“Meşruti Başkanlık” bizim kullandığımız bir kavram olup; şartlarla sınırlı yetkilere sahip devlet yöneticisi… Anayasal kıstaslar ve hukuki kısıtlamalar içinde ve seçilmiş Meclis denetimindeki Başkanlık Sistemi anlamındadır. Meşruti Başkanlık; kuvvetler ayrılığını benimseyen, mutlak monarşiyi de güya demokratik ve despotik her türlü keyfi yönetimi de reddeden, adil ve asil bir yönetim biçimini tanımlamaktadır.“Cumhurbaşkanı, Devlet Başkanı, Halkın Başkanı veya Meşruti Başkanlık” gibi sıfatlara takılmadan; halkın hür iradesi ve gönüllü-bilinçli tercihi ile iş başına gelip, yine adalet, dirayet, feraset, cesaret ve şefkatle ülkeyi yöneten, her yönden geliştirip güçlendiren ve dış güçlerin güdümüne girmeyen, farklı ve aykırı din ve düşünce kesimleri arasında dengeyi ve düzeni gözeten yöneticilere ihtiyaç vardır.
Hem, gerçekten milli iradeye, yani halkın yakından tanıdığı ve olgun bir şuur ve sorumlulukla seçip Meclis’e yolladığı milletvekillerine dayalı… Hem, örnek ve adil bir laiklik prensibinin uygulandığı… Hem, ülkede müspet milliyetçiliğin, İslam âleminde “ümmet bilincinin” ve dünya genelinde temel insan hak ve hürriyetlerini gözetmenin amaçlandığı… Hem de hızlı, yaygın ve yüksek kalkınma programlarının ve hayat standartlarının sağlandığı “meşruti başkanlık ve parlamenter denetim ve saygınlık”, ülkemiz için tarihi fırsatlar ve talihli atılımlar sağlayacaktır. Böylece şimdiki güdümlü ve güdük demokrasi çıkmazından ve “Cumhuri Krallık” diyebileceğimiz, küresel güçlere “Gizli Genel Valilik” utancından kurtulup gerçek demokrasiye, örnek laikliğe ve yüksek refah seviyesine ulaşmamız da mümkün olacaktır. Bu konuda değerli Millî Gazete yazarlarından İbrahim Halil Er’in önemli yazısını, bazı eklemelerle sizlerle paylaşmak istiyorum.
“İngiliz (siyaset ve) stratejisi ekseninde tartışacağımız çok konu bulunmaktadır. Fakat demokrasi ve devlet yönetimi konusunda İngilizlerin kurallarına ve duyarlılıklarına değinmekte fayda vardır. Bilindiği gibi parlamenter sistemin bir anlamda merkezi İngiltere sayılmaktadır. Özellikle Batı, tüm dünyaya demokrasiyi kutsal bir dava olarak sunmaya çalışmakta, ülkeler demokrasiyi yerleştirme bahanesi ile işgal altına alınmakta ve insanlar bu uğurda harcanmaktadır. Peki, Batı neden diğer ülkelere demokrasiyi dayatmaktadır? Başka ülkeler demokratik değil de monarşi ile yönetilse ne olacaktı? Bu konu neden onları ilgilendirmekte ve sahip çıkılmaktadır? Bu soruların cevabı, demokrasinin anlamında ve yanlış uygulamasında saklıdır. Çünkü demokrasi sayesinde Batı; kendilerinden olmayan devletlere müdahale fırsatı yakalamakta, hatta yönetebilme zeminini oluşturmaktadır.
Aslında güdümlü demokrasiler istikrarsız ve dış etkiye açık yönetimler ortaya çıkarmaktadır. Hele bizim gibi ülkelerde güdümlü demokrasiler yüzünden gerçek istikrar ve bağımsız kalkınma bir türlü yakalanmamaktadır. Çünkü güdümlü demokrasilerde hileli seçim sistemi bulunmaktadır. Güya herkes bir parti kurup seçimlere katılmakta, halkın teveccühünü kazandığında ise yönetime taşınmaktadır. Yani en iyi propagandayı yapanın, en iyi konuşanların yönetime geldiği sanılmaktadır. Oysa medya marifetiyle ve küresel manipülasyon merkezlerince halka lanse edilen işbirlikçiler beyinlere kazınmaktadır. Proje ve ideal unsuru hiç dikkate alınmamaktadır. Daha önceki dönemlerde Cem Uzan isimli bir zenginin kurduğu parti, sırf başkanın genç ve yakışıklı olması, meydanlarda halka döner dağıtması, mitinglerinde sanatçıların konsere çıkması sayesinde ilk girdiği seçimlerde %7 gibi büyük bir rakama ulaşmışken, kadrosu ve projesi olan Erbakan ekibi %5’lerde oy almıştır. Bu olay bile demokrasinin perde arkasını anlamamızı sağlamalıdır.
İşte bu durum, yani güdümlü demokrasi; Batı’nın müdahalesine açık olduğu gibi, gerçek anlamda ülkeleri onların yönetmesini de sağlamaktadır. Çünkü tüm maharet, halkın oyunu alıp iktidara taşınmaktadır. Batı’nın yetiştirdiği/devşirdiği kişiler, Batı’dan aldıkları para, tanıtım ve lojistik destek sayesinde halkın sempatisini kazanmakta ve devletin başına oturtulmaktadır. Cumhuriyet tarihimizde bunun örneklerine sıkça rastlanır. Görünüşte halk iktidarı olmasına rağmen, gerçekte Batı (Siyonist odaklar) iktidarı oluşmaktadır. Ülke aslında Batı tarafından yönetilen bir gizli sömürge durumuna taşınmaktadır. Fakat halk bunun farkında olmamaktadır. Mücadele, sömürgeci güçler ile bağımsızlık elde etmek isteyen ülkeler arasında yapılmaktadır…
İngilizler, tüm dünyadaki monarşileri yıkmaya uğraştıkları halde, kendi ülkelerinde hâlâ monarşiyi ayakta tutmaktadır ve İngiltere’nin gerçek adı İngiliz Krallığı’dır. İngilizlerin milli marşı da hâlâ “Tanrı Kraliçeyi korusun” diye başlamaktadır. Tüm dünya İngiltere’de Krallığın aslında sembolik olduğunu düşünmesine rağmen gerçek çok farklıdır. Ülkeyi ve dünyayı Kraliçe yönetmektedir. O da Siyonist odaklarla irtibatlıdır. Hükümet daha çok icracı işler yaparak önde görülürken, Kraliyet üst akıl olarak strateji belirlemekte etkin konumdadır. Bir Amerikan Başkanı, İngiliz Kraliyet mensubu çocuğun önünde diz çökmekte, İngiliz Başbakanı Kraliçenin önünde reverans yapmaktadır. Ama bize ve çocuklarımıza da hâlâ monarşinin ne kadar kötü olduğu empoze edilip durmaktadır. Çünkü meşruti monarşiler, dış etkiye oldukça kapalıdır. İktidar değişimi, Batı’nın kontrolünde olmamaktadır. Sürekli ve sistemli bir üst stratejik akıl bulunduğundan yönetimde istikrar sağlanmaktadır. Yönetici zümrenin meşruiyeti olduğu gibi halk üzerinde birleştirici bir etkisi bulunmaktadır. Yöneticiler tesadüfen değil, uzun süre yetiştirilerek oluştuğundan devlet yönetiminde acemilik ve beceriksizlik oluşmamaktadır. İşte bu nedenle Batı, önce bu tür yönetimleri yıkmakla işe başlamıştır.
Hâlbuki güdümlü demokrasi ile istikrarsız yönetimler oluşmaktadır. Daha da kötüsü, demokrasi sayesinde Batı, kendisi dışındaki tüm ulusları yönetebilme imkânını kazanmaktadır. Çünkü lider olarak ortaya çıkanların hepsi onların desteğini almakta, onların desteğini almayan hiçbir iktidar uzun süre ayakta kalamamakta, es kaza yönetime gelenler ise bir şekilde tasfiye olunmaktadır. (AKP’nin iktidara taşınışı ile, Mısır’da Mursi’nin iktidardan alınması üzerine kafa yorulmalıdır.) Tasfiye için ülke önce ekonomik krizlerle teslim alınmaya çalışılmakta, bu da başarılı olmadığında anarşi ve kargaşa çıkarılıp istikrarsızlaştırılmakta, bunda da sonuç elde edilmediğinde iç savaş çıkartılmakta ve güdümlü ordu yönetime el koymaktadır. Peki, Batı’da demokrasi var, orada neden istikrarsız yönetimler oluşmuyor diye itiraz edenlere, Bolivya Devlet Başkanın sözlerini hatırlatalım: “Dünya’da darbenin olmayacağı tek ülke Amerika’dır, çünkü orada Amerikan konsolosluğu bulunmamaktadır” diyerek çarpıcı bir durum tespiti yapmıştır. Yani, sistemin sahipleri Batı’dır. Batı ise demokrasiyi yani yönetimi şansa bırakmaz. Orada devletin arka planındaki görünmeyen sahipleri demokrasiyi yönlendirmekte, istemedikleri kişilerin yönetime geçmesinin önünü kesmekte, milli ve bağımsız oluşumlara fırsat tanımamaktadır. Ülkelerini karıştıracak bir başka ülke olmadığından sorun da çıkmamaktadır.
Bizim gibi ülkelerde ise istikrarlı, başarılı ve bağımsız yönetimler oluşması için güdümlü demokrasi değil, gerçekten milli iradeyi temsil eden ve dürüst demokrasiyi yürüten meşruti yönetim, yani İngilizlerin şu andaki yönetim sistemi daha uygun ve yararlıdır. Çünkü bu sayede yönetimlerin, belli güç odaklarının eline geçmesi engellendiği gibi, tecrübesiz kişilerin de ülke yönetimine geçmemesi sağlanır. Liyakat ve sadakat bağlamında belli bir elit zümre, ülke yönetimi konusunda eğitilir ve onlar ülkeyi yönettiği gibi dış güçlerin içimizdeki ajanları da olmamış olur. İngilizler, başka ülkeleri ele geçirmenin yolunun buralardaki milli yönetimleri, yani monarşiyi yıkmakla sağlayabileceklerini gördüklerinden, hep savaşlarını onlara karşı yaptılar ve başarılı oldular. Bunun sonucunda dünyada istikrar ve huzur kalmadı. Çünkü zayıf kişiler ve zayıf yönetimler oluştu. Onlar da iktidarda kalmanın yolunun; Batı’ya biatten geçtiğini gördüklerinden, onların her dediğini yapan birer Sömürge Valisi konumuna razı oldular. Bugün dünya hâkimiyeti, güdümlü demokrasiler sayesinde Batı’nın eline geçmiş durumdadır. Sömürgeden kurtulmak için; istikrarlı yönetim kurmamız ve bir yönetici elit zümre oluşturmamız lazımdır. Ama bu zümrenin başka güçlerin kontrolüne geçmesini engellemek için, yanında “Ehl-i hâl ve’l akd” ile şura meclisini de devreye sokmalıdır. Tabi ki demokrasinin getirmiş olduğu halkın yönetime katılması ilkesi güzel bir ilke olduğundan, halkın temsilcilerinin olduğu bir parlamentonun da bulunmasını sağlamalıdır. Bu parlamento bir anlamda şura meclisi görevini sırtlanacaktır. Fakat gerçek bir şura meclisi görevini görmesi için ehil insanlar buraya taşınmalıdır.
Sonuç olarak, İngilizler tüm dünyada monarşiyi kaldırdılar ama kendileri hâlâ uyguluyorlar. Dünyanın en büyük Kraliyetçi ulusudurlar. Milli marşları bile “Tanrı Kraliçeyi korusun” diye başlar. Çünkü istikrar için seçkin yönetici kadroların ve stratejik aklın olması lazımdır. Yani istikrar için bir üst aklın varlığı yanında, “Ehl-i hâl ve’l akd”in saygınlığı şarttır. Bunun için seçkin bir âkil zümre ile halkın da yönetime katıldığı bir şura meclisli yönetim projesi olmalıdır. Bu meşruti ya da İngiliz tarzı icracı hükümet ile üst aklın birlikte olduğu yönetim sentezi oluşturulmalıdır. (İşte Adil Düzen projeleri bu yönde hazırlanmış en güzel, en orijinal programlardır.) Maalesef güdümlü Demokrasi bir sömürü aracıdır ve istikrarsız yönetimler oluşturmaktadır. İslam dünyasını ve diğer ulusları istikrarsızlaştırmak ve sömürmek için bir araçtır. Batı’da demokrasi belli bir zümrenin kontrolü altındadır. Kontrol dışına çıkılmasına izin tanınmamaktadır. Doğu’da ise, Batı’nın kontrolünde güdümlü demokrasiler vardır. Onların devşirdiği kişilerin yönetime gelmesi için bir araçtır. Bu nedenle hep istikrarsız ve başarısız yönetimler oluşmaktadır.”[1]
Devamını okumak için tıklayınız.