Ocak 23 21:35

BÜYÜK İSRAİL AŞKI VE 3. DÜNYA SAVAŞI

BÜYÜK İSRAİL AŞKI VE 3. DÜNYA SAVAŞI

3. Dünya savaşı için iştahı kabaran ABD, İran ile nükleer anlaşmayı bozduklarını açıklamıştı. Yani Trump, Ortadoğu’yu ateşe atmıştı.

ABD Başkanı Trump, İran ile yapılan nükleer anlaşmanın “utanç verici” olduğunu savunarak çekildiklerini ve İran’a yeniden yaptırım uygulanmaya başlayacağını açıklamıştı. İlk desteğin hemen İsrail’den gelmesi kimseyi şaşırtmamıştı. Siyonist Cumhurbaşkanı Rivlin, bunun “İsrail’in güvenliğini sağlamak” için önemli bir adım olduğunu vurgulamıştı. Avrupa Birliği ise anlaşmada kalmak gerektiğini belirterek ABD’yi birkaç Körfez ülkesiyle birlikte yalnız bırakmıştı. İran’ın tepkisi ise “Basit ve aptalca” şeklinde olmuştu.

Üçüncü Dünya savaşını çıkarmaya çok istekli görünen ABD Başkanı Trump, 2015 yılında İran ile ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya arasında imzalanan nükleer anlaşmadan çekilme kararı aldığını açıklamıştı. Trump, İran’ın nükleer anlaşmanın gerekliliklerini yerine getirmediğini iddia etmiş ve bu sebeple ABD’nin anlaşmadan çekildiğini vurgulamıştı. Yapılan anlaşmanın bölgeye barış getirmediğini ve getirmeyeceğini öne süren Trump, ABD’nin anlaşmanın düzeltilmesi konusunda çağrıda bulunduklarını ama bunun işe yaramadığını hatırlatmıştı.

Yaptırımlar yeniden devreye sokulacaktı!

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, İran’a yaptırımların yeniden yürürlüğe girdiğini ve bu süreçte İran’la yeni iş sözleşmeleri imzalanmaması gerektiğini açıklamıştı. ABD Hazine Bakanlığı’nın hangi yaptırımların hangi periyotlarda uygulanmaya başlanacağını detaylarıyla kamuoyuna duyurulacağını kaydeden Bolton, “Başkanın bugünkü uyarılarıyla anlaşma imzalandığında var olan yaptırımlar hemen yeniden yürürlüğe girmiş olacaktır. Artık yaptırımlar kapsamına giren ekonomi alanlarında yeni iş sözleşmesine izin verilmemektedir.” değerlendirmesini yapmıştı.

ABD kendi ürettiği bahanelerle İran’ı vuracaktı!

“6 Şubat 2017 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump, Barack Obama yönetimini P5+1 ile birlikte İran’la imzaladıkları nükleer anlaşmadan ötürü ağır bir şekilde eleştirmiş ve: “Ülkemiz onların umurunda değil. Onlar bir numaralı terörist devlet. Her tarafa para ve silah gönderiyorlar. …Ülkemize saygıları yok.” ifadesini kullanmak suretiyle söz konusu anlaşmayı bozduklarını açıklamıştı. Trump, bu açıklamasını Savunma Bakanı James Mattis’in Japonya’da temaslarını sürdürürken Japon basınına verdiği; “İran söz konusuysa, bu, dünyada terörizmin tek büyük devlet sponsorudur. Görmezden gelmenin faydası yok, reddetmenin faydası yok” şeklindeki beyanatından sadece iki gün sonra yapmıştı. Başkan Trump ve Pentagon’un Şefi Mattis’i böylesi bir açıklamaya iten gelişme, İran’ın 29 Ocak 2017 tarihindeki orta menzilli balistik füze deneme yapmasıydı. Nitekim Washington yönetimi bu gelişme üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) acil toplantıya çağırmıştı. Bu deneme, hiç kuşkusuz, bu anlaşmadan en başından itibaren rahatsız olan ABD’li muhafazakâr/şahin kanadın elini kuvvetlendirmiş ve o tarihten itibaren İran nükleer anlaşması tehlikeye girmişti. Dolayısıyla perşembenin gelişi çarşambadan belliydi ve o tarihten itibaren başta İran ve P5+1 Üyesi ülkeler olmak üzere tüm dünyayı bu anlaşmadan çekilmekle tehdit eden Başkan Trump sonunda dediğini yapmış ve tüm uyarılara rağmen geçtiğimiz salı günü nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklamıştı.

