Şeytan ayrıntılarda saklıdır. Dikkatle okunursa İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi çökertmek için kaleme alındığı anlaşılacaktır.
AKP Türkiye’sinin böylesine sinsice ve haince hazırlanmış İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke olması enteresandır. Erdoğan iktidarının hiçbir fikir alışverişine başvurulmadan, toplumda ve uzman kadrolarca tartışılmadan, aceleyle oldubittiye getirilerek imzaladığı İstanbul Sözleşmesi; adeta aile yapımızı çökertmek için kaleme alınmıştır. Bu sözleşme; erkeğin kadın üzerindeki sözde iktidarını kaldırmak için değil, bizzat küresel emperyalizmin insan genlerinin alınıp satıldığı, yaşamın ücretle kiralandığı, bioiktidarını tesis etme gayesiyle hazırlanmıştır. Toplumsallığı ortadan kaldırmak, aileleri parçalamak ve bireyselliğin kapitalizme hizmet etmesini sağlamak amacı taşımaktadır. Mesele kadınları korumak değil, erkeği ve kadını tüketim objesi ve sözleşmeli seks işçisi konumuna sokmaktır. Daha önceki aileyi korumaya yönelik düzenlemeler ise bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılmış ve aileyi yıkmayı amaçlamış ve detaylandırmıştır.
Ahlâki kurallara ve karşılıklı sorumluluklara dayanan aile yapımıza dinamit koyan İstanbul Sözleşmesinin Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi kılıflı kanun maddeleri, toplumun temel taşı olan aileyi parçalamakta ve hayatlarını birleştirmiş olan kadın ve erkeği birbirinden bağımsız iki varlık olarak ele almaktadır. Ortak ve kutsal bir yaşam merkezi olan aile yuvası, sadece kadınlara uygulanacak pozitif ayrımcılık neticesinde Haçlı ve ahlâksız Batı’daki gibi bir “birliktelik kurumu”na çevrilmeye çalışılmaktadır.
Bütün bunlar; “kadını koruma” kılıfı altında, “kadını kışkırtıp kurgulama ve evlilik temeline dinamit koyma” planlarıdır. Kadınların özgürlük yalanıyla böylesine huysuzlaştırılıp hırçınlaştırılması, sadece erkeklerin kıskançlığını artıracak ve aile yuvasının huzurunu bozacaktır. Bu sözleşme ile “namus ve onur kavramı, hatta Yüce Dinimizin kutsal kuralları” aşağılanmakta ve bütün bu tavırlar kadınlarımızı azdırmaktan, erkeklerimizi ise kızdırıp zıvanadan çıkarmaktan başka işe yaramayacaktır. Erkeklerin ve kadınların bu karşılıklı hırçınlıkları Kur’an’da “Nüşûz” kavramıyla anlatılmaktadır. Nüşûz; kadının kocasına saygısızlık ve saldırganlığını… Kocasını aşağılayıp ona karşı üstünlük taslamasını ve onu takmayıp başına buyruk davranmasını anlatır.
Kadın ve erkeğin huysuzlaşıp hırçınlaşması
Sözlükte “yükselip yukarı çıkmak, ayağa kalkmak; (eşler) geçimsiz davranmak” gibi anlamlara gelen “nüşûz” kelimesi, fıkıhta “kadının evlilik hukukuna riayet etmemesi, evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde geçimsizlik sergilemesi” anlamını taşımaktadır. Bu durumdaki kadına “nâşize” tabiri kullanılır. Genellikle kadın için kullanılan nüşûz kelimesi, erkeğe izafe edilerek kullanıldığında; “kocanın karısına karşı görevlerinde ihmalkâr davranmasını ve ona karşı kötü muamelede bulunmasını” anlatır. Kur’an-ı Kerim’de nüşûz kökünden türeyen kelimelerin başka bağlamlarda kullanımına iki ayette rastlanırsa da[1] bu kelime terim anlamında biri kadın (Nisa 4/34), diğeri erkek (Nisa 4/128) hakkında olmak üzere iki yerde geçmektedir. Kadının nüşûzünden bahseden ayette; ailede erkeklerin koruyucu ve sorumlu (kavvâm) konumunda bulunduğu, sâliha kadınların da Allah’ın buyruklarına itaatkâr olduğu belirtildikten sonra, nüşûz alâmeti gösteren kadınlara; aile düzenini korumak amacıyla kocaları tarafından uygulanabilecek bir dizi yöntemden söz edilmekte ve evlilik düzenine uyum göstermeleri halinde, kendilerine karşı başka bir yol aranmaması öğütlenmektedir. Erkekle ilgili ayette ise: Bir kadının; kocasının kötü davranışlarından veya evlilik birliğinin gereklerine kayıtsız kalmasından endişe etmesi durumunda, aralarını anlaşma ile düzeltmelerinde ikisi için bir sakınca olmadığı belirtilmektedir. Her iki ayette nüşûz kavramının içeriğine ilişkin bir açıklama bulunmamakla birlikte, İslâm âlimleri bu kavramın anlam çerçevesini erkeğe ve kadına göre ayrı ayrı belirlemeye gayret etmişlerdir.
Fakihlerin bu konudaki tespit ve değerlendirmelerine yön veren temel bakış açısı şöyledir: İslâm’a göre, usulüne uygun biçimde kurulmuş evlilik akdi karı ve koca için şahsî ve malî birtakım hak ve vecibeler doğurmaktadır.[2] Karşılıklı iyi muamele, sevgi, saygı ve sadakat, birbirinin cinsel yönlerinden yararlanma, birlikte oturma, çocukların bakım ve terbiyesinde sorumluluk alma, eşlerin ortak hak ve görevleri sayılmıştır. Kur’an ve Sünnet; insan olarak erkekle kadını eşit kabul ettiği gibi, fıkıhtaki düzenlemeler de kadının kocasına karşı bağımsız bir kişiliğe sahip bulunduğu esası üzerine kurulmuş durumdadır. Fakat ailede huzurun temini ve karmaşanın önlenmesi için bir yandan kadın ve erkeğin fıtrî (doğal) yapıları, öte yandan erkeğin aile ve toplum hayatında yüklenmiş olduğu ağır sorumluluklar göz önünde tutularak aile reisliği normal şartlarda kocanın uhdesine verilmiş, kocaya aile ilişkilerinde kadına göre nispi bir yetki ve görev statüsü tanınmıştır.[3] Bu haklar ve sorumluluklar dengesi içinde meselâ zengin bile olsa evlilik içinde kadının her türlü masrafı kocaya ait olup kocanın miras dışında karısı üzerinde herhangi bir malî hakkı bulunmamaktadır.[4] Buna karşılık kadının da -kocanın mehir ve nafaka mükellefiyetini yerine getirmesi şartıyla- meşru ve maruf ölçülerde kocasına uyumlu davranma, onun bilgisi ve izni olmadan evi terk edip uzaklaşmama, kocanın yokluğunda evine ve haklarına sahip çıkma yükümlülüğü vardır.[5]
Evliliğin getirdiği hak ve görevlerin erkek ve kadın açısından taşıdığı farklılıklar sebebiyle, “nüşûz”ün muhtevası ve sonuçları iki tarafa nispetle değişmekle beraber, İslam dinindeki yerleşik kurala göre; dine ve örfe, ahlâki ve ailevi değerlere aykırı hususlarda kadının kocasına itaat yükümlülüğü zaten bulunmamaktadır.[6] Ancak, kadının geçerli bir mazereti bulunmadığı halde; kocasının evine taşınmaması ya da kocasının rızası olmadan evi terk edip ayrılması, onun izin vermediği kimseleri eve alması, kocasından izinsiz veya mahremsiz yolculuğa çıkması, uygun olmayan mekânlara takılması, kadınlık onuruna ve aile yuvasına yakışmayan mesleklerle uğraşması, kocasıyla birlikte yolculuğa çıkmaktan veya mazeretsiz onun cinsel isteklerine karşılık sunmaktan kaçınması, maddî veya dinî temizliği aksatması, kocasını kıskandıracak tavırlara kalkışması, kocasının rızası dışında nafile ibadetlerle meşgul olması, kocasının malını koruma hususunda özensiz davranması gibi durumlar “nüşûz=huysuzluk” sayılmıştır.
Kur’an erkeğe; kadının kendisini rahatsız eden tavırları karşısında sabırlı ve hoşgörülü olmasını buyurmakta,[7] geçinme ve birlikte hayat geçirme imkânı yoksa güzellikle ayrılmaları ve bu süreçte karşılıklı haklara saygılı davranmaları konusunda uyarmıştır.[8] Bununla beraber aile birliğinin devam etmesi ve aile içi problemlerin büyüyüp dışarıya aksetmeden ve boşanma noktasına gelmeden çözülmesi esas kabul edildiği için kocanın, aile reisine tanınan sınırlı yetkiler çerçevesinde, evlilik hukukuna ve aile ahlâkına riayet etmeyen karısına yönelik bazı tedbirler uygulayabileceğini de şartlara bağlamıştır. Ancak asıl başvurulması istenen yol, öğüt ve ikna yöntemi olmaktadır.[9] Resul-i Ekrem’in sözleri ve uygulamaları ayetin bu şekilde anlaşılmasını gerekli kılmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz, bir yolculuk esnasında develeri süren görevli bir türkü tutturup develeri hızlı hızlı yürütmeye başlayınca, develerin üzerinde oturan kadınların rahatsızlığını fark edip devecinin adıyla hitap ederek: “Ya Enceş, billur kristal yüklü develeri sürerken yavaş ol” buyuruyordu.[10]
Eşyadan en temiz, en duru, en pürüzsüz olan kristal cama billur deniliyordu. Sevgili Peygamberimiz hem onları rahatsız edeni uyarıyor hem de hanımları tarif ederken eşyanın en güzeliyle, istiare yoluyla billura benzetiyor ve kırılmamalarını istiyordu. Kur’an-ı Kerim’i en iyi bilen, uygulayan ve insanlığa en iyi açıkladığı gibi gösteren Sevgili Peygamberimizin, eşlerinden hiçbirine tokat vurduğu görülmediği ve duyulmadığı gibi gönüllerini kırdığına bile şahit olunmuyordu. Ama o değerli annelerimiz, Sevgili Peygamberimizi üzdüklerinde, o hiçbir şey söylemeden, fiili bir şey yapmadan ev içinde 29 gün ayrı kalıyordu. Eşlerinin gönüllerinin kırılmamasına o kadar özen gösteriyordu ki, vefat ettiği hastalığı esnasında, Hazreti Aişe anamızın evinde kalması için Sevgili Peygamberimiz, diğer eşlerinden izin istiyordu.[11]
Devlet başkanından aile reisine kadar her insanın, her erkeğin ve her kadının, gözetici ve yönetici olduğunu Sevgili Peygamberimiz şöyle ifade ediyordu: “Hepiniz, idarecisiniz ve hepiniz gözetip yönettiğinizden sorumlu kimselersiniz. Devlet Başkanı gözetip yönetendendir. Erkek, evinin gözetip yönetenidir. Kadın; eşinin, evinin ve çocuklarının gözetip yönetenidir. Hepiniz, gözetip yönettiğinden sorumlu vaziyettedir.”[12] “Hepiniz” dedikten sonra Devlet Başkanı ile birlikte ayrıca erkeği ve kadını da sayıyor, bizim yanlış anlamamızı engellemek için açıklıyordu. “Akşam koynuna sokulacağınız ve yüzüne bakacağınız eşinizi, gündüz kırıp dökmeyin!” buyuruyordu.[13]
Devamını okumak için tıklayınız.