“Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dini (İslam'a yani), Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı (tabiat kanunları ve İslam’ın kuralları) için hiç bir değiştirme olmayacaktır. İşte dimdik ayakta duran din (bu İslam’dır). Ancak insanların çoğu bilmeyen (ve gerçeği araştırıp öğrenmeyen konumdadır)”[1] ayeti, İslam’ın; insanın yaratılışına, yani doğal arzu ve ihtiyaçlarına en uygun ilahi kurallar olduğunu hatırlatmaktadır.
Evet, İslam;
* Hem; Onurlu ve huzurlu yaşama kılavuzu, helal ve kolay bir hayat nizamıdır.
* Hem; fert, cemiyet ve devlet ilişkilerini düzenleyen ve disiplinize eden ilahi prensipleriyle bir toplum intizamıdır.
* Hem de; musibetlere dayanmak, cihat, zekat, ukubat sıkıntılarına katlanmak, ilahi emir ve yasaklara uymak ve sonunda ebedi hayatı kazanmakla alakalı bir imtihan programıdır.
“İslam fıtrat dinidir” demek insanın yaradılışındaki ve yapısındaki (tabiatındaki) arzu ve ihtiyaçları en doğru ve doğal yollarla karşılayan kurallar içeriyor anlamındadır. İslam taklitçilikten, şekilcilikten, gösterişten ve külfetcilikten uzaktır. Yani İslam; insandaki duyguları ve arzuları, hem kısıtlayıp körleten; hem de aşırılığa ve ahlaksızlığa kayıp kirleten yöneliş, yöntem ve sistemlerden farklı olarak; adaletli (dengeli) ve asaletli kurum ve kurallar ortaya koymaktadır. Cenabı Hak din adına, ne yobazlık ve fesatcılığa, ne de yozlaşma ve fırsatçılığa asla razı olmamıştır. Hem toplumu çürüten dinsizlik başıboşluğunu ve ahlaki bozukluğu önlemek, hem de din adına uydurulan kabalık ve softalık boyunduruğunu gidermek üzere Allah Kur’an'ı ve Resulüllahı yollamıştır.
“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri (gereksiz külfet ve zahmetleri) indirip (hafifletiyor). Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.”[2] Çünkü dinde aşırı kuralcılık; evham kuruntu ve saplantı gibi psikolojik hastalıklara yol açmaktadır.
Hz. Peygamber Efendimizin “(Her konuda) kolaylaştırın (sakın) zorlaştırmayın; müjdeleyip (sevdirin, sevindirin, rahatlatıp ferahlandırın ve sakın) nefret ettirip (ürkütmeyin ve uzaklaştırmayın)!” hadislerini de böyle anlamak lazımdır. Özel istidadı ve iştiyakı (yetenek ve hevesi) olanların farzlar dışında, sünnet ve nafile ibadetlere yoğunlaşması, aile efradını ve toplumsal sorumluluklarını aksatmadan ve asla riyakârlık ve istismara kalkışmadan sadece O’nun rızasını arayarak Mevlasına yaklaşma çabası elbette övgüye layıktır. Ama bununla üstünlük taslamak, “orta yol”daki müminleri horlayıp dışlamak, cihat ve tebligat gibi önemli görevlerinden kaytarma bahanesi yapmak ise şarlatanlıktır ve Şeytan’a kapılmaktır.
Velhasıl din kolaylıktır; ancak bu laubalilik ve laçkalık sanılmamalıdır. Din doğallıktır; ama bu kuralsızlık ve dağınıklık şeklinde anlaşılmamalıdır. İmtihan için yaratıldığımız, hayra ve şerre müsait duygu ve yeteneklerle donatıldığımızı ve bu nedenle; Kur’an’la uyarılıp, Resulüllah’la ayarlandığımız asla unutulmamalıdır.
Siyonist Yahudi sermayesinin bütün dünyayı sömürme ve zulmetme aracı olan ve her yıl insanların sırtından trilyonlarca dolar kazanılan banka faizlerini “Kur’an da RİBA geçiyor, bugünkü faizli banka kredileri kastedilmiyor” diyerek meşru ve mübah saymak… Şehveti tahrik eden ve ahlaki dejenerasyonu körükleyen açık-saçıklık için “Kur’an'da cariyelerin sırtları ve bacaklarının açılabileceğine izin veriliyor, üstelik başörtüsüyle ilgili net ve kesin bir emir bulunmuyor” safsatalarını fetva gibi sunmak… Hz. Peygamber Efendimizin sahih hadisleriyle ve icma-ı ümmetle men edildiği halde “Kur’an'da bunları yasaklayan bir ayet yoktur” diyerek bir takım kötülüklerin caiz olduğunu savunmak nasıl Dini yozlaştırmak ve laçkalaştırmak ise; sanki farzmış ve mutlaka lazımmış gibi: “*Kadınlar için çarşaf şarttır, dışarıda uygun pardesü ve entari giyilmesi haramdır. *Cuma namazı 16 rekattır. *Müzik ve çalgı aletleri hepsi günahtır” gibi iddia ve dayatmalar da elbette Dini zorlaştırmaktır ve yobazlıktır. Oysa kadın erkek kıyafeti konusunda, renk, şekil, biçim gibi şeyler şart koşulmamış; coğrafi durumlara, gelenek ve göreneklerle oluşan modalara, sosyal ve ekonomik standartlara bağlı olarak dışarıda kadınların vücutlarını örtecek genişlik ve rahatlıkta örfe uygun giyim tarzları serbest bırakılmıştır. Başörtüsü ise “Mü’mine bilinmek ve rahatsız edilmeyip saygı gösterilmek hikmetiyle”emredilen sosyal bir simge makamındadır. Başörtüsünün “edep yerinin gizlenmesi veya şehvet tahriki”ile alakalı sanılması bir yanılgıdır. Aksine kadının asıl cezbedici güzelliği saç tellerinde değil, yüzünde toplanmıştır ve kadının yüzünü açması ittifakla caiz sayılmıştır.
Cuma namazı ise farzı 2 rekâttır ve cemaatle kılınır. Vakit ve sıhhati müsait olanlar önceden camiye gidip Cuma'nın 4 rekâtlı ilk ve son sünnetlerini de kılması sevaptır. Zühr-i ahir (son öğle) ve vaktin son sünneti gibi namazlar, hem Hz. Peygamber Efendimizin ve Raşit Halifeler döneminde, hem de Müctehit İmamlar döneminde kılınmazdı. Çok sonraları “Cuma şartları yerini almaz” endişesiyle bir tedbir namazı olarak başlamıştır ve arzu edip kılanlara karışmamalıdır. Ancak, sınıfına ve imtihanına geç kalacak öğrenci, devlet veya özel sektör işinde çalışan memur ve işçi, uzak köylerden ilçelerden gelmiş ve son mesai günü sıraya girip bir imza bekleyen insanların resmi işini bitirecek amir ve hakim mevkiindeki kimselerin farz olan bu görevlerini erteleyip, Cuma’nın son sünnetleri ve ya tedbir ibadetleriyle oyalanması haramdır. Bunlar arzu ediyorsa, mesai saatleri dışında evlerinde veya camilerde istedikleri kadar namaz kılmalarına herhalde kimse karşı çıkmayacaktır. Her Cuma günü, böyle nafile namaz ve tesbihat için farz olan resmi mesaisinden yarım saat çalan bir insan, yılda 26 saat ve 4 tam iş gününden fazla kaytarıyor ve kazancına haram katıyor olacaktır. Bu ortalama 22 yıllık emekliliğine kadar 100 günü bulmaktadır. İslam alimlerinin “Açlıktan dolayı zafiyet göstermesi ve iş veriminin düşmesi halinde, emekçilerin işverenin izni olmadan nafile oruç tutamayacakları, başka münasip ve müsait günlerde kaza yapmak üzere gerekirse oruçlarını bozacakları”fetvası verecek kadar kul hakkına ve helal kazanca önem gösteren bir yüce dinin mensupları olduğumuz gerçeği hesaba katılmalıdır. “Ona (oruca) zor dayanabilenlerin, (açlığa güç ve takat yetiremeyenlerin ise) bir fakiri doyuracak kadar fidye vermekle kurtulacakları” (Bakara: 184) bizzat Kur’an’da buyrulmaktadır.
Müzik ise, ahlaksızlığı ve düşmanlığı teşvik etmemek şartıyla ruhları rahatlandıran ve fıtri duyguları okşayan bütün sözler ve nağmeler mübahtır. İmamı Gazali’nin “Boğazdaki tabii ses tellerinden çıkan nağmeleri mübah sayıp, aynı seslerin suni tellerden ve müzik aletlerinden çıkasını günah saymak, ahmaklıktır (İhya-i Ulum-id Din)” tespitleri ne kadar haklıdır.
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz (şuursuz ve huzursuz bir şekilde namazla meşguliyetiniz) iyilik değildir. Ama iyilik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru eda eden, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine (Hak davaya sadakat sözlerine) vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır” (Bakara: 177) ayeti, Allah’ın şekle değil, kalbe ve niyete baktığını hatırlatmaktadır.
Dinde zorlaştırma değil, kolaylaştırma esastır!
(Bakara:185) “Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa (erişirse) artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”
(Nisa:28) “Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.”
(Duhan:58) “Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık.” (yani hadislerle ve Hz. Peygamberin sünnetiyle Kur’an'ı daha kolay anlaşılır ve uygulanır kıldık)”
(Meryem:97) “Biz bunu (Kur'an'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için (böyle yaptık)”
(Müzzemmil:20) “Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilmektedir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamayacağınızı (bu ağır yüke ve külfete katlanamayacağınızı) bildi, böylece tevbenizi (ve zaafiyetinizi) kabul etti. Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastaların olacağını, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmektedir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı ödeyin ve Allah'a güzel bir borç verin. (aşırı külfet ve zahmete girmeyin) Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
(Kamer:17–22–40) “Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?”
(Hacc:78) “Allah adına gerektiği gibi cihad edin. (ki esir ve zelil düşüp hürriyet ve haysiyetinizi yitirmeyin) O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, (gereksiz ilaveler ve külfetçi prensiplerle dini zorlaştırmanızı istememiştir) atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi 'müslümanlar' olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve (her konuda sadece) Allah'a sarılıp güvenin; sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı”
(Maide:6) “Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz, ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse, yahut kadınlara temas etmişte, su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün (yeterlidir). Allah size güçlük çıkarmayı dilememekte, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istemektedir. Umulur ki şükredersiniz (diye kolaylık göstermektedir)”
(Taha:1-2) “Ta, Ha. Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen (ağır yükler ve külfetler yüklenmen) için indirmedik,”
(Yunus:99) “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?”
(Bakara:256) “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”
İbadette kısaltma ve kolaylık sağlanmıştır!
Sefer ve (yolculuk) halinde 4 rekatlık farz namazları, 2 rekat olarak kısaltılmış, öğlenle ikindi, akşamla yatsı birleştirilip kılınmış, tehlike durumunda da bu kolaylık sağlanmıştır.
(Nisa:101-102) “Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır. İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da 'korunma araçlarını' ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma (ve savunma) tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kafirler için aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır.”
Yeni Haramlar uydurmak; imanı tehlikeye, insanları fitneye sokmaktır!
(Nahl:114-115-116) “Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.”
Farz olan cihadı ve Milli Savunma hazırlıklarını bırakıp, hatta BM, NATO ve AB gibi kafirlerin ve zalimlerin himayesine sığınıp, ama tarikat evradını arttıran ve kılık kıyafet teferruatını öne çıkaran kesimler, dini kendi keyiflerine eğip bükmekte ve Müslümanları fitneye sürüklemektedir.
“Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun”
“Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir”
“Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan ve Resûlü'nden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Tevbe: 14-15-16)
Hz. Peygamber Efendimiz: “Birisi; “ben bütün gecelerimi namazla değerlendiririm” diğeri: “Ben bütün günlerimi oruçlu geçiririm…”, öteki ise:“ben hanımlarımla cinsi münasebeti kestim”diyerek takva gösterisi yapan kişilere dönerek: “Ben geceleri hem uykumu alır istirahatimi yaparım, hem de namaz kılarım. Gündüzleri bazen yer içer, bazen oruç tutarım. Hanımlarımla da birlikte olur, beraber yatarım. Ben içinizde Allah’tan en çok korkan insanım. İşte benim sünnetim (hayat sistemim ve prensiplerim) bunlardır. Benim yolumdan (mutedil hayat tarzımdan) ayrılan artık benden sayılmayacaktır” buyurarak din adına yapılan aşırılıkları yasaklamıştır.
Bu durum bir ayeti kerimede şöyle uyarılmaktadır;
“(Bir bid’at olarak) türettikleri ruhbanlığa (meşru nimetlerden vazgeçip ibadet ve riyazete dalmayı) biz onlara yazmadık. Ancak (güya) Allah’ın rızasını aramak (ve Takvaya ulaşmak için uydurdular), ama buna da gereğince uymadılar (suiistimal ve istismara kalkıştılar)”(Hadid: 27)
Oysa, doğal ve normal olan her şey mübah-helal kılınmıştır. Haram ve yasak olduğuna dair ayet ve hadislerde açık ve kesin hükümler bulunmayan, bilimsel olarak da zararı kanıtlanmayan her şey mübah kapsamındadır. Çünkü “zan (ve tahmin) hakikati ifade etmeye yeterli” sayılmamıştır. (Yunus: 36)
Cemaate imamlık yaparken, namaz surelerini uzatan ve Mü’minleri usandıran bir Sahabeyi Hz. Peygamberimiz şiddetle kınamış, saf tutanlar arasında hastaların, sakatların, zayıfların ve yorgunların bulunacağını hesaba katarak kısa sureler okumasını ve ibadetleri zorlaştırıp fitne çıkarılmamasını emir buyurmuşlardır. Bu nedenle İslam alimleri; “İsteyenlerin kendi nefislerine azimet ve takvayı, ancak diğer mü’minlere ruhsatı ve fetvayı uygulamalarını” uygun bulmuşlardır.
--
Özel Yazılar - Milli Çözüm Dergisi
[1] Rum:30
[2] A’raf:157