Trump, aslında burada sadece nükleer anlaşmadan çekilmedi; İran’ı niçin ve hangi gerekçeyle vuracaklarını da tüm dünyaya ilan etmiş bulunmaktaydı. Bir tek “ya bizimlesiniz ya da İran’la” demediği kalmıştı. Bu kapsamda ortaya koyduğu gerekçeler; ABD’nin bundan sonraki süreçte İran’a yönelik nasıl bir tutum sergileyeceğini ve hangi hususları birer “meşruiyet” gerekçesi olarak kullanacağını göstermesi açısından önem taşımaktaydı. Bunun için öncelikle söz konusu açıklamaya bir bakalım. Trump aynen şu ifadeleri kullanmıştı: “İran terör örgütlerine destek vermektedir. İran terörün devlet sponsorudur. İran, Hizbullah, Hamas, Taliban ve El Kaide’nin destekçisidir. İran’la olan nükleer anlaşma İran’ın uranyum zenginleştirmesini sağladı. Bu anlaşma utanç vericidir. Bu tek taraflı bir anlaşmadır. Nükleer anlaşmaya izin verirsem Ortadoğu’da silahlanma yaşanacak. Bu anlaşma İran’ın bölgedeki amaçlarını engellemedi. İran’ın nükleer bombasını bu kokuşmuş anlaşmayla önleyemeyiz. İran’la yapılan anlaşmadan çekiliyorum. 2015’te askıya alınan İran yaptırımları yeniden uygulanacak.”

İran’ı daha önce Devrim Muhafızları Ordusu üzerinden “terörist” bir devlet olarak gösteren ve bunu Haşdi Şabi ile pekiştiren ABD, şimdi doğrudan doğruya İran’ı bir “terörist devlet” olarak ilan etmekte; aynen Libya, Irak, Afganistan vb. örneklerde olduğu üzere… Dolayısıyla bu açıklamayla birlikte İran, ABD açısından vurulması gereken yeni “Haydut Devlet”, “Başarısız Devlet” konumuna taşınmıştı. Dikkat çekici bir diğer husus ise, ABD’nin tüm günahlarını İran’a yıkmaya çalışmasıydı. Düne kadar Taliban ve El Kaide’nin kurucusu olarak bilinen ABD’nin İran’ı bu iki örgütün destekçisi olarak tüm dünyaya lanse etmesi bunun en önemli kanıtıydı. Yarın bir gün buna DEAŞ/IŞİD’i de ilave ederse hiç şaşırmayalım. Ne de olsa karşımızda bir “Yalan İmparatorluğu” vardı.[1] yorumları üzerinde durulmalıydı.

Bunun hemen arkasından İsrail ile Suriye ve İran arasındaki gerilim çatışmaya dönüşmüş bulunmaktaydı. İsrail, işgal altındaki Golan'daki bulunan İran hedeflerini tanklarla vurmaya başlamıştı. Suriye füzelerle cevap vermeye kalkışınca İsrail savaş uçaklarıyla bombalamıştı. İsrail "Bölgedeki tüm İran hedeflerini vurduk" derken, Rusya, İsrail füzelerinin yarısının havada imha edildiğini açıklamıştı.

Suriye'nin güneyinde de kriz büyüyüp yaygınlaşmaktaydı. İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü'nün Suriye'den, İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'ndeki üslere doğru yirmi kadar roket atılmıştı. İsrail ise buna tanklar ve savaş uçaklarıyla karşılık vermeye başlamıştı. Bölgede sirenler çalarken, çatışmanın ABD Başkanı Donald Trump'ın İran kararından sonra gelmesi dikkatlerden kaçmamıştı. İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, Suriye'deki bütün İran altyapısının vurulduğunu açıklamış, Rusya Savunma Bakanlığı ise, İsrail'in Suriye'ye attığı füzelerden yarısından fazlasının Suriye hava savunma sistemleri tarafından havada engellendiğini duyurmuşlardı. Suriye'nin Kuneytra ilindeki yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre, İsrail güçleri işgal altında tuttuğu Golan'dan Suriye'nin güneyinde Beşşar Esed rejiminin kontrolündeki Kuneytra iline bağlı Baas ve Hadar kentine tank atışlarını yoğunlaştırmıştı.

AKP iktidarı İsrail aleyhine atıp tutarken Kuzey Irak petrolü Türkiye üzerinden İsrail'e mi satılmaktaydı?

Kahire’deki Amerikan Üniversitesi tarafından yayımlanan Kahire Uluslararası İlişkiler İncelemesi’nde yer alan bir makalede çarpıcı bilgilere yer almıştı. Tarihçi ve Enerji Endüstrisi Bilimcisi Ellen Wald’a göre; Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden (IKBY) Türkiye’nin Ceyhan Limanı’na gelen ham petrol tankeri “gizemli” bir şekilde radardan kaybolup, İsrail’in Aşkelon Limanı’nda ortaya çıkmaktaydı. Buna göre, Ceyhan Limanı’ndan çıkan tankerler, kimlik değiştirerek İsrail'e Petrol taşıyorlardı!

Tarihçi ve Enerji Endüstrisi Bilimcisi Ellen Wald, konuyu anlattığı makalede olayın şahidi olan Kuveytli petrol tüccarına dayandırdığı iddiasında şunları yazdı:

İsveç’te yaşayan Kuveytli petrol tüccarı Samir Madani, gemi ve filoların varil ve rafine ürün miktarını günlük olarak takip eden “TankerTrackers.com” web sitesini kurmuşlardı. Madani, Kasım 2017’de Kuzey Irak’ın petrolünün taşındığı Ceyhan Limanı’ndan Süveyş Kanalı’na giden 1 milyon varil petrol taşıyan tanker Valtamed’in, Doğu Akdeniz’de İsrail’e yakın bir yerlerde aniden durduğunu ve kimlik transponderinin (bir nevi sinyal) kapatıldığının farkına varmıştı. Madani 10 gün sonra tankerin yeniden ortaya çıktığında yüklerinin boşaltıldığını anlamıştı.

İsrailli yetkililer soruları cevapsız bırakmıştı.

İsrail’in Haaretz gazetesinden olayı araştıran Yaron Cohen-Tzemach konuyla ilgili ulaştığı İsrailli yetkililerden herhangi bir cevap alamamıştı. Konuyla alakalı sorulan sorulara, Haifa ve Trans-Israel Boru Hattı şirketindeki yetkililer, ticari konularla ilgili yorum yapamadıklarını söyleyerek cevapsız bırakmışlardı.

Üstelik ABD Temsilciler Meclisi, Ulusal Savunma Yetki Yasası'nı (NDAA) görüşmeye başlamıştı. Yasa taslağı, Pentagon Kongre'ye ABD-Türkiye ilişkileriyle ilgili rapor sunana kadar, Ankara'ya büyük silah satışlarının askıya alınmasını öngörüyordu. Daha önce de F-35’lerin Türkiye’ye teslimatını engellemek için ABD Kongresi’ne yasa tasarısı sunulmuştu. ABD Kongresi'nin alt kanadı Temsilciler Meclisi'nin Silahlı Hizmetler Komisyonu, yıllık Ulusal Savunma Yetki Yasası'nı (NDAA) tartışmaya başlamıştı. Savunma harcamalarının düzeyine dair düzenlemeler koyan ve paraların nasıl kullanıldığına dair kontrol mekanizmaları oluşturan NDAA, askeri harcamaları, modernleştirmeleri ve tasfiyeleri en ince ayrıntılarına dek belirlemekte yetkili kılınmıştı. Reuters haber ajansı, Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komisyonu'nun çoğunluktaki Cumhuriyetçi ve azınlıktaki Demokrat üyelerinin elindeki özetlere ulaşmıştı. Reuters'a göre, yasa taslağı, Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) ABD ile Türkiye arasındaki ilişki hakkında bir rapor sunmasını ve bu rapor tamamlanana kadar Türkiye’ye büyük savunma ekipmanlarının satışına yasak konulmasını kapsamaktaydı.

ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdığı gün çıkan olaylarda patlama yaşanmıştı. Filistin sokağa inerken İsrail katliama başlamıştı. Gazze’de İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 100 kişi hayatını kaybederken 1900’den fazla kişi ateşli silahlarla yaralanmıştı.

Üç büyük dinin kutsal mekânlarına ev sahipliği yapan Kudüs, tarihinin en zor dönemlerinden birine tanıklık yapmaktaydı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Aralık ayında açıkladığı karar uyarınca, Tel Aviv’den taşınan ABD Büyükelçiliği Kudüs’te açılmıştı. Trump yönetiminin, taşınma törenini İsrail’in 70’nci kuruluş yıldönümüne denk getirmesi de kasıtlıydı. Filistinliler haklı olarak sokaklara çıkmış, İsrail askerleri ise göstericilere gerçek mermilerle saldırmıştı. Gelen haberlere göre Gazze'de ölü sayısı 100’e çıkmıştı. Üç bine yakın Filistinli de yaralanırken, bunlardan bin 900'ünün gerçek mermilerle vurulduğu açıklanmıştı. İsrail havadan İHA'ları kullanarak göstericilerin üzerine göz yaşartıcı bombalar atmaktaydı. Büyükelçiliğin taşınacağı cadde İsrail ve ABD bayraklarının yanı sıra “Siyon dostu Trump” ve “Trump İsrail’i büyük yaptı” yazılı billboardlar asılmıştı. Törene gelmeyen ABD Başkanı Trump yaklaşık 800 davetliye telekonferansla katılmıştı. Törene ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Sullivan, Hazine Bakanı Mnuchin ile Trump’ın damadı Yahudi Kusner ve kızı İvanka katılmışlardı.

AKP yetkilileri ve iktidar yöneticileri kuru sıkı çıkışlarla ucuz kahramanlık yaparken: “İsrail ile yapılan anlaşmalar İPTAL EDİLSİN” önerisinin mecliste AKP’li vekillerin oyları ile reddedildiği ortaya çıkmıştı.

Meclis’te İsrail ile yapılan anlaşmaların iptaline yönelik önergenin, AKP'lilerin oylarıyla reddedildiği anlaşılmıştı. İstanbul Milletvekili Ali Şeker, Twitter hesabından yaptığı paylaşımla İsrail ile yapılan anlaşmaların iptal edilmesinin AKP oylarıyla reddedildiğini açıklamıştı. Ali Şeker'in paylaşımında: "Filistinlilerin katledilmesi sonrası Mavi Marmara Anlaşması dahil İsrail ile yapılan tüm anlaşmaların iptal edilmesi önerisi AKP oylarıyla reddedildi. AKP İsrail ile anlaşmaya devam dedi." ifadeleri yer almıştı.[2]

Anlaşılan 25 Haziran'dan itibaren Türkiye'ye "Afrin'den çık" baskıları daha da yoğunlaşacaktı. ABD, Suriye'de Mısır'a da kritik bir rol vermeye çalışmaktaydı. Bu yüzden, Suriye'de çeşitli noktalarda konuşlandırılmak üzere Mısır'a 7 bin kişilik güç hazırlatılmıştı. Irak yönetimi de İran'a karşı tavır değişikliğine başlamıştı. ABD de İran’ın desteklediği Haşdi Şabi'yi Kerkük'te kışkırtıp bu maksatla Şii nüfusu birbirine kırdırmak için ayaklanma çıkaracaktı. ABD zaten İran'da isyan ve ayaklanma başlatmak üzere sürekli uğraşmaktaydı. Kıbrıs üzerinde oynanan "Guterres" planını da bu tezgâhlardan ayrı düşünmemek lazımdı. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın bu şer planına hangi masalarda hazır kılındığını, neyin karşılığında ve hangi desteklerle mutabakata varıldığını gerçekçi gözlerle görmeye çalışmalıdır. Birileri, birilerine, "Akdeniz'de petrol/doğalgaz arama işine sakın ha sesinizi çıkarmayın" demiş olmasındı?.. Vee Türkiye’ye "25 Haziran'dan itibaren İran'a karşı bizim yanımızda yer alacaksınız" şartı koşulmasındı? Maalesef Türkiye’de çoğu şey görünenden ve söylenenden çok farklıydı. Baskın seçim sürecini hızlandıran kilometre taşlarından biri olan ABD eski Dışişleri Bakanı Tillerson ile sarayda Mevlüt Çavuşoğlu'nun tercümanlığında yapılan o 3 buçuk saatlik görüşme ile ilgili bütün gerçekler halâ bir sırdı. 25 Haziran itibarıyla "İran'ın Şii yayılmacılığı büyük tehlikedir. Bunun önüne geçmeliyiz" çıkışlarının "eyt ABD" kabadayılıkları ile yer değiştirdiğini görürseniz sakın ha şaşırmayın” yorumları ve uyarıları haklıydı.

Bu arada ABD PKK ile masaya oturmuşlardı!

Afrin harekâtının ardından Menbiç'te PKK'ya kol kanat germeyi sürdüren ABD, PKK ile masaya oturmuşlardı! ABD'li generallerin PKK'lılarla yaptıkları toplantının skandal görüntüleri medyaya sızmıştı. Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyinde bulunan Afrin bölgesindeki terör örgütlerine yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı'nın başlangıcından bu yana, Irak ve Suriye'de bulunan DEAŞ ile mücadele koalisyonundaki ABD'li generaller ilk kez ana omurgasını terör örgütü PKK'nın oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri'nin (DSG) temsilcileri ile buluşmuşlardı. 1 Mayıs'ta başlatılan Deyrizor operasyonunun görüşüldüğü toplantının fotoğrafları koalisyonun sosyal medya hesabından paylaşılmıştı. Oysa iktidar“ABD ile birlikte PKK’yı devre dışı bırakacakları” palavrasıyla halkımızı oyalamaktaydı.

Rahşan Ecevit Affı gibi, PKK’lıların Anayasa Mahkemesince salınmasını sağlayacak hazırlıklar mı yapılmaktaydı?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, af önerisine ilişkin, "Çok ciddi sosyal ve toplumsal boyut kazanmış, ihtiyaç haline gelmiş, kanayan bir yaraya dönüşmüş mühim bir meseleyi milletimizin gündemine taşıdık. Bu konuda da kararlıyız ve sözümüzün ardındayız." ifadesini kullanmıştı. Sn. Bahçeli, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, İngiltere'ye gitmeden önce "Af gündemimizde yok." sözlerini değerlendirirken şu görüşleri aktarmıştı: "Biz kendi gündemlerinde olsaydı zaten destek verir, müspet kanaatimizi kendileriyle paylaşırdık. Ancak gündemlerinde olmadığı için bir görüşümüzü, çok ciddi sosyal ve toplumsal boyut kazanmış, ihtiyaç haline gelmiş, kanayan bir yaraya dönüşmüş mühim bir meseleyi milletimizin gündemine taşıdık. Bu konuda da kararlıyız ve sözümüzün ardındayız. Sayın Başbakan 'Teröristlere kesinlikle af yok.' diyor. Biz de bunun aksini söylemiyoruz. Bizim de kast ettiğimiz zaten budur. Biz, kendi gündemimizi seslendirdiğimiz gibi on binlerce mağdurun, kader kurbanının hakkını da hukukunu da müdafaa edeceğiz, devamlı dillendireceğiz. Allah'ın izniyle affın çıkacağını ümit ediyorum."

R. Erdoğan'ın 14 Mayıs’ta başlayan İngiltere ziyareti öncesinde satışı bağlanan Hürriyet gazetesinde yeni Büyükelçi Sir Dominicik Chilcott ile yapılan röportaj manşete taşınmıştı. Klasik sinsi İngiliz diplomasisinin buram buram koktuğu söyleşide Büyükelçi hazretleri şunları yumurtlamıştı: “YPG'yi terör örgütü listesine almamışlar ama, YPG ile PKK bağlantılarını görüyorlarmış!.." Peki bu bağları gördükleri halde YPG'yi terör listesine almak için daha ne bekliyorlardı?.. Yoksa Chilcott, "tatlı dil forumu"na katılmak için İngiltere'ye gidecek Erdoğan'ın elini rahatlatmak için mi bunları konuşmuşlardı?

