Rusya tam da 30 Ağustos 2018’de çok çarpıcı bir açıklama yapmış, ABD’nin 24 saat içinde Suriye’ye saldıracağını vurgulamıştı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, düzenlediği basın toplantