Ocak 23 20:43

Müspet Milliyetçilik Yararlıdır; IRKÇILIK İSE ZARARLIDIR

Müspet Milliyetçilik Yararlıdır; IRKÇILIK İSE ZARARLIDIR

Müspet Milliyetçilik Yararlıdır;

IRKÇILIK İSE ZARARLIDIR

          

Yeniçağ Gazetesi Yazarı Esfender Korkmaz, “Türk-İslam Sentezi”ni tenkit ederken şunları yazmıştı:

“1960'lı yıllarda daha ileri düzeyde olduğumuz hâlde, bugün Güney Kore gelişmiş ülkedir ve biz gelişmekte olan bir ülkeyiz... Güney Kore'nin fert başına millî geliri bizi ikiye katlıyor... İslam'da dava (yaklaşımı); Türk-İslam Sentezi ile Türklük anlayışını ve Türk kültürünü de köstekledi… Türk-İslam Sentezi, 1970'lerin ortalarında Türkiye'de ortaya çıkan bir ideolojidir. Bu sentez, tartışılmakla beraber asıl zemini, Aydınlar Ocağı'nın 1984 yılında düzenlediği; ''Millî Kültürümüzün Temel Meseleleri'' isimli bir seminerde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Kürsüsü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu tarafından yapılan sunumda buldu. Kafesoğlu; daha önce 1985 yılında yayınlanan geniş hacimli ''Türk Millî Kültürü'' isimli kitabının özetini yaptı, adına ''Türk-İslam Sentezi'' dedi ve bu kitap, 2018’de yeniden yayınlandı... İdeolojinin temel bir savı; Türklük kültürü, inanış ile İslamiyet arasında esasta bir uyum olduğu şeklindedir.”

Sentezin oluşması şöyle izah ediliyor: “Müslüman olan Türk siyasi kuruluşları artık; sosyal durum, iktisadi hayat, askeri ve idari yönlerde olduğu gibi; dil, edebiyat ve sanat itibariyle de yeni kültür şartlarının ereklerine uymuşlar ve farklı kültürün, kadim Türk kültürüne aşılanması ile farklı hüviyete bürünmeye başlamışlardır. Dolayısıyla, eski bozkır Türk devletleri ile İslami-Türk kuruluşları birbirinden oldukça ayrıdır. Değişikliğin başlıca sebeplerinden biri, İslamiyet'in aynı zamanda dünya ile ilgili faaliyetleri de kadrolayan kitabi bir din olmasıdır...” Doğrudur. İslam; Türk gelenek ve göreneklerini, devlet yapısını, kültür yapısını etkilemiş ve Atatürk'e kadar Türk değil, ümmetçilik ön planda olmuştur… Aslında ''Türk-İslam Sentezi'' de; Türklüğü törpüleyip, ümmetçiliği ikame etmek için getirilmiş bir tuzaktır. Zira Kur’an; milletleri ayırmadan, ümmet demektedir. (Türk-İslam Sentezi) Türk Milliyetçiliğinin İslam tekeline sokulmasıdır.

Ayrıca; ''İslami itikatlarda, eski Türk dini inanç sisteminin esasları arasında şaşılacak ölçüde mutabakat mevcut bulunmaktadır'' deniliyor. (Esfender Korkmaz, buna da katılmıyor…) Ancak Türklerin eski Gök Tengri anlayışında; “insanlar, ‘tarafsız ve adil olmalı’ şeklinde ulvi bir anlayış vardır. Bunun için Türkler, yıldırım ve şimşek gibi olaylarda, acaba doğaya zarar mı verdik, suları mı kirlettik, yoksulları mı incittik?” gibi gerekçeler arardı. İslam'da bu tarafsızlık anlayışı mevcut değildir. Cihat bu durumu açıklamaya yeter… Gök Tengri'ye inanan Türkler, 7 göbek soyundan gelen akrabalarla evlenmezdi. Bu gelenekleri İslam'dan sonra değişti. Zira Arap kültüründe böyle bir anlayış yoktur...”[1]

Öncelikle, kanaatlerini böylesine açık ve net olarak ortaya koyması veİslamiyet’in, Türklüğü bozup yozlaştırdığı” fikrini savunması, bir dürüstlük alâmetidir. Bazıları gibi müdara ve münafıklığa tenezzül etmemiştir. “Türk-İslam Sentezi”nin uydurma ve zorlama bir kavram olduğu da gerçektir. Çünkü İslam, Allah yapısı olarak eksiksiz ve mükemmel bir Din’dir. Her türlü sentezcilik bâtıldır ve şirktir.

Ancak:

“… Eski Gök Tengri anlayışındaki ‘insanlar tarafsız ve adil olmalı’ şeklindeki ulvi anlayışın” İslam’da bulunmadığını, “Cihat (kavramının) İslam’da tarafsızlık ve adalet ilkesinin olmadığının ispatı sayıldığını…” yani, “Cihadın zulüm ve barbarlık hesabına yapıldığını…” söyleyecek kadar bilgisizliğini ve gizli kinini deşifre etmesi, bize “bu kadar cehalet, ancak tahsil ile mümkündür” özdeyişini hatırlatıvermiştir.

Kur’an’ın, ebediyen nikâhlanması yasak olan; kız, torun, bacı, yeğen, üvey anne, gelin gibi yakınlar dışındaki; amca, dayı, hala ve teyze kızlarının ve daha uzak akrabaların evlenmesine izin vermesini; “Türklükteki adetleri bozan Arap kültürleri”diyerek, Kur’an’ın İlahi vahye değil de, Arap geleneklerine dayandığını ima etmesi… İslam’ın helâl saydığı; ilmen, aklen, ahlâken ve vicdanen de hiçbir sakıncasının bulunmadığı bu evlilikleri, gayrimeşru ve çirkin göstermesi ise, Esfender Korkmaz’daki derin İslam nefretinin tezahürleridir. Oysa, bazı çocuklardaki hastalık ve sakatlıkların; akraba evliliklerinden değil, bu tür yakın ailelerde yaygın olan birbirlerinin çocuklarını emzirme sonucu süt kardeşi oldukları unutularak veya hesaba katılmayarak yapılan ve Kur’an’da yasaklanan bir evlilik yüzündendir.

İslam’daki CİHAT ve FÜTUHAT ise, asla işgale, zulme ve ganimet devşirmeye yönelik değil; hangi din ve kavimden olursa olsun, herkesin temel insan haklarını korumaya, adil ve asil bir düzen kurmaya yönelik bir emir ve görevdir. Zaman zaman bunun istismar edilmesi, bu gerçeği değiştirmeyecektir. Esfender Korkmaz’ın bu temelsiz itham ve iddialarını duyan Yunanlılar ve diğer Haçlılar kalkıp; “O hâlde, cihat yoluyla elimizden aldığınız başta İstanbul, bütün Anadolu’muzu geri verin”derlerse, merak ediyoruz, acaba ne cevap verecektir? Şimdiye kadar hiçbir tepki ve tenkit gelmediğine göre, Yeniçağ Gazetesi’nin diğer yazarları ve yöneticileri de mi aynı görüştedir? sorusu ise hâlâ yanıtını beklemektedir.

Evet; Milliyetçilik ne denli güzel ve gerekli ise, Irkçılık da o kadar çirkin ve tehlikelidir. İşte Yeniçağ yazarı Esfender Korkmaz, ırkçılığın bu çirkef yüzünü bize göstermiş ve İslam’a olan husumetini açıkça dile getirmiştir. Oysa İslamiyet’le Milliyet, asla zıt kavramlar değildir. Çünkü pek çok hikmetlerle farklı kavimleri yaratan da onların hayat ve huzur rehberi olan İslam’ı yollayan da aynı Rabbimizdir. Ya Rab; iman ne büyük bir huzur ve barış vesilesi, küfür ise ne korkunç bir gurur ve çatışma sebebidir…

Biz görüşlerimizi, gerçeklerimizi ve tarafgirliğimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve “Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz: 1- Aklı Selim, 2- Müspet ilim, 3- Tarihi deneyim ve birikim, 4- Vicdani kanaat ve tatmin, 5- İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam Sünneti). İşte bu beş temel ölçünün ittifakla: “Yararlı, hayırlı gerekli ve güzel” bulduğu şeyleri “Doğru”; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri “Yanlış” biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müspet bilimi ve aklı selimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alâmetidir.

Sağlam temellere ve vicdani kanaatimize göre düşünce ve davranış ürettiğimizden; ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini, şahsi heveslerimizin üstünde gördüğümüzden; gizli, kirli ve çetrefilli ilişkilere tevessül ve tenezzül etmediğimizden ve imtihan için gönderildiğimiz bu dünyadan kalbi selim ve uhrevi sermaye ile göçmeyi, en önemli gaye edindiğimizden; özümüz mert, sözümüz net, hatta biraz serttir. İşte bu nedenle; Allah’ın izni ve iradesi dışında, ABD’nin gizli servisleri, CIA destekli Cemaatin kalemşor tetikçileri, AKP’nin kiralık hizmetçileri ile bir sivrisineğin; bize vereceği zarar ve yarar eşittir. Rabbim dilerse, bir sivrisinek ısırmasıyla virüs kaptırıp öldürebilir ve yine dilerse, nükleer füzelerden ve suikast girişimlerinden kurtarabilir. İmanın en tabii neticesi (en üst derecesi değil) olan bu tavrımızı; idrak edemeyen iz’an ve iman fakirleri, bu basiret ve cesaretimizin altındaki güç kaynağını merak etmekte ve nice tutarsız tahminler yürütmektedir. İmani ve insani değerlerimiz ve milli ideallerimiz uğrunda, ne ağır cezalara çarptırıldığımızı, defalarca tutuklanıp hapis yattığımızı, nice sürgünlere ve görevine son verilmelere uğradığımızı ve hâlâ her ay başka bir mahkeme kapısında dolaştırıldığımızı, yani rahatlık ve ferahlık döşeğinde, kuru kahramanlık edebiyatı yapmadığımızı da hatırlatmamız gerekir.

İşte bizim milliyetçilik yaklaşımımız:

Bir insanın kendi ırkını (kavmini, kabilesini, mensubiyetini, ailesini) sevmesi ve sahiplenmesi fıtridir (yaratılış özelliklerindendir), güzeldir, gereklidir, değerlidir ve dinen de caiz ve münasiptir. İnsanların kendi özel geleneklerini, örf ve adetlerini, dil ve kültürlerini benimsemesi ve tercih etmesi tabiidir. Bu nedenle; cemiyetteki Milliyetçilik, fertlerdeki nefis gibidir. Her insana nefis; kendi benliğini oluşturmak, haklarına sahip çıkıp savunmak ve saldırılara karşı kendisini korumak için verilmiştir ve gereklidir. Bu durum; Türkler için olduğu kadar, Kürtler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Ancak; şayet bu nefsi dizginlemez, haksız ve ahlâksız isteklerine boyun eğersek, bu sefer bizim felaket ve rezalet sebebimizdir. Bir toplumun, nefsi sayılan Milliyetçilik de böyledir. Kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir ve tehlikelidir. Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam; hiçbir beşeri ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı Türkçülüğün jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam; herkesten ve her şeyden yücedir, her kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz