Ocak 23 17:05

“Cezaen Vifaga” (Nebe: 26. Ayet) Her kişi ve kesim, yaptıklarına en uygun ve adil karşılığı alacak ve herkes; EKTİĞİNİ TOPLAYACAK, ETTİĞİNİ BULACAKTIR! Cumhuri Krallık ve İslamcı Münafıklık Yıkılacaktır!

“Cezaen Vifaga” (Nebe: 26. Ayet) Her kişi ve kesim, yaptıklarına en uygun ve adil karşılığı alacak ve herkes; EKTİĞİNİ TOPLAYACAK, ETTİĞİNİ BULACAKTIR! Cumhuri Krallık ve İslamcı Münafıklık Yıkılacaktır!

“Cezaen Vifaga” (Nebe: 26. Ayet)

Her kişi ve kesim, yaptıklarına en uygun ve adil karşılığı alacak ve herkes;

EKTİĞİNİ TOPLAYACAK, ETTİĞİNİ BULACAKTIR!

Cumhuri Krallık ve İslamcı Münafıklık Yıkılacaktır!

      

11 üyeden oluşan YSK’nın, vicdan erbabını, hatta bazı AKP’li hukukçuları bile şaşırtan kararı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için seçimler 23 Haziran 2019'da yeniden yapılacaktı.

YSK'nın İstanbul seçimleriyle ilgili kararı, 4 ret oyuna karşı 7 evet oyuyla alınmıştı. YSK’nın kararı sonrası, YSK kararında evet ve ret oyu veren YSK üyelerinin isimleri Twitter’da, sosyal medyada tek tek paylaşılmıştı. Bu karara evet ve ret oyu veren YSK üyeleri şunlardı: 

Ret oyu verenler: Sadi Güven, Kürşat Hamurcu, Cengiz Topaktaş ve Yunus Aykın ret oyu kullanmışlar, İstanbul’da Belediye Seçimi’nin tekrarını gerekli bulmamışlardı. 

Evet oyu verenler: Muharrem Akkaya, Nakiddin Buğday, Erhan Çiftçi, Zeki Yiğit, Faruk Kaymak, İlhan Hanağası, Refik Eğri ise seçimlerin yenilenmesi lüzumuna kani olmuşlardı.

YSK; 7 asil, 4 yedek üye olmak üzere 11 kişiden oluşmaktaydı. Bu üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca, kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçiliyordu. Üyeler de, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir Başkan ve Başkanvekili seçiyordu. Ayrıca seçime katılan siyasi partilerden, en son yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nde en çok oy almış dört siyasi parti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu bulunan siyasi partiler, o siyasi parti Genel Başkanları tarafından yetki verilmiş olması şartıyla, YSK'da bir asıl ve bir yedek temsilci bulundurabiliyordu. Bu temsilciler, kurulun bütün çalışmalarına ve görüşmelerine katılıyor ancak oy kullanamıyorlardı. YSK'nın internet sitesinde işlevi ile ilgili, "Yüksek Seçim Kurulu hem idari hem de seçim yargısı ile görevli, verdiği kararlara karşı hiçbir merciye başvurulamayan, nevi şahsına münhasır, bağımsız bir kuruldur."ifadesi yer alıyordu.

Gerekçe, fare doğuruyordu!

YSK kararının gerekçesinde; “Oylar çalındı, sandık hırsızlığı yapıldı.” denmiyordu. “29 bin fark, manidar bir şekilde 14 bine indi.” denmiyordu. “Sandıklara organize bir müdahale söz konusudur.” denmiyordu. “Kısıtlı seçmenlere oy kullandırıldı.” denmiyordu. “Seçmen taşıması yapıldı.” denmiyordu. Bunların yerine; “Sandık kurullarının oluşumunda kurallara uyulmadı.” deniyordu. Yani YSK gerekçesi fare doğuruyordu ve bu gerekçeler vicdanları tatmin etmiyordu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, YSK’nın kararını eleştirerek: “Kendilerine hâkim dendiği için utanırlar mı?” diyerek tepkisini vurgulamıştı.

