Şubat 14 15:43

CEMAAT’İN, KARANLIK TAKIMIYLA HİZMET KADROLARI FARKLIDIR!

CEMAAT’İN, KARANLIK TAKIMIYLA HİZMET KADROLARI FARKLIDIR!

CEMAAT’İN, KARANLIK TAKIMIYLA HİZMET KADROLARI FARKLIDIR!

Milli Çözüm Dergimizin Mart 2013 sayısında: “Zaman Gazetesi, Türkiye’nin Heartz’i mi?” isimli, Fetullahçıların Yahudi Lobileriyle ilişkilerini ortaya koyan şu yazımızı paylaşmıştık:

Geçen ay, Ankara, Kırıkkale, Konya, Mersin, İzmir ve Adana illerimizdeki konferans ve sohbetlerimiz ve fuarlardaki kitap imza günlerimiz vesilesiyle pek çok eskimez dostlarla hasret giderme ve onlardan çok çarpıcı bilgiler dinleme fırsatını yakalamıştık. Manisa’dan, 50 yıldır ideal ve istikametini asla değiştirmeyen sadık kardeşim R. K. anlatmıştı:

“Şimdi Cemaatin Sudan Genel İmamı olan oğlum, daha önce Kıbrıs İmamı iken ziyaretine gitmiştim. Kendi özel bürosunda: Karanlık bir dünya haritasının üzerinde güneş gibi doğan ve her tarafı aydınlatan kabartma ve lazer ışınlarıyla donatılma bir “Rockefeller” panosunu görünce hayret etmiştim.

Oğluma dönüp, “Bu Rockefeller’in Siyonist sömürü sisteminin ve zalim dünya düzeninin en tepesindeki Yahudi ailesi olduklarını ve bunların İslam ve Türkiye düşmanı bilindikleri halde, nasıl oluyor da sizin Ilımlı İslam hizmetlerinize küresel destek sağladıklarını?” sorduğumda ise, suçüstü yakalanmanın verdiği tedirginlikle şaşırıvermiş ve “bazı arkadaşlar herhalde süs olsun diye oraya asıvermiş!” gibi mazeretlerle konuyu geçiştirmişti.”

Ve yine Adana’dan çok değerli ve dava dertlisi kardeşim S.M.Y., misafir kaldığım sadık dostum Bekir Başak’ın evinde ve hazır bulunan dört-beş dostun içerisinde şunları nakletmişti:

“Geçenlerde, davet üzerine katıldığım özel bir CEMAAT sohbetinde, ilimizdeki etkin ve yetkin temsilcilerine sordum: “Bazı güvenilir çevrelerden, Masonluğun alt kurumları olan ve Siyonizm’in ilk ve ortaokulu sayılan, Rotary ve Lions Kulüplerinin, Cemaatin her türlü hizmet ve faaliyetlerine katılıp birlikte çalıştığınızı dinledim. Gerçekten böyle bir irtibatınız var mı?

Ben “Yok canım, böyle sapkınlık olur mu, bunlar uydurma iddialardır” şeklinde bir yanıt beklerken, dönüp bana: “Evet, doğrudur ve bu gayet normal bir durumdur. Bu yaygın ve saygın hizmetlerimize katkı sağlayan, destek çıkan ve uluslararası etkinliği bulunan Lionslarla işbirliği içinde çalışmamız, akıllı bir tutumdur ve lüzumludur!” deyince hayrete düşmüş ve şaşırıvermiştim.”

İşte bu yazımızı okuyan ilgili şahıs, babasını arayarak “Bunları Milli Çözüm ekibine niye anlattığını?” sorgulayıp sıkıştırmaya başlamış, babasının şefkat damarını ve “aile bağlarını” istismar edip bu yazının sitemizden kaldırılması için R. K. ağabeyimize telefon açtırmıştı. Bu yaklaşım, tarih boyunca böylesi tiplerin ortak tavrıydı: aktarılanların yalan ve yanlış olmadığını elbette biliyorlardı, onlar Rockefeller gibi şeytani odaklara hizmetkârlığın günahından değil, deşifre olmanın sakıncalarından korkup telaşlanıyorlardı. Oysa biz sadık bir babanın, beyni yıkanmış bir evladıyla ilgili anısını bir kelime ilave etmeden ve eksiltmeden aynen aktarmış ve halkımızı sinsi bir tahribata karşı uyarmıştık.

Anlatılanları bizimle beraber dinleyen iki şahidimiz de vardır. Üstelik “bunlar doğru, ama lütfen siteden kaldırın!” şeklindeki telefon konuşmaları da kayıtlıdır. Bize mahkeme açılıp “Bu iddiaların yalan ve iftira olduğu konusunda mukaddesatı üzerine yemin edilip, resmen tekzip kararı çıkartılmadıkça” bu yazılanlar yerinde kalacaktır. Cenabı Hak öz evladımız, ailevi ve siyasi çıkarlarımız, dünyevi makam ve rahatımız uğruna; Allah’ın rızasını, davamızın hatırını ve ahret yatırımını feda etmek gafletine inşallah bırakmayacaktır. Şu ayeti kerimeleri tekraren ve dikkatle okumanın tam zamanıdır:

“Ey iman edenler Allah’a ve Resulüne (ve İslami çizginize) hainlik etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.” "Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan vesilesidir). Allah yanında ise büyük bir mükâfat vardır." (Enfal: 27-28)

De ki: 'Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, (Şayet) sizlere Allah'tan, O'nun Resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten (Hakkı söylemekten ve sahiplenmekten) daha sevimli (ve önemli) ise, artık Allah'ın (zillet) emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe: 24)

Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (ve topluluğu şu halde) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran (ve şeytani odaklarla irtibatlı olan) kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. (Gerçek ve sadık Müslümanlar) Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın partisidir. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın partisi olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücadele: 22)

ABD Yahudi Lobileriyle işbirlikçileri arasında köprü görevi yaptığı bilindiği için sağcısından solcusuna, PKK’lısında İslamcısına bakınız kimler Gülen’e geçmiş olsun kuyruğuna girmişti?

ABD’de yaşayan Fetullah Gülen 12 saatliğine hastaneye yatınca başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Başbakan Erdoğan olmak üzere TÜSİAD’cı işadamlarından yazar ve yorumcu takımına, hemen Fetullah Gülen’i arayarak “Geçmiş olsun” dileklerini sunmuşlardı. Fetullah Gülen de kendisine “geçmiş olsun” diyenlere Zaman gazetesinden teşekkür mesajı yayınlamıştı. Gülen’in iki tam sayfalık ilanında teşekkür ettiği kişilerin bazıları şunlardı:

AKP’li siyasetçi ve bürokratlar:

Bülent Arınç, Ali Babacan, Faruk Çelik, Erdoğan Bayraktar, Ahmet Davutoğlu, Sadullah Ergin, Taner Yıldız, Suat Kılıç, Zafer Çağlayan, Binali Yıldırım, Yalçın Akdoğan ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu.

CHP, MHP, BBP ve BDP’li isimler:

CHP Genel Başkan yardımcıları Gürsel Tekin ve Erdoğan Toprak, MHP TBMM Grup Başkanvekili Oktay Vural, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk, BDP’li Sırrı Süreyya Önder, eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Alpaslan Türkeş’in eşi Seval Türkeş.

Zahit Akman, Taha Akyol, Enis Berberoğlu, Eyüp Can, Mehmet Demir, Deniz Zeyrek.

İşadamları ve sivil toplum kuruluşlarından olanlar da şunlar:

TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, ISO Başkanı Erdal Bahçivan, Mustafa Koç, Bülent Eczacıbaşı, Ferit Şahenk, İshak Alaton, Hacı Boydak, Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet, Ali Sabancı, Fettah Tamince, Adnan Polat, Hamdi Akın, Mustafa Süzer, Ethem Sancak, Mehmet Ali Yalçındağ. Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Cengiz Hortoğlu, Türkiye Musevileri hahambaşısı İsak Heleva.

Sözcü'ye göre 'Gül, Gülen ile gizlice buluşmuşlardı'

Sözcü Gazetesi, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısı için ABD'de bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün gizlice Fetullah Gülen'le görüştüğünü ve görüşmede yeni parti üzerinde konuşulduğunu yazmıştı. Sözcü Gazetesi'nin haberine göre BM Genel Kurul toplantısı için ABD'de bulunan Cumhurbaşkanı Gül, hafta sonunda yaklaşık 14 yıldır ABD'de yaşayan Fetullah Gülen'le kritik bir görüşme yapmıştı. Görüşme New York'ta gerçekleşmiş. Pennsylvania'da yaşayan Gülen, yaklaşık 5 saatlik yol kat edip Gül'le kaldığı otelde buluşmuşlardı.

Bu arada ABD’ye giden CHP Heyetinin, Amerika’nın Suriye müdahalesine onay veren düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü ve Amerika Gelişim Merkezi’ni ziyaret etmesi dikkatlerden kaçmamıştı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) heyeti New York’ta Birleşmiş Milletler kapsamındaki Sosyalist Enternasyonal toplantısına katılmak için gittiği Amerika’da CIA’ya yakınlığıyla bilinen bazı kuruluşları ziyaret etmesi enteresandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile aynı günlerde Amerika’da olan ve aralarında CHP Genel Başkan Yardımcıları, Faruk Loğoğlu ve Umut Oran’ın da bulunduğu heyet Suriye’ye müdahale konusunda ‘evet’ oyu kullanan şu kuruluşlarla temaslarda bulunmuşlardı: Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Pentagon, Brookings Enstitüsü, Amerika Gelişim Merkezi ve Amerika İsrail Kamu İşleri Komitesi (AİPAC).

Erbakan aleyhine 28 Şubat’ı tezgâhlayan ABD Yahudi Lobileri, şimdi Fetullah Gülen’e ve CHP heyetine neden destek vermekteydi?

Cemaat’in gazetesi Zaman’ın yazarı Hüseyin Gülerce, Meclis’e giren türbanlı milletvekilleriyle ilgili “Demokratikleşme yolunda zor bir geçidi daha geride bırakmış olduk” demiş ve yazısını şöyle tamamlamıştı:

“(…) Meclis’in dünkü olgunluğu şüphesiz 14 yıl önce kendisine yemin ettirilmeyen Sayın Merve Kavakçı’nın o yalnız, üzüntülü halini de hatırlattı. Merve Kavakçı yalnız ve müdafaasızdı. Ama şimdi onun konumundaki milletvekilleri dört kişiydiler ve yalnız bırakılmamışlardı”[1]

Peki, o gün Merve Kavakçı’nın “yalnız, müdafaasız, mutsuz” olduğunu yazan; “Demokratikleşme yolunda zor bir geçidi daha geride bırakmış olduk” diye hatırlatan Hüseyin Gülerce, bundan 14 yıl önce, yani Merve Kavakçı’nın Meclis’e türbanlı girmesiyle birlikte yaşanan krizle ilgili neler yazmıştı?

4 Mayıs 1999 tarihli Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce’nin köşesinden birlikte okuyalım:

“Bir bayan milletvekilinin yemin meselesi küllenmiş bir krizi, bir kutuplaşmayı yeniden hortlattı. RP'nin (Milli Görüş, Adil Düzen N.G.) çizgisini terk edip yeni bir çizgi, yeni bir söylem sahibi olacağı beklenen FP yeniden bir eski siyasetçinin (Erbakan) politik hesaplarına hapsoldu. Daha açık söyleyelim. Sayın Erbakan'ın baskılarıyla Sayın Merve Kavakçı seçilecek yerden aday gösterilmeseydi Meclis daha ilk gününde 28 Şubat'ı çağrıştıran bir gerilimin ve krizin içine girmeyecekti.”

İşte Fetullah Gülen ve takipçileri bu Erbakan karşıtlığı ve Amerikan yandaşlığı sebebiyle desteklenip öne sürülmekteydi.

Dinler arası diyalog safsatasında yeni ve çok sinsi bir boyuta geçilmişti. Piyasaya sürülen sözlükle güya Hıristiyanlık ve İslam arasındaki kavram kargaşasına son verilecekti!?

Fetullah Gülen eliyle yürütülen tahrif edilen dinlerden birisi gibi gösterilen İslam’ı ifsat çalışmaları hız kesmeden devam ediyordu. Dinler arası diyalog safsatası ile Dinimizi yozlaştırma çalışmaları kapsamında, yeni bir icraata daha imza atılıyordu. İslamiyet’i Hıristiyanlık ile sentezleme çabası içerisine girerek, Allah katında tek din olan İslam’ı özünden uzaklaştırmaya çalışan diyalog erbabı, sözde iki dinin kavramlarını açıklayan yeni bir sözlük hazırlıyordu. Alman Eugen Biser Vakfı’nın himayesinde hazırlanan sözlük, İslami kavramları eğip bükerken, yapılan faaliyetler tehlikenin ne boyutlara vardığını gösteriyordu.

Yüce Allah’ın tüm zamanlarda indirdiği tek din olan İslamiyet’i batıl dinlerle sentezleme çabası içerisine giren ifsatçı zihniyet tahrip ve tahrifatına devam ediyordu. Sözde İslam ile Hıristiyanlık arasındaki kavram kargaşasına son vermek adı altında birleşen Alman ve Türk “din uzmanları” bir sözlük hazırlayarak klişe ve önyargıları kırma vaadinde bulunuyordu. Müslümanlar nezdinde Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi insanların kendi hevalarından yorumlayarak oluşturdukları ve batıl dinleri meşrulaştırma çabasında olanların son icraatı olan sözlük çalışmasının hangi amaca hizmet ettiğini hemen belli ediyordu.

Diyalogcu Zihniyetin Yeni Zehiri

Sözde Hıristiyanlık ve İslam arasındaki kavram kargaşasına son vermek özde ise İslam’ı ifsat için atılan bir adım olan “İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramları” adı altındaki sözlük çalışması diyalogcu zihniyetin çıkardığı diğer kitaplarla benzer özellikler taşıyordu. Hıristiyanlığı meşrulaştırma çabasından başka bir şeyi amaç edinmeyen dinler arası diyalogun meyvelerinden birisi olan bu sözlük güya İslam ve Hıristiyanlıkta “yanlış” anlaşılan kavramları açıklıyordu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yürütülen dinler arası diyalog sempozyumlarında dinler arasında bir kavram çatışması olduğu söylenen Alman Eugen Biser Vakfı, kolları sıvayıp böyle bir sahtekârlık sergiliyordu. Ankara Üniversitesi ile birlikte hareket eden vakıf, “İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramları” sözlüğünü çıkaracağını açıklıyordu.

İslamiyet’te çok eşlilik, cihat, miras paylaşımı gibi kavramların yeniden yorumlanması ihtiyacına ve Hıristiyanlıkta da kendilerince açıklama gereği duyulan konuların varlığına dikkat çeken sözlüğün amacı itibariyle diyalog çalışmalarına hizmet ettiği görülüyordu. 

15 yaşındaki genç kıza tecavüz eden 6 gencin suçsuz bulunup berat ettiği İsveç adaleti ve AB’nin haksız ve ahlaksız kriterleri, Fetullahçılarca ve AKP iktidarınca “Türkiye’nin kurtuluş ümidi ve demokratikleşme süreci” olarak takdim ve takdir ediliyordu.

Her yıl yaklaşık 20 bin kadının tecavüze uğradığı İsveç’te bu suçtan bir erkeğin ceza alması neredeyse imkânsız hale getirilmişti. Yapılan araştırmalara göre her 100 tecavüzden sadece 1’i ceza ile neticelenmekteydi. Stockholm’de, göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bir banliyö bölgesi olan Tensta’da, kız arkadaşıyla birlikte bir ev eğlencesine katılan 15 yaşındaki genç kıza, isteği dışında 15-16 yaşları arasındaki 6 genç tarafından tecavüz edilmişti. Sarhoş olan kız arkadaşını eğlence ortamında yalnız bırakamadığı için evden ayrılamayan genç kız, gençler tarafından bir odaya kilitlenmiş, elbiseleri ve cep telefonu elinden alınarak seks yapılmaya mecbur edilmişti. Öldürülme korkusuyla karşı koyamayan ve hareketsiz kalan genç kıza sırayla tecavüz eden gençler daha sonra kızı sokağa atıp kendi haline terk etmişti. İşte bu tecavüzcüler İsveç mahkemelerinde berat etmişlerdi.

İşte Cemaatin “her şeyi hoşgörü” ödülünü reddedenlerin başlarına bakınız neler gelmişti?

