Ocak 16 02:55

MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNİN FARKI VE FAZİLETİ

MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNİN FARKI VE FAZİLETİ

Sonsuz şükürler olsun ki bizler Müslümanız. Allahu Teala bizlere “Müslümanlar”diye isim takmıştır. Bu nedenle “Müslümanlık”tan daha üstün bir sıfat ve böyle anılmaktan daha güzel bir iltifat tanımayız. Hacc: 78 (son) ayeti bu konuda en kutlu ve mutlu dayanağımızdır: “Allah yolunda, (O’nun rızasına uygun tarzda) hakkıyla cihad edin! O sizi seçmiş ve dinde size hiç bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi “Müslümanlar” olarak isimlendirdi ki; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a (Kur'an'a) sarılın, sizin Mevla’nız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır. (Ah bilseniz...)

Bu yüzden yeryüzündeki bütün Müslümanları kardeş sayarız ve “Bütün Mü’minler ancak kardeştir.” (Hucurât: 10) hükmüne uyar, buna göre davranırız. “İnsanlar, ya Dinde (İslam’da) kardeşiniz ya da yaratılışta (temel insan hakları konusunda) eşitiniz ve benzerinizdir.” hadisinin emrine göre davranırız. Biz sadece Müslümanların değil, farklı din ve düşünceden, ayrı köken ve kültürden bütün insanların onurunu ve huzurunu sağlamak şuuru ve sorumluluğuyla, hayırlı ümmet olma özelliği kazanacağımıza inanırız.

“Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma'rufu (Hakkı ve hayrı) yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve Allah'a (tam) iman edip (bağlanırsınız). Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden (bazı) iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.”[1]

Sadece Müslümanların değil, farklı köken ve kültürden, ayrı din ve düşünceden bütün insanların can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti kutsaldır ve korunmalıdır. Sadece Milli birlik ve dirliğimize ve ülke bütünlüğümüze aykırı kişi ve girişimlere karşı dikkatli ve titiz davranmalı, sesimiz tiz çıkmalıdır. Çünkü nemelazımcılık geleceğimizi tehlikeye sokacak ve toplumun başına büyük sıkıntılar açacaktır.

Hiçbir Müslümanı ve Ehli Kıble olan insanları asla küfürle suçlamaz ve dışlamayız!

Evet biz Milli Çözüm Ekibi ve Erbakan’ın Milli Görüş takipçisi olarak:

1- Müsnet İslamiyet ve istikameti, esas alırız.

2- Müspet ve münasip milliyetçiliğe sahip çıkarız.

Müsnet İslamiyet; sarih (apaçık) ayetlere ve sahih (gerçek) hadislere isnat eden, yani sağlam belgeli ve geçerli istikamet anlamındadır. Üzerinde 1400 yıllık on binlerce ulemanın icma ve ittifak ettikleri Kur’an ve Sünnet çizgisi bizim temel ve değişmez bürhanımızdır. Sarih (apaçık) ayetler “Mutlak delil”; sahih (gerçek) hadisler ise “Delil”, yani temel ve genel dayanak konumundadır.

Gerekli ve yeterli ilmi donanıma, itikadi ve İslami duyarlılığa sahip âlimlerin bu delil ve dayanaklara uygun olarak, gelişen ve değişen şartların ihtiyacına göre akıl ve kıyas yoluyla çıkardıkları sonuçlar-içtihatlar ise “hüküm” makamındadır. Bu hükümler üzerinde İslam uleması ittifak ederse o zaman “icma=kesin hüküm” oluşmaktadır. Ancak sarih ayetlere ve sahih hadislere dayalı “delil”ler (her zaman gerekli ve geçerli değişmez) Mutlak doğrulardır; ama içtihadi kanaat ve kararlar mukayyet (zamanın ve şartların ihtiyacına göre) değişebilen kararlardır.

Müspet (olumlu ve yararlı) ve Münasip (intisap ve irtibatlı) Milliyetçilik ise; bağımsız ve güçlü devlet olma, ortak vatan ve kalkınma şuuru ve sorumluluğu kazanma, tarihi ve talihli rabıtaları yani dil, kültür ve akrabalık-soydaşlık gibi bağları diri tutma ve müşterek dinamizm kazanma amaçlı gayret ve hamiyet duygularıdır ki, hayırda yarışma heyecanı kazandırır.

Asırlar boyunca ve hayranlık uyandıran bir fedakârlık ve kahramanlıkla İslam’a ve insanlığa gönüllü hizmetkârlık yapmış; üç kıtada Hak ve adaletin ve hoşgörü medeniyetinin sancaktarlığını yapmış aziz Türk milletinin asalet ve haysiyetine yakışır bir olgunluk ve sorumluluk bilinciyle yaşamak; imani ve insani bir duyarlılıkla davranmak, bu müspet milliyetçiliğin icabıdır.

Din kardeşliği en sağlam ve kopmaz irtibat ve intisap bağımızdır!

Mezhepleri ayrı, hatta bize aykırı da olsa, kavim, köken ve kültürleri çok farklı da olsa bütün Müslümanları kardeş bilmek, kardeşlik hukukunu gözetmek, onları asla kâfirgörmemek ve İslam dışına itmemek bizim şiarımızdır. Her yıl Hacc mevsiminde ve yine Umre ziyaretlerimizde Sünni, Şii, Vehhabi ve Selefi gibi onlarca farklı mezhep mensuplarının… Türk, Kürt, Arap, Fars, Zenci, Malezyalı gibi yüzlerce değişik ırktan Müslümanların… Kadiri, Nakşi, Mevlevi, Rufai gibi tarikat ve cemaatlerin aynı kıbleye (Kâbe’ye) yönelip saf bağlamaları, aynı imama uyup, aynı Fatiha ve Kur’an’ı okumaları ve aynı Peygamberin ümmeti olarak kullukta bulunmaları anında, nasıl bütün farklılık ve aykırılıklarımızı unutup kardeşlik duygusuyla birbirimizi bağrımıza basıyor ve kusurlarını bağışlıyorsak, Hacc’ın dışında kendi ülkelerimizde ve kendi hizmet birimlerimizde de aynı duyarlılık ve tutarlılıkları devam ettirmemiz şarttır.

Bu tavır ve yaklaşım, elbette Kur’an’ın kurallarına ve toplumun milli ve manevi çıkarlarına aykırı davranışlarını gördüğümüz tarikat, cemaat ve siyasi partilerin yönetici kadrolarını uygun bir lisanla; hatta yanlışlık ve haksızlıklarında inat ediyorlarsa daha etkili ve şiddetli bir ikazla onları tenkit etmemize engel olmamalıdır. Çünkü kendilerini ve takipçilerini dünyevi ve uhrevi zararlara sürükleyenleri uyarmak, İslami ve insani bir sorumluluk kapsamındadır. Ama bu, asla onları Din dışına atmak, haşa kâfir saymak ve düşman tanımak noktasına kesinlikle varmamalıdır. Bu maksatla bizleri uyaran ve aydınlatan herkese de teşekkür borcumuz vardır, onlar bizim boynumuzdaki zehirli akrepleri haber veren dostlarımızdır.

“İyi de Milli Görüş’ün en önemli ve yetkili makamlarına gelmiş bazı şahıslara bu denli ağır sataşmanız, savunduğunuz bu Din kardeşliği ve dava birlikteliği kuralına hiç uymamaktadır!” diyenlere de bir yanıtımız vardır.

Saadet Partisi’ne ve Milli Görüş hareketine çöreklenip konmuş, Milli Nizam Partisi gibi kapatılmasın diye Siyonist odaklarca Erbakan’a şart koşulmuş, mü’min ve mücahit tavırlı ama kötü maksatlı kişilerin, bizim tarafımızdan şiddetli tenkitlere maruz bırakılması şu sebeplere dayanmaktadır:

1- Bu şahısların “Bakınız biz davaya sadık ve Hocamıza bağlı insanlarız. Milli Çözüm’ün yazdığının aksine mücahit ve müstakim Müslümanlarız!” iddialarını ispatlamak zorunda bırakılmalarını sağlamak…

2- Bunun sonucu Milli Görüşçü sadık dava kardeşlerimizin son sığınağı ve barınağı olan ve “Nuh’un Gemisi” konumunda bulunan Saadet Partisi’nin asli istikamet ve hedeflerinden şaşmamalarına yardımcı olmak amacıyladır. Çünkü eğer Milli Çözüm’ün uyarıları ve bu art maksatlı şahısların ayarlarını ortaya koyma korkuları olmasaydı, bu karanlık kafalı adamlar Saadet Partisi’ni ve Erbakan Vakfı takipçilerini çoktan AKP’ye kiralayacak ve yüzbinlerce sadık ve sağlam kardeşimizin -Allah korusun- hidayetlerinin kararmasına ve Hak yoldan kaymasına sebep olacaklardı. Ve zaten geçmiş süreçte, gizliden gizliye SP’yi FETÖ yapılanmasının payandası hatta reklamcısı ve aklayıcısı yapma gafletleri, şimdi de SP’yi Erdoğan’ın ve AKP iktidarının yedek lastiği gibi kullanma yönündeki gizli ve özel girişimleri bu kanaatlerimizi haklı çıkarmaktadır. Umarım çok yakında ne demek istediklerimiz daha iyi anlaşılacak, çünkü her şey ortaya çıkacaktır.

Kudüs TV’de Erbakan’ı anma programına çıkan Temel Karamollaoğlu bir ara:

“Bugün iktidardaki arkadaşlarımızın tek çıkar yolları, tekrar Milli Görüş’e dönmeleridir. Tabi bu, öyle ani bir kararla ve keskin bir virajla olmaz, çünkü araba devrilebilir. Bunun yerine yanlış gidişatı adım adım değiştirmeleri gerekir” ifadelerini kullanmışlardı. Zaten bu bahaneleri AKP’liler de, halkımızı aldatıp oyalamak için konuşup durmaktalardı.

Sn. Karamollaoğlu: “Aslında bu iktidarın düşünen, fikir üreten ve adaleti gözeten insanlardan yararlanmaları icap etmektedir!” sözleriyle acaba kendilerini mi Erdoğan’a hatırlatmakta ve “Bizden birkaç kişiyi meclise taşıyın, size yedek lastik olalım!” imasında mı bulunmaktaydı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Şevket Kazan’a sürpriz ziyaretin amacı!

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun anayasa değişikliği teklifi için "hayır" oyu kullanacaklarını açıklamasından sonra sürpriz bir görüşme yaşanmış, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, eski Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın evine bir ziyaret yapmıştı. Bu ziyarette Cumhurbaşkanı Erdoğan'la birlikte Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da bulunmuşlardı. Nezaket ziyareti olarak tanımlanan görüşmeye Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun özel kalem müdürü İbrahim Titiz de katılmıştı.

Şevket Kazan, 2016 yılında Saadet Partisi Genel Başkanlığı’na Temel Karamollaoğlu’nun seçilmesinden sonra partinin Yüksek İstişare Kurulu üyeleri arasında yer alan tehlikeli takımın bir elemanıydı. Her nedense ziyaretle ilgili Saray’dan herhangi bir görüntü ve açıklama paylaşılmamıştı. Sürpriz programın “nezaket ziyareti” kapsamında kaldığı, Erdoğan ile Kazan’ın bir süre sohbet yaptıkları fısıldanmıştı.[2] Yoksa, Temel Karamollaoğlu teşkilat ve tabanı avutmak için, bu anayasa değişikliğine HAYIR diyeceklerini açıklarken, Şevket Kazan “Siz bunlara bakmayın, biz her zaman ve her konuda yanınızdayız, canınızı sıkmayın!” garantisinde mi bulunmuşlardı? Bu gizli buluşmalar, hangi kirli uzlaşmaların kılıfıydı? Bu arada “Erdoğan’ı Erbakan’ın icraatçı kahramanı ve ustası, Şevket Kazan takımını ise; Gizli Yahudi kumpası” sayan şarlatanlara hatırlatmak lazımdı: Yahu kahraman Erdoğan’ınızın da akıl hocaları Oğuzhan takımıydı!

Evet AKP iktidarları döneminde bir takım yararlı ve başarılı icraatlar da yapılmıştı. Ama geleceğimizi karartacak, kendilerini de milletimizi de felaketlerin kucağına atacak derin tahribatları da vardı. Bunlara alet olmanın vebali çok ağırdı. Devletin kefil olduğu özel sermayenin borçları dâhil dış borç toplamı 700 milyar Doları aşmış, sadece 2016 bütçesinde 51 milyar Dolar bu borçların ödenecek faizleri yer almıştır. Ayrıca BAŞKANLIK inadıyla Anayasa ve yasalar üzerinde oynamakta, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi rafa kaldırılmakta ve sadece lafta kalmaktadır. Bütün bunlara karşı susmak, çıkacak sorunların ve sarsıntıların sorumluluğuna ortak olmaktır. Bunlardan daha beteri, AB dayatması ve sözde uyum yasaları çerçevesinde, azgın diziler ve porno siteleri sayesinde korkunç bir ahlaki ve ailevi yozlaşma yaşanmakta, fuhşun her türlüsü yayılmakta ve toplumun temel yapısı çatırdamaktadır. Üstelik Türkiye’mizin terör örgütleri üzerinden kuşatıldığı kritik ve kaotik bir dönemde, ordumuzun moral ve motivasyonunu bozacak, hatta TSK’nın genleriyle oynayıp onuruna dokunacak kırıcı ve kışkırtıcı kararlar, hem de KHK yoluyla alınmakta, bu keyfiliğin nereye varacağı hesaba katılmamaktadır. İşte bütün bu konulardaki endişelerimizi ve önerilerimizi ilgili ve yetkili makamlara hatta gerekirse dikkat çeksin diye yüksek perdeden hatırlatmamız, duyarlı ve sorumlu aydın olmamızın icabıdır.

Biz Milli Çözüm Ekibi olarak; İmanın mayası ve kimyası olan: “Allah için sevmek ve yine Allah için buğzetmek” kuralını düstur edinmiş insanlarız!

Yani Cenabı Hakk’ın Kur’an’ın ayetleriyle ve Resulüllah’ın diliyle sevip beğendiği şahıslara ve davranışlara saygı duyar ve sahip çıkarız. Ama yine Allah’ın ve Resulüllah’ın sevmedikleri insanları ve kötü ahlakları asla beğenmeyip buğzeder ve karşı çıkarız. Ancak buğz ve adavetimiz, insanların şahsına değil kötü davranışlarınadır. Bu haksız ve ahlaksız düşünce ve davranışlarını bırakıp ıslah olan herkesi hoş tutmak ve barışık yaşamak hepimizin arzusu ve amacıdır.

Allah’ın sevdiği insanlar ve davranışlar şunlardır:

1- Allah, Muhsinleri (ibadet ve görevlerini dikkatle ve iyi niyetle yerine getirenleri) sever. (Bakara: 195 / Ali İmran: 134-148)

2- Allah, Kendi yolunda duvarları birbirine perçinlenmiş bir bina gibi, saf bağlayarak çarpışanları (Hak hâkim olsun ve insanlık huzur bulsun diye teşkilat disiplini içinde çalışanları) sever. (Saff: 4)

3- Allah, takva sahiplerini (her türlü küfür ve kötülükten sakınıverenleri) sever. (Al-i imran: 76 / Tevbe: 4)

4- Allah, (kötülükten ve günah kirinden) temizlenenleri sever. (Tevbe: 108)

5- Allah, (samimi ve sürekli) çokça tövbe edenleri sever. (Bakara: 222)

6- Allah, adaletli olanları (ve hüküm verirken titiz davrananları) sever. (Hucurat: 9 / Maide:42)

7- Allah, (bela ve zorluklara ve şeytani dürtü ve arzulara karşı) sabredenleri sever. (Al-i İmran: 146)

8- Allah, tevekkül edenleri (gayret ve ciddiyetle tedbirlerini alıp Mevla’ya güvenenleri) sever. (Ali İmran: 159)

Şunlar ise Allah’ın sevmediği huylar ve şahıslardır:

1- Allah, (bile bile hakkı inkâr ederek) kâfir olanları asla sevmez. (Al-i İmran: 32)

2- Allah, inkârcı günahkârların ve nankör fırsatçıların hiçbirini sevmez. (Bakara: 276)

3- Allah, zalim olanları (eşine, ailesine, çevresine, talebelerine, emrindekilere, ülkesine, devletine ve milletine haksızlık, hakaret ve hıyanet yapanları) sevmez. (Al-i İmran: 57-140)

4- Allah, sürekli hainlik yapanları (Dinine, davasına, camiasına, milletine, devletine, müşterilerine hıyanet ve hilekârlıkta bulunanları) ve günahlarda ısrarcı olanları sevmez. (Nisa: 107)

5- Allah, fesat çıkaran bozguncuları sevmez. (Maide: 64)

6- Allah, azıp haddi aşanları (şımarıp gurura kapılanları) sevmez. (Maide: 87 / Araf: 55)

7- Allah, (mal ve makamla ferahlanıp) şımaranları sevmez. (Kasas: 76)

8- Allah kasılıp böbürlenen gururluları sevmez. (Nisa: 36)

9- Allah, israf ederek (imkân ve fırsatlarını saçıp savuranları) sevmez. (En’am: 141 /Araf:31)

10- Allah, hainlik ve nankörlüğü (huy edinmiş) olan hiçbir kimseyi sevmez. (Hacc: 38)

Evet, Kur’an bizi “vasat = orta bir Ümmet” olarak vasıflandırmıştır. Bize düşen her konuda ayarında ve uygun miktarında davranmaktır. Her türlü aşırılık ve haddi aşmaklık yıkıcıdır, dağıtıcıdır. İfrat ve tefrit şiddetle kınanmıştır. İfrat: Mubahları da günah saymak ve takva perdesi altında hayatı kısıtlamak ve kısırlaştırmaktır. Tefrit ise; tam aksine günahları da mubah saymak, laçka ve laubali davranmaktır. Oysa bağnazlık ve yobazlık da haramdır, yoldan çıkmak ve yozlaşmak da haramdır. Bu arada Siyonist Yahudilerin ve haçlı emperyalistlerin güdümüne girmeyi, faiz, fuhuş ve kumar gibi kebair günahları ülkemizde yaygın hale getiren zihniyet ve hükümetleri uyarmamıza ve tahribatlarını engelleme çabalarımıza “Siz haddinizi aşıyor ve başınızdan büyük işlere kalkışıyorsunuz!” diye karşı çıkanlara, Hz. Mevlana’nın bir sözünü hatırlatmalıyız. “Uyuz eşekler küheylan atları hep şımarıklıkla suçlarmış!..”

İslam’ın küfre ve zulme karşı galip ve muzaffer olması, barış ve bereket nizamının (Adil Düzen programlarının) hâkimiyet kurup sadece Müslümanları değil, tüm insanlığı huzura, refaha ve onurlu bir hayata kavuşturması, hem inancımızdır hem amacımızdır!

Bu nedenle Kur’an ayetlerinin işareti ve Hadis-i Şeriflerin beşaretiyle Mehdiyet İnkılabı Hak’tır ve inşaallah yakındır. Ancak sorumsuz ve şuursuz bir kolaycılıkla yerinde oturarak ve hatta batıl sistem ve hükümetlerin kuyruğuna takılarak, bir kurtarıcı beklemek elbette yanlıştır ve boşuna avunmaktır. Bizim görevimiz oturup kurtarıcı beklemek değil, o yolda samimi ve disiplinli olarak çalışmak, yani cihat yapmaktır. Ve işte Milli Görüş ve Milli Çözüm bu kutlu inkılabın en önemli basamaklarıdır. Ve tabii bizler zaferle değil, seferle mükellef insanlarız. Eğer sağlam bir iman ve sarsılmaz bir kararlılık varsa, elbette Cenabı Hak imkân ve fırsatlar yaratacaktır.

Aziz Erbakan Hoca’mızın şu veciz sözleri asla hatırımızdan çıkmamalıdır!

“Zor bir yolda yürümek mecburiyetinde olan insanlar, o yolda yürümeye başlamadan önce; gönüllerinde ve zihinlerinde Hakka ve Hayra doğru yürümek ve mesafe kat etmek zorundadırlar. Yani öncelikle, kalben ve fikren bilinçlenmek, bilenmek ve kutlu hedefine kilitlenmek lazımdır…

Evvela; “Ben bu uzun ve zorlu yolları ve büyük maniaları nasıl aşarım?”korkusundan, yani nefsi kuruntulardan ve şeytani kuşkulardan kurtularak… Ve sadece Allah’ın rızasını ve O’nun yolunda çırpınma sevabını en büyük kazanç ve başarı sayarak yola çıkanlar; çok sıkıntılı ve sarsıntılı da olsa, bir müddet sonra o zorlu yolların adım adım yürünüp aşıldığını ve hedeflenen yere ulaşıldığını görüp şaşıracak ve şükür secdesine kapanacaklardır…

İşte o zaman insanların yüreklerinde; aslında o yolun zannedildiği kadar da geçilmez ve erişilmez olmadığına ve bütün sıkıntılı yolların Allah’ın izniyle elbette aşılacağına dair sağlam ve sarsılmaz bir iman doğacak ve böyle imana sahip olan insan, tek başına dünyaya meydan okuyacaktır!..

Bizim görevimiz, emredildiği üzere, dağın başında gemi yapmaktır… Çünkü gerektiği vakitte ve va’dedildiği şekilde, Allah denizi ayağımıza taşıyacaktır!..”

Halâ, Saadet Partisi teşkilatlarındaki sadık ve sağlam insanlarımızın kafasını karıştırmak üzere; “Erbakan Hoca’nın davaya ait parayla aldığı taşınmazları oğluna ve damatlarına bıraktığı” iftiralarından vazgeçmeyen soysuzlara sormak lazımdı:

1- Oğuzhan Asiltürk, Milli Çözüm’ün sıkıştırması sonucu, savcılığın çağrısı üzerine ifadeye gidip, neden: “Bazı asılsız duyumlar üzerine böyle beyanlarım oldu ise de, yanılmışım; zira Erbakan Hoca bu konularda herkesten daha duyarlı ve tutarlı bir insandı!” itirafında bulunmuşlardı?

2- Davanın hakkı, şahısların hatırından üstün sayılırdı. Madem Oğuzhan’ın elinde, Hoca’nın beytülmalı şahsına veya çocuklarına tapuladığını ispatlayacak deliller ve şahitleri vardı, neden mahkemeye başvurmazlardı ve halâ bu itham ve iftira kazanını kaynatıp dururlardı?

3- Oğuzhan’ın yakın adamları ve partinin üst düzey kurmayları ile Erbakan Vakfı’nın kurucuları ve danışmanları aynı insanlardı! Bu tür iddiaları ve sorunları kendi aralarında çözmek dururken, hangi şeytani maksatlarla, teşkilat mensuplarının ve diğer vatandaşların kafası karıştırılırdı?

 


[1] Ali İmran:110

[2] Milli Gazete / 19.01.2017

 

Yorum Yaz