YSK'da, İstanbul seçimlerinin iptali yönünde oy kullanan hâkimlere "Çete mensubu" diyen Kılıçdaroğlu şunları aktarmıştı:

“Bunların gerçek yüzlerini sizlere anlatacağım. Baktılar sonuç değişmiyor, Büyükçekmece'de evlere baskın yapmaya başladılar. Baktılar olmadı, bıraktılar... 22 ilçede sondajla sandıkları alacağız, yeniden sayacağız dediler, YSK tarihinde yoktu ama yaptılar. 57 sandığı saydılar sonuç yine değişmeyince, baktılar olmuyor, sandık kurullarının oluşumunda 'usulsüzlük var' demeye başladılar. Oysa kurulları biz oluşturmadık. Bunu gerekçe göstererek verilen mazbatayı iptal etmeye kalkıştılar. Deniz Zeyrek'in bir haberi vardı, şöyle diyordu: "AKP içinde seçimi iptal ettirmek isteyen grup YSK'yı yönlendirmeye çalışıyor. Örneğin; AKP'nin 16 Nisan günü, yani mazbatanın oluşturulmasından 1 gün önce yaptığı başvuru yasaya aykırıydı, ancak YSK'den AKP'ye 'başvuruyu yenileyin' mesajı gittiğini, bunun üzerine AKP'nin başvurusunu yenilediğini doğrulattım.” diyordu. “Bir hâkimin egemen güçlerin ve iktidar sahiplerinin önünde eğilmemesi gerekirdi. Dik ve onurlu durması gerekirdi. Hangi görüşten olursa olsun vatandaşlar sandığa gitti. YSK'ya güvendi, oyunu kullandı, günlerce sayım yapıldı. Bütün sayımların sonunda sadece bir kişi çıktı. Buna rağmen hukuksuz ve kanunsuz olarak seçimleri yenileme kararı alındı!”

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, AKP ve Sn. Erdoğan’ın inadına karşı çıkacağına, doğrudan YSK’yı ve yargıçlarını hedef alması yanlıştı ve kışkırtıcıydı. Sanki AKP’ye haklılık kazandırmak ve koz sunmak için böyle konuşmaktaydı.

“Elbette hâkimlerin siyasi kanaatleri, böylesi kararlarında asla etkili olmamalıydı. Ancak herkesin de bir siyasi yatkınlığı olduğu unutulmamalıydı ve maalesef, İstanbul’la alâkalı 6 Mayıs oylamasında siyasi tarafgirliğe, hatta ‘CHP’nin hakaretlerine ters tepki refleksine göre davranılmış gibi’ bir tablo ortaya çıkmaktaydı. Ve hele ret vermesi beklenen 2 ismin kabul, kabul vermesi beklenen 1 ismin de ret vermesi herkesi şaşırtmıştı. Yani durum yarı yarıya tam ortadaydı. Hem AKP hem MHP bile böyle sanmaktaydı ve Sadi Güven’in kararıyla sonuçta ret çıkacağı sanılmaktaydı. CHP’nin kendinden emin oluşu da kuru bir temenniden fazlasıydı. 4 Mayıs Cumartesi akşamı itibariyle, bu ülkenin en kudretli devlet adamlarından biri, çok yakın arkadaş olduğu isme: “6’ya 5, tekrar seçim reddedilecek gözüküyor.” diye açıklaması bunun kanıtıydı. İyi de tam ortada giden tahterevalli nasıl diğer yana kaymıştı? Bu soruların; dedikoduya dayalı olmadan, somut verilerle aydınlatılması lazımdı. YSK içinden kiminle konuşursanız konuşun, tekrar seçimin reddi yönünde oy verenler dahil herkes bir konuda ortaktı: CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın; “Sizi Kızılay’da yürütmezler!” yönünde hakaretvari ve tehditkâr açıklamaları, tüm kurulda büyük rahatsızlık yaratmış ve YSK ortada duran hâkimleri “Evet” kullanmaya yanaştırmıştı.” şeklindeki yorumlar haklıydı.

TBMM'de Ramazan tartışması da aynı ahmaklığı yansıtmaktaydı. CHP'li vekilin su içmesi sonrası, AKP'li vekil, "Ramazan'a saygı gösterin." diye uyarmış, HDP'li vekil ise araya girerek, "Burası laik Türkiye, ben Müslüman değilim." diye kin kusmuşlardı. TBMM Genel Kurulu’nda oruç tartışması yaşanmıştı. CHP Çorum Milletvekili Tufan Köse, kürsüde yaptığı konuşma sırasında, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı seçiminin iptal edilmesine karşı çıkmış, AKP ve MHP'yi suçlamış, bu arada meclise, milletimize ve manevi değerlerimize saygısız bir tavırla, açıkça su içmekten utanmamıştı. Konuşmasının ardından kürsüden inen Köse'yi hedef alan AKP Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç, "Siz önce kürsüden milletin Ramazan ayına saygı gösterin. Burası Müslüman Türkiye'nin kürsüsü"diye azarlamıştı. Bunun üzerine Kılıç'a tepki gösteren HDP'li Tuma Çelik ise, "Müslüman Türkiye değil, laik Türkiye burası, ben Müslüman değilim." ifadelerini kullanmıştı. İşte CHP ve HDP zihniyeti, AKP’ye böyle puan kazandırmaktaydı.

Sonuçta AKP’liler her yola başvurarak, “zan”larını “delil” olarak yutturarak, aynı zarfa konulup atılan dört pusuladan ikisinin temiz, birinin hileli olduğunu YSK'ya tescil ettirmiş oldular. Kendi bulup sandıklara atadıkları kişilerin, aslında “yasalara aykırı olduğunu” ilan edip YSK'dan ret kararı çıkarmışlardı. Ve öyle anlaşılıyor ki, bundan sonra da çok daha tatsız şeyler yapacaklar ve toplumu birbirine düşürmekten bile sakınmayacaklardı. Zaten Erdoğan'ın “Seçim tekrarlanırsa yüzde yüz kazanırız.”sözleri de bu endişeleri haklı çıkarmaktaydı.

Şu sorular bir türlü yanıtlanmamıştı?

• Sandık kurullarında sorun varsa, bu neden sadece Büyükşehir için geçerli sayılmıştı? Aynı sorun İlçe Belediyeleri için niçin ölçü alınmadı?

• YSK Başkanı Sadi Güven, neden “ret” oyu kullanmıştı? Acaba, şerhinde hangi hususlar yer alacaktı?

• Seçimlerin iptaline gerekçe teşkil ettiği belirtilen bazı Sandık Kurulu Başkanları ve görevlileri, acaba geçtiğimiz diğer seçimlerde de görev yapmışlar mıydı? Mesela referandum oylamasında, mesela 24 Haziran seçimlerinde… Eğer aynı isimler bu seçimlerde de görev yaptıysa o zaman ne olacaktı, nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalınacaktı?

• En çok merak edilen husus, İstanbul seçimlerinin yenilenmesine ilişkin kararının 'gerekçesi' olmaktaydı. Gerekçede hangi ayrıntılar yer alacaktı?

• YSK Başkanı Sadi Güven’le birlikte diğer 3 aday karara şerh koyacaklardı. Bu şerhlerde hangi hukuki hususlar ve normlar yer alacaktı?

• YSK'nın kararını, YSK Başkanı Sadi Güven değil de AKP temsilcisinin açıklaması nasıl yorumlanmalıydı?

• Yüksek Seçim Kurulu’nun 4 yedek üyesinin de toplantıya çağrıldığı haberleri ne anlam taşırdı?

• MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İstanbul'da 250 binin üzerinde hemşerisi olan İl Başkanlarını Ankara'ya olağanüstü toplantıya çağırmıştı. Bu gelişme Devlet Bahçeli'nin yenilenecek İstanbul seçimlerine asılacağı anlamında mıydı? Yoksa iktidarı daha büyük pervasızlıklara cesaretlendirme amaçlı mıydı?

Şöyle bir şey de olacak mıydı:

• Terörist başı ev hapsine çıkarılacak mıydı?

• Selahattin Demirtaş tahliye olacak mıydı?

• Ve HDP’nin oyları, 23 Haziran seçimlerinde CHP’den koparılıp dolaylı biçimde AKP’ye aktarılacak mıydı?

• Bu maksatla 31 Mart’ın aksine 23 Haziran’da aday çıkaracak mıydı?[1]

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “yeni bir çözüm sürecinin olmadığını” niye açıklamak durumunda kalmışlardı?

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, yeni bir çözüm sürecinin başlayacağı iddialarını yanıtlamıştı. Fahrettin Altun, ''Öcalan'ın açıklamasına bakıp da bu yorumu yapanlar yanılır. Bu bir prosedür. Biz düşünce ve görüşlerimizde netiz.” gibi muğlak sözlerle konuyu geçiştirmeye çalışmıştı. Fahrettin Altun, Öcalan'ın YPG'ye mesajı için ise "Doğrudan talimat vermesi Türkiye'nin PKK ile YPG ve SDG arasında bağ olduğu tezini güçlendiriyor. Bizim SDG'ye bakışımızda en küçük bir değişiklik yok. ABD'liler kendi görüşünü yansıtıyor." ifadelerini kullanmıştı.

HDP'nin 23 Haziran'da yeniden yapılacak İstanbul seçimleri hakkında strateji açıklaması da, AKP iktidarına ve Cumhur ittifakına dolaylı destek anlamındaydı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin grup toplantısında gündemdeki gelişmelere ilişkin konuşurken, 23 Haziran'da tekrarlanacak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı seçimleri için, "HDP üzerinden manipülasyonlara gerek yok." ifadelerini kullanmış, YSK'nın aldığı kararı yorumlarken'İstanbul için aday çıkaracaklar mı?' sorusunu da yanıtlamış olmaktaydı.

HDP eş Başkanı Sezai Temelli’nin:

“HDP aday çıkaracak mı? Evet, HDP nerede bir haksızlık hukuksuzluk varsa HDP orada olacaktır. HDP’siz bir 31 Mart olmazdı, HDP’siz bir gelecek de olmaz. Bizim ne yapacağımızla vakit harcamayın. Esas siz ne yapacaksınız?” sözleri; 23 Haziran 2019’da yenilenecek İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimleri’nde, HDP aday çıkarmak suretiyle CHP’ye verilen oyların azaltılmasıyla, AKP adayına (Cumhur İttifakına) dolaylı destek sağlanacağı vurgulanmıştı. Bu, yeni Çözüm Süreci batağıydı.

Milliyetçi Hareket Partisi Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt, Anadolu Ajansı'na; İmralı F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan elebaşı Abdullah Öcalan konulu haberinin başlığı nedeniyle, çok sert tepkiler yağdırmıştı.

“Anadolu Ajansı; “İmralı, açlık grevine son verin çağrısı yaptı.” diyerek haber yazmış. Ey Anadolu Ajansı! İmralı kim? Oradakinin bir adı var, BEBEK KATİLİ APO. Ne yapmaya çalışıyorsun Anadolu Ajansı? Kime yarandın? Kime hizmeti amaçladın? Anadolu Ajansı Başkanı derhal istifa etmelidir.”

Hatırlanacağı üzere: İmralı F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın avukatları, İstanbul’daki Taksim Hill Otel’de açıklama yapmıştı. 2 Mayıs’ta görüştüklerini söyleyen avukatlar, Öcalan'ın mesajlarını kamuoyuyla paylaşmıştı.

Şimdi merak ediyoruz, HDP yenilenecek İstanbul seçimlerinde aday çıkarmak suretiyle, CHP’den koparılacak oylarıyla AKP’ye dolaylı destek sağladığında, Sn. Cemal Enginyurt gibi MHP’liler bu “Cumhur İttifakı+PKK (HDP) Ortaklığına” da karşı çıkacaklar mıydı? Oysa yasalara göre; ancak 31 Mart 2019’da yapılan seçime katılan siyasi partiler bu seçime de katılabilecek durumdaydı. Yani İstanbul’da HDP’nin aday göstermesi kanunlara aykırıydı. Bakalım buna nasıl bir kılıf uyduracaklardı.

HDP, 9 Mayıs 2019’da toplanan MYK'da, 23 Haziran'da Ekrem İmamoğlu'nu destekleme kararı almıştı. Ama bu AKP ile gizli ittifakı örtme çabasıydı.

Yüksek Seçim Kurulu'nun, İstanbul seçimlerini yenileme kararının ardından, partilerde 23 Haziran için hazırlık başlamıştı. 6 Mayıs'ta Abdullah Öcalan'ın mektubunun ardından, HDP'nin İstanbul seçimlerinde nasıl tavır alacağı tartışılmaktaydı.

HDP'nin resmi kararı, samimi tavrını yansıtmamaktaydı!

YSK’nın kararının ardından olağanüstü gündemle toplanan Merkez Yürütme Kurulu'nda HDP, İstanbul seçimlerine yönelik tutumunu açıklamıştı. Kurulda yapılan tartışmaların ardından ‘İstanbul İttifakı’ adı altında bir ittifak söylemi geliştirilerek, seçmenlerden Ekrem İmamoğlu için oy istenmesi kararına varılmıştı. Bu süreçte İstanbul milletvekilleri ile bazı Genel Başkan Yardımcılarının da İstanbul’da kalarak, seçim çalışmalarını koordine etmesi kararlaştırılmıştı. Ama bütün bunların “durumu kurtarma” palavraları olduğu sırıtmaktaydı.

Zaten HDP'li Vekil İmam Taşçıer, "Kürtlerin oyu çantada keklik değil. Kim Kürt sorununun çözümü için adım atarsa Kürtler ona oy verebilir. AKP adım atacaksa AKP'ye verir." ifadelerini kullanmıştı.

