Şubat 17 06:57

Hükümet-Cemaat Kıyasıya Kapışırken Ufkumuzun Karartılması

Hükümet-Cemaat Kıyasıya Kapışırken Ufkumuzun Karartılması

Hükümet-Cemaat Kıyasıya Kapışırken Ufkumuzun Karartılması

Ekrem Dumanlı’nın başardığı (!?) ve Zaman Gazetesi'nin günler önceden duyurup reklamını yaptığı Fetullah Gülen röportajı, tam anlamıyla “dağ fare doğuruyordu!”

Uzun süredir sessizliğini koruyan Fetullah Gülen, Ekrem Dumanlı'nın sorularını yanıtlıyor, çelişkili ve çetrefilli sözleriyle bir nevi hakkındaki iddiaların doğruluğunu kanıtlıyordu. “Bana karşı O galiz küfürleri ehli küfür bile kullanmadı, yakıştıramadım… Aynı kıbleye yöneldiğimizi düşündüğümüz insanlar tarafından böyle bir muamelenin ekstra acısı var ama "Bu da geçer Ya Hu" deyip sabretmekten başka bir şey elimizden gelmiyor” diyerek sızlanan ve Erdoğan’ın merhametine sığınan Fetullah Gülen “Böyle çetin dönemlerde savrulmamak çok önemli. Herkes karakteri kadar. Gönül koymamalı, kim başını öne eğecek kim mahçup olacak zaten öbür dünyada belli olacak. Biz bize olan hakkı helal ettik. Yedi cihan duysun. Ama tecavüz edilen şeylerde dinin hakkı varsa mukaddes emanet, onun hesabını Allah sorar” diye olgunluk tavrı sergiliyor ve sahteliği sırıtıyordu. Zaman Gazetesi: “Fetullah Gülen uzun süren sessizliğine son verdi” diye manşetler atıyordu. Oysa Sn. Gülen aslında hiç susmuyordu ve Hükümet aleyhine zehir zemberek sözler kusuyordu. Yaptığı beddualar hala kulaklarda çınlıyordu. Kendisini sadece Türkiye’nin değil, bütün bölgenin, hatta İslam aleminin gizli ve gerçek lideri havasına kaptıran ve gerçek dünyada değil hayali havsalasında yaşayan Hocaefendi daha düne kadar her vaazına bir siyasi mesaj sığdırıyor ve bizzat Başbakana: Firavun, Karun, haramzade gibi hakaretleri reva görüyordu. Recep T. Erdoğan da elbette ondan geri kalmıyor, edep ve hürmet yerlerde sürünüyordu.

28 Şubat döneminde Refah-Yol hükümetine “beceremediniz iktidardan çekip gidiniz!” çıkışıyla ilgili eleştirilere, “tarihte makamlarını terk eden İslam liderlerden örnek verdiğini” belirten Gülen, “İdareden çekilmenin zül olarak addedilemeyeceğini anlatmaya çalıştım.” diye cevap veriyor, bir nevi hıyanet ve hakaretini dolaylı itiraf ederken, hala riyakârlıkla hakikatleri rayından saptırmaya uğraşıyordu.

“Yaşını başını almış, güngörmüş bazı kadim dostlarımızın hakperestlik adına ortaya çıkıp bir şeyler demesini beklemeye hakkımız var mı bilemiyorum. Ancak en azından şunu demekle iktifa edeyim: İyi gün dostu olmayı bazı insanlara yakıştıramadım.” diyerek Erdoğan ve yandaşlarını vefasızlıkla suçlayan Gülen hep birlikte Erbakan’a yaptıklarını unutuyordu. “Gerilimin had safhaya çıktığı 28 Şubat dönemde milletimiz adına en az zararla kurtulmanın yollarını ararken birçok insan gibi erken bir seçimin çare olabileceğini telaffuz ettim. Yeni bir seçim kanunu ile erken seçime gidilmesi gerektiğini dile getirdim. Bunu sadece fakir söylemedi; Korkut Özal başta olmak üzere birçok isim de aynı kanaati ifade etti. Hatta o gün hükümeti destekleyenlerden de böyle düşünen ve manşet atanlar vardı.” diyerek Erbakan’a karşı AKP’nin fikir babalarından Korkut Özal'larla birlikte çalıştıklarını itiraf ediyordu.

Fadıl Akgündüz cemaate milyon dolarlar aktardığını itiraf ediyordu!

Jet Fadıl, 17 Aralık sürecinde AKP'den yana olduğunu belirtiyor ama, bir dönem kendisinin de cemaate 1 milyon 700 bin liralık yardım yaptığını iddia ediyordu. Jet Fadıl lakaplı işadamı Fadıl Akgündüz, Cübbeli Ahmet ile aralarındaki kırgınlığın nedenini açıklarken. Cübbeli Ahmet'in, AKP-Cemaat kavgasında taraf olarak STV kanalına çıktığını söylüyordu. Akgündüz, bir dönem cemaate kendisinin de destek çıktığını hatırlatıyor. STV'ye yardım için gelindiğinde cemaate 1 Milyon 700 bin dolar para verdiğini de açıklıyordu. CNN Türk'te Cüneyt Özdemir, Fadıl Akgündüz ile Maldivler'deki yeni otel projesi hakkında konuşurken bu sırları ifşa ediyordu.

Bu arada Fetullah Gülen Cemaati’nde 25 yıl görev alan Prof. Dr. Ahmet Keleş, paralel yapının piramidini Star gazetesine anlatıyor, “bütün hizmet ve himmet gelirlerinin, %15’nin Fetullah Gülen’in kasasına aktarıldığını” söylüyordu. Doların üzerindeki piramit şeklindeki Siyonist yapının, en üstteki Fetullah Hoca makamı dışında 7 katmandan oluşan paralel yapılanmanın 5’inci tabakasına kadar yükseldiğini söyleyen Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Keleş, Fetullah Gülen Cemaati’nin sırlarını Star gazetesine aktarıyordu:

- “Hizmet” dediğimde bu piramidin ilk üç katında yer alanların yaptıkları faaliyetleri kastediyorum. Bunlar, gerçekten Dinî, Ahlâki bir eğitim hizmeti vermek için çırpınmaktadırlar. Yukarıdaki son üç kat ise bu ilk üç katın oluşturduğu toplumsal kabul ve değeri kendi “Örgütsel” hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar. Yani, alttakilerin niyeti ile üsttekilerin niyeti aynı değil. Bu büyük zıtlığı kamufle eden ve görünmemesini, sağlayan figür ise Hocaefendi’dir. İşte bu iki zıt durumu birden temsil ettiği içindir ki ciddi çelişkiler sergilemekten kurtulamamaktadır. Beşinci kat, yurtiçi ve yurtdışı tüm hizmetlerin yürütüldüğü konuşulduğu ana meclisi oluştururdu. Hizmetin her meselesi burada ele alınır, müzakere edilir, karara bağlanır ve uygulama startı verilirdi. Altıncı kat ise, sadece Hocaefendinin bildiği ve takip ettiği “hayati hizmetlerin” yürütüldüğü kattı. Tabiri caiz ise Bakanlar Kurulu veya Milli Güvenlik Kurulu gibi bir kattı. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların failleri ve yürütücüleri bu katın mensuplarıdır. Bunlar da beşinci katın ağabeyleridir”

Cemaat, Laiklik dayatmasının açtığı manevi ihtiyaçla ve din istismarlarıyla güçleniyordu!

Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin büyük bir kısmında “Din elden gidiyor” algısı oluştu. Din elden gidiyorsa bu dine sahip çıkıp onun elden gitmemesini sağlayacak dini liderler mutlaka çıkacaktır. Siz böyle bir boşluk ve talep oluşturursanız bu boşluğu mutlaka birileri doldurur ve bu talebe arz eden de bulunur. Hele de bu toplumun kültürel belleğinde “Mehdi”, “Mesih”, “Müceddit” ve “Asrın İmamı” vs. gibi pek çok kurtarıcı figür varsa... Bu unvan ile ortaya atılan herkesin oldukça büyük destek ve taraftar bulması kaçınılmazdır. Nitekim karşı karşıya olduğumuz durum tam da budur. İnsanlara; “Ey insanlar, gelin, sizi ümit ettiğiniz yere götürecek kurtarıcı benim, binin benim gemime sizi Hz. Muhammed limanına taşıyacağım. Acele edin vaktimiz dardır”, diye cami kürsülerinden 1970’lerde seslenmeye başladığında benim gibi Anadolu’nun gençleri koşarak gitti ve “Emret hocam hizmetindeyiz” dedi. Önce bu tarihsel koşulu görmemiz gerekir. Yoksa durup dururken insanlar bu dini cemaatlere katılıp onların peşinden gitmiyorlar. Orada büyük bir manevi değer ve anlam buldukları gibi, kendileri de aynı anda bir anlam ve değer kazanıyorlar. Bir hiç iken, birden bire kutsal bir davanın büyük bir eri haline geliyorlar. Bu azımsanacak ve kaçırılacak bir paye değildir. Biz de kaçırmadık...

Fetullah Gülen kendisini “İLK VE SON FATİH” diye tanıtıyordu!

Hocaefendi, kendisinin Üstad Bediüzzaman’dan sonraki manevi görevli olarak tayin edildiğini, aynı zamanda kıyamete kadar kendisinden sonra da kimlerin görevli olacağını bildiğini, gözünü yumsa bunları bir bir sayabileceğini sıklıkla söylerdi. Hatta askerliği sırasında bir ara kendisine “Gayb” perdesinin açılıp kıyamete kadar nelerin olacağının gösterildiğini, bugüne kadar o gün gördüklerin aynen gerçekleştiğini de belirtirdi. Kısaca “GÖREVLİ” olduğuna hem kendini hem de bizleri ikna ediyordu. Ancak ona yakınlaştıkça fark ettim ki, kendisi sadece görevli olduğuna değil, aynı zamanda gelmiş geçmiş en büyük Veli, en büyük Fatih ve en büyük Devlet Adamı olacağına da inanıyordu. Tüm planını ve stratejisini de ona göre kuruyordu. O tüm dünyayı fetheden ilk ve son FATİH olmaya kendisini ve çevresini inandırmış bulunuyordu!

Toplanan paraların yüzde 15'i hocanın kasasına teslim ediliyordu!