28 Şubat süreciydi. Fetullahçıların Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yıldızı daha yeni parlıyordu. Cemaatin siyasetçilere, sanatçılara, bilim adamlarına, gazetecilere bol keseden “Hoşgörü Ödülleri” dağıttığı günlerdi. MGK’da 28 Şubat Kararları alınmış, Refahyol iktidarı gitmişti. İşte o günlerde Genelkurmay’ın kapısına bir heyet gelmişti. Başlarında Alaattin Kaya görülmekteydi. Heyete ne istedikleri sorulduğunda Vakıf adına bir davetiye sunacakları söylenmişti. Yılın “Hoşgörü Ödülü”nü Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya vermek istemişlerdi. Onun davetiyesini getirmişlerdi. Ancak kapıdan geri çevrilmişlerdi. Sonuçları ise belliydi. O süreçte Erbakan’a karşı darbecileri alkışlayanlar, sonra AB ile ters düşenleri cezaevine tıkıvermişlerdi.

Hoşgörü ve muhabbet fedaileri, Suriye’de “Horgörü ve nefret” çeteleri mi teşkil etmişti?

Eski PKK'lılardan ve cemaat okullarında yetişmiş Fethullah Gülen taraftarlarından oluşan Katibat-ül Taliban adında silahlı bir birlik yapılandırıldığı ve bu birliğin Suriye'deki çatışmalarda kullanıldığı iddia edilmişti. Global Research'in belirttiğine göre, Fransız istihbaratına yakın Paris merkezli Intelligence Online sitesinde, ABD tarafından kurulan birlik, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) saflarında cihat etmekteydi. Intelligence Online sitesinde şu ifadelere yer verilmişti:

“Ankara, Türkiye-Suriye sınırının bir kısmında Suriye Kürt grubu PYD ile savaşmak için, Katibat-ül Taliban adlı Kürt birliğini kurdu. Çoğu yoksul genç Kürtler olan militanlar, birliğe girdikleri zaman 1000 dolar alıyor. Bu gençler, ÖSO ve Nusra Cephesi ile birlikte hareket ediyor. Bunların çoğu, Temmuz sonlarında Tell Helaf kasabasına yapılan saldırıda öldürüldü.”

Sitede belirtildiğine göre, Katibat-ül Taliban'ın kimi mensupları, cezaevlerinde İslamcı olan eski PKK'lılardan oluşuyordu. Fetullah Gülen cemaatinin Kuzey Irak'taki Barzani bölgesinde kurduğu okullarda yetişmiş gençler de bunlara katılıyordu. Liderliğini Abdülhakim Beşar'ın yaptığı, Mesud Barzani'ye yakın Suriye Kürt Demokrat Partisi (SKDP) de bunlarla birlikte hareket ediyordu.

İngiliz gazeteci Gareth Jenkins tarafından Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS) ile İsveç Güvenlik ve Kalkınma Politikaları Enstitüsü için hazırlanan Ergenekon raporu çok ilginç bilgiler içeriyordu.

Türk siyasi hayatına damgasını vuran Ergenekon Davası, ABD ve Avrupa tarafından mercek altına alınıyor, Washington’daki tanınmış düşünce kuruluşlarından Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS) ile İsveç Güvenlik ve Kalkınma Politikaları Enstitüsü tarafından ortaklaşa hazırlattırılan Ergenekon raporu açıklanıyordu.

‘Gerçek ile fantezi arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması’ isimli 83 sayfalık rapor İngiliz gazeteci Gareth Jenkins tarafından kaleme alınıyordu. Türkiye’de ‘derin devlet’ kavramının tarihçesiyle başlayan raporda Özel Harp Dairesi, Susurluk ve Şemdinli soruşturmaları, AKP’nin iktidara geliş sürecinde yaşananlar anlatıldıktan sonra Ergenekon soruşturmasının evreleri hakkında detaylı bilgi sunuluyor ve raporda şu analizler yer alıyordu. Bu dava Türk toplumunu ikiye böldü: AKP destekçileri, bazı solcular ve Kürt milliyetçileri olmak üzere birinci gruba göre: “Ergenekon soruşturması ‘yüzyılın temizliği’, derin devletin yok edilmesi için nihai fırsat” sayılıyordu. Davayı eleştirenler ki bunlar çoğunlukla AKP muhalifleri ise: “soruşturmayı siyasi olarak yönlendirilen, AKP’ye yönelik muhalefeti etkisiz kılma çabası” diye görüyordu.

