı kaldırılırken, İsrail Deniz Kuvvetleri olaya ilişkin sosyal medya hesaplarından yapılan skandal bir paylaşım kafaları karıştırmıştı. Türkiye’ye mesaj niteliğindeki paylaşımda İsrail, ABD ve Yunanistan tek güç olarak gösterilerek ülkemize gözdağı verilmeye çalışılmıştı. Akdeniz’de Yunanistan ve ABD ile sürekli tatbikat düzenleyen İsrail, bölgedeki tansiyonu yükseltmeye çalışmaktaydı. İsrail, Yunanlılara olan desteğini açıkça göstererek, skandal paylaşımlarda bulunmuştu. “İsrail+Yunanistan+ABD=Güç” diye paylaşımda bulunan İsrail Deniz Kuvvetleri, Yunan bayrağının indirilmesinin ardından Türkiye’ye mesaj vermeye kalkmıştı.

Yunanistan-İsrail-Güney Kıbrıs üçlüsü, Türkleri bertaraf ederek anlaşmıştı!

Ada’da şeytan üçgeni oluşturmuşlardı.

Yunanistan-İsrail-Güney Kıbrıs üçlüsü Doğu Akdeniz’de iş birliğini arttırmaktaydı. Lefkoşa’da bir araya gelen Yunanistan Başbakanı Çipras, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiadis, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgaz ve petrolün Avrupa ülkelerine sevkini öngören boru hattı projesi için iş birliği yapmayı kararlaştırmıştı. Proje kapsamında İsrail ve Kıbrıs’ın deniz bölgelerinden çıkarılacak doğalgaz, deniz altında döşenecek EastMed adı verilen bir boru hattı ile Kıbrıs’tan önce Yunanistan’ın Girit adasına, oradan da Yunanistan’ın Mora Yarımadası’na, daha sonra da İtalya’ya aktarılacaktı. Liderler dev projenin ön çalışmaları için 34 buçuk milyon Euro ayrıldığı ve Avrupa Birliği’nin de projeye katkı sağlayacağını açıklamıştı. Üç lider yine deniz altından İsrail, Kıbrıs, Girit ve Mora Yarımadası’na uzanacak üstün teknoloji ürünü bir elektrik hattının inşa edilmesinde de anlaşmıştı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, doğalgaz ve elektrik akımının 3 ülkeye de büyük avantajlar sağlayacağını vurgulamıştı.

Tek engel Türkiye kalmıştı.

Diplomatik kaynaklar, üç ülke arasında döşenecek boru hattının, en kolay ve en ucuz yolunun Kıbrıs ile Türkiye arasında döşenmesi olduğunu, ancak böylesi bir projenin Kıbrıs Sorunu “çözülmeden” hayata geçirilemeyeceğini hatırlatmıştı. Anastasiades ile Çipras da bir kez daha “Kıbrıs’ta BM’nin hazırladığı belge çerçevesinde, sözde adil ve kalıcı bir çözümün “yabancı ordulardan ve garantörlük (kastedilen Türkiye) sistemlerinden arınmış olması gerektiğini” açıklamıştı.

Rahmetli Erbakan haklarımıza sahip çıkmış, ama Sn. Erdoğan arşive atmıştı

Ege'de Türk karasularında, Yunanistan'ın açtığı petrol kuyularında günde 3 bin 823 varil ham petrol çıkardığı (yani çaldığı) belgelerle ortaya çıkmıştı. Ancak Sn. Recep T. Erdoğan’ın 24 Haziran manifestosunda, ahidlerinin arasında ne işgal edilen 18 Türk adasına ve 1 kayalığa, ne de Kıbrıs'a hiç dokunulmamıştı. Oysa Ege Denizi'nde Türk kıta sahanlığı içinde petrol arama faaliyetleri ile ilgili elimizde tapu gibi belgeler vardı. Ve bu belgelerin bazılarının altında merhum Necmettin Erbakan Hocamızın da imzası bulunmaktaydı. Ancak bunların tümü AKP iktidarı tarafından görmezden gelinmekte ve yokmuş gibi davranılmaktaydı. Yunanistan da bu sayede istediği gibi at koşturuyordu. Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım arşivin tozlu raflarından yeni şok belgeler ortaya çıkarmıştı. Her seçim dönemi temcit pilavı gibi önünüze sunulan "manifesto"ya değil de bu gerçeğin fotoğrafına bakmak lazımdı.

Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda, Türkiye ile Yunanistan arasında 1976 yılında müzakere yapılmasına karar verildi. Bakanlar Kurulu Kararı ile Türk Heyeti'ne 19-20 Haziran 1976'da Yunanistan ile Bern'de müzakere yapması için yetki verildi. Anılan Bakanlar Kurulu kararında, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün imzaları var. Heyet Başkanı olarak Türkiye'nin Bern Büyükelçisi Suat Bilge görevlendirildi. Heyette görev alanlar arasında Rıza Türmen de vardı. Heyetler arası yapılan müzakereler sonrasında, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda, 11 Kasım 1976'da Bern Mutabakatı imzalandı. Bern Mutabakatı'na göre; Yunanistan kendi karasuları ötesinde petrol arayamazdı. Yunanistan'ın 1987 yılında, kendi karasularının ötesinde, Taşoz Adası yakınlarında petrol arama girişimi, dönemin hükümeti tarafından engellendiği hatırlanacaktır. Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait savaş gemilerinin anılan bölgede bayrak ve sancak gösterisi yapması üzerine Yunanistan Bern Mutabakatı'na uymak zorunda kalmış ve petrol arama çalışmalarını askıya almıştı. 

Ama maalesef Erdoğan ve AKP Hükümetleri döneminde ise Yunan Enerji Şirketi ENERGEAN, hiçbir engelle karşılaşmadan 2015 yılında Taşoz Adası karasularında petrol arama çalışmalarına başladı. Yunanistan Bern Mutabakatı'nı ihlal ederek, kendi karasularının dışında, Taşoz Adası'nda yani Türk karasularında petrol ararken AKP iktidarı olanı biteni sadece seyretmekle kalmıştı. Yunanistan'a müzik notası bile verilmemiş, ENERGEAN Şirketi Prinos adlı bölgede, 31 metre derinlikte 7 petrol kuyusu açmıştı. Bölgede yapılan sismik araştırmalara göre Taşoz Adası karasularında 111 milyon varil petrol rezervi bulunmaktaydı. Bu petrol rezervi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal petrolü sayılırdı. Yunan Energean Petrol Şirketi'nin ortakları arasında İsrail de vardı. Kerogen Capital adlı İsrail Şirketi, Yunan şirketi ile birlikte, Taşoz Adası Türk karasularında petrol çıkartmaktaydı. Bu iktidarın 111 milyon varil Türk petrolünü, Yunanistan ve İsrail'e teslim etmesine göz yumulamazdı…"[2]

Artık Büyük Hesaplaşma Kaçınılmazdı!

Dış müdahalelerle İran sarsılmaya başlamış, sokaklar karışmıştı ve Sovyetler gibi dağılma senaryoları konuşulmaktaydı.

İran'da ekonomik kriz giderek yaygınlaşmaktaydı... Esnaf kepenk kapatıp sokaklara çıkmıştı... Cuma hutbesinde halka: “Eyleme katılmayın!” çağrısı yapılmıştı... İranlı uzmanlar, Sovyetler Birliği gibi parçalanmanın eşiğine gelindiğini açıklamıştı!.. Ekonomik kriz nedeniyle Başkent Tahran ve diğer şehirlerde 2018 Mayıs sonunda başlayan gösterilerin sarstığı ülkede, resmi olarak 4 bin 200 tümene sabitlenen dolar serbest piyasada 8 bin 100 tümene kadar çıkmıştı. İranlı siyasetçi, ekonomik krizle boğuşan ülke için yazdığı Twitter mesajında "Sovyetler Birliği'nin tecrübelerinden ders çıkarmazsak onların gittiği yola doğru gidiyoruz" uyarısını yapmıştı. Tahran yönetimi ise, bir Cuma hutbesinde yaptığı açıklamada serinkanlı olunması için çağrısını tekrarlamıştı. İranlı siyasetçi ve akademisyen Elahe Kulayi da çarpıcı bir Twitter mesajı paylaşmıştı: Reformist kimliğiyle bilinen Prof. Dr. Elahe Kulayi, her gün şiddetlenen ekonomik krizin önüne geçilmemesi halinde ülkenin Sovyetler Birliği gibi dağılabileceği uyarısını yapmıştı. Kulayi,"Sovyetler Birliği'nin tecrübelerinden ders çıkarmazsak, onların gittiği yola doğru gidiyoruz. Vaktimiz dar!" çağrısında bulunmuşlardı.

Evet, Türkiye hem de dört yönden kuşatılmaktaydı ve artık bilgili, dirayetli ve cesaretli beyinlere acilen ihtiyaç vardı!

ABD'li senatörler Menbiç’te YPG terör örgütünü ziyaret ediyorlar ve teröre verilen desteğin süreceğini söylüyorlardı. ABD’li senatörler bölgemizde fink atıyorlardı!

Bölgemizde temaslarda bulunan ABD’li senatörler Menbiç’te YPG terör örgütünü, yaptıkları temaslar hakkında bilgilendirip cesaret veriyorlardı. Menbiç konusunda örgüte güvence veren senatörler, ABD ile YPG arasında ortaklığın devam edeceğini belirtiyorlardı. ABD’nin Suriye’de masum insanları öldüren silahlarla dolu TIR konvoylarının yerini şimdi de senatörler almıştı. Bölgede sıkça boy gösteren senatörlerin, bu seferki durağı tartışmalı Menbiç olmaktaydı. Kentte terör örgütü YPG tarafından karşılanan senatörler terör desteklerini tekrarlayıp duruyorlardı.

Hatırlayınız, Sivas ve Başbağlar Katliamını da ABD’li ajanlar ve o dönem MİT’teki elemanları tezgâhlamışlardı!

Başbağlar katliamı üzerindeki sır perdesi, aradan geçen 25 yıla rağmen halâ aralanamamıştı. Başbağlar Köyü Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya, katliamın yaşandığı 5 Temmuz 1993 günü OHAL kapsamında olmadığı halde, Başbağlar semalarında ABD helikopterlerinin uçtuğunu açıklamıştı. 2 Temmuz 1993'te yaşanan Sivas Madımak katliamından üç gün sonra, Başbağlar köyünde 28 kişi kurşuna dizilmiş, evlerinde bulunan Nazife Baltacı ve 13 yaşındaki oğlu İbrahim Baltacı ile Nurettin Aydın, Şakir Aydınlı ve Süleyman Orhan yakılarak katledilmiş ve böylece ülkemizde Alevi-Sünni kavgası kızıştırılmaya çalışılmıştı.

Sanıkları serbest bırakılan ve hiçbir sonuç alınamayan o katliama ilişkin en çarpıcı bilgiyi ise 25 yıl sonra o köyün dernek başkanı açıklamıştı. Başbağlar Köyü Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya, katliamın yaşandığı 5 Temmuz 1993 günü OHAL kapsamında olmadığı halde Başbağlar semalarında ABD helikopterlerinin uçtuğunu hatırlatmıştı. Dikkaya, soruşturmanın Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından yeniden açılması gerektiğini belirterek, "Sivas ve Başbağlar olaylarının birlikte planladığını düşünüyoruz. Alevi ve Sünni çatışması çıkartılmak istendi. Cenazelerimizin üzerine üç bildiri bırakıldı. Bildirilerde; 'Sivas ve Dersim'in intikamı alındı' ifadeleri yer aldı. 5 Temmuz 1993'te ABD'nin oluşturduğu Çekiç Güç'ün, Başbağlar semalarında ne işi vardı? Başbağlar OHAL dışında bir köy olmasına rağmen Çekiç Güç helikopteri olay günü Başbağlar semalarındaydı" bilgisini paylaşmıştı.

Başbağlar mağdurlarının avukatı Cüneyt Toraman ise, Sivas ve Başbağlar'ın birlikte planlandığını belirterek, Başbağlar'da bu çatışmanın sağlanması için dönemin Başpınar Köyü Jandarma Karakol Komutanı Başçavuş Nafiz Canbaz'ın, köylülere kaleşnikof silah teklif ettiği tespitinin yapıldığını aktarmıştı. Başbağlar köylülerinin “silahları ancak tutanakla almak istemesi” üzerine silahların verilmesinden vazgeçildiğini belirten Toraman, "Söz konusu olayın ört-bas edildiğini vurgulamıştı.

“Siyonist odaklar bölgemizdeki ABD ve İsrail çıkarlarının Türkiye’siz korunamayacağını biliyorlar, bu nedenle Türkiye ile uzlaşmanın, (hizaya sokmanın) yollarını arıyorlardı. Bunun için de bir yandan “sopa” gösterilirken, diğer yandan “havuç” uzatıyorlardı. ABD’nin ilk hedefi Türkiye’yi Astana sürecinden ve bölgesel iş birliğinden koparmaktı. Bunun için Suriye ve Irak’ta Kürtlerin yaşadığı bölgelerle ilgili küçük tavizler vermeye hazır görünüyorlardı. Verilecek tavizler karşılığında bölgede “ABD-İsrail-Sünni Arap ülkeler bloğu”na, daha fazla hakimiyet alanı açmayı planlıyorlardı. ABD, PKK içinde de bazı tasfiyeler yapacağı, özellikle örgüt içinde ABD ile ilişkileri sorgulayan isimlerin ayıklanacağı ve Türkiye’nin ise; “bakınız örgütü hizaya sokuyoruz!” diye avutulmaya çalışılacağı anlaşılmaktaydı.” şeklinde saptamalar da haklıydı.

 


[1] abdulkadirozkan@milligazete.com

[2] Ahmet Takan – 08 Mayıs 2018

 

Yorum Yaz