Bu beslenmiş ve güçlendirilmiş inanç nedeniyledir ki Hocaefendi cemaate; “Bize bir gazete lazım” deyince gerekli finans anında sağlanıyordu. Samanyolu televizyonunun açılması için yurt genelinden özel kampanya ile yardım toplamıştık. Sadece benim görev yaptığım bölgeden 80 kilo altın sadece hanım kardeşlerimizin ziynet eşyalarından toplanmıştı. Nakit paralar hariç... Gerisini siz düşünün... Her vilayette kazalar da dâhil “Himmet” denilen yardım toplantıları olurdu. İnsanlar yıllık taahhütlerde bulunurlardı ve bu taahhütlerini bir yıl boyu öderlerdi. Memurlar için maaşlarının asgari yüzde 10’u istenirdi. Esnaflar zekatları da dâhil olmak üzere kazançlarının büyük bir kısmını verirlerdi. Tüm ülkede toplanan bu yardımların yüzde 15’i örtülü ödenek olarak nakde çevrilip Hocaefendi’nin özel kasasına teslim edilirdi. İşte Hocaefendi hediye ettiği altın saatleri, değerli tespihleri vs. hep bu paradan harcar. Tabii Amerika’daki seçim yardımlarını da... Miktarını sadece Hocaefendi bilir. İnsanlar bindikleri mütevazı arabalarını satıp himmet borçlarını ödediler. Oturdukları gecekondularının tapularını bağışladılar...  Dünya tarihi böyle bir fedakârlığa, Asr-ı Saadet hariç başka hiçbir devirde şahit olmamıştır. Rahmetli Turgut Özal’ın siyasi başarısından da fevkalade rahatsızlık duymuştu. Hatta bir sohbette kendi annesinin de Özal için böyle söylediğini aktarmış ve şöyle demişti: “Aklı anamın aklı kadar olanlar Özal’ı kurtarıcı sanıyor. Bizim hizmette olsaydı Özal’a semt imamlığı verir miydim bilmiyorum” dedi.

Gülen Erbakan'a “ÖLSÜN BEDDUASI” yapıyordu!

Necmettin Erbakan’ı üstün başarısı nedeniyle zaten kendisine rakip gören ve yarış pistinden bir an önce diskalifiye edilmesini isteyen Hocaefendi onun aleyhinde atıp tutuyordu. Hatta “Eğer İslam’ı bunlar temsil edecek ise yerin dibine batsın o İslam” diyordu. “Hükümet düşecek herkes görevini yapsın” diye uyarıyordu. Biri anlattı: “Hocaefendi Erbakan’a öyle bir beddua etti ki, yerler gözyaşından ıslandı. Duadan sonra hocaefendi elini yüzüne sürerken dedi ki, hadi size müjde bir haftaya kalmaz Erbakan’a Fatiha okuruz.” Ama aynı Fetullah Gülen açılım sürecinde Gazeteciler ve Yazarlar Birliği’nin düzenlediği ödül töreninde Süleyman Demirel’e hitaben; “Söz sultanının yanında söz söylenmez!..” diyordu. Bir gece öncesinde söyledikleri ise ağza alınacak gibi değildi. Peki, bu nasıl oluyordu?

Cemaatin Siyonist Örgütlenme Benzeri 7 Katlı Piramit Yapılanması: 

piramit

NOT: Özellikle 5, 6 ve 7. tabakaların; CIA ve MOSSAD ajanlarının devreye sokulmasına ve Siyonist Yahudi stratejistlerin manipülasyonlarına ne denli müsait olduğu açıkça sırıtmaktadır

FBI danışmanı ve Gülen cemaati uzmanı Paul L. Williams Gülen cemaatine ilişkin Akşam gazetesine çarpıcı bir röportaj veriyordu!

Bir dönem FBI'da danışmanlık yapan, ABD'nin radikal İslam ve terör uzmanı Prof. Paul L. Williams Fetullah Gülen ve cemaatine çarpıcı açıklamalarda bulunuyordu. 1999’dan bu yana ABD’de yaşayan Fetullah Gülen’in CIA’ya hizmet ettiğini söyleyen Williams, cemaatin "50 milyar dolarlık malvarlığı" olduğunu, Gülen'in çiftliğinde enteresan hazırlıkların yapıldığını ileri sürüyordu. Yıllardır Fetullah Gülen ve cemaati üzerine çalışan William, Gülen'in Pensilvanya'daki malikanesine giren ender isimlerden biri sayılıyordu. Gülen hakkında yeni bir kitap hazırlayan William cemaatle ilgili Akşam gazetesine verdiği röportajda ilginç şeyler anlatıyordu:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mavi Marmara olayının ardından takındığı tavır ve Suriye’deki tutumu nedeniyle Gülen’in kendisine düşman olduğunu artık herkes biliyordu. 34 yıl önce Orgeneral Kenan Evren, dönemin Amerikan Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Zbigniew Brzezinski’nin Orta Asya’daki Türk devletleri için yeni bir düzen getirilmesi gerektiği fikrine uygun hareket ediyordu. Ancak bu fikre asıl cevabı veren Gülen oluyor ve bölgedeki doğalgaz ve petrol yataklarının kontrolünü ABD’ye verebilmek için okullarıyla bölgeye sızmaya başlıyordu. Bu yüzdendir ki eski CIA yöneticileri kendisine Yeşil Kart (Green Kart) başvurusunda referans mektubu veriyordu. Gülen konuşmalarında Osmanlı'nın yeniden dirilişi ya da yeni İslami dünya düzeninden bahsediyor ve ilginçtir ki CIA de bu fikri paylaşıyordu. Yoksa neden Gülen’in Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan'daki okullarında CIA elemanları bulunsundu? Bu nedenle Rusya ve Ukrayna, Gülen’in okullarını kapatıyordu. Gülen’in etkisi Çin’in Uygur bölgesindeki eylemlerde gözleniyordu. Bu şekilde CIA tarafından zaten bağımsız bir ülke kabul edilen Türkistan, Çin'den bağımsız olması ve ABD’nin güdümüne alınması sağlanmaya çalışılıyor ki Uygur Türklerinin lideri de ABD-Chicago’da yaşıyordu.

Gülen'in okullarında 130 CIA ajanı çalışıyor. Okullar CIA’nın narkotik ve silah kaçakçılığıyla finanse ediliyordu. Türkiye'de bankalar ve iş dünyasına hükmediyordu. Fetullah Gülen izin vermediği sürece kadınlar 50 yaşına kadar evlenemiyor. Evlenecekleri erkekleri ise 'hoca' belirliyordu.

Gülen'in Çiftliğine Bizzat Gidiyordu!

Daha önce Fetullah Gülen’in çiftliğini çok kez ziyaret ettim. Çiftlikteki yöneticilerle görüştüm ve etraftaki tüm komşularıyla, Gülen okullarındaki müdürlerle konuştum. ABD’de Gülen’in çiftliğine gelip giden bazı insanların söylediği kadarıyla cemaat, AKP’yi terk edip CHP’yi desteklemeye karar veriyordu. Amaçları bu partiyi de ele geçirmek ve İslami çizgiye getirmek olarak belirtiliyordu. Bu düşüncenin planlandığı yer Gülen’in Pensilvanya’daki çiftliği oluyordu. Elbette Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın da desteğini almış durumdalar. Gülen’in CIA’ya (ABD Merkezi Haber Alma Örgütü) hizmet ettiği biliniyordu.

Gülen'in Erdoğan'a mektup yazıp: “Ya ol, ya öl!” dediği ortaya çıkıyordu!

Fetullah Gülen'in Başbakan Erdoğan'a hitaben 2006 yılında bir mektup yazdığı ve Erdoğan'ı uyardığı anlaşılıyordu.Fetullah Gülen'in 2 Mayıs 2006'da Başkan Erdoğan'a yazdığı bir mektubun detayları herkul.org sitesinde yayınlanıyordu. Başbakan Erdoğan, 4 Ocak 2014’te Dolmabahçe’de bir grup basın mensubu ile yaptığı toplantıda, Fetullah Gülen Hocaefendi’den kendisine “sulh mektubu“ geldiğini açıklıyor, ardından mektubun gerçekte Cumhurbaşkanı’na hitaben yazıldığı ve onun gönderdiği aracıya verildiği, Başbakan’a ise sadece bir kopya gönderildiği söyleniyordu. Ancak Gülen'in sohbetlerinin yer aldığı “herkul.org” sitesinin editörü Osman Şimşek, Başbakan Erdoğan’a 2 Mayıs 2006’da Fetullah Gülen Hocaefendi tarafından bugüne kadar kamuoyunda bilinmeyen bir mektup gönderildiğini belirtiyor. Bugün gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt ise köşesinden o mektubun detaylarını yazıyordu. Mektupta Başbakan’ı demokratikleşme çizgisinden sapılmaya başlandığı hususunda uyarıda bulunuyor ve  “Esefle belirtmeliyim ki; belli bir eylem planına hükümetçe imza atılması Müslümanlar’ın sinelerinde ciddi bir yara açmıştır“ deniliyordu. Gülen, Başbakan’a merhum Necip Fazıl’ın Menderes’e yaptığı çağrı ile sesleniyor: “Ya ol, ya öl; ama mutlaka itibarlı kal!” tavsiyesinde bulunuyordu. Sonrasında da, “Böyle bir istikametten sizi alıkoyan Çankaya, hatta dünya devlet başkanlığı bile olsa, kendiniz olarak kalmanızın hem Zât-ı âliniz hem de milletimiz için hayati önem taşıdığını söyleyebilirim” diyerek, üst perdeden üstatlık taslıyor ve her ne hikmetse Recep T. Erdoğan da, buna yıllarca katlanıyordu.

Gülen’in Alevilerle ilgili sahte tavrı sırıtıyordu!

Dershane tartışması ve 17 Aralık operasyonunun ardından Gülen Cemaati ile CHP’nin yakınlaşıp, AKP Hükümeti’ne karşı aynı safta yer almasının yankıları sürerken, Gülen’in Kılıçdaroğlu’nu da ilgilendiren çarpıcı ithamlarının olduğu ortaya çıkıyordu. Fetullah Gülen’in bir vaazında, aralarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bulunduğu Tuncelili “Aleviler” için “Alevi değillerdir. Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş, aslen Nusayri olan insanlardır. Bunların dinleri yoktur aslında…” dediği anlaşılıyordu. Gülen o vaazında “Kızılbaş meselesi”yle ilgili görüşlerini aktarırken, şunları söylüyor: “İran’daki Şiiler içinde mollalar var, hocalar var, şeyhler var, dindarlar var. Açtığımız okullarda orada ve ders verdiğimiz üniversiteyi hazırlık kurslarında bunlarla diyalog kurabiliyoruz. Bir ölçüde bu dalgaları kırma imkânı oluyor. Fakat Türkiye’dekilere, ben Alevi demiyorum, onlar Alevi falan değildir yani… Gerçi Anadolu’daki Aleviler, Yörükler bizim her zaman kendileri ile anlaşabileceğimiz insanlardır. Fakat aslen Nusayri olan, Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş olan, Tunceli civarındaki Aleviler başkadır, bunların dinleri yoktur. Nusayri akidesi vardır; Allah insandır, insan Allah’tır, Allah insanın içine girmiştir. Allah insanla ikrat etmiştir. İşte bunlarda (Tunceli Kızılbaşlarında) bu anlayış hakimdir” diyen Fetullah Gülen’in şimdi kalkıp CHP’ye dolaylı destek çıkması, bunların fesatçı ve fırsatçı tavrını ortaya koyuyordu. Fetullah Gülen hiç mutat olmayan bir biçimde Berkin Elvan için taziye mesajı yayınlarken ne gereği varsa çocuğun Aleviliğine vurgu yaparak garip sinyaller veriyor, şiddete meyyal olan sokağa dolaylı destek vermiş oluyordu. Alevilere verilen bu mesajların anlamı her ne ise Şiiliği mutacılığa indirgeyen nefret söylemlerini besleyen niyet ve tıynet aynı oluyordu. Ahlaklı ‘Altın nesil’ yetiştirme iddiasındaki Gülen hareketinin gele gele yetiştirdiği insan tipi mide bulandırıyordu. Cemaat rastgele insanlara ve sırf politik kazanç amacıyla iftira atmaktan geri durmayan, insanların namuslarına fütursuzca çamur atan bir dedikodu üretim merkezine dönüşmüş bulunuyordu.