Aslında iddianamede tanımlandığı biçimde bir Ergenekon organizasyonunun mevcut olduğu ya da geçmişte var olduğu yönünde de hiçbir kanıt yok. Sunulan dokümanlar mevcut bir örgütü değil, hipotetik bir örgüt planını tanımlamaktadır. Ergenekon’un mevcudiyetine ilişkin ‘kanıt’ların, güvenilmez olduğu açıkça belli olan fantezi tutkunu Tuncay Güney’den gelmesi çok kaygı vericidir. O kadar çelişkiler, spekülasyonlar, söylentiler, mantığa aykırılıklar ve anlamsız tespitler içeriyorlar ki, iki iddianame kendi içinde dahi tutarlı değil. ‘Ergenekon’ kelimesini ilk kullanan kişi olan Erol Mütercimler de suçlananlar arasında. (Tuncay Güney’le Fetullah Gülen ilişkisi ve işbirliği ise nedense gündeme getirilmiyor)[2]

Ümraniye’de bulunan mühimmatla başlayan bu tartışma, bağımsız bir ‘gerçeği araştırma komisyonu’ kurularak hem laikler hem de İslamcıları içerecek biçimde Türklerin yakın tarihleri ile hesaplaşmasını sağlayabilirdi. Ama artık kısa vadede öne çıkacak kaygı ve kaçan bu fırsat, değil Ergenekon soruşturmasının, Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyeceğidir. Korkumuz, bu davanın iddia edildiği gibi Türkiye’de çoğulcu demokrasinin yerleşmesi yönünde büyük bir adım teşkil etmek yerine otoriter tek parti yönetimi doğrultusunda büyük bir adım haline dönüşmesidir.”

Cemaat istihbaratı elinde tutmak için direniyordu.

Erdoğan ile Fetullahçılar arasındaki kavga giderek kızışıyordu. Erdoğan'ın talimatıyla başta emniyet olmak üzere bakanlıklarda Cemaatçi kadroları tasfiye edilirken, Fetullahçılar da emniyet istihbaratını bırakmamak için direniyordu! Recep T. Erdoğan'ın Cemaatle köprüleri atmasının ardından başta emniyet istihbaratı olmak üzere birçok kurumda yapılan tasfiye konusunda savaş sürüyordu. Erdoğan'ın dinlendiğinin ve odasına böcek yerleştirildiğinin belirlenmesinden sonra çevresinde geniş çaplı operasyon başlatılıyordu. Önce müdürleri olmak üzere bütün korumaları değiştiriliyor, yeni atanan koruma müdürü kontrolünde emniyet istihbaratındaki Cemaat elemanları tamamen değiştiriliyordu. Tasfiye Şark tayinleri ile birlikte il istihbarat şube müdürlüklerinde de gerçekleşiyordu. İstihbarat MİT üzerinden tek merkezde toplanmaya çalışılırken, tasfiye edilen Fetullahçı ekipler de boş durmuyordu.

Fetullahçı Bülent Keneş, Recep T. Erdoğan’a şöyle sataşıyordu: 'Askeri vesayet gitti MİT vesayeti geldi'

Fetullahçıların İngilizce yayın yapan Today's Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, 22 Ekim günlü yazısında Tayyip Erdoğan'ı hedef alıyordu. Keneş, uzun uzun AKP iktidara geldiğinde nasıl destek olduklarını anlattıktan sonra, "askeri vesayet kalktı derken, MİT vesayetinin ortaya çıktığını" savunuyordu.

'Yeni ceberut devlet vesayeti'

"Tam demokratikleşmenin bir süreç işi olduğunu ve Türkiye'de hala bu sürecin devam etmekte olduğunun hep altını çizdim. (...) İşte bu inşa sürecindeki 'demokratik Türkiye modelinin radikal bir değişimle farklı bir rotaya yöneleceğini nereden bilebilirdim ki! Dört tarafı 'düşmanlar'la çevrili ve içerisi her cinsten 'hainler'le dolu olduğu propagandasıyla üretilen sözde 'Türkiye'nin özel koşulları"nın gereği olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) merkezinde yer aldığı bir vesayet sisteminden kurtulup yepyeni bir vesayet sistemine varabileceğimizi nasıl kestirebilirdim ki! (...) Eski sistemin merkezindeki TSK'nın yerini yeni bir kurum almaya başladı o kadar. Şimdilerde bildiğiniz o ceberut devlet sistemi harıl harıl bu yeni kurum merkezli olarak yeniden şekillendiriliyor."

