Yüz dört kutsal kitabın ortak paydası, iman ve ahlâk esaslarıdır. Bütün Hak dinlerin ortak adı ise, “İslam”dır. İmanın hakikatine ulaşamayan ve İslam ahlâkını yaşamayan insanlar, giderek yozlaşır ve özüne yabancılaşır. Böylece, görünüşte dinleri, kavimleri, ülkeleri, partileri, kültür ve gelenekleri farklı da olsa, gerçekte düşünce yapıları ve değer yargıları aynı olan “yozlaşmış insan tipi” ortaya çıkmaktadır. Kur’an’ın “cahili insan” diye tanımladığı bu tiplerin hayat felsefeleri ortaktır; Dünya merkezli, servet, şöhret ve şehvet eksenli bir yapıları vardır. Dünya’nın neresinde, hangi dönemde ve hangi seviyede ve statüde bulunursa bulunsunlar; bu tiplerin amaçları, arzuları ve ahlâkları aynıdır: Dünya nimetlerinden azami derecede yararlanmak... Hayatın tadını çıkarmak... Başkalarından farklı ve üstün olmaya çalışmak... Ve bütün bunlara kavuşmak için de kanunlardan ve insanların fark edip kınamasından emin olabildikleri sürece, her türlü hile ve haksızlığı mübah saymak!
Bu tiplerin bir kısmının Vali, Genel Müdür, Profesör gibi etiketler taşımasına... Çevrelerinde şeyh, alim, ağabey gibi hürmet ve rağbet sahibi olmasına... Hatta birçok konuda uzmanlaşmış, kitap yazmış, buluş yapmış bir bilim adamı olarak tanınmasına veya sıradan ve sade bir esnaf, memur ve işçi vatandaş bulunmasına... Bazılarının laik kimliğinin öne çıkmasına, bazılarının dindarlıklarının ve İslami hizmetlerinin şöhret bulmasına rağmen, maalesef hepsinde ortak olan bu“cahili anlayış ve amaç” asla değişmemektedir.
Evet, amaçladıkları ve arzuladıkları şöhret, şehvet ve servet gibi şeyler aynı olduktan sonra, bunu birilerinin tekkede, ötekilerin televolede aramaları ne fark edecektir? Bunları; bazılarının localarda, pavyonlarda, başkalarının da partilerde ve hocalarda araması, gerçekte aynı şey değil midir?
Allah’ı hakkıyla tanımayan... Yaratılış gayelerini anlamayan... İmtihan sırrını kavramayan... Ve bu yüzden Kur’an ahkâmına yanaşmayan ve İslam ahlâkını yaşamayan bu yobaz ve yabani insan karakteri, her türlü yolsuzluk ve yozlaşmanın da temel sebebidir.
“Dünya hayatını ahirete göre daha sevimli ve önemli gören”[1] ve “Dünya hayatını önemseyip ahirete tercih eden”[2] ve hatta, ibadetlerini ve dini hizmetlerini bile, dünyalık makam ve menfaat aracı haline getiren bu yozlaşmış tiplerin, yeri geldikçe Allah’tan, ahiretten, ahlâktan ve adaletten bahsetmeleri ise, sadece “gerçeği sezen vicdanlarını bastırmaya”yöneliktir.[3]
Bu yozlaşmış cahili anlayışa göre:
GENÇLİK; zenginlere, etiket ve şöhret sahiplerine özentiler ve ütopik beklentilerle geçen... Sorumsuz ve sınırsız bir eğlence hevesiyle tüketilen... Veya beş yaşından itibaren robot gibi, bir sürü kuru bilgi ve formül ezberletilen ve “sınav sersemi” haline getirilen bir dönemdir.
YETİŞKİNLİK; ev kirası, elektrik, telefon faturası, taksit parası, çoluk çocuk tasası... Şeflik, müdürlük hırsı, araba modeli ve markası, kooperatif arsası, iş ve trafik kazası gibi sorun ve sıkıntılarla geçirilen bir devredir.
YAŞLILIK ise; bu hayat mücadelesinde yorulmuş ve yenilmiş... Ümitlerinin ve sevdiklerinin çoğunu kaybetmiş... Kendini terkedilmiş ve kenara itilmiş gören... Yakın çevresinin ilgisini çekmeye ve kendini acındırmaya yönelen... Huysuz, huzursuz ve hayırsız bir süreçtir.
KADINLIK ise; ya dindarlık gerekçesi ve kıskançlık gösterisiyle evin içine hapsedilen... Ve böylece mutfak ve yatak hizmetçisine döndürülen... Veya sözde çağdaşlık ve özgürlük adına, tamamen sokağa salınan ve sosyete soytarısına çevrilen... Ama her iki halde de ezilen, üzülen ve zafiyetleri istismar edilen zavallı bir varlık görünümündedir.
Yozlaşmış cahili insan tiplerinin, “ileri gelenlerinin” ortak hedefi ve hevesi; kolay yoldan çok para kazanmak, seçkin semtlerde ve konforlu evlerde oturmak, son model ve markalı arabalara sahip olmak… Lüks, pahalı ve modaya uygun giysiler almak, turistik tatillere çıkmak... Ekonomik ve siyasi otorite kurmak... Halk kesiminin bütün derdi ve davası ise; iyi kötü bir meslek ve memuriyete kavuşmak, bir ev satın almak, düşük model ve markada bir araba ayarlamak, koltuk takımı, televizyon ve çamaşır makinesi almak ve emekliliği garantiye bağlamaktır.
Cahiliye toplumunda insanlar, mal varlığı ve meslek gruplarına göre kıymet ve ayrıcalık kazanır. Örneğin; fabrikatörler ve holding sahipleri tüccarlardan, tüccarlar esnaflardan, esnaf ise işçi ve memurlardan daha üstün bir tabaka sayılır... Meslek erbabı arasında Profesörler, Genel Müdürler, Doktorlar, Mühendisler derece derece hürmet ve rağbet kazanır... Üstelik yozlaşmış toplumun her ferdi, bu tür bir ayrıcalığı normal karşılamaktadır. Bu çarpık anlayışta; Kur’an’ın üstünlük sebebi saydığı “takva, güzel ahlâk, hayırda öne çıkma, ilim ve hizmet ehli olma” gibi değerler hesaba katılmamaktadır.
İşin en acı tarafı, zahirde ibadet ve iyilik sahibi görünen, İslami hizmet ve gayret erbabı bilinen, takva ve tarikat ehli geçinen kesimlerde bile, insanlara; zenginliğine, etiketine ve etkinliğine göre değer verilmekte ve bunlardan yoksun kimseler ise; ilim, ibadet ve istikamet ehli de olsa, onlara soğuk ve sıradan bir muamele yapılmaktadır.
Yozlaşmış bir toplum yapısında, “iş adamı” olmak herkesin hayal ettiği ve imrendiği bir meslektir. Ama ne var ki, bu iş adamları asla mutlu değildir. Çünkü işleri ve iş ilişkileri bütün dünyalarını kuşatmış ne kendilerine ne ailelerine ve ne de yakın çevrelerine vakit ayıramaz duruma gelmişlerdir. Bütün dostlukları çıkar beklentisine göredir. Para hırsı vicdanlarını karartmış ve maneviyatlarını köreltmiştir. Genellikle sıkıntılı ve stresli kimselerdir. Bunlar zenginliğin verdiği bir gururla, kendilerini çok beğenen ve her işlerini para ile halledeceklerini düşünen kimselerdir. Her kademede ve herkesi satın alabilecekleri görüşündedirler.
Bu tiplerin hileli ve kalitesiz mal üretip, sağlam ve kaliteli etiket takmaları ve pahalıya satmaları, devletten vergi kaçırmaları, işçi ve memurları düşük ücretle çalıştırmaları, maliye müfettişlerine ve siyasilere rüşvet dağıtmaları, mafya ile iş birliği yaparak, büyük ihaleler kapatmaları; “meslek sırları ve iş adamlığı kurallarıdır.”
Üstelik bütün bu haksızlıklar, halk kademesinde bile normal karşılanmaktadır. Cahiliye toplumunda sıradan vatandaş birkaç milyon çalsa, bu “hırsızlık” ama kodamanlar trilyonları vursa bu “gözü açıklık” sayılır. Aşağı sınıf zina etse bu “fahişelik”, yukarı sınıf aynı işi yapsa bu“flört” olarak adlandırılır.
Cahiliye kültüründe; müdürler, patronlarına karşı gayet hürmetkâr ve riyakâr ama memur ve işçilerine karşı oldukça sert ve cüretkâr davranmaktadır. Aynı şekilde; memurlar müstahdemlere, müstahdemler ise işi düşen vatandaş kesimine karşı aynı tavrı takınmaktadır. Üsttekilere yağcılık yapmak ve yalvarmak, alttakilere amirlik ve üstünlük taslamak... Ve yine amirlerin ve patronların yüzüne karşı övmek ama arkadan çekiştirmek ve sövmek cahiliye toplumunun ortak karakteridir.
Bu çarpık mantık, bütün mesleklerde olduğu gibi örneğin doktorlar arasında da geçerlidir... Asistan Doktora, Doktor Doçente, Doçent Prof.a yaranmak istemektedir. Uzman Doktorlar hastaneye gelen hastalara başka, özel muayenehanesine gelenlere ise başka yaklaşım içindedir. Fakir ve sahipsiz hastalara haşin ve umursamaz ama paralı ve hatırlı kimselere saygılı muamele edilmektedir. Velhâsıl; İslam ahlâkından uzaklaşarak yozlaşmış bulunan cahiliye toplumunda, her seviyedeki herkesin, bütün ilişkilerinde temel hedef, menfaat ve şehvet içeriklidir. Bu arzu ve amaçlarına ulaşmak için; yağcılık, yalancılık veya dayatmacılık ve zorbalık gibi her yol mübah görülmektedir. Herkes üstündekilere kulluk ve kölelik yapıp, bir nevi tapınmakta, alttakilere ise krallık, hatta tanrılık taslamaktadır.
“Allah’tan başka taptıklarınız, sizin gibi (aciz ve çaresiz) kullardır.”[4] gerçeğinden ve İslam düşüncesinden habersiz kimseler, böylece basit ve bayağı bir seviyeye düşmektedir. Toplumun bu cehaletten kurtarılması ve daha onurlu ve olumlu bir yapıya kavuşması için, Kur’an’ı çok iyi anlayan ve yaşayan ve de İslami karakteri asla aşınmayan gerçek ve örnek Müslümanlara şiddetle ihtiyaç vardır.
Devamını okumak için tıklayınız.