HDP Merkez Yürütme Kurulu, CHP'nin adayı Ekrem İmamoğlu’nu destekleme kararı almasına rağmen, Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer dikkat çeken çıkış yapmıştı. Rudaw'a konuşan HDP Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer; “İstanbul seçimlerinin tekrarlanması ve Öcalan'ın avukatlarının açıklamasının aynı güne denk gelmesini tesadüf olarak gören de var, HDP; AKP ile anlaştı, Kürtler seçimde AKP'ye oy verecek diyenler de oldu. Hangisi doğru?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

“Kürtler çok politik bir halktır. Seçimlerde Kürtler batı illerinde aday çıkarmayarak, birçok Büyükşehir Belediyesini AKP'ye kaybettirmiş durumdadır. Dolayısıyla Kürtlerin oyu olmadan, hiç kimse bir seçimi tek başına kazanamaz. Ankara, Antalya, Adana, Mersin, İzmir ve İstanbul... Hele hele İstanbul'u kazanmak istiyorsan, Kürtlerin oylarını almak zorundasın. Ama Kürtlerin oyu çantada keklik değil. Kim Kürt sorununun çözümü için adım atarsa Kürtler ona oy verebilir. AKP adım atacaksa AKP'ye verir.”

2. Çözüm sürecini mi başlatmışlardı?

Bu arada; Sn. Recep T. Erdoğan'ın, Devlet Bahçeli'den rahatsızlık duymaya başladığı konuşulmaktaydı. Zaten Erdoğan'ın “Türkiye İttifakı” açıklamalarına Bahçeli anında tepki koymuşlardı. “Ama Erdoğan ve Bahçeli birbirine muhtaç olduklarından dolayı ittifakı da bozamıyorlar.” yorumları yapılmaktaydı.

4 Mayıs günü Hakkâri’den gelen üç şehit haberi yürekleri dağlarken, Suriye'de de bir yüzbaşımız şehit düşmüş, bir binbaşımız da ağır yaralanmıştı. İşte tam da şehitlerimizin toprağa verildiği 5 Mayıs 2019 günü, İmralı'da çok başka bir süreç başlatılmış!? Evet Abdullah Öcalan, yıllar sonra avukatlarıyla görüştürülüp buluşturulmuşlardı. Açıklamayı da PKK'nın haber ajansı olan Mezopotamya, Öcalan'ın hukuk bürosu olan Asrın Hukuk Bürosu'na dayandırarak yapmıştı. Öcalan, avukatlarıyla en son 20 Temmuz 2011 tarihinde konuşmuşlardı. Sonrasında zaten devletin yetkilileri ve HDP'liler ile sıcak temaslar yaptığı için avukata ihtiyaç bile duyulmamıştı.

Asrın Hukuk Bürosu, 8 yıl sonra yapılan görüşmeyle ilgili Taksim Hill Otel'de bir basın toplantısı hazırlamıştı.14 farklı haber ajansı ve kanalın mikrofonları avukatların önünde sıralanmıştı. Türkiye'den ise bilin bakalım hangi ajansları katılmıştı? Evet Devletin ajansı Anadolu Ajansı (AA) ve Demirören Haber Ajansı (DHA) oradaydı. Basın toplantısında bir de Öcalan'ın mektubu aktarılmıştı!

Tıpkı çözüm sürecinde olduğu gibi AKP politikalarına sıcak mesajlar ulaştırılmıştı. İşte onlardan bazıları:

“İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır. İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye'deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye'nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye'nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır… Bizlerin İmralı'daki duruşu, 2013 Nevroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzını daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığıdır.”

Anlayacağınız tertip; büyük, organize ve planlıydı. Tıpkı ilk çözüm sürecinde yaptıklarının yeni bir tekrarıydı! Amaç, süreci Öcalan'ın açıklamaları üzerinden sürdürüp,“biz aslında düşman değiliz.” havasını yaymaktı.

Öcalan'ın metnindeki kodları iyi okumak lazımdı. Belli ki devlet yetkilileriyle birlikte yazılmıştı, “müzakerelere yeniden başlanması, 2013 Nevruz'u ve Suriye'de Türkiye'nin hassasiyetlerinin korunması” gibi konular yer almaktaydı. İlk çözüm süreciyle neredeyse birebir aynı talepler gündeme taşınmıştı. Oysa AKP, çözüm süreciyle tarihi bir hata yapmıştı. Bu hatanın bedelini ülkemiz ve milletimiz yıllardır ödeyip durmaktaydı. İkinci kez yapılan bu hatanın Türkiye'yi gerçek bir beka tehdidiyle baş başa bırakacağı açıktı… 31 Mart öncesinde “Beka” diyenlerin Türkiye'nin en büyük beka tehdidiyle masaya oturdukları ayan beyan ortaya çıkmıştı.”[2] Ve bütün bunlar, AKP İstanbul Belediyesini tekrar geri alsın aşkıyla yapılmaktaydı!..

 

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz