Sultan Abdülhamit Han, Filistin’de bir Siyonist devlet kurulması girişimlerini sezip engellediği için, sabataist ve mason ittihatçılar eliyle tahttan indirilmiş ve Osmanlı 1. Dünya Savaşına itilip bitirilmişti. Mustafa Kemal 1937 Meclis konuşmasında “Batılı güçlerin Mukaddes İslam toprağı Filistin’de bir Yahudi Devleti kurma heveslerine asla müsaade etmeyeceklerini” belirtmesi üzerine, Yahudi doktorlarınca aslında tıbben zehir sayılan ve yasaklanan Saligran şırınga edilmek suretiyle hastalığı azdırılıp yatağa esir edilmiş ama İsrail’in kurulması da 10 yıl geciktirilmişti. Ve nihayet Erbakan Hoca, İsrail denen terör şebekesini ve fitne merkezini kökünden halledecek ve Batı’yı da hizaya getirecek çok ciddi ve gerekli projeler üretmeye ve yürütmeye giriştiği için aleyhine üç ihtilal tertiplenmiş, beş partisi kapatılıp siyaset dışına itilmiş ve sonunda 28 Şubat darbesi ve AKP hıyanetiyle önü kesilmişti. Velhasıl Atatürk ve Erbakan dışındaki tüm Cumhuriyet Hükümetleri İsrail’in arka bahçesi ve hizmetçisi gibi hareket etmiş, solcu ve sağcı iktidarlar açıkça ve AKP gibi sözde İslamcılar da münafıkça bu Siyonist terör şebekesini desteklemişti. Bu nedenle aşağıdaki tespitleri güncelleştirip düzelterek aktarmamız gerekmişti.
İsrail Türkiye ilişkilerinin kısa geçmişi!
İsrail, Müslüman toprakları üzerinde, milyonlarca Filistinli silah zoruyla öz vatanından sürülerek kurulmuş bir terör devletidir. ABD, İsrail’i tanıyan ilk devlettir. Türkiye ise İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkedir. İsrail, aslında bölgede yıkılan Osmanlı düzeni tabutuna çakılmış en son çivi gibidir. Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti, 28 Mart 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke oluvermiştir. İnönü devrinde gerçekleşen bu tanıma, bazılarına göre ABD’den yardım almak, ülkenin Batılı kimliğini ispatlamak ve uluslararası Yahudi desteğini sağlamak içindir. Türkiye, sadece tanımada değil, İsrail’in kuruluşunu mümkün kılan süreçte de Filistinlileri yalnız bırakmıştır. Örneğin Aralık 1948’de Filistinli Arapların karşı çıkmasına rağmen Filistin Uzlaştırma Komisyonu’nun kurulmasına İsrail lehine destek veren İsmet İnönü Hükümetidir.
Menderes iktidarı sırasında 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa ile birlikte Mısır’ın Süveyş Kanalı’na hücum etti. Güya bu saldırı ABD’den habersiz gerçekleşmişti, ancak Türkiye saldırganları lütfen eleştirdi, hatta 26 Kasım 1956’da Türkiye’nin İsrail’deki diplomatik temsilcisi geri istendi. Ancak Türkiye’nin bu sert tutumu bugünkü gibi göstermelikti. Çünkü dönemin Türkiye Büyükelçisi İstinyeli, olayın ardından İsrail Dışişleri Bakanlığı’na gitmiş ve Türkiye’nin aslında İsrail’e karşı olmadığını, tansiyonu düşürmek ve Arapları ikna edebilmek için taktik açıklamalar yapmak zorunda kaldığını söylemişti.
Türkiye, Johnson Mektubu ve Kıbrıs Sorunu sayesinde dış ilişkilerinde sadece Batı’ya güvenmenin ne kadar sakıncalı olduğunu öğrenmiş, ABD’den çok Amerikancı olan Türkiye, bunun bedelini üçüncü dünyada dışlanarak ağır bir şekilde ödemişti. Bu nedenle 27 Mayıs Darbesi sonrasında pozisyonunu dengelemek isteyen Türkiye, görüntüde Arap tezlerini desteklemiş ve İsrail’den işgal ettiği topraklardan çıkmasını talep etmişti. 1969’da El Aksa Camii Siyonistlerce yakılınca İslam dünyası tepki göstermiş ve 1. İslam Konferansı ve örgütü teşkil edilmiştir. 1969’da Türkiye Rabat’taki konferansa gitmiş, ancak İsmet İnönü bu katılımı Türkiye’nin İsrail ve Araplar karşısındaki tarafsızlığını bozacağı iddiası ile eleştirmişti. Türkiye konferansta Cumhurbaşkanı veya Başbakan değil, Dışişleri Bakanı düzeyinde temsil edilmişti. Dahası İsrail’i eleştirse de Türkiye, Konferansta İsrail’in tam anlamıyla kınanmasını engellemişti. Türkiye ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü’nün konferansa katılımına da izin vermemişti. Başka bir deyişle, kendisinden öncekiler gibi Süleyman Demirel Hükümeti de İsrail konusunda ikili bir politika izlemiş ve etik bir duruş sergileyememişti.
30 Temmuz 1980’de İsrail, Kudüs’ü daimi başkent ilan edince Türkiye İsrail’i kınamakla yetinmiş ve Erbakan Meclis’e verdiği bir gensoru önergesiyle İsrail destekçisi Mason Dışişleri vekili hayrettin Erkmen’i düşürüvermişti. Aralık 1980’de ise Kenan Evren diplomatik temsil düzeyini ikinci kâtip seviyesine indirmişti. Sonradan bununla ilgili “12 Eylül idaresinin görünüşte İsrail’e karşı sert söylemi samimi değildi ve tek amacı Batı’da yazılan senaryolara uygun olarak, Türkiye’yi İslam dünyasında İran’a karşı sözde lider konumuna getirmekti” iddiaları geliştirildi.
İsrail, 1980 ve 1990’lı yıllar boyunca Türkiye ilişkilerine büyük önem verdi, ancak asıl sonucu 1990’ların sonunda alabildi. Özellikle ABD nezdinde Yahudi lobileriyle yoğun bir işbirliğine gidildi. Ekonomik ilişkiler ise diğer pek çok İslam ülkesinin aksine her dönemde devam ettirildi. Ancak 28 Şubat döneminde atılan temeller hepsinden etkiliydi. Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinde bugün yakalanan zirve büyük oranda 28 Şubat’ın attığı temeller sayesindedir.
AKP’li yılların çelişkisi!
AKP’li yıllar ise çelişkili bir süreçti. İsrail’in Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi 2005 yılında bizzat benim de katıldığım Ankara’daki bir toplantıda İsrail-Türkiye ilişkilerinin tarihinin en iyi noktasında olduğunu söylemişti. Avivi’ye göre Türkiye-İsrail ilişkileri dış ticarette, turizmde ve yatırımlarda hiçbir dönemde olmadığı kadar gelişmişti ve buna ‘altın dönem’ denebilirdi. Başka bir deyişle 1990’larda kurulan bağlantılar 2000’li yıllarda meyvesini vermiş ve İsrail-Türkiye arasında karşılıklı bağımlılık pekiştirilmişti. 2006 yılında İsrail Dışişleri Bakanı, ülkesinin Türkiye’yle ilişkilerinin “mükemmel” olduğunu belirtmişti. Bu dönemde Türkiye, İsrail ile Pakistan ve Suriye gibi bazı Müslüman ülkeleri uzlaştırmaya girişmişti. Ayrıca İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bir gün arayla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuk edilmiş ve Siyonist Peres’e nutuk çektirilmişti. Aslında AKP iktidarının Mahmut Abbas’ı daveti, Siyonist Şimon Peres’i Meclis’te ağırlama ve konuşturma haysiyetsizliğine bir kılıf mahiyetindeydi. Aynı Şimon Peres’e Davos’ta: “One minute” çıkışları da İsrail’e ve Yahudi Lobilerine gizli hizmetlerini perdeleme niyetiydi.
Türkiye-İsrail siyasi ilişkileri 2008 sonunda İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla bozulmaya yönelmişti. Türkiye Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı olduğunu belirtmiş, ayrıca İsrail’i devlet terörü uygulamakla itham etmişti. Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu sırasında görünüşte büyük bir kriz piyesi sahnelenmiş, Başbakan Erdoğan, İsrail Devlet Başkanı Peres’e “bebek öldürmeyi siz iyi bilirsiniz” demiş, bunları Alçak Koltuk Krizi ve Mavi Marmara izlemişti. Mavi Marmara’da ilk defa bir devletin askerleri Türk vatandaşlarını uluslararası sularda katletmişti. İsrail, Türkiye’ye küstahça meydan okumuş, dahası olayın akabinde İsrail Kabinesi PKK’ya destek verilmesini dahi görüşmüşlerdi. Siyasi alandaki çalkantıya ve İsrail’in Filistinlilere ve Türkiye’ye verdiği zararlara rağmen iki ülke ekonomik ilişkileri hiç etkilenmemiş, hatta rekor üstüne rekorlar kırmaya devam etmişti.
2014 itibariyle İsrail’le dış ticaret hacminin 6 milyar dolar civarında gerçekleşmesi beklenmektedir (Bunun sadece 76 milyon dolarının Filistin ile ticaret olduğu bilinmektedir). Velhasıl İsrail AKP sayesinde 2014′de Türkiye’nin en çok iş yaptığı ilk 20 ülke arasına girmiş ve sıralamadaki yeri her geçen yıl yükselmekteydi. İsrail açısından baktığınızda ise Türkiye, İsrail’in en çok ticaret yaptığı 10 büyük ortaktan birisiydi. İsrail ile ticari ilişkilere Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın dediği gibi “ticaret devam ediyor. Alıyoruz, satıyoruz. Bundan dolayı kimse bizi eleştirmesin” şeklinde yaklaşılması gafletten öte bit hıyanettir. Ekonomik ilişkilere yakından bakıldığında örülen ekonomik ağın günün sonunda Türkiye’yi geri dönülmez bir yola soktuğu görülecektir. Ayrıca Türkiye’deki İsrail bağlantıları sayesinde İsrailli firmalar diğer Müslüman ülkelere girebileceklerdir. Bilindiği üzere Malezya, Endonzeya, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi pek çok Müslüman devlet İsrail’i tanımamakta, önemli bir kısmı ise İsrail’e yıllardır ekonomik boykot uygulamaktadır. İşte İsrail bu boykot ve engelleri Türkiye üzerinden aşma planları da yapmaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye bir nevi Truva Atı konumuna getirilmek istenmektedir. Dış ticaret her zaman sadece ticaret değildir. Özellikle İsrail ile ticaret hiçbir zaman sadece ticaret değildir. Kaldı ki bir soruyu da sormadan edemiyorum, eğer Türkiye İsrail’in yaptıklarını Musevi bir topluma onlarca yıl boyunca yapsaydı, acaba İsrail Türkiye’ye nasıl bir tavır sergilerdi?” [1]
AKP’nin gafleti ve desteği sayesinde azgınlaşan IŞİD “Hamas'la savaşmak için Gazze'ye gireceğini” bildirmişti!
IŞİD’in sosyal medya hesabında yayınlanan görüntülerde, üyelerin ellerindeki silahların üstünde “IŞİD’in Gazze Mücahitleri” ve “geliyoruz ey Yahudiler” cümleleri yer alıyordu. IŞİD, ‘Gazzeli Mücahitler’ olarak isimlendirdiği grubun ‘Şeyh Ebu Nur Makdisi Tugayı’ adı altında Suriye’deki askeri eğitim kamplarında Gazze’ye girmek üzere eğitildiğini duyurmuştu. IŞİD, Gazze’de yönetimi elinde bulunduran Filistin İslami Direniş Hareketi’ne (HAMAS) “yüzleşmek yakındır ve çatışma kaçınılmazdır” şeklinde doğrudan bir mesaj gönderip tehdit ediyordu. Böylece İŞID’in Siyonist odakların kiralık kuklası olduğu anlaşılıyordu. 2009’da Hamas askerleri tarafından öldürülen kişinin öcünü alacağını duyuruyor, IŞİD’in Gazze Şeridi’ne girmesi halinde Hamas’ın nasıl bir karşılık vereceğine dair Al Jazeera’ya konuşan Hamas’ın kurucu liderlerinden Abdülfettah Duhan ise, “doğru İslami yoldan sapmış olan hiçbir grubun Gazze’ye girişine asla izin vermeyeceğiz çünküI ŞİD’in Gazze’ye girişi, Gazzelilerin kanını mübah kılması anlamına geliyor; Hamas’la mücadeleye gelen bir grup, sadece Siyonist işgal gücüne yarar” diye uyarıyordu.[2] 1916 yılında gizlice Fransa ve İngiltere arasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması uyarınca I. Dünya savaşı sonrasında İngiliz istihbaratçı GertrudeBell tarafından sadece İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda cetvelle çizilen sınırlar yaklaşık yüz sene sonra tüm geçerliliğini yitirmişti. Aslında bölgenin adı Ortadoğu değildi. Arap yarımadasını içine alan, üç kıtayı bünyesinde barındıran bu bölgeye Yahudiler sonradan getirilip yerleştirilmişti ve bölgenin doğru adı da “Güney Batı Asya” idi.
Kur’an, İsrail oğulları ve Adil Düzen
Kur’an bir meseleyi ele alırken sadece bir tek örnek verir. Örneğin haram olan etlerden yalnız domuz eti zikredilmiştir. Ve yine içkilerden yalnız üzüm içkisi zikredilmiştir. Kur’an uluslardan sadece bir tanesini, sadece Beni İsrail’i örnek olarak ele almış ve İsrail oğulları kavminden bahsedilerek kavmiyetçilik saplantısı irdelenmiştir. İlk insan Hazreti Âdem’dir, aynı zamanda ilk peygamberdir. Uzun seneler insanlar kabile hayatı geçirmiştir, bu süreçte Şeriat yönetimi yerine kişi yönetimi geçerlidir. Yaklaşık olarak beş bin sene önce Hazreti Nuh zamanında şeriat dönemine geçilmiştir. Onun torunlarından Hazret İbrahim yaklaşık olarak bundan dört bin sene önce insanlığı “tek millet, ortak medeniyet ve hukuki adalet toplumu” yapma görevini üstlenmiştir. Ondan doğan İshak (AS), İsrail oğullarının atası, Mısırlı cariyeden doğan İsmail ise Kur’an ehlinin atası oluvermiştir. İsrail oğulları arasında yetişen Hazreti İsa Hıristiyanlığın peygamberidir. İsmail’in torunlarından Hazreti Muhammed (SAV) nübüvvet görevini ikmal etmiş, medeni topluluğun düzenini (Medine Devleti’ni) kurmuş; insanlık bu sayede buluğ yaşına ermiştir.
İsrail oğulları Kur’an ehlinin oluşturduğu uygarlığı kısmen yozlaştırıp kendilerine uyarlayarak Batı’ya taşıyıvermişler ve Hıristiyanlarla birlikte bugünkü Batı uygarlığını geliştirmişlerdir. Çağımızdaki Batı uygarlığı, İslâm uygarlığı ve Hıristiyanlığın sentezi ile meydana gelmiştir, bu sentezi yapanlar da Beni İsrail’dir.
Sermaye birikim ve tekelini sağlamak için İsrail oğulları faizli sömürü düzenini yerleştirmiş, ama artık bu sistem ve medeniyet ömrünü tüketmiştir. “Yeni bir uygarlığın” yani “yepyeni bir medeniyetin” inşa sürecine gelinmiştir. Bu yeni medeniyet “ADİL DÜZEN”e, göre inşa edilecektir… “ADİL DÜZEN MEDENİYETİ”nde sömürü sermayesinin ilme, dine ve siyasete hükmetmesine son verilecektir... Müminlerin oluşturacağı ulusal devletler “KUR’AN DÜZENİNİ” yeryüzüne hâkim kılacak, müminler birlikte insanlığı barış içinde yönetecektir... Bu hususta etkin ve öncü rolü KUR’AN EHLİ üstlenecek, bilahare birer milyarın üzerinde nüfusları olan Hıristiyan, Budist ve Hindular da Kur’an ehlinin medeniyet öncülüğü etkisine gireceklerdir; insaf sahibi Yahudilerin de bu süreci desteklemeleri gerekir.
Değişik Irklara farklı yetenekler verilmiştir, ancak bu yetenekler üstünlük sebebi değildir. Yeteneklerini değerlendirenler üstün topluluk haline gelmektedir. İsrail oğulları tarihte büyük inkılâpları en çok gerçekleştiren topluluklardan birisidir. Bundan sonra da görevleri tam olarak sona ermiş değildir. Bazı İsrail oğulları Müslüman Türklerin gerçekleştireceği, insanlığın Adil Düzen’e uyumunda da rol oynayabilir.[3] Ama önce bugünkü İsrail’in Siyonist vahşetine karşı çıkmaları gerekir.
İsrail en acı ve alçaltıcı akıbeti bin kere hak etmişti!
Ramazan bayram dinlemeden, kendi uydurduğu bahanelerle savunmasız Filistin halkına kan kusturan Siyonist-terörist İsrail, son Gazze saldırılarında çocuk, kadın ve sivil 1976 kişiyi katletmiş, on binden fazla insanın yaralanmasına sebebiyet vermiş ve on binlerce evi bombalarla yıkıp yakı vermişti. İnsanlıktan çıkıp şeytanlaşan İsrailli hahamdan kan donduran sözler gelmiş; İsrail'in Gazze katliamı sürerken Haham Dov Lior, tüm Filistinlilerin öldürülmesini istemişti.
Batı Şeria'da 'Kiryat Arba' isimli Yahudi yerleşkesinde yaşayan İsrailli Haham Dov Lior, yaptığı ırkçı açıklamalarla Siyonistlerin bozuk karakterini sergilemişti. Lior, İsrail ordusuna verdiği mesajında 'Keşke tüm Filistinlileri öldürseler. Gazze'yi tamamıyla yok etseler' demiş ve bunun Tevrat’ın emri olduğunu belirtmişti. İsrailli Siyonist akademisyen daha da ileri gitmiş, yakalanan bütün Filistinli kadınlara ve kızlara tecavüz edilmesini teklif etmişti! İsrail Bar-IIan Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Mordechai Kedar, Hamas'ı caydırmak için militanların annelerine ve kız kardeşlerine tecavüz edilmesi gerektiğini söylemişti.
Katil İsrail’in en son model silahlarıyla saldırdığı Gazze’nin kan revan halini görmezden gelen Birleşmiş Milletler, El Kassam Mücahitlerinin elindeki derme çatma silahlara dikkat çekmişti!
Gazze’de çoluk çocuk kadın demeden 1800’den fazla masumun katledilmesine dolaylı destek veren... Siyonist çetenin en büyük destekçilerinden... Tarihinde bir kez olsun terör devleti İsrail hakkında kınaması dahi görülmeyen Birleşmiş Milletler’in tepesinde isim Hamas’ı kınama cesareti(!) göstermişti ki kukla Ban’ın ağzından çıkan işte skandal o sözler: “Hamas’ın roket saldırılarını kınıyoruz, buna derhal son verilmelidir. Her iki taraf da acılar çekmektedir. Benim iki tarafa da çağrım var; Bu savaşı durdurun ve konuşmaya başlayın. Ben tamamıyla İsrail’in kendini savunma hakkını doğru buluyorum. Filistin’in saldırıları durdurmalarını ve İsrail’i tanımalarını istiyorum.”
Siyonist İsrail Gazze’yi yerle bir edeceğini zannetmişti. Önce Gazzeli müminler şanlı bir direniş göstermiş, sonra Kudüs başta olmak üzere bütün Filistin sokağa dökülüp 3. İntifada sinyalini verince İsrail ve uluslararası destekçileri paniklemişti. Her şey İsrail’in aleyhine dönünce başta AKP yalakaları bütün dünya “ateşkes” gayretine girişmişti. Venezuela ve Şili‘nin dahi yaptırımda bulunduğu İsrail’e karşı ne siyasi ne de ticari manada hiç bir yaptırımda bulunamayan Türkiye, katil ve terörist İsrail’i ateşkese ikna için “diplomasi” gayretine girişmiş Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail’in Gazze katliamının sona erdirilmesi ve ateşkesin sağlanması için ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Paris’te bir araya gelmişti. ABD’nin Paris Büyükelçiliği’ndeki görüşme, konuşulanlardan ziyade “ikili”nin pozlarıyla dikkat çekmişti. Her iki Bakanın “bacak bacak üstüne atarak” verdiği pozlar, Gazze’deki dramı konuşmuyorlar da, “dost sohbeti” yapıyorlarmış havası vermekteydi. Gazze’deki şehit sayısı 1000’e yaklaşırken, ikilinin “samimi” halleri “insaf!” dedirtmişti.
İsrail konusunda AKP’nin çifte standardı ve münafıklığı!
‘TÜRKSAT Uydusu, İsrail’e askeri istihbarat için frekans desteği veriyor muydu?’
Gazze’de katliam üstüne katliam yapan Siyonist İsrail kuvvetlerine, TÜRKSAT 4A uydusu tarafından istihbarat desteği sağladığı iddiaları Meclis’e taşınıyordu. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın cevaplandırması için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına soru önergesi veriliyordu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı tarafından, Milli Savunma Bakanı Yılmaz’ın yazılı olarak cevaplanması istemiyle şu sorular yöneltiliyordu:
. “TÜRKSAT 4A Uydusu, İsrail’e askeri istihbarat sağlanması yönünde frekans desteği sağlamakta mıdır?
. TÜRKSAT 4A Uydusu Frekans tahsislerinin ileri bir tarihe ertelenmesinin nedeni TÜRKSAT 4A Uydusunun İsrail’e istihbarat sağlanması için tahsis edilmiş olması mıdır?
. İsrail ile imzalanan Askeri İşbirliği Anlaşmalarında TÜRKSAT 1A, TÜRKSAT 1B, TÜRKSAT 2A, TÜRKSAT 3A, TÜRKSAT 4A ve GÖKTÜRK 2 uydularının İsrail tarafından da istihbarat temini amacıyla kullanılmasını sağlayan maddeler bulunmakta mıdır?
. İsrail’in Demir Kubbe ve Davud’un Sapanı isimli füze savunma sistemlerine Türkiye’den sağlanan doğrudan veya dolaylı destekler var mıdır?
. İsrail Hava Kuvvetleri pilotlarının Konya’daki 3’üncü Ana Jet Üssü’nde eğitim gördükleri iddiası niçin yanıtlanmamıştır?
. İsrail Hava Kuvvetleri Dökme Kurşun tatbikatını Konya’daki 3’üncü Ana Jet Üssü’nde gerçekleştirdikleri iddiası doğru mudur?
. 2004 yılından itibaren Konya da İsrail devletine kiralanan veya satılan arazilerin toplam miktarı ne kadardır?
. İsrail, Konya’daki arazilerin ne kadarlık bölümünü askeri eğitim amaçlı olarak kullanmaktadır?
. 2004 – 2014 yılı 18 Temmuz itibarıyla arasındaki dönemde Türkiye ve İsrail’de karşılıklı olarak görevlendirilen TSK ve İsrail Ordu mensuplarının toplam sayısı ne kadardır?”
Evet, İsrail Filistin'e bombalar yağdırırken, AKP, Kürecik Radar Üssü'nden istihbarat alan İsrail'e stratejik destek sunmaya devam ediyordu. İsrail'in 'Davut'un Sapanı' füzesavar sistemi Malatya'daki radarla eşgüdüm halinde çalışıyordu.
İsrail, AKP'nin izniyle Türkiye'den aldığı yakıtla Filistin halkının üzerine bomba yağdırmaya devam ederken, Kürecik'te konuşlu radar üssünden aldığı istihbaratla da 2012'de Gazze'yi kan gölüne çevirmişti. Gazze'yi bombalayan İsrail'i her fırsatta, "kınadığını" açıklayan AKP hükümetinin dolaylı olarak İsrail'e destekleri devam ediyor, İskenderun Dörtyol ve Mersin limanlarından İsrail'e jet yakıtı taşınıyordu. Ancak AKP'nin İsrail'e desteği bununla sınırlı değil. İsrail, Filistin'i Kürecik Radar Üssü'nden aldığı bilgilerle vuruyordu.
Başbakanın “Kürecik Radar üssü ve Patriot füzeleri NATO çerçevesinde hizmet görmektedir, İsrail’e destekle ilgili değildir” sözleri ise tam bir saptırmacayı yansıtıyordu. Çünkü NATO zaten İsrail’in güvenliği için kurulmuştu ve İsrail’in resmen NATO kapsamında korunmasını ve karar mekanizmalarına katılmasını bizzat AKP iktidarı sağlıyordu!
AKP ve ABD’nin ahlakı!
İsrail’e Korsan petrol’ü Çalık mı taşıyordu?
AKP hükümetinin, 26 Haziran 2014 tarihinde “ham petrol ve jet yakıtının Türkiye üzerinden karayolu ve demiryolu ile taşınmasına ilişkin” kararda değişiklik yaparak, Kuzey Irak’tan yapılan petrol sevkiyatında tek yetkili firma olan Powertrans’a büyük ayrıcalık sağladığı ortaya çıkıyordu. Powertrans 25 Mart 2011 tarihinde 50 bin TL’lik sermaye ile kurulmuştu. 7784 sayılı Ticaret Sicil gazetesinde kurucu ortaklar olarak Ahmet Muhassıloğlu ve Singapur merkezli Grand Fortuna Venturas PTE LTD gözüküyor. Ahmet Muhassıloğlu aynı zamanda şirketin genel müdürü oluyordu. 25 Mayıs 2011 tarihinde Ahmet Muhassıloğlu, kendi şirket hisselerini yine Singapur merkezli Lucky Ventures PTE LTD firmasına devrederek ortaklıktan ayrılıyordu. Powertrans firmasının kurulmasından 5 ay sonra 18 Temmuz 2011’de Bakanlar Kurulu ham petrolün kara ve demiryolu transiti ile ilgili kararname ile transit izni çıkararak Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ne taşıma lisansı verdiği tek yetkili firma olan Çalık Grubu’na ait Powertrans şirketine ayrıcalık tanınıyordu.
Başbakan’a cevaplaması için 8 soru sorulmuştu
“Oğlunuz İsrail ile ticaret yapıyor muydu?”
HDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’ın İsrail ile ticaret yaptığı iddialarını Meclis’e taşıyordu. HDP’li Milletvekili Türkiye-İsrail ilişkileri ile ilgili 8 soruyu Başbakan Erdoğan’ın cevaplamasını istiyordu. Milletvekili Ayhan, Burak Erdoğan’ın İsrail ile ticari ilişkilerini de sordu. HDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan, 8 maddelik soru ile Türkiye-İsrail ilişkilerini soruyordu.
ABD göstermelik olarak bir taraftan İsrail’i eleştiriyor, bir taraftan bomba veriyordu!
Terörist İsrail’in en büyük destekçisi ABD, güya teröristlerin çocuklara saldırmasını lafla “kınarken”, Gazze’deki katliamı sürdüren İsrail’e, havan topları ve bomba atarların da içinde bulunduğu mühimmat satmayı sürdürüyordu. ABD yönetiminin, İsrail’e askeri mühimmat satışına devam ettiği açıklanıyordu. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan yapılan yazılı açıklamada, 20 Temmuz’da, Dış Askeri Yardımlar Programı’nın rutin mühimmat gönderilmesi prosedürü kapsamında İsrail Savunma Bakanlığı’ndan talep mektubu alındığı kaydediliyordu. Bu talebin, bakanlığın normal kurum içi süreci dâhilinde ele alındığı belirtilen açıklamada, 23 Temmuz’da da talebin sonuçlandığı ve İsrail’de bulunan Savaş Rezervleri Stok Cephaneliği’ndeki (WRSA-I) uygun mühimmatların İsrail savunma güçlerine teslim edildiği bildiriliyordu.
Şu hale bakın: Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, İsrail’in Gazze’ye saldırısını değerlendirirken “Uluslararası toplumdan çıkan en yüksek ses olan ‘İsrail’in kendini savunma hakkını tanıyorum’ cümlesi, bu harekâttan önce ve sonra söylenen en ahlaksız cümledir. Bu cümlenin ahlaksızlığı, İsrail’e ‘yaptığını yapmaya devam et’ çağrısıdır” diyor, “Bu süreçte İsrail’i kim durdurur” sorusuna ise Çelik, “Paris’teki toplantıya katılanlar bir tek Türkiye hariç ‘İsrail’in savunma hakkı’ var deyip destek verdiler” şeklinde yakınıyordu. Oysa aynı Ömer Çelik’in daha önce söyledikleri konuda samimi olmadığını göstermekteydi. Mesela Ömer Çelik, 2004 yılında köşe yazarlığı yaparken ABD’nin Fas’tan Endonezya’ya kadar bütün İslam Dünyası’nı kontrol altına alma stratejisine “Büyük vizyon” diyordu... Çelik, “Batı’nın Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da şeffaf düzenlere geçilmesini kolaylaştıran yaklaşımlar üretmesi, ’gerçekçiliği’ve ‘idealizmi’ aynı anda barındıran bir tutum olacaktır. Türkiye ise bu vizyonun nesnesi değil, önde gelen öznelerinden biri konumunda” görüşlerini savunarak, ABD projelerinde AKP iktidarının nasıl rol almakta olduğunu itiraf ediyordu. Yani ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’ndeki önceliklerin başında İsrail’in güvenliği geliyordu. Dolayısıyla, Kerkük-Musul operasyonu görevi verilen IŞİD’den sonra İsrail’in Gazze’ye saldırısı da bu projenin gereği olarak yapılıyordu.
İsrail destekçisi ABD ve AB yanlısı olanların kof çıkışları!
Dünya üzerinde Siyonist yapılanmanın (Gizi Dünya Devleti) oluşturduğu tesir alanı sebebiyle özellikle Hristiyan Batı dünyası Filistin meselesinde hep İsrail’e destek veriyor, katliamlarını meşru müdafaa olarak takdim ediyordu. Böyle olunca da İsrail kan dökmekten geri kalmıyordu. Batı dünyasının İslam düşmanlığı ile Siyonist örgütlenmenin oluşturduğu etki birleşince Bölgede Filistinlilere, yani oranın gerçek sahiplerine hayat hakkı tanınmıyordu. Sonuçta kahraman Filistinliler sadece İsrail ile değil tüm dünya ile mücadele etmek zorunda kalıyor, buna rağmen pes etmiyor, teslim olmuyordu. Esas üzerinde durulması gereken husus özellikle AKP iktidarının tavrı oluyordu. Çünkü söyledikleri ile uygulamaları arasında çelişkili bir durum ortaya çıkıyordu. Dikkat edilirse özellikle Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasın da ağırlıklı olarak İsrail’e ve bu devlete destek veren ülkelere karşı esip gürlüyordu. Yani, İsrail’in kan dökücülüğüne ve soykırım olarak nitelendirilen saldırılarına destek veren başta ABD olmak üzere AB ülkelerine karşı öfkesini dile getiriyordu. Başbakan’ın bu tavrı seçmen nazarında destek buluyordu. İsrail ve yandaşlarına öfke duymak elbette doğruydu. Ancak bu tepkinin ardında AKP iktidarı hala AB’ne tam üyelik peşinde koşuyor, ülkemizi AB normlarına uydurmak için yeni fasıllar açılmasını sağlamaya uğraşıyorsa bunun tam bir münafıklık olduğunu artık anlamamız gerekiyordu. Bu arada hala ABD’nin güdümündeki NATO’nun üyesi olmayı sürdürmemiz söylediklerimizle çelişki oluşturmuyor muydu? Soruları hala yanıtını bekliyordu.
Başbakan Erdoğan Paralel Yapı’nın gizli niyetini 12 yıl boyunca anlayamadığı gibi Amerikan Yahudi Kongresi’nin (Siyonist lobinin) gerçek niyetinin de farkına varamıyordu. İktidar yalakası medyanın 10 yıl önce Başbakan Erdoğan’a Yahudi Kongresi’nin verdiği ödülü hiç yadırgamayıp alkışlaması, ama bugün Cesaret Ödülü’nü geri isteyen Amerikan Yahudi Kongresi’ne gönderilen mektupla, “O ödülü seve seve size iade edeceğiz” denilmesini de bir kahramanlık gösterisi gibi takdim çalışması bunların ayarını ve ahlakını yansıtıyordu. Hâlbuki ortada bir kahramanlık falan yoktu. Yahudi Kongresi verdiği ödülü geri istemeden Başbakan Gazze’deki katliama yönelik eleştirileri ile birlikte o ödülü de iade etseydi çok geç te olsa demek ki hala bir duyarlılık ve tutarlılık damarı bulunuyordu!..
Sn. Recep T. Erdoğan’a cesaret madalyası veren AJS-Amerikan Yahudi Kongresi, böylece onu siyaseten esaret altına aldığını ilan ediyordu. Aynı ödülü şimdi küstahça geri istemesi ise “Siyonist Lobilerin gücünü hatırlatması ve Cumhurbaşkanı olması halinde dizginlerinin ellerinde tutulması” amacını taşıyordu. Ayrıca “Bu Erdoğan, Yahudi Lobilerinin ve dış güçlerin adamı değil, bundan çekiniyorlar” imajı oluşturup, Cumhurbaşkanlığını kazanması kolaylaştırılıyordu.
E. Paşa Osman Özbek’in Erbakan küstahlığı ve pişmanlık itirafları!
3 Ağustos-2014 Tarihinde saat 11.00’de Ulusal Kanal’daki Alternatif programını sunan Sebahattin Önkibar’ın Konuğu Emekli General Osman Özbek şu tarihi itiraflarda bulunuyordu:
. Kendisinin Kayseri Bölgesi; jandarma komutanı olduğu dönemde, Kayseri Belediye Başkanı olan Şükrü Karatepe’nin Yardımcısı Özhaseki, kendisiyle görüşmek üzere randevu talep ediyordu.
. Ancak onlarla görüşmek istemeyince, o dönemdeki kayseri Valisinin devreye girmesiyle hatır pahasına randevu verdiğini ve yaklaşık iki saatlik bir görüşme yaptığını belirtiyordu.
. O görüşmede Özhaseki’nin: “Abdullah Gül’ün Erciyes’in eteklerinde bulunan yazlı evinde kendisiyle görüşmeyi arzuladığını, içerik olarak ta yeni bir parti kurma aşamasında olduklarını, kendilerinin Amerika’nın desteğini aldıklarını ve Erbakan’ı devre dışı bırakıp iktidara taşınacaklarını” söylemesi üzerine “Amerika’nın himayesindeki bir oluşuma katılmayacağını ve bu nedenle Abdullah Gül’le görüşmeye lüzum kalmadığını” söyleyip ayrılıyordu.
. Aynı şekilde aracılar gönderen Recep Erdoğan’ın da kendisiyle görüşmek istediğini aktarıyor ancak Özhaseki’nin sonradan bu görüşmeyi yalanladığına, dikkat çekiyordu.
Erzurum Jandarma Bölge Komutanlığı yaptığı sırada dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’a, ağza alınamayacak hakaretler yöneltip küstahlaşan ve kinini kusan Tümgeneral Osman Özbek anlaşılan şimdi günah çıkarıyordu. Ve Sebahattin Önkibar’a söyledikleri doğruysa, Abdullah Gül ve Recep Erdoğan, Erbakan’a hakaret eden bu adamdan destek almaya çalışıyordu.
Sonuç:
Oysa, “Sıcak para girişi kesilirse ilk batacak ülke hangisi” sorusunu yanıtlayan The Economist (The capital-freeze index, Vulnerability to a sudden stop in capital inflows in emerging markets, 2012 or latest, maximum risk=20) raporunda Türkiye’yi birinci sırada gösteriyor ve en riskli ülke konumuna sokuyordu.[4]
Amerikan istihbarat raporunda 2022 haritasında İsrail bulunmuyordu!
İsrail'i kızdıracak ABD istihbarat raporu: 2022 planında Ortadoğu'da İsrail'e yer verilmiyor, yani o tarihten önce yıkılacağı uyarısı yapılıyordu. 16 istihbarat örgütünden oluşan ABD İstihbarat Topluluğu tarafından bu yılın başında “İsrail Sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” başlıklı bir rapor hazırlandığı ortaya çıkıyordu. Siyasi analizci Kevin Baret, İstihbarat Topluluğu raporunun, Çin’in yükselişi koşullarında, “ABD’nin artık İsrail’i desteklemeyi sürdürecek askeri ve ekonomik kaynakları olamayacağı” sonucuna vardığını aktarıyordu. Baret’e göre, rapor, “ABD’nin kendi ulusal çıkarlarının peşinden gitmesini ve İsrail’in fişini çekmesini” de öneriyordu.
The New York Post tarafından “harfi harfine” alıntılanan Kissinger’in “10 yıl içinde artık İsrail olmayacak” sözü bir gerçeği yansıtıyor. Kissinger, İsrail’in tehlikede olduğunu, fazladan trilyonlarca dolar verip düşmanlarını ordumuzla ezersek kurtulabileceğini söylemiyor. Netenyahu’nun eski dostu Mitt Romney’i seçersek, İsrail’in bir şekilde kurtulabileceğini de anlatmıyor. İran’ı bombalarsak, İsrail var olmaya devam edebilir de demiyor. Hiç bir çıkış yolu önermiyor. Basitçe bir gerçeği belirtiyor: “2022’de, İsrail artık olmayacak!” diyordu.[5]
Yani AKP’nin de İsrail’in de art arda çöküşü yaklaşıyordu. Ve Cumhurbaşkanı olunca kurtulacağını sananlar aldanıyordu!
--
Milli Çözüm Dergisi
[4] Sources: Economist Intelligence Unit; IMF; SWF Institute; World Bank; Haver Analytics; Chinn and Ito (2008); The Economist