Seçim kararı alınmadan bir hafta önce, İngiltere derin devletine bağlı bulunan ve PKK yanlısı olarak tanınan kısa adı DPI olan Democratik Progress İnstitute'de AKP'li Efkan Ala, Mehdi Eker ve Taner Yıldız'ın ne yaptığı halâ yanıtını aramaktaydı? DPI'nın CEO'su eski"Kurdish Human Rigahts Project" direktörü Kerim Yıldız ve İngiliz derin devlet elemanları ile neler görüşüldüğü niye açıklanmamıştı? Yoksa yeni bir "çözüm süreci" mi tezgâhlanmaktaydı?” diyenler haksız mıydı? Ve Sn. Bahçeli’nin gündeme taşıdığı ve ısrarcı davrandığı “AF” meselesi bu sürecin ilk adımını mı oluşturacaktı?

3. Dünya Savaşı yaklaşmakta, Türkiye kuşatılmaktaydı!

Evet, artık birileri düğmeye basmıştı. Çok tehlikeli bir gidişat vardı. İslam üzerinden sonuç almak için şeytanın aklına gelmeyecek planlar yapılmıştı. Aynı anda ABD, Fransa ve Suudi Arabistan ve Vatikan’ın harekete geçmesi hayra yorulamazdı. Fransa'da, aralarında eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, üç eski Başbakan, Yahudi ve Hıristiyan cemaati temsilcileriyle yazarların da bulunduğu 300 kişi bildiri yayınlamıştı.

Kur'an-ı Kerim'den "şiddet ve Yahudi karşıtı fikirleri yaydığı gerekçesiyle bazı ayetlerin çıkarılmasını" talep edecek kadar küstahlaşmışlardı. Aynı süreçte ABD, Büyükelçilik binasını Kudüs'e taşımak için çalışmalar başlatılmıştı. Tabelalar, levhalar hazırlanıp yollara asılmıştı. Bütün bunların yanında Veliaht Selman da boş durmamaktaydı. Selman geçtiğimiz Ekim'de "Ilımlı İslam" diyerek yola çıkmıştı. Şimdilik gelinen noktadaMedine'ye Kilise Yapılacaktı! Vatikan'da dinler arası diyalog dairesinden Fransız Kardinal Jean-Louis Tauran ile Dünya Müslümanlar Birliği Genel Sekreteri Şeyh Muhammed bin Abdülkerim El-Issa kilise için gereken imzayı atmıştı. Hatırlayınız,Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammet Bin Selman, Lockheed Martin ile 8 Nisan'da California'da çok önemli bir görüşme yapmıştı. Lockheed Martin Başkanı Marillyn Hewson'la şirketin tesislerini gezen Veliaht Prens Selman, ardından özel bir malikâneye geçip Marillyn Hewson ve Lockheed Martin'in gerçek patronuyla 2 saati aşan bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmenin Lockheed Martin'in Ortadoğu'nun yeni patronu olmak için yapıldığı sırıtmaktaydı. Çünkü aradan bir ay geçtikten sonra, Vatikan kaynakları, "Suudi Arabistan'ın Medine kentine yakın bölgede bir kilise inşa etmek istiyoruz. Bu talebe Suudi yetkililer de onay verdi" açıklamasını yapmış, Arabistan ise bunu yalanlamamıştı.

Evet, buna göre Vatikan, Medine'de bir Katolik Kilisesi açacak, atamalar da bizzat Papa tarafından yapılacaktı. Hatta bununla birlikte mukaddes toprakların pek çok bölgesi Hıristiyanlara açılacaktı. Böylece Lockheed Martin, Kilise ile bölgeye sızacaktı. Pentagon Ortadoğu'yu Arabistan üzerinden yönetmeye başlayacaktı. Kilise inşaatının tamamlanmasıyla birlikte geçecek 12 aylık sürede, Arabistan'a 60 bin Hıristiyan taşınacaktı. Belki şu an çok kişi farkında değil ama Hz. Muhammed'in (SAV) mübarek kabrinin olduğu kente yakın bölgede kilise inşaatına hazırlık yapılmaktaydı. Ayrıca İsrail'in aynı bölgedebüyükelçilik binası gibi adımları da sıradaydı. Velhasıl, tansiyonu tırmandıracak ne varsa yapılmaktaydı. Bölgeyi karıştıracak adımlar tek tek atılmaktaydı. Kesin olan şu ki bu adımların büyük sonuçları olacaktı. Pentagon silah lobisinin Mukaddes Topraklarda Oyun Kurmaya Başlaması 3. Dünya Savaşı hazırlığıydı. Kral Abdulaziz Bilim ve Teknoloji Şehri de, bizzat Pentagon tarafından yönetilmiş olacaktı. Pentagon'un Arabistan'a bu kadar baskı kurmasının nedeni, ARAMCO'yu elinden kaçırmamaktı. Eğer Vatikan kilisesinin inşası gerçekleşirse, ARAMCO da Pentagon tarafından yönetilmeye başlanacaktı.

Paraya karşı silahın gücünün çok daha etkin olduğu günler yaşanmaktaydı. Her geçen gün silahın gücü daha da artmaktaydı. 1 trilyon dolar verseniz de Medine'ye kilise yaptıramazdınız. Ancak bir dolar bile harcamadan, hatta silah da kullanmadan kilise yaptırma kararı alınmıştı. Mısır lideri Sisi de bir süre önce Veliaht Prens Selman'la bir araya gelmiş ve Sisi de "Ilımlı İslam çok önemli" demeye başlamıştı. Mısır bloku da tamamen Washington'dan yönetildiği için bu açıklama yapılmıştı. Maalesef çok güçlü ve tehlikeli adımlarla Ortadoğu yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktaydı. Ama bunun için yine Arap Baharı benzeri bir ayaklanma lazımdı! Ancak bu ayaklanmanın kanlı olması şarttı. Çünkü ancak o zaman askeri müdahaleye bahane doğacaktı. NATO da bölgedeki karışıklıkları önlemek için inisiyatif alacak ve gerekeni yapacaktı. Artık bölgede sular çok ısınmakta, Pentagon gittiği her yeri karıştırmaktaydı. Bunlar Batı'da devamlı yazılıp konuşulanlardı. Yine hedef İslam Topraklarıydı. Belli ki; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yeterli olmamıştı. Enerjinin ve dolayısıyla paranın olduğu mukaddes topraklar "Ilımlı" denilerek Siyonizm’in hizmetine sokulacaktı. Daha fazla kaos, daha fazla kan ve daha fazla dolaruğruna bölgemiz karıştırılmaktaydı.”[3]

Kızıldeniz ve Akdeniz İşte bu şeytani amaçlarla uçak gemileri ve savaş sistemleri ile doldurulmakta, Suriye ve İran bahanesiyle Kıbrıs ve Türkiye kuşatılmaktaydı. Yapılacak başkanlık seçimlerine asıl bu pencereden bakmak ve ona göre davranmak lazımdı. Evet, tarihi hesaplaşma kaçınılmazdı ve oldukça yaklaşmıştı! Ve bunun sonunda, inşaallah Erbakan Devrimi tamamlanmış olacak; O’nun “Lider Ülke, Türkiye” sevdası ve “Yeni Bir Dünya” davası hedefine ulaşacaktır. Artık ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde; farklı din ve düşünceden, ayrı kültür ve kökenden bütün toplumların temel insan haklarını, barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlayacak Adil Düzen Projeleri uygulamaya konulacaktır. Böylece Aziz milletimiz ve insanlık alemi; yüksek ahlaki ve hukuki değerlerin, gerçek ve etkin bir demokrasinin, örnek ve seviyeli bir laikliğin tadına ve huzurla varacaklardır.

 


[1] mehmetseyfettinerol@milligazete.com.tr

[2] Haberarasi.com – 15.05.2018

[3] https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/05/08/tehlikeli-adim

 

Yorum Yaz