'TSK merkezliyi tercih ederim'

Keneş'in yazısında en dikkat çekici vurgulardan birisi de şöyleydi:

"Haaa...'TSK merkezli devleti mi, yoksa MİT merkezli devleti mi tercih edersin?' diye bir soru gelse vereceğim cevap elbette 'katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, şeffaf ve hesap verebilir demokratik devletin suyu mu çıktı?' olur. Ama illa ki bir tercih yapmaya zorlansam, doğası gereği işlerini büyük bir gizlilik içinde yürütmesi gereken istihbarat örgütü merkezli bir 'Muhaberat Devleti'nin diğer berbat seçeneğe karşı tercihim olabileceğini de hiç sanmam."

Ahmet Keneş, geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Yeni Türkiye bu mu?” başlıklı yazısında Hakan Fidan ile ilgili yazının gazetelerinde yayımlanması üzerine yapılan eleştirileri sert bir dille eleştirmişti. Sindirme operasyonu yapıldığını söyleyen Keneş, yaşananları Hrant Dink’in hedef gösterilmesi sürecine benzetmişti. Yazısında “Sadece işini, yani gazetecilik yapmaya çalışan Today’s Zaman ve şahsım Türkiye’ye, hükümete ve MİT müsteşarına karşı başlatılan bir uluslararası komplonun ‘parçası’ olmakla ve Vatana ihanet’le suçlandık” ifadelerine yer veren Keneş, AKP’nin kamu bütçesinden ödediği maaşlarla bir lejyoner ordusu kurduğunu söylemişti.  A. Turan Alkan’ın aylar önce köşesine taşıdığı ifadeleri hatırlatan Keneş, “darbe arifesi” dönemin bu dönemden daha rahat olduğunu ima etmişti.

Oysa 'ABD ve İsrail Hakan Fidan’ı yıpratıyor' denilen MİT Müsteşarı'na yine İsrail sahip çıkıyordu. İsrail, 'yakınlaşmamızı önlemeye çalışıyorlar' diyerek Fidan’a arka çıkıyor, BDP de Fidan'a desteğini açıklıyordu.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la ilgili tartışmalar sürerken İsrail de Fidan'a dolaylı sahip çıkıyordu. İsrail'den yapılan açıklamada "Hakan Fidan haberlerinin amacı Türkiye-İsrail yakınlaşmasını önlemek" deniliyordu. Daha önce de AKP, Abdullah Öcalan ve ABD, Fidan'a destek açıklaması yapıyordu. BDP'li vekil Zozani de, Fidan'a arka çıkıyordu. Muhalefet partileri Türkiye'nin Libya, Suriye, Mısır politikasında Hakan Fidan'ın rolüne dikkat çekip destek veriyordu. İzlenen politikalar ABD ve MOSSAD politikalarına uygun olmasına rağmen Fidan'a İsrail ve ABD karşıymış gibi bir hava yaratmaya çalışılıyordu. Ancak İsrail'den yapılan açıklamada Fidan'a yönelik haberlerin kendileri olmadığı, haberlerin Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmak amacıyla çıkarıldığı bildiriliyordu:

İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor: “MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la ilgili haberlerin kaynağı İsrail değil. Söz konusu haberler kesinlikle İsrail'in çıkarlarına hizmet etmiyor. Bu haberler İsrail medyasında, "İsrail'in hedef alınması ve itibarsızlaştırılması" şeklinde değerlendiriliyor. Bu haberleri, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı zorlaştırmak ve bu her iki ülkeye de yakınlaşmanın çok da gerekli olmadığı mesajını göndermek isteyen bir takım çevrelerin sızdırmış olabileceği düşüncesi çok mantıklı. (Washington Post'a açıklama)

Sonuç:

Cemaatin karanlık merkezlerle irtibatlı üst kadrolarıyla, hizmet gayeli ve istikamet ehli alt tabakaları birbirinden tamamen farklıdır. Bizim amacımız, iyi niyetli ve dini gayretli insanlara, bu karanlık ve karmaşık ilişkileri hatırlatmak, tedbirli ve dikkatli olmaya çağırmaktır. En sağlam ve şaşmaz ölçü olarak, Kur’ani hükümleri ve Hadisi Şerifleri aldığımızda, gerçeği anlamak hiç de zor olmayacaktır.

 

--

Mart 2014 - Milli Çözüm Dergisi

Yorum Yaz