Ocak 13 23:13

İSLAM’DA İLK ANARŞİ HAREKETİ; HZ. OSMAN’IN KATLİ VE NETİCELERİ

İSLAM’DA İLK ANARŞİ HAREKETİ; HZ. OSMAN’IN KATLİ VE NETİCELERİ

(Ahmet Akgül Hocamızın 13 Temmuz 2019 İzmit Değerlendirme Toplantısı Bant Çözümleridir.)

Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun, Milli Çözüm Dergisi yazarları ve Marmara Bölgesi Temsilcileri olarak bir değerlendirme toplantısında daha bir aradayız. Bugün, İzmit’te Ufuk’ların misafiri olduk Elhamdülillah. Cenab-ı Hakk bu haklı ve hayırlı yolda bugüne kadar lütfettiği kolaylık ve başarıları bundan sonra da devamlı kılsın. Bugünkü sohbetimizde; Cenab-ı Hak’kın vaat ettiği ve Kendi katından lütfedeceği zafer vukuu bulduğunda ve inşaallah mü’minler imkân ve iktidar sahibi olduklarında; hangi tür sıkıntılarla karşılaşacaklarına ve hangi tedbirleri almak ve nelere hazırlıklı bulunmak lüzumuna değineceğiz inşaallah.

Bu konu; tarih boyunca bütün mücahit mü’minlerin uğradıkları en önemli sıkıntılarından birisini oluşturmaktadır. Ancak bizim bir şansımız var; önümüzde Asr-ı Saadet’ten bugüne yüzlerce örnek bulunmaktadır. “Mü’minler iktidar olduklarında hangi tür sıkıntılar onları yıprattı, daha büyük başarılara ulaşmalarını engelleyen sorunların başında neler vardı?” sorularının doğru yanıtlarını bulur ve gerekli tedbirleri alırsak işimiz kolaylaşır. Bu konuda bizler şanslıyız ama, bunca tecrübeleri görmezden gelir ve yapılan hataları tekrar edersek, aynı sorunlar bizim için de büyük zorluklara yol açacaktır; bundan Allah’a sığınıyoruz. Bakınız önce Efendimiz (A.S)’ın 23 yıllık çok sıkıntılı, sancılı bir tebliğ ve cihat döneminden sonra ve özellikle Medine’ye hicretlerinin ardından ve ondan sonraki büyük zaferlerin arkasından, hamdolsun İslam’ın iktidarı sağlamlaştı. Devlet imkânlarıyla Müslümanlar huzur ve hürriyete ulaşmıştı. Böylece eski eziklik ve sıkıntı dönemleri geride bırakıldı, ama Efendimizin vefatından sonra her birimizin mutlaka ders alması ve aynı hatalardan uzak kalması gereken çok önemli sorunlar yaşandı ve Müslümanların imtihanları giderek zorlaştı.

Hz. Ebubekir Sıddık Efendimizin döneminde toplu dinden dönme “irtidat” hareketleri yoğunlaştı. Elbette bunlar fırsat kollayan bir kısım çevrelerin, bazı cahil kabileleri kışkırtmaları sonucunda oluşmaktaydı ve öyle tesadüfen olmuş olaylar sanılmasındı. Hz. Ebubekir Sıddık efendimizin dirayeti sayesinde bu isyanlar bastırıldı. Hz. Ömer Efendimizin ciddi tedbirleriyle İslam’ın adaleti her tarafta insanlara güven sağlamış ve fırsat kollayan münafıkların oyunlarını bozmuşlardı. Ama Hz. Osman Efendimizin son dönemlerine doğru; İslam’ın içinden çıkan ilk anarşi girişimi olarak niteleyebileceğimiz bir isyan hareketi, bir terör hareketi tezgâhlanmıştı. Arkasından maalesef çoğu günümüze kadar sarkan, bugün bile pek çok sıkıntıların sebebi sayılan sorunlar ortaya çıkmıştı. Çünkü “Şia - Ehl-i Sünnet” ayrışması, “Hariciler” denen ekibin ortaya çıkması, birçok itikadi ve siyasi kamplaşmaların oluşması, hep Hz. Osman Efendimizin şehadetinden sonra patlak veren sorunlardı. Hz Osman Efendimiz; giderek dini, imani ve vicdani hassasiyetlerin azaldığını; bunun yerine “belki yakın akrabalarımı önemli görevlere atarsam, dini hassasiyetle olmasa bile, hiç değilse aşiret gayretiyle benim şahsımda İslam’a ve devlet nizamına sahip çıkarlar” kanaati ve içtihadıyla Mısır gibi büyük vilayetlere atadığı Valileri, çok önemli devlet imkânlarıyla zenginleştirdiği bazı yakın çevreleri, O’nun bu iyi niyetini istismar ederek Hz Osman’ın ve İslam iktidarının geleceğini tehlikeye atmaktan sakınmamışlardı. Şahsi çıkarları, nüfuz kazanmaları ve imtiyaz sahibi olmaları; kısaca mal mülk peşinde koşmak gibi nefsi davranışları her şeyin önüne geçmiş ve tabi bütün bunların suçlusu ve sorumlusu olarak da bazı çevreler Hz. Osman Efendimizi görmeye başlamışlardı. Özellikle Yahudi dönmesi İbn-i Sebe ortaya çıkmış ve bu tür rahatsızlıkları ve huzursuzlukları kışkırtarak Hz. Osman aleyhinde bir kamuoyu oluşturmayı planlamış, bir anarşist ekip kurmayı ve kışkırtmayı başarmıştı. Hatta şikâyet edilen şahısların başında, Hz. Osman Efendimiz Mısır’a tayin ettiği üvey kardeşi olan Abdullah Bin Ebi Serh vardı. Bu şahıs; -Hz. Peygamber Efendimizin (S.A.V) Mekke Fethinde öldürülmesini emrettiği beş on kişi arasındaydı- Hz. Osman Efendimizin çok yüksek şefkat ve merhametine sığınarak ve onun bu duygularını istismara kalkışarak, Resulüllah’ın huzurunda kendisine şefaatçi yapmışlardı. Hz. Osman onun bağışlanması ve affolunması için ısrarla aracılık yapmış, Efendimiz de bunu kıramayıp, isteksiz de olsa bu talebini kabul buyurmuşlardı. Ve işte bu zât (Abdullah Bin Ebi Serh), daha önce vahiy kâtipliği yaptığı halde dinden irtidat ederek Mekke’ye kaçmış, müşrikler de buna bir kısım dünyevi imkânlar sağlayarak Dinimizin ve Peygamberimizin aleyhinde kışkırtıp; “Bakın Hz. Muhammed (A.S)’ın vahiy kâtipliğini yapan insan bile; Hz. Cebrail’in falan gelmediğini, böyle şeylerin Peygamber Efendimiz tarafından uyduruluverdiğini söylüyor” dedirterek, Müslüman olmak üzere vicdanları yumuşayan insanları ellerinde tutmak ve İslam aleyhinde propaganda yapmak için bu kişiyi kullanmışlardı. Bu kişi daha sonra sözde tövbekâr olunca Hz. Osman (RA) onu Mısır Valisi yapmıştı. Mısır’da uygunsuz bir kısım icraatları dolayısıyla halk memnun kalmamış ve huzursuzluklar başlamıştı.

Hz. Osman’ın Evinin Kuşatılması ve Hunharca Katlolunması!

Ve zaten belirttiğimiz gibi, fitne kumkuması onun şahsında Hz. Osman aleyhinde bir kampanyaya dönüşmüş durumdaydı. Derken birkaç yüz kişi Mısır’dan çıktılar, yollardan kendilerine kattıkları ve bir kısım şeyler va’ad ederek aldattıkları insanlarla beraber birkaç bin kişiyi bulan bir anarşist ekip Medine’de Hz. Osman Efendimizin evini kuşattılar. Hz. Ali Efendimiz defalarca Hz. Osman’a gitti. “Ya Emîrü’l-mü’minîn, şu anda benimle birlikte hareket edeceğine kanaat getirdiğim beş yüz silahlı insan var. Müsaade edersen bu çapulcu takımını dağıtırım” demesine rağmen Hz. Osman: “Hayır, benim yüzümden kan akmasına gönlüm razı olmaz, Müslümanlar arasında birbirine kılıç çeken ilk insan ben olmak istemiyorum!” diyerek, o yüksek şefkat ve merhametiyle Hz. Ali’ye müsaade etmemişti. Hz. Ali yine buna rağmen oğulları ve Hz. Peygamber Efendimizin torunları olan ve cennet gençlerinin efendileri sayılan Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan Efendilerimizi günlerce Hz. Osman’ın evinin çevresinde nöbet tutmaya gönderdi. Bu arada sahabeden birçok insanın, Hz. Osman’ın bu kuşatılması karşısında, bazı hataları unutup ona sahiplenmeleri ve açıkça destek vermeleri gerekirken, maalesef bir kısım nefsi duygular ve yapılan yanlışlıklara itirazlar sebebiyle; isyancıları haklı gören konuşmalar yapanlar bile görülmekteydi. Bunlar kaderin hikmeti ve tarihin cilvesidir ve ders almamız gereken hadiselerdir ki; hatta Hz. Ayşe Validemiz, Efendimizin mübarek gömleğini çıkarıp göstererek: “Resulüllah’ın gömleği eskimeden ey Osman! O’nun sünnetini ve sistemini eskittiniz” şeklindeki sitemli sözlerle o da üzüntülerini ve yapılan icraatlarla ilgili tenkitlerini dile getirmişti. Bazıları ve özellikle Emevilerin çıkarcı takımı da Hz. Osman’a yakınlıklarını kullanarak, Şam’da Hz. Muaviye’nin etrafında organize olmuşlardı. Bunlar; bir kısım kimseleri ve meseleleri de kızıştırıp, Hz. Osman’ın başına bir bela gelmesini istiyorlardı. Çünkü eğer Hz. Osman bir saldırı sonucu ortadan kaldırılırsa, bunun suçunu Hz. Ali’ye ve başkalarına yükleyecekler, Emevi saltanatının kurulmasına fırsat bulacaklardı. Gerçi Hz. Muaviye Şam’da birkaç bin kişilik orduyla gelip bu asileri dağıtabilirdi, zira günlerce bu kuşatma devam etmişti. Onları dağıtmalarını istediği halde buna da Hz. Osman yine şefkati, merhameti nedeniyle müsaade etmemişti. Ve sonunda maalesef asiler, Hz. Osman’ın evine dalıp Onu şehit etmekten sakınmamışlardı. Onun evine girip insafsızca şehit edenler arasında Hz. Ebubekir efendimizin oğlu ve Hz. Ayşe validemizin kardeşi olan Muhammed bin Ebubekir de bulunmaktaydı. Mısır’dan gelen Malik bin Eşter gibi savaşçı, toplumda ağzı laf yapan ve hatırı sayılan bir kısım insanlar da vardı. Sonunda maalesef Hz. Osman’a hunharca saldırmışlar ve ellerini kana bulamışlardı. Hz. Osman o kadar acı bir şekilde şehit edildi ki ve Medine’ye öylesine bir korku havası girmişti ki, cenaze namazını dahi birkaç gün kıldıramamışlardı. Çıldırmış eşkıyalar o denli azıtmışlardı ki, gömüldüğü yeri fark edip çıkararak; Onun mübarek naaşına hakaretler, işkenceler yapmışlardı. İslam tarihinde ilk önemli anarşi olayı dememizin nedeni artık anlaşılmış olmalıydı.

Hz. Ali’nin (RA) Halifeliği Kabul Etmeye Mecbur Kalması

Ancak böyle kalmadı. Hemen arkasından, Medine halkının bazıları ve isyancıların elebaşları; o zaman Aşere-i Mübeşşere’den hayatta olan ve Hz. Ömer Efendimizin kendi yerine halife tayin etmek için şûraya seçtiği zâtlardan Sa’d Bin Ebu Vakkas Hazretlerine, Hz. Zubeyir’e, Hz. Talha’ya vardılar, “Sen Halife ol!” teklifini sundular… Ama kimse böyle bir ortamda ateşten gömlek olan halifeliği sırtına almak istemedi. Buna rağmen defalarca geldikleri Hz. Ali Efendimiz de önce bu teklifi geri çevirdi, ama sonunda ısrarlar üzerine; ümmetin geleceğini ve İslam’ın gereklerini düşünerek mecburen kabul etti. Etti ama bu sefer, hatta Hz. Osman Efendimizin kuşatılma sırasında sahiplenmeyenler ve dolaylı yönden belki de kuşatan eşkıyaları haklı görenler, şimdi Hz. Ali Efendimize: “Haydi Osman’ın intikamını al!” diye sıkıştırmaya başladılar. Hz. Ali ise; “Daha yeni iş başına geldik, fesat ehlinin ve fitnecilerin henüz tespitini yapamadık. Hepsini birden bastıracak ve bunların fitnesini sonlandıracak tedbirleri almak biraz zaman ister” demişti. Ama bazıları: “Artık beklemenin anlamı yok, bir an evvel Hz. Osman’ın intikamını al ve suçluları cezalandır” diye sıkıştırmışlardı. Böyle zor durumlarda hata yapmamak için çok dikkatli olmak lazımdı. Hz. Ali’nin de bu konuda bazı hatalar yaptığı konuşulmaktaydı. Belki de Hz. Ali; “Eğer isyana karışanların bir kısmını ele geçirirsem ve onlara bazı yetkiler verirsem, bunlar diğer anarşistleri bana teslim ederler ve bu işi kolaylıkla bastırırım” içtihadı ve düşüncesiyle, bizzat Hz. Osman’ın kuşatmasına katılanların başında bulunanlardan Muhammed Bin Ebu Bekir’i ordu komutanı yaptı, Malik Bin Eşter’i başka önemli bir göreve atadı. Bu da haliyle aleyhinde fırsat kollayanların işini kolaylaştırdı. Böylece fitne fesat çıkarmak isteyenlere bahane doğmuş olmaktaydı. Zaten Hz. Muaviye, sürekli; “bu iş Hz. Ali’nin ihmalkârlığıyla oldu!” diyerek, Onun aleyhinde kampanya başlatmış ve kendisi de Hz. Osman’ın doğal varisi olarak ortaya çıkmıştı.

Bunlardan Alacağımız Dersler Şunlardı:

Niye bunları anlatıyorum? Bakın kardeşlerim; biz bu konuda en mutedil, en dürüst, en gerçekçi tavrı gösteren Ehl-i Sünnet’e mensup insanlarız. Bize göre bu olayda Hz. Ali haklıydı, karşısına çıkanlar ise hatalıydı. Bakın kelimeleri seçerek söylüyorum. “Hz. Ali haklıydı, karşısına çıkanlar ise hatalıydı!” Hz. Ali bile karşısına çıkanları hiçbir zaman küfürle ve nifakla suçlamamıştı, sadece “kardeşlerimiz bize karşı hata yaptılar”buyurmuşlardı. Ancak peygamberler dışında sahabe de olsa, sahabenin büyükleri de olsa, cennetle müjdelenenler de olsa, nihayet insanlık sıfatıyla -bilerek ve hıyanet kastiyle, hâşâ İslam’a düşmanlık niyetiyle yanlış yapmazlar, günaha yanaşmazlardı ama- herkes nefsani davranabilirlerdi. İçtihatlarında hatalara düşebilirlerdi. Atamalarında ve insan tercihlerinde yanılabilirler, nefsi davranabilirlerdi. Zaten biz, Peygamberler dışında; Sahabe-i Kiram’ı da Veliler ve Mürşitler dâhil bütün insanları da, ancak hatalarıyla ve günahlarıyla beraber sevmemiz gerekirdi. Dava kardeşlerimizi de hatalarıyla ve günahlarıyla beraber seversek bu hakiki sevgidir. Bir insanı hatasız diye sevmek, onu ilahlaştırmak demektir, hâşâ! Derken o sırada Mekke’ye giden Hz. Ayşe validemiz, yanına aldıkları önemli zevatla ve biraz da akrabalık bağının verdiği rahatlıkla, -çünkü Hz. Zübeyr, Hz. Talha bunlar birbirlerinin yakınlarıydı- hepsi birlikte“Hz. Ali’nin, Hz. Osman’ın intikamını alma konusunda gevşek davrandığı” iddiasıyla çevrelerine adam toplamaya başlamışlardı. Hz. Ali Efendimiz bunu duyunca mecburen, bu fitne ateşi büyümesin diye ve onlara ders olsun düşüncesiyle topladığı bir güçle onların üzerine vardı. O sırada Hz. Ayşe validemiz de bir devenin hörgücü üzerinde özel yapılan bir muhafaza (hevdeç) içinde bulunmaktaydı. Hz. Ayşe validemizin bindiği deve sürekli konuşulduğu için bu olaya Cemel Vak’ası denmiş, bu olay böyle anılmıştı. Tabi o sırada: “İyi de burada bizi bastırmak için güç bulan, toplayan Hz. Ali, niye Hz. Osman’ın katillerini bulmak ve cezalandırmak için böyle gayretli davranmadı?” diyenlerin haklı itirazları yanında haksız tarafları da vardı. Çünkü böyle durumlarda; Dinin, milletin, ümmetin, devletin, birliğin, dirliğin gereğini yapmak lazım gelirken suçlu aramak, kendini haklı bulup bütün suçu karşısındaki insanın sırtına atmak kolaycılıktır ve sonunda ümmetin felaketine yol açacaktır.

Mekke Fethinde Müslüman Olanların Fırsatçılığı ve Ebu Cehil Yandaşlarının İntikam Hırsı!

