Mü’minliğin en belirgin özelliği, MERT’lik ve NET’liktir; “önderlik” ise ayrıca cesaret, metanet ve yüksek feraset istemektedir. Zahiren sahiplendiği kutlu ideallerine kendisi bile inanmamış ve hayatını adamamış olanların, başkalarının pohpohlamalarıyla ve kof edebiyatlarla oluşturdukları heyecan dalgası saman alevi gibidir, parlayıp sönecektir. Oysa; cehalet ve gaflet karanlıklarını, hakikat çağrıları ve basiret çıralarıyla aydınlatıp giderecek; Yüce Allah’ın izni ve inayetiyle, karamsarlık ve nemelazımcılık kışlarında donmuş vicdan buzlarını, avuçlarında ve bağrında eritecek yiğit bilgeler gereklidir. Hamurdan ekmek, çamurdan çömlek ve samurdan kürklü yelek olur, ama hamurdan-çamurdan çelik kılıç yapmak mümkün değildir. Bu bir maya meselesidir.
Evet; küçük beyinlerle, büyük devrimler yapıldığı hiç görülmemiştir. Çünkü güdük iradelerle ancak düşük idareler gerçekleşir. Tam bir iman teslimiyeti ve Kur’an istikameti bulunmayan, vicdani bağımsızlık ve bağışıklık kazanmayan, takva samimiyeti ve dava gayreti taşımayan tiplerin, kutsi hedeflere öncülük edeceğini düşünmek saflık alâmetidir. Böyleleri ancak, malûm merkezlerin parlatıp vitrin mankeni olarak “yüksek(!) makamlara” taşıdıkları dava hainlerine yaranma ve onların himayesinde bir yerlere tırmanma hesap ve hevesindedir. Oysa her şey Ezel’de tayin ve takdir edilmiştir; Allah’ın nasip etmediğini, kimse bize veremeyecektir.
Bismillahirrahmanirrahim.
“… Allah’ın emri; (bütün işleri ve hükümleri, ölçüyle tanzim ve) takdir edilmiş bir kaderdir. (Bunun değiştirilmesi ve geciktirilmesi mümkün değildir.)”
“(Rabbinin seçtiği ve rehber tayin ettiği kutlu insanlar) Ki onlar; Allah’ın risaletini (mesaj ve müjdesini öğrenip öğreten ve) tebliğ edenlerdir; ve O’ndan haşyet (ve hürmetle) içleri titreyenlerdir; ve Allah’ın dışında hiçbir kimseden (hiçbir güç ve kesimden) korkmadan (davasını ve davetini yürütenlerdir). Hesaba çekici (ve herkese hak ettiği karşılığı verici) olarak, Allah kâfidir.” (Ahzab Suresi 38. ayet son kısım ve 39. ayet)
İslami diriliş ve derleniş hareketine, insani düşünüş ve Milli Görüş devrimine ve Türkiye merkezli Adil bir Düzen’in yeryüzü hâkimiyetine öncülük yapacak kabiliyet ve karakterde, ulvi hedefler istikametinde bir lider elbette lazımdır ve mutlaka ortaya çıkacaktır. Cenab-ı Hak’kın takdir ve tayin buyurduğu, mazlum halkların da ihtiyaç duyduğu böyle bir değişim ve devrime, hiçbir güç engel olamayacaktır; milyarların duası ve mazlumların davası yerde kalmayacaktır.
Bir hücredeki harika mucizeyi, bir böcekteki akıl almaz marifeti, bir tohum tanesinde gizlenen İlahi projeyi, insan neslindeki yüksek meziyeti ve sırr-ı hilafeti (Allah’ın adaletini temsil mesuliyetini), yeryüzündeki mükemmel dengeyi ve en küçük dairesinde milyonlarca dünyayı barındıran yedi kat ve milyarlarca tabaka göklerdeki muhteşem âlemlerin esrar perdesini aralamak, araştırmak ve insanlığa yeni ufuklar açmak gayret ve basiretinden mahrum bulunan malum zevatın, “Post’ta oturarak dosta ulaşmak” hevesiyle; şu gaflet, cehalet ve dalâlet batağındaki insanlık irşat olunur mu?
Samimi bir ihtiyaç ve iştiyak duyarak, mâna ve mealini okuyup Allah’ın maksadını ve mesajını anlamaya çalışarak Kur’an iklimine, yani hakikat ve hikmet sarayının içine girmeyip; sadece mübarek lafzını ezberleyen, Mushaf’ın sürekli çevresinde gezinip, bir türlü özüne nüfuz etmeyen taklitçi ve şekilci, hatta dini istismar edici zerzevattan, mazlumların ve Müslümanların kurtuluş davasına rehberlik yapmaları umulur mu?
İslam’ın emirlerini ve iyilikleri tebliğden kaçınan, haram ve haksızlıkları, akılsızlık ve ahlâksızlıkları kötülemekten bile korkan; Ayet ve Hadis okuyup, zalim insanlardan makam ve menfaat kollayan; hoşgörü safsatasıyla CİHAD’ı, hikâye ve cevaz fetvalarıyla İCTİHAD’ı unutturan; yani yeni bir Kur’an medeniyetinin ve Adil bir Düzen’in ekonomik, siyasi, ilmi ve ahlâki kurum ve kurallarını hazırlamaktan aciz, hatta böyle bir ihtiyaçtan bile habersiz bulunan madrabazların peşinde sürüklenip, saadet nizamına kavuşulur mu?
“Ey iman edenler, (sakın) Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan (kişileri, çevreleri ve ülkeleri) evliya edinmeyin. (Zalim ve kâfir güçlerin hükmüne ve himayesine girmeyin. Buna rağmen hangi sebep ve beklentiyle) Siz onlara karşı meveddet (yaranmak için muhabbet ve destek) yöneltmektesiniz; oysa onlar size Hakk’tan gelen (Kur’ani emir ve hükümleri) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı, Elçiyi de, sizi de (hürriyetlerinizden ve hükümet etmekten) çıkarıp (izzetli hayatın dışına itmişlerdir). Eğer siz, Benim uğrumda (Kur’an’ın adalet kurallarını hâkim kılmak ve herkese temel insan haklarını sağlamak üzere) CİHAD etmek ve Benim rızama erişmek (niyeti ve gayretiyle yola) çıkmış iseniz (nasıl oluyor da hâlâ kalbinizin içinde) onlara (zalim ve kâfir güruhuna) karşı meveddet (sevgi ve destek) gizliyorsunuz? (Oysa) Ben sizin gizli tuttuklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (zalim ve kâfir güçlere yaranmaya ve sığınmaya çalışırsa) artık o(nun Hakk) yolun ortasından şaşırıp-sapmış olduğu (kesindir).”[1]
“… (Deyin ki: Ey kâfirler ve hainler!) Sizi (sisteminizi ve velayetinizi) tanımayıp inkâr ettik. (Her türlü şirkten ve şüpheden uzak) Allah’a Vahid (yegâne kudret ve hüküm sahibi) olarak iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda ebedi bir buğz ve düşmanlık baş göstermiştir...”[2]
Ayetlerinin emri bu kadar net ve sert şekilde ortada iken, hâlâ gidip İslam ve insanlık düşmanı ABD ve Yahudi Lobilerine ve AB Haçlı mahfillerine sığınan ve ırkçı emperyalist odaklarca beslenip sağılan kimseler, her ne kadar cafcaflı sıfatlar ve yaldızlı yaftalar takılsa da, aslında onlar sefil ve zelil mahlûklardır, gayet basit ve fasit figüranlardır. Böyle zavallı sığınmacılardan himmet ve himaye uman parti Genel Başkanları ve dini cemaat şaklabanları ise, onlardan çok daha zavallı ve geri zekâlıdır.
“(Onlardan belki) Yardım görürler diye Allah’tan gayrı ilahlara (süper güç sanılan tanrılara, zalim tağutlara ve işbirlikçi iktidarlarına) tutundular. (Oysa) Onların (sahte ilahların) kendilerine (gerçek anlamda) yardım etmeye güçleri yetmez, üstelik kendileri onlar için (hizmete âmade) hazır asker konumundadırlar.”[3] ayetleri bunların durumunu ne güzel anlatmaktadır. Daha önce de yazdık ve hatırlattık:
Aziz Hocamızın aile efradının ve evlatlarının, bizim ve bütün Milli Görüşçülerin üzerinde beş temel hakları vardır.
1- “İslam kardeşliği”, “İnnemel mü’minune ihvetün” hakkıdır. Çünkü hepsi de çok şükür iman ve istikamet ehli insanlardır.
2- “Dava birlikteliği” hakkıdır. Hocamızın çocukları; Hak davamıza bağlı, istikamet, hizmet ve gayret amaçlı, kutsal hedeflerimize ve Adil Düzen medeniyetine sevdalı bulundukları sürece başımız üstünde yerleri vardır. Zaten böyle olmaları lazımdır, aksi halde Hak’tan ve hayırdan savrulacaklardır.
3- Muhterem Hocamızın evlatları olmanın, O’nun yakınları ve sırdaşları şerefini taşımanın da elbette ayrı ve özel bir hatırı vardır. Kur’an’ın tercümanı ve Hak davasının bayraktarı olması nedeniyle Hocamıza duyulan haklı muhabbet ve bağlılığın bir gereği de, O’nun çocuklarına ve yakınlarına vefalı ve hürmetkâr davranmaktır. Ama onların nefsi ve fevri çıkışları uğruna, davamız ve ukbamız tehlikeye atılmayacaktır.
4- Aziz Hocamızın vefatından sonra; partiye özel olarak sızdırıldıklarını ve her türlü münafıklığı tezgâhladıklarını, Milli Çözüm’ün 30 yıldır hatırlatıp camiamızı uyardığı Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan ekibinin, bugüne kadar gizlenen kirli mahiyetini ve sinsi niyetlerini, Fatih Bey’in bazı toplantılarda ve münasip ortamlarda cesaretle açıklaması da, önce saygı ve takdirle karşılanmıştır. Ancak bu konuda daha kapsamlı, sonuç alıcı ve camiamızı rahatlandırıcı girişimler beklenirken ve üstelik Oğuzhan Asiltürk daha da ileri gidip, TV kanallarında ve binlerce insanın toplandığı konferanslarda bu çirkin iftiralarını tekrarlarken, birdenbire geri adım atılması ve “Bunlar Babamın arkadaşlarıdır, büyüklerimiz sayılır” edebiyatına sığınılması, hatta aday olduğu Genel Kongre konuşmasında bu zevata derin saygılar sunarak ve “Babamın kırk yıllık muhterem dava arkadaşları!” diye iltifatlar yağdırarak başlaması; daha sonra da yine bunları bahane edip parti kurması, sadık ve duyarlı insanlarımızı hayal kırıklığına uğratmıştı. Evet; madem Oğuzhan ve ekibi böylesine sadık ve sağlamdı ve hürmete layıktı, öyle ise kulislerde ve özel sohbetlerde bunlar hakkındaki çok ağır itham ve iddialar ne maksatlıydı ve bu muhterem zevatın ortak adayına karşı, ayrı aday olarak sahaya çıkmanın ne anlamı vardı? Çünkü zaten bir avuç kalmış bu sadıklar camiasını, şahsi hevesler ve kaprisler uğruna birbirine kışkırtmanın vebali çok ağırdı. “Erbakan” soyadının izzet ve haysiyetine yaraşır, ülkemizin ve Ümmetin hasret ve hassasiyetleriyle bağdaşır, dirayetli bir tavır elbette umulmaktaydı, çünkü mü’minleri ve ezilenleri ferahlandıracak çıkışlara şiddetle ihtiyacımız olduğu açıktı. Ve inşaallah, sadıkların talep ve temennilerine tercümanlık yapacak, Partimizi kötü maksatlı ve marazlı tiplerden kurtaracak hamleler başlatılacaktır.
Devamını okumak için tıklayınız.