AKP’li başkanlar, bakanlar, iş adamları ve bürokratlar arasında “geçici muta nikahlı ve paralı sex arkadaşlığının oldukça yaygınlaştığı ve bunların görüntülerinin kaydedilip aleyhlerine kullanılmasına karşı tedbirli olunması” konusunda, çok muhterem ve muttaki ağabeyleri Abdurrahman Dilipak bile bunları defalarca uyarıyordu! Bu durum bize, Hz. Yusuf’a karşı karısının haksız ve ahlaksız tuzağını fark eden Mısır Azizi Züleyha’ya seslenip: “Bu sizin (şehvet) tuzağınız (ve azgınlığınız)dır. Gerçekten sizlerin hilesi-fitnesi büyük (olmaktadır).” (Yusuf:28) dedikten sonra Hz. Yusuf’a dönüp: “Yusuf, sen bu (kadından) yüz çevir (ve olup bitenleri unut gitsin.) Sen de (ey Züleyha) bu kötü davranışın sebebiyle (benden) özür ve bağışlanma dile (bu Mesele bitsin)” (Yusuf:29) diyerek, namus ve haysiyetini değil, zahiri şeref ve şöhretini kurtarmaya çalışmasını ve suçsuzluğunu bile bile sorumlu tutup Hz. Yusuf’u zindana tıkmasını hatırlatıyordu.

Cemaat hizmet ekolü mü; iftira ve kumpas okulu muydu?

AKP yandaşı ve Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay’a göre Başbakan'ın, Beşir Atalay'ın, Hakan Fidan ve Ahmet Davutoğlu'nun İran'a sıkça kaçamak yaptıkları bunun sebebinin de orada muta yapmış oldukları Cemaat sohbetlerinde sistematik biçimde işleniyor ve İran'la Türkiye siyasetinin belirleyici faktörü olarak sunulmaya başladığı konuşuluyordu. Yetmez Şubat 2014 ayının sonlarında İstanbul'da camianın yayın grubu 'Ailenin Korunması ve Muta Fitnesi' başlıklı bir sempozyum düzenliyordu. Bu sempozyum Camia medyası tarafından büyük bir ciddiyet ve şaşaayla duyurulmuş ve bir sürü kelli felli profesör çok ciddi iş yapıyormuş ve Türkiye'nin gündeminde sanki çok önemli bir sorunmuş gibi tebliğler sunulmuştu. Bunlara karşılık “Camianın son zamanlarda CHP ve MHP'den BBP ve hatta BDP'ye kadar bütün partilerle farklı yerlerde kurduğu ittifaklar birer muta ilişkisi gibi. Hiç biriyle kalıcı bir ilişkisi olacak gibi değil. Hepsi de geçici ve belli bir çıkar ortaklığına dayalı ilişkiler. Cemaat mensuplarının büyük çoğunluğunun bile başını döndüren ve hayretle izledikleri bu kısa süreli büyük ittifak ilişkilerinin arasına TÜSİAD ve Doğan Medya grubunun birçok yazarını ve isimsiz bir yığın robotu da katabilirsiniz.” diyen Yasin Aktay acaba 12 yıl süren AKP Cemaat flörtünü Muta nikâhlı mı sayıyordu, yoksa bir taraf, kendilerini kandırılmış kapatmalık mı görüyordu?

Emniyette ‘cemaatçi müdür’ depremi sürüyordu!

Hrant Dink cinayetinde sorumlu olduğu iddiaları gündemden hiç düşmeyen eski İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, 'Geçmiş yıllardaki işlem bilgilerini usulsüz imha etmesi' iddiası ile açığa alınıyordu. Ramazan Akyürek'in evine gelen polis ekipleri açığa alma kararını tebliğ ettikten sonra Ramazan Akyürek'in silahına ve kimliğine el koyuyordu. İstihbarat Daire Başkanlığı'nda uzun süredir araştırma yürüten Mülkiye Baş Müfettişleri'nin yaptığı incelemeler sonunda Ramazan Akyürek'in Daire Başkanlığı dönemine ait bilgisayarlardaki log kayıtlarının ve işlem bilgilerinin usulsüz olarak imha edildiği' tespit ediliyordu. Silinen kayıtların Hrant Dink cinayeti döneminde yapılan işlemlere ait olduğu öne sürülüyordu. Bunun dışında yasadışı telefon dinlemelerine ait de müfettişler önemli tespitlerde bulunmuştu. Müfettiş raporlarının tamamlanmasının ardından Ramazan Akyürek açığa alınıyor. Ramazan Akyürek'in evine giden polis ekipleri açığa alma kararının tebliğinden sonra Ramazan Akyürek'in silahına ve kimliğine el koyuyordu. Ramazan Akyürek’in CIA-MOSSAD maşası ve Cemaatin emrinde çalıştığı yıllardır yazılıp konuşuluyordu.  

Zaman yazarı Ali Ünal, Erdoğan ve yandaşlarını kınarken kendisi Fetullah Efendiyi kutsuyordu!

Hükümete yakın gazeteleri Gülen'e iftira atmakla suçlayan Zaman yazarı Ali Ünal’a göre, “Hocaefendi'nin hayatında tek bir leke yoktu.” Oysa Peygamberlerin bile zelle cinsinden hataları bulunurken Fetullah Gülen’i haşa “lekesiz ve tertemiz” ilan etmek, İslam itikadıyla bağdaşmıyordu. "Bir ayyaş kadar olsun haysiyetli ve aklı başında davranmanız ve kendinize yazık etmemeniz gerekmez miydi?" diye soran Zaman gazetesi yazarı Ali Ünal, Başbakan Erdoğan ve ona destek çıkan yazarları hedef alıyordu. Başbakan’ın şirke kadar giden sıfatlarla yüceltildiğini ve Erdoğan için “İslâm dünyasının halifesi; Ortadoğu’nun imparatoru; dünya başbakanı” dendiğini yazan Ünal, bunlar yetmedi: “Başbakanımıza dokunmak ibadettir; Tayyib’i üzmek Allah’ı üzmektir; Erdoğan bizim için ikinci peygamber gibidir. Hatta Başbakan, Allah’ın sahip olduğu bütün sıfatlara sahiptir” denilerek şirke sapıldığına dikkat çekiyordu. Son dört ay içinde Sabah 160, Akit 146, Star 132, Akşam 105, Yeni Şafak'ın 93 tekzip yayınlamakla, tarihte en kısa zaman içinde en fazla yalan söyleme rekoru kırdığını söyleyen Ali Ünal, daha sonra Başbakan Erdoğan ile Gülen'i karşılaştırıp: Erdoğan'ın yapmayacağını söylemeyi ve söylediğinin tersini yapmayı bir politika haline getirdiğini” (Yani münafıklık ettiğini) savunuyor. Gülen'i ise şöyle tarif ediyordu:

"Ve hayatlarında yüz kızartıcı davranışların yanından bile geçmemiş, büyük fedakârlıklarla İslâm adına, Türkiye adına, nesiller adına, insanlık adına dünyaya yayılmış yüz binlerce müntesibi, seveni, sempatizanı bulunan bir Cemaat’e ve bu Cemaat’in rehber tanıdığı vehayatında tek bir leke olmayan Hocaefendi’ye tarihte kimsenin kimseye atmadığı iftiralarla ve yalanlarlaşeytanı utandıracak düşmanlıkta bulundunuz; yüz binlerce ailenin kendi çocuklarını yaptığı gibi, bizzat kendi çocuklarınızı büyük bir güvenle teslim ettiğiniz müesseselerini kapatma yoluna gittiniz" derken Ali Ünal, Fetullah Gülen’i lekesiz ve hatasız ilan edip haşa Peygamberlikten de yukarılara taşıyor ve Recep T. Erdoğan’ın “Yalancı Peygamber” benzetmesini haklı çıkarıyordu! Bu tutarsız tavırlarıyla Hükümet ve Cemaatin yalaka-yazar takımı, kendi tağutlarını ve cibt (canlı putlarını) yarıştırıyor, her iki taraf da Kur’an’ın ve vicdanın değil, kendi tabularının ve Tanrılarının daha üstün ve güçlü olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. (Bak: Nisa:51 ayeti)

Fetullah Gülen’in önce şu soruları yanıtlaması gerekiyordu?

1- Bülent Ecevit’e hürmet gösteren, Süleyman Demirel’e övgüler düzen Sn. Gülenin bu derin Erbakan husumeti, marazlı fıtratının icabı mı, yoksa “Papalık misyonunun bir parçası” olduğu Haçlı Vatikan’ın ve Yahudi odakların rızasını kazanma kasıtlı mı yapıyordu?

2- “Sen onların Milletine (ve Şeytani emellerine) tabi olmadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla razı ve memnun olmayacak (hayırlı işlerinize yardımda bulunmayacak)tır.” (Bakara:120)

“Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları veliler (sığınacak yerler ve yönetip yönlendirici merkezler) edinip tutmayın. Sizden her kim bunu yaparsa, o da artık onlardandır ve bunlar kalplerinde (münafıklık) marazı bulunanlardır” (Maide:51-52) ayetlerine göre, sizin durumunuz ne oluyordu?

3- Makam ve menfaat hırsıyla ve dünyalık hesaplarla Siz ve ekibiniz, devasa boyutlarda kazanıp büyürken, din ve dindarlık değer kaybediyordu. Dine hizmet amacıyla yola koyulmuştunuz. Cemaatinizin zirveye çıktığı bir dönemde dinin imajı yerle bir oluyor, dine, dindarlara olan güven kayboluyordu. Acaba zatı Aliniz bu tezatı neye bağlıyordu?

4- Rehberlik edip geliştirdiğiniz cemaatiniz, son zamanlarda ses ve seks kasetleriyle uğraşır olmuştu. Toplumun önemli bir kısmı, bu işleri cemaatinizin yaptığına inanıyordu. Ahir ömrünüzde böyle algılanmak ilahi bir tokat mı oluyordu, yoksa “Müritler Mürşidin aynasıdır” gereğince talebe ve takipçileriniz, sizin ayarınızı mı yansıtıyordu?

5-  “Hz. Peygamber efendimiz ile sık sık görüştüğünüz” ve “bütün işlerinizi manevi işaret ve talimatla yürüttüğünüz” konuşulup duruyordu. İnsanların ses ve sex kayıtlarını tutup şantaj yapmayı size Rahmaniler mi Şeytaniler mi emrediyordu?

6- Taziye mesajınızda Burak Can ve Ahmet Küçükdağ’a rahmet dilediniz. Ama Aleviliğine vurgu yaptığınız Berkin Elvan’a rahmet dilemeyip sadece üzüntülerinizi belirttiniz. Niçin? AKP’nin yolsuzluklarına karşı çok hassas davranıyorsunuz. Oysa aynı hassasiyeti Deniz Feneri davası için neden göstermiyordunuz? Savcıların görevden alınmasına ses çıkarmıyordunuz? Çünkü o dönemde ittifak halinde çalışıyordunuz! Sizin dürüstlük anlayışınız bu muydu? Şeklindeki haklı sorular niye hala yanıtlanmıyordu! Hatta, Almanya’da patlayan Deniz Feneri Yolsuzluk lağımını kapatması ve AKP’yi sıkıntıya sokmaması için Angela Markel’e ricacı olmak üzere, Cemaatin ABD hükümeti nezdinde girişimde bulunduğu, yerli ve yabancı basında yer alıyordu ve Cemaat temsilcilerinin Kongre üyeleriyle temas kurduğu konuşuluyordu.

Bütün bunlar, maalesef; “Türkiye’de vicdan kalmamıştır; sadece güç savaşı vardır!” dedirtiyordu.

Bugünlerde kim vicdandan, adaletten, merhametten bahsediyorsa yalan söylüyordu. Artık açıkça bir palavralar cumhuriyetinde yaşanıyordu. 30 Mart seçimlerine giderken her türlü vicdan argümanı büyük iktidar savaşının kamuflajından ibaretti, herkes için tek amaç güç kazanmak oluyordu. Ölü çocuk bedenleri bile silah olarak kullanılıyor, Cesetler bomba işlevi görerek birbirine karşı atılıyordu!” itirafları, uzun zaman Hükümeti ve Cemaati öven bir yazarın ağzından çıkıyorsa daha bir anlam kazanıyordu.

“Sisli ve fırtınalı bir denizde pusulası bozuk bir gemiyle yol almaya çalışılıyordu. Dahası hangi limana yanaşacağımız da, yani rotamız da bilinmiyordu. Daha doğrusu herkes başka telden çalıyordu. Gemide, kaptan köşkünü ele geçirmeye çalışan yolcu kılıklı korsanlar dolaşıyordu. Böyle bir zamanda herkesin ihtiyat etmesi gerekiyordu. Ortalık toz-duman içinde, Sapla saman birbirlerine karışmış bulunuyordu. Fasıklar bize bir haber getirdiğinde hemen inanmamak gerekiyordu. Bu kural herkes için, benim için de geçerli bir buyruktu” demeye başlayan Abdurrahman Dilipak bile artık Cemaat-Hükümet kapışmasının acı ve alçaltıcı akıbetini sezmeye başlamış ve telaşa kapılmış görünüyordu.

30 Mart sonrası için çok tehlikeli hesaplar yapılıyordu!

Daha önce Urla’da, Aksaray’da ve Ordu’da kurulan tuzak, bu sefer Fethiye’de kuruluyordu. HDP’nin seçim bürosu açacağı duyulunca bu şehirlerde tedirgin edici bir kalabalık buluşuyor ve o büroyu açtırmamak üzerine linçe varan eylemlerde bulunuyordu. Yani açık bir Türk-Kürt kavgası kızıştırılıyordu. Daha önce ve piyasaya sürülen son ses kayıtlarına göre: ‘Gerekirse onları s… atarım’ diyen ‘iyi niyetli’ eski içişleri bakanımız dahi laf dinletemiyordu. Adamcağız yetkili makamlara ve iktidara yalvarıp yakarıyor. ‘Eylemciler Gezi Parkı’nda bir açıklama yapıp gidecekler, bırakalım yapsınlar’ yalvarmaları işe yaramıyordu. Ne olursa olsun onları parka sokmama talimatı Sayın Başbakanımızdan geliyordu ve Recep Bey “Güç zehirlenmesiyle” artık zıvanadan çıkmış bulunuyordu. Evet Türkiye karanlık ve karmaşık, bir mecraya doğru hızla sürükleniyordu.

Özetle ve esefle:

a- İktidara, üst düzey komutanların görev sürelerini uzatma yetkisi tanınarak, TSK hem siyasallaştırılıyor hem de “Yandaş komutanlar oluşturma” süreci başlatılıyordu.

b- Hükümetlerin de kontrol edemeyeceğinden, CIA ve MOSSAD’ın bölge merkezi gibi hareket edeceğinden endişe duyulan yeni MİT düzenlemesiyle Milli İrade fiilen devre dışı bırakılıyor ve zaten bu MİT’in başı, Oslo’da PKK’lılara, Güneydoğuda şikâyetçi oldukları vali ve komutanların icabına bakmak üzere listesini istediği basına sızıyordu!

c- Bu tehlikeli gidişi gören Emekli Komutanlar, vicdan ehli yazar ve aydınlar, sorumluluk taşıyan bazı bürokratlar, iktidara “Özerklik uyarısı yapıyor” ama gaflet, cehalet ve dalalet ehli bunları dikkate almıyordu.

d- Yeni HSYK ve MİT düzenlemesiyle bir nevi “MİT mahkemeleri” oluşturuluyor, resmi ve sivil her vatandaş “MİT muhbir ve gizli şahidi” olmaya zorlanıyor, iktidar karşıtı muhalif basın susturulmaya çalışılıyor, Erdoğan-Öcalan görüşmelerine yasal kılıf hazırlanıyor, kısaca Devlet MİT’e, MİT Recep Beye bağlanıyordu! Oysa AKP iktidarının ve Erdoğan’ın Cemaati de, ABD’yi de, bunları yöneten derin Yahudi Lobilerini de; Türkiye merkezli büyük Medeniyet dönüşümüne ve Adil Düzen dönemine zemin hazırlamak ve fırsat yakalamak üzere “mudara siyasetiyle” stratejik idare ettiğini ve yararlanmayı hedeflediğini, gönüllerimiz ne kadar da arzu ediyordu. Ama inancımız “gizli hikmetlere” göre değil, “zahiri gerçeklere” göre hükmetmeyi gerektiriyordu. Yani özel gerekçeler değil genel ve görünen girişim ve gelişmeler bizi bağlıyordu.

e- Böylece hem milyarlık soygunların soruşturulması, hem de AB yolcusu ve İsrail uydusu bir Türkiye kurulmaya çalışılıyor, bu maksatla Gladyo, emniyetten alınıp MİT’e taşınıyordu.

f- Bütün bu ağır suçlarını örtmek ve kendisini haklı göstermek üzere Hükümet Cemaate yükleniyor, hatta seçimlerden sonra “Cemaate örgüt ve uyuşturucu” soruşturması açacağı konuşuluyordu.

g- Cemaat ise şahsi hesaplar ve ihtiraslar dışında ülkenin tahribine yönelik bu tehlikeli adımların çoğunu hala destekliyordu.

Zaman yazarı Joost Lagendijk: “AKP’nin yaptığı her şey yanlış değil” diyerek Kıbrıs tavizini ve TSK’nın tasfiyesini övüyordu!

“AKP karşıtı medya, diplomatik kaynakların ve uzmanların, Türk hükümetinin Kıbrıs meselesi ve İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye dair attığı son adımların Batılı güçleri memnun etmeye yönelik kurnaz hamleler olarak görülmesi gerektiğine dair iddialarını aktarmaktaydı ve bu yanlıştı. İktidar partisinin mesela Kıbrıs ve İsrail ile ilgili doğru ve haklı gerekçeleri olan kararlarının, uzun zamandır devam eden meselelerin çözülmesi yönünde olumlu adımlar değil de, diğer yanlış işlerinden dikkati dağıtmaya yönelik hilekâr girişimler olarak sunulması haksızlıktır. Hükümet, Kıbrıs’ta, bölünmüş adayı birleştirmeyi amaçlayan müzakerelerin yeni turuna yardımcı olmakta yerden göğe haklıdır.”[1]

h-  Cemaatin, İsrail’den 14 ortam dinleme cihazı aldığı Fetullahcıların Kuzey Irak’ın Kerkük şehrinde bir dinlenme merkezi kurup, bölgede yatırım yapan Türk işadamlarının konuşmalarını kaydettikleri ortaya çıkıyordu. Yeni Şafak gazetesinde yer alan habere göre, Irak’ta gümrüklerin denetimsiz olmasını fırsata çeviren Cemaat, 2008’den itibaren, İsrail’den aldığı çok sayıda dinleme cihazını Mısır ve Suriye üzerinden bu ülkeye sokuyordu. Cemaat’in aynı İsrailli firmadan tanesi 55 bin avroya “Lazer Verici”, “Lazer Alıcı” ve “Amplifikatör Ünitesi” ve “Audio-Recorder” sisteminden oluşan ve çantada kolayca taşınabilen 14 adet ortam dinleme cihazı satın alıp, birçoğunu Türkiye’ye soktuğu belirleniyordu.

i- AKP “7 bin kişi dinlendi” operasyonu ile aslında MİT düzenlemesine dayanarak arıyordu. Erdoğan kahvaltı yaptığı milletvekillerine “bu olay MİT’le ilgili düzenlemenin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkardı” diyerek niyetini açığa vuruyordu.

j- AKP “7 bin kişi dinlendi” operasyonu ile Cemaatin kendisiyle ilgili hemen her gün yayımladığı yolsuzluk kasetlerini itibarsızlaştırmak istiyordu. Zira hem kendilerinin yaptıkları melanetleri biliyor, hem de Cemaatin bunları 30 Mart’a kadar düzenli servis edeceğini bekliyordu.

Türkiye’yi bu dinlemeler, bu kasetlere mahkûm eden AKP iktidarıdır. Cemaatin bu “yeteneğini” iktidar olmak, muhaliflerini susturmak, TSK’yı hizaya sokmak, rakiplerini sindirip devre dışı bırakmak için kullanan AKP, en sonunda aynı ahlaksız yönteme kendisi maruz kalmıştır. O andan itibaren de “ahlakı” hatırlatmıştır ve dün dinlediklerinden bugün medet ummaktadır. Türkiye’yi AKP ve Cemaatin bu ahlaksız siyaset anlayışına mecbur ve mahkûm sanmak yanlıştır. Her ikisinden de kurtulmanın koşulları oluşmaktadır. Çünkü ahlaksız siyaset anlayışları ülkemiz açısından artık bir numaralı güvenlik sorunu halini almıştır” tespitleri elbette haklıdır ve Milli vicdan artık olaya el koymalıdır.

 

--

Özel Yazılar - Milli Çözüm Dergisi

 

[1] 26 Şubat 2014-Zaman

Yorum Yaz