Tabi şu da bir gerçek ki; işte böyle bir durumda -Mekke Fethinde- Müslüman olan kolaycı tipler, hemen fesatlığa başlamışlardı. Mekke Fethini bekleyerek, Müslüman olmak için fırsat gözleyenler ve samimi olarak iman edenler de vardı ama fethin mecburiyetiyle, gönlünden istemeden zahiren Müslüman görünenler de vardı ki bunların çoğu da Beni Ümeyye’den (Emevi ailesinden) ve Ebu Cehil’in çevresinden olanlardı. Bunlar Efendimiz zamanında ortaya çıkamamış ve intikam için fırsat bulamamışlardı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer de bunlara fırsat tanımamıştı. Hz. Osman’ın yüksek şefkatinden ve merhametinden doğan, kendi yakın çevrelerini akrabalarını öne çıkarma, onlara imkân sağlama ve önemli makamlara atama gibi onun yaptığı icraatları ve içtihatları bahane ederek asıl İslam’a kin kusmak ve İslam’ın özünü bozmak için fırsat kollayanların, yani Mekke Fethinde Müslüman olmuş ama iman kalplerine henüz girmemiş olanların da bu olayların çoğalmasında ve yayılmasında önemli bir payı vardır. Tekrar hatırlatıyorum; şimdi bunları niye anlatıyorum, ders çıkarmamız için. Yoksa masal olsun, hikâye olsun diye değil… Geçmişteki olayları nakletmek, ders çıkarmak ve ibret almak; böylece aynı yanlışlardan sakınmak içindir. Zaten Hucurat Suresinin 14. Ayetinde: “Bedeviler (her asırdaki cahil, gafil, taklitçi ve menfaatçi kesimler; kavim ve kabilesiyle övünen cahil kimseler): "Biz de iman ettik" derler. (Onlara) De ki: "(Hayır) Siz iman etmediniz; ancak (mecburen) İslam (görünüşte Müslüman veya teslim) olduk deyin.” (Çünkü) İman henüz kalplerinize girmiş değildir.” Evet, Allah Müslümanlara zafer verecek ve o süreçte herkes hayret edecek. Meğer ne kadar da dine ve Adil Düzen’e hasret çeken insan varmış! “Biz de bugünü bekliyorduk”diyenler çıkacakmış… O güne kadar Hakk’ın, hayrın, Kur’an’ın, davanın aleyhinde olmuş, Hakk’ı savunan bir avuç sadık mü’min için yapmadıkları fitne, fesat, iftira kalmamış insanlar, nasıl da böyle hemen mü’min rolü oynamaya başlayacakmış, gücü kuvveti görünce nasıl dönüş yapılacakmış… Göreceksiniz. Siz bugün; basit hataları, yanlışları ve nefsani davranışları yüzünden kızdığınız, kalbi alâkayı kopardığınız şu öz kardeşlerinizin kıymetini bilmezseniz… Yarın da böylesi fırsatçı ve kolaycı tiplerle iş birliği yapıp Hak davayı bugüne kadar getirdiğiniz kimselerle yolunuza devam etmezseniz, işte bu gafletler bizim için de büyük belalara sebep olacaktır. Zaten Secde Suresi’nin son ayetlerinde bunlar hatırlatılmaktadır. Fetihten sonra da elbette samimi mü’min olanlar da vardı. Ama birçoğu da esteizübillah: “Münafıklar, inkârcılar hep alayvari soruyorlar: ‘Yav; sadık ve doğru iseniz, bu fetih ne zaman. Yıllardır konuşup bekleyip duruyorsunuz!?” Öyle soruyorlar ki “Allah’ın va’adi yoktur, boştur, sizin zafer umudunuz hayali kuruntulardır, boş verin böyle şeyleri, hani nerede her sene söyleyip durduğunuz zaferi boşuna bekliyorsunuz!.. Allah; “Bu kesin zafer gelecektir.” demeye bile tenezzül etmiyor ve onlara şöyle buyuruyor: “(Onlara) De ki: Fetih geldiği gün; o güne kadar iman etmeyenlerin, o gün zahiren iman etmeleri onlara hiçbir fayda sağlamayacak. Ve onlara bakılmayacak ve mühlet tanınmayacaktır. (Ey Resulüm ve ey mü’minler!) Sen onlardan yüz çevir ve (Allah’ın va’ad ettiği günleri) bekleyip, gözle. Çünkü onlar da (başlarına gelecekleri sezmiş, korku ve endişeyle) bekleşip duruyorlar.”(Secde: 28-29-30). Evet, Allah’ın va’adi Hak’tır. Mutlaka İslam’ın zaferi vukuu bulacaktır.

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz