Ben Faruk Bulut. Kocaeli’nde Başiskele ilçesinde Gayrımenkul alım satımı yapmaktayım. Ortağım da Elazığ’lıdır. Arkadaşların getirdiği Milli Çözüm Dergisi’nin 174. sayısında Necati Akgül’ün “Erbakan’ın Aşkınlığı ve Elazizcilerin Şaşkınlığı” yazısı dikkatimden kaçmamıştı. Muhatapların bu iddialara mutlaka yanıt vermesi lazımdı. Ben Milli Görüş bağlısı ve Erbakan sevdalısı bir insanım. Halen de Saadet Partiliyim ve her seçimde bir oy daha fazla alsın diye çırpınanlardanım. Hatta evlendiğimiz gün, düğün merasimi yapılırken, herkesi eğlencede bırakarak bir bahane ile ayrılıp, o esnada yapılan Erbakan Hoca’nın mitingine katılan insanım. Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin yanlış ve yaralayıcı icraatlarının da farkındayım ve karşıyım. Şimdi 15 yıllık tahribatlarına kılıflar uydurdukları, ama “artık Atatürk’e saygılı davrandıkları” bahanesiyle AKP iktidarına sataşan Elaziz takımına, Erbakan Hocamızın açık ve net tavrına rağmen halâ Atatürk’e hakaret ve nefretle yaklaşan SP’li arkadaşlara ve tüm Erdoğan yandaşlarına sesleniyor ve yanıt bekliyorum.
1- Milli Çözüm’ün bu yazdıkları doğru ise, sizlerin de Erbakan gibi davranmanız ve Atatürk’e sahip çıkmanız gerekirken, tam aksine davranmanız, hem Erbakan’a saygısızlık, hem de hakikatlere aykırılık sayılmaz mıydı?
2- Soruyorum, her konuda, Erbakan mı size uyacak, siz mi Erbakan’a uyacaksınız? Koyu bir Erbakancı geçinip ama Atatürk konusunda Ona aykırı davranmanız, Erbakan’ı istismarcılık, hatta münafıklık anlamı taşımaz mıydı?
3- Merak ettim, bu yazı yayınlanalı haftalar olmasına rağmen hiçbir yanıtınıza rastlamadık. Bu tavır, çifte standartlığınızın, manen ve fikren iflasınızın, fiili bir itirafı mıydı?
Şimdi Necati Akgül’ün şu tarihi tespitlerinin yanıtını bekliyorum:
Bu zavallı zırvacılara (Elaziz takımına) göre: “Sn. Recep T. Erdoğan’ın Hakk’tan sapıttığının en önemli kanıtı; Mustafa Kemal’e sahip çıkması ve saygılı davranmasıymış!?”
Evet, AKP kurmaylarının, yalaka ve yandaşlarının, Atatürk’e yıllarca sövgüden sonra, şimdi övgüye dönmüş olmaları, samimiyet ve ciddiyetten uzaktı; suni ve sahte bir tavır olduğu sırıtıp durmaktaydı. Ama elbette Atatürk şanlı Milli Mücadelemizin önderi, kaderin kutlu dirilişe zemin hazırlama görevlisi ve yeni bir medeniyet hamlesinin simgesi konumundaydı. Bu nedenle Erbakan Hocamız da, ne demeçlerinde, ne özel sohbetlerinde, Mustafa Kemal aleyhinde asla konuşmamış, kötüleyici imada bile bulunmamış, Milli hizmetlerine ve hedeflerine sahip çıkmış ve şahsi hatalarıyla uğraşmamış; çeşitli vesilelerle verdiği demeçlerinde olsun, siyasi ve hukuki bir mecburiyetle ve konjonktür gereği değil, samimi ve örnek teşkil edici Anıtkabir ziyaretlerinde olsun, hep takdir edici ifadeler kullanmıştı.
Şimdi bu kof saplantıların sahiplerine sormak lazımdı:
1- Sizin marazlı mantığınıza göre, Aziz Erbakan Hocamız da mı Atatürk’e sahip çıkmakla, “Küresel güçlerin safına kaymış ve Hakk’tan sapıtmıştı?”
2- Yoksa tek başına Siyonizm’e meydan okuyan, Washington’da hem de Amerikalı komutanlar ve yüksek bürokratlar huzurunda bile “Amerika sağı solu tekmeleyip tahrip eden vahşi bir aygırdır ve terbiye edilmesi lazımdır!” diyecek kadar üstün bir cesaretin sahibi olan Hocamız, Türkiye’deki bazı mahfillerden korktukları ve masonik merkezlere yaranmaya çalıştıkları için mi böyle davranmıştı?
3- Veya Erbakan Hoca’nın -haşa- dini gayret ve imani feraset konusunda, sizin kadar duyarlı ve tutarlı davranmadığı mı imaya çalışılmaktaydı? Yani Atatürk’e saygılı davranmaya mecbur kalan Erdoğan üzerinden, aslında dolaylı biçimde Erbakan’a olan itirazınız mı açığa vurulmaktaydı?
4- Ya da, Kur’an ve Sünnet ölçülerini ve Aziz Hocamızın öğütlerini esas aldığı için, Allah’ın izni ve inayetiyle her hususta haklı çıkan Milli Çözüm Ekibi aleyhine kullanacağınız hiçbir argümanınız kalmadığı için mi, Atatürk karşıtlığı üzerinden kendinizi avutmaya ve çevrenizdekileri uyutmaya uğraşmaktasınız?
5- İz’an ve vicdan ehli herkese hatırlatıyoruz: AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ı 15 yıldır bu ülkede yaptıkları; imani, ahlaki, ailevi, sosyal ve ekonomik tahribatlarını değil de, sadece bunların Mustafa Kemal riyakârlığından dolayı kınamak ve dışlamak ve 15 yıl övdükten sonra, şimdi sövmeye başlamak, nasıl bir mantık rezaletini ve ruh sefaletini yansıtmaktaydı? Evet, evet, kendi kof zann ve kuruntuları uğruna Hakk’tan şaşanlar, böyle bir zaman şımarıp şarlatanlık yapsalar da, sonunda mutlaka hüsrana uğrayacak ve kendilerinin hazırladığı şapa oturacaklardı.
İşte Erbakan’ın Atatürk yaklaşımları ve yorumları:
Saadet Partisi Genel Başkanı iken Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 72. yılı (10 Kasım 2010) dolayısıyla yayınladığı mesaj, tarihi gerçekler ve talihli müjdeler içermekteydi:
Atatürk’ü Milli Mücadele’ye öncülük etmiş büyük bir komutan olarak nitelendiren Erbakan’ın, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, milletimizin bağımsızlık konusundaki vazgeçilmez kararlılığını arkasına alarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş birisidir. Öncülük ettiği Milli Mücadele hareketi ile milletimizin esarete asla boyun eğmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir” tespitleri oldukça anlamlı ve önemliydi. Milli Görüş Lideri olarak Aziz Hocamız, yaptığı yazılı açıklamada, “Atatürk’ün ‘Muasır Medeniyet’ hedefine ancak; devleti ve milletiyle bütünleşip kucaklaşmış, ekonomik ve teknolojik gelişmesini tamamlamış, insan hak ve özgürlüklerini sağlamış bir Türkiye ile ulaşılıp aşılabileceğini” kaydetmişti.
“İstiklal mücadelesinde Anadolu topraklarını işgal eden emperyalist ülkelerin bugün aynı planlarını çok daha tehlikeli ve sinsi oyunlarla gerçekleştirmeye çalıştığını” belirten Erbakan Hoca’nın:
“Milletimiz tıpkı Milli Mücadele günlerinde olduğu gibi, bu sinsi planları boşa çıkaracak inanç, azim ve kararlılığa sahip bulunmaktadır. Sahip olduğu tarihi tecrübe ile bu oyunları tekrar boşa çıkaracaktır. Bizler tarih boyunca, dünyaya huzur ve saadet getirmiş bir ecdadın varisleri olmanın onurunu ve sorumluluğunu taşımaktayız. “Yiğit düştüğü yerden kalkacak”, Türkiye yeni ve adil bir Medeniyet değişimine öncülük yapacaktır. Bugün dünyaya hâkim olan açlık, sefalet, kan ve gözyaşına son verecek iradeyi, yine milletimiz ortaya koyacaktır. ‘Uydu değil, lider ülke’ vizyonu doğrultusunda; önce Yeniden Büyük Türkiye, ardından Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacaktır. Bu vesileyle vefatının 72’nci yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Milli Mücadele kahramanlarımızı ve bu vatan için canını vermiş bütün şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.” sözleri ise; kutlu ufukların işareti ve mutlu yarınların müjdeleriydi.
Erbakan Hocamızın, Atatürk’le ilgili bu takdir edici ve sahiplenici sözlerini, 2010 senesinde ve vefatına yakın bir süreçte ifade etmesi; hiçbir, resmi, hukuki ve siyasi mecburiyeti olmadan ve bir nevi vasiyet gibi dile getirmesi, oldukça önemliydi, samimiydi ve ders vericiydi. Artık Aziz Milletimizin ve özellikle Milli Görüşçülerin Hocamızın bu tespit ve tavsiyelerine uygun düşünüp değerlendirmesi gerekirdi. Milli Çözüm Ekibinin, Atatürk’le ilgili yazılarını ve yorumlarını, özel ortamlarda tasdik ve teşvik eden Hocamız, Milli Gazete’de yayınlanan bu 10 Kasım mesajıyla, artık alenen de bizleri ve Milli Çözüm’ün istikametini desteklemişti.
Erbakan Hoca’nın Anıtkabir’i ziyareti ve anlamı
SP 1. Olağan Büyük Kongresi’nde Genel Başkan seçilen Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız ve yeni oluşan Başkanlık Divanı Üyeleri Anıtkabir’e bir ziyaret yapmışlardı. Erbakan ve beraberindekiler, Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrine çelenk koyup saygı duruşunda bulunduktan sonra Misak–ı Milli Kulesi’ne teşrif buyurmuşlardı. Erbakan, burada Anıtkabir Özel Defteri’ni imzalamış ve deftere özetle şunları yazmıştı: “Senin, her şeyin önünde önem verdiğin tam bağımsızlığımızı kazanma ve muasır medeniyetlerin önüne (fevkine) çıkma gayeni gerçekleştirmek üzere aziz milletimiz, 11 Mayıs 2003’te Saadet Parti’mizin muhteşem kongresiyle ikinci şahlanışını yaptı. Türkiye’miz için ortaya koyduğun büyük hedeflerin önem ve değerini bugün milletimiz hâlâ yakından takip etmekte ve hedefine ulaştırmaya çalışmaktadır. Yeniden büyük Türkiye’yi ve yeni bir dünyayı kurmak için bütün gücümüzle çalışarak, Senin, Türkiye’nin her bakımdan en önde bulunması gayeni gerçekleştirmek üzere elimizden gelen her türlü gayreti gösterip çabalayacağız. Muvaffakiyet Allah’tandır.’’
Erbakan Hoca, Akşam Gazetesi’nden Adnan Akgünel’e yaptığı röportajındaki:
“Şöyle bir bakalım ve anlamaya çalışalım. Atatürk kendi yönetim döneminde, hiçbir dış seyahat yapmadı. Niçin?! Çünkü Türkiye, asırlar boyunca lider ülkeydi; şanlı bir medeniyetin varisi ve temsilcisiydi. Lider ülkeyi yöneten bir insan, (zillet ve mahcubiyetle) başkasının ayağına gitmezdi... İngiltere Kralı O’nun ayağına gelmiştir... Batılılar ve Müslüman Başkanlar Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Atatürk gitmemiştir. (Bu, milli bir haysiyet ve hassasiyet meselesidir.) Ama bugünkü taklitçiler ise; Onların ayağına gidip, üçüncü sınıf kâtiplerin karşısında eğilmektedir ve batılılardan borç dilenmektedir. Sömürge psikolojisiyle, köle gibi hareket edilmektedir. Hâlbuki Atatürk döneminde: Kayseri uçak fabrikası, Sümerbank’a ait dokuma fabrikaları gibi yerli ve milli sanayi tesisleri yapılıp faaliyete geçirilmiştir. Bugün bazıları her vesile ile Atatürk’ün gençliğe hitabesini okuyoruz! (Ama anlayıp gereğini yapmıyoruz.) Atatürk ne diyor: “Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir…” Yani Cumhuriyetimiz ve vatanımız, bağımsızlık ve bekamız; ilelebet muhafaza edeceğimiz en mühim şeydir. Ama bugün AB hayaliyle ve küreselleşme gibi bahanelerle, adım adım bağımsızlığımız dış güçlere devredilmektedir!” tespitleriyle, Mustafa Kemal’den sonra nasıl bir dejenerasyona uğratıldığımızı dile getirmiş ve eski Cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk’ün, bir görüşme sonrası yaptığı, samimi ve hayret içerikli itirafıyla: “Erbakan Bey, bizlere mükemmel bir Atatürkçülük dersi vermiştir.”
Öyle ya;
Eğer Atatürk bağımsızlığımızın öncü komutanı, Milli kalkınmamızın mimarı, İslam inançlı ve Hz. Muhammed (SAV) hayranı, ama din istismarına ve yobazlığa karşı, Lider ülke büyük Türkiye sevdalısı ve Batı Medeniyetine ulaşmayı değil onu aşmayı hedef gösteren ender ve önder bir devlet adamı ise, o halde Atatürkçülükle Milli Görüş’çülük niye uyuşmasındı? “Eğer Mustafa Kemal yaşasaydı, elbette Milli Görüşçü olacaktı” buyuran da Erbakan Hocamızdı. Ve Atatürk’ün yıllardır gizlenen vasiyeti açıldığında, herkesin dudakları uçuklayacak ve Milli Çözüm’e hayranlık duyulacaktı.
Mustafa Kemal’i tebdil ve tev’il ederek hakkında hüsnü zanna yöneldiğin gibi, AKP hükümeti ve Fetullah Gülen hareketiyle ilgili de, “onların Siyonist merkezlerle münasebetlerini ve bazı tavizlerini, hayırlı hizmet ve hedeflere yaklaşmak için bir strateji ve taktik olarak” değerlendirmen gerekirken niye şiddetle tenkit ediyorsun? şeklindeki sorulara yanıtımız ise; Atatürk vefat edip gitmiştir. O’nu kendi dinsizlik ideolojilerine alet etmek isteyenlere ve O’nun istismarıyla zulüm saltanatlarını sürdürenlere, bu fırsatı vermemek gerekir. Ama AKP yetkilileri ve Cemaat liderinin halen hayatları devam etmektedir ve zalim merkezlerle münasebetleri ve dış güçlerin destekleri açık ve kesindir. Ve bu gidişin hangi sonuçları amaçladığı bizce belli değildir. “Hüküm zahire göredir; hıyanet ve dalalet girişimlerine hüsnü zanla mukabeleye izin verilmemiştir.”
Şimdi Atatürk gibi bir şahsiyeti Sabataist sömürü sisteminin ve laiklik kılıflı dinsizlik ideolojisinin istismar aleti olmaktan çekip (Bediüzzaman’ın tabiriyle, Kemalizm’i tebdil ve tev’il ederek değiştirip düzeltip) Milli ve Manevi gereklerimize ve gerçeklere uygun, yeniden yorumlamak eğer bir suç ise; bu suç bizim sevabımız ve faziletimizdir!
“Biz Allah yolunda cihat ederken, (Haklı ve Hayırlı bildiğimiz gerçekleri söyleyip yazarken) hiç kimsenin kınayıp-karalamasından çekinmeyen” (Maide: 54) Mü’minleriz. Ve Allah c.c. fazilet ve ferasetini dilediğine vermektedir. (Maide: 54)
Kız kardeşi Makbule Hanım; 10 Kasım 1938’de vefat edince, Dolmabahçe’de Atatürk’ün cenaze namazının tamamen İslami emirlere göre kılınmasını istemiş… 1953’te Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınırken, tabutun içerisine Arapça ayet ve dualar yazılı kâğıtlar yerleştirmiş… 8 Kasım 1952 tarihli “Resimli 20. Asır” Dergisinde Gazeteci Kandemir’le yaptığı röportajda: “Artık yapayalnız kaldım, Allah’tan başka hiç kimsem yok. Ömrüm Kur’an okumak ve ibadet yapmakla geçiyor. Bir de O’nun (Atatürk’ün) sesi kulaklarımda çınlıyor.” diye dertleşmiş olması (17 Haziran 2012, Mustafa Armağan, Zaman) bunların inançlı ve dindar bir aileden geldiklerinin en açık kanıtıdır.
Milli Mücadelenin ve Milli görüş'ün Ortak Amacı
Mustafa Kemal’in Milli Mücadeledeki en büyük başarısı, bizzat kumanda ettiği ve binlerce mekanize araç ve son sistem ağır silahla donatılan, İngiliz, Fransız ve Amerikalılarca destek çıkılan Yunan ordusunu yendiği SAKARYA Meydan Muharebesidir. Sakarya zaferi, kem talihimizi tersine çeviren tarihi bir dönüm noktası yerindedir. Ve tabii Sakarya zaferi denilince akla Mustafa Kemal gelmektedir, çünkü Atatürk’le Sakarya özdeşleşmiştir. Milli Haysiyet ve hassasiyetini yitirmiş ve Haçlı AB himayesine göz dikmiş demokrasi densizlerinin “VATAN, MİLLET SAKARYA” tekerlemesiyle Milli mücadeleyi küçümseyip alay konusu edindiği bir süreçte rahmetli Erbakan Hoca’nın çıkıp:
“Herhangi bir kimse: Malazgirt’te inanışın şahlanışını yaşamadan; Kosova’da, Niğbolu’da bir kılıç olup parlamadan; Ulubatlı Hasan olup İstanbul’u fethetmeden; Sultan Fatih olup atını denize sürmeden; Kanuni olup, şanlı ordularıyla Avrupa’nın içine yürümeden; Seyyid Çavuş olup, 250 kiloluk mermiyi “Ya Allah!” diyerek top namlusuna sürmeden; Bir insan, SAKARYA’NIN SİPERLERİNE GİRMEDEN; ve Kıbrıs’ta düşman tahkimatının arasından geçmeden, Milli Görüş’ün ne olduğunu anlayamaz!” sözleri;
a- Hem Sakarya Meydan Muharebesi’nin tarihimizin en önemli zaferlerinden birisi olduğunu belirtmektedir.
b- Bu şanlı mücadelenin, tamamen Milli ve şerefli olduğunu vurgulayıp övmektedir.
c- Ve tabii dolayısıyla, Sakarya zaferinin komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ü de sahiplenip Milli Görüş’e dahil etmektedir. Çünkü Erbakan Kurtuluş Savaşı’nı, Milletimizin bin yıllık mayasını oluşturan Milli Görüş’ün yeni bir şahlanışı olarak değerlendirmektedir.
Erbakan Hocamızın sıkça ve açıkça Atatürk’ten bahsetmemesi:
• Atatürk’e mal edilen, ama aslında Milli Mücadelenin hedefleri ve Mustafa Kemal’in düşünceleriyle tamamen çelişen KEMALİZM uydurmasını kabulleniyor görünmek istemediği,
• Ve oldukça ucuzlayan ve uyuz kesimlerce sıkça başvurulan Atatürk istismarcılığına tenezzül etmediği içindir.
Erbakan Hoca’nın Sultan Alparslan örneği ile başlaması da boşuna değildir. Sultan Alparslan Allah’ın rızasından ve halkların huzurundan başka bir şey düşünmeyen bir mücahid olarak katbekat üstün Bizans ordusunu hezimete uğrattığı Malazgirt zaferinden sonra;
1- Romen Diojen’i bağışlıyor ve ağırlıyordu.
2- Maiyetiyle birlikte Bizans tahtına dönmesine yardımcı oluyordu.
3- Böylece kendisine minnet duygusuyla bağladığı Romen Diojen’in yerine başka birinin imparator olmasına fırsat vermiyordu.
4- Romen Diojen’in kızlarından birini kendi oğluna nikâhlayarak, onlarla akrabalık kuruyor ve barışı garantiye alıyordu.
5- Bizans’ın her yıl Selçuklulara 400 bin altın vergi vermelerini şart koşuyordu.
6- Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun resmen Selçuklulara bırakılmasını ve böylece tüm Anadolu kapılarının Müslüman Türklere açılmasını sağlıyordu.
7- Romen Diojen’in sağ salim Kostantin’e (İstanbul’a) dönmesi için yanına kattığı bilge ve derviş kişilerden oluşan mücahid birliği vasıtasıyla, İslam’ın adalet, merhamet ve bereket sistemini Bizans’ın tahakkümündeki farklı, din ve kökenden insanlara tebliğ ediyordu.
Bütün bu gerçeklere rağmen:
1- Halâ Atatürk’ü kendilerinden gösterip istismar etmek ve sırtından geçinmek isteyen Siyonist Yahudi ve masonların düdüğünü çalan ve Mustafa Kemal’i dinsizlik ve dönmelikle suçlayan İslamcı densizler vardır. Bunlar İbranice “im shahar Atzmautenu” kitabının yazarı Yahudi Ben-Avi’nin (1961 Tel Aviv. Sh.213-223)'teki asılsız ve kasıtlı uydurmalarını doğru saymakta, hatta iddialarına delil olarak sunmaktadır.
Bu densizlere sormak lazımdır: Peki, Müslüman ve Hıristiyan birçok ülkedeki, kendi öz adamları olan, ama o topluma milli kahraman olarak tanıtılan Devlet Başkanı, Başbakan ve Bakanlarının Yahudi aslını özenle gizleyen Siyonistler, Mustafa Kemal’in kendilerinden olduğu yalanını niye uydurup açığa vurmuşlardı?
2- Halâ Milli Görüşçü geçinen ve bunca tahribatın taşeronu olan eski BOP Eşbaşkanı Recep T. Erdoğan’ı Erbakan’ın danışıklı devamı olarak gösteren dengesizlerin acaba şu soruya bir cevapları var mıdır?
Yahudi asıllı ve ittihatçı bir mason saydıkları Mustafa Kemal, Libya’yı, Siyonist destekli İtalyan işgalinden kurtarmak için bin türlü mihnet ve meşakkatle ta oralara gidip, Şeyh Sunusi’lerle birlikte göğüs göğse ve ölümüne savaşmıştı. Şimdi Müslüman Libya’yı barbar batılılara karşı savunan ve bu uğurda hayatını ve rahatını hiçe sayan Atatürk hain ve kâfir ise, peki bugün NATO ile beraber Libya’nın tamamen harap ve talan edilmesine ve 57 (elli yedi) bin insanın katledilmesine önayak olan Bay Recep T. Erdoğan hangi sıfata layıktı?
3- Bu arada, halâ Atatürk’ü imansız ve Kur’an’sız gösteren ve uydurdukları “İslamsız Kemalizm” safsatasıyla kendi dinsizliklerini yürütmeye gayret eden ve bir başörtülü görünce kuyruk altına diken batırılmış gibi huysuzlanıp köpüren ve tamamını toplasan bir kasaba doldurmaya bile yetmeyen, ama cırtlak sesleriyle ortalığı velveleye verip aydınlanmacı geçinen bu bataklık ve karanlık kurbağalarına sesleniyoruz: İzmir’de düzenlenen Atatürk’ün 73. ölüm yıldönümü törenlerine katılan başörtülü bir hanım vatandaşımıza: “Buradan defolup gitmeni istiyorum. Sizin karşı devrimin gerici unsurları olduğunuzu biliyorum” diye sataşan ve saçmalayan bu seviyesiz, soğuk ve milletten kopuk tavrınızla Atatürk’e en büyük kötülüğü yapıyorsunuz, hatta anlaşılıyor ki bu kara kampanyayı kasıtlı olarak, yani Atatürk’ten nefret edilsin diye yürütüyorsunuz!
Oysa T.C. Devleti iman ve maneviyat temeli üzerine kurulmuş sağlam bir yapıdır!
Bazıları: "Bunca yiyicilere rağmen bu devlet yıkılmıyor, bu millet çökmüyor" diye hayret ediyorlar. Hiç hayret etmesinler, devletin temel taşı sağlamdır. Bu sağlamlığın kaynağı ise inançtır. İsterseniz delillerini arz edeyim: TBMM, 20 Ocak 1921 tarihinde "Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu"nu çıkarmıştır. Bu, Ankara'daki rejimin ilk anayasasıdır. Bu metnin 7'nci maddesinde TBMM'nin hakları ve vazifeleri sayılırken ilk başta "Ahkam-ı Şer'iyyenin tenfizi" ifadesi yer almaktadır. Bunun mânâsı TBMM Kur’an hükümlerinin yerine getirilmesiyle yükümlüdür, demektir. Bu da göstermektedir ki, Mustafa Kemal’in Başkanı olduğu ilk Meclis iman ve İslam üzerine kurulu bir Meclis konumundadır. Ele aldığımız 7'nci maddenin son bölümünde denilmektedir ki: "Kavânin ve nizâmat tanziminde muâmelât-ı nâsa efrak ve ihtiyâcât-ı zamana evfak ahkâm-ı fıkhıyye ve hukukiyye ile âdâb ve muâmelât esas ittihaz kılınır." Bu cümlenin mânâsı şudur: Kanun ve tüzük yapılırken İslâm fıkhının hükümleri esas alınacaktır. (Resmi Gazete, 1-7 Şubat 1921)
TBMM, 29.10.1923'te "Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu'nun Bazı Mevaddının Tavzihan Tâdiline (yani bazı maddelerin açıklanıp düzeltilmesine) Dair Kanun'u çıkartmıştır. Bu kanunun 2'nci maddesi şöyledir:
"Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâm'dır. Resmi Lisanı Türkçe'dir" (Kanun No:364) 20.04.1924'te çıkarılan 491 numaralı Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 2'nci maddesi aynen şöyledir: Madde:2- Türkiye devletinin dini, Din-i İslâm'dır; resmi dili Türkçe'dir; makarrı (başkenti) Ankara şehridir." Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, devletimizin temeli inanç ve maneviyat üzerine atılmıştır. Buna rağmen 1928'de, o günün dehşet havası Siyonist dış güçlerin kışkırtması ve yerli masonik işbirlikçilerin baskısı içinde "Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu"nda bir değişiklik yapılmış, 2'nci maddeden "devletin Dini, din-i İslâm'dır" ifadesi kaldırılmıştır. (Resmi Gazete:14.04.1928)
05.02.1937 tarihinde ve Mustafa Kemal’in şaibeli hastalığının yoğunlaştığı ve devlet işleriyle uğraşamadığı bir süreçte 3115 sayılı kanun ile anayasanın 2'nci maddesi bu defa şu şekilde değiştirilmiştir.
"Madde:2- Türkiye devleti Cumhuriyeti, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçe'dir, makarrı Ankara şehridir."
Biraz düşünürsek şu neticelere ulaşmış olacağız. Cumhuriyet 1923'ten 1928'e kadar beş sene müddetle resmen İslâm devletidir. 1928'den 1937'ye kadar bu durum fiilen devam etmiştir. M. Kemal'in çok ağır hastalığı nedeniyle devlet işleriyle yakından ilgilenemediği ölümünden bir yıldan az zaman öncesi İsmet İnönü’yü güdümüne alan masonlar ve sabataist cunta tarafından anayasaya girmiştir. Dolayısıyla konulan o maddeler ne devletin, ne de milletin ilkeleri değildir. Bu maddeler, memleketi dikta rejimiyle idare eden CHP'nin ve arkasındaki masonik şebekenin 6 okundan ibarettir. Aziz milletimiz 14 Mayıs 1950'deki seçimlerde CHP iktidarını alaşağı etmiştir. Ancak 1961 Anayasası da bir darbe ve ihtilâl hükümetinin baskısıyla ve düzmece bir referandumla yürürlüğe girmiştir. Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanlığı 15 yıl sürmüştür. (1923-1938) Bunun 14 yıla yakın bir zamanında anayasada lâiklik ilkesi diye bir ilke mevcut değildir. Kimse M. Kemal'den ziyade Kemalistlik taslamasın.”[1]
[1] Milli Gazete / Mevlüt Özcan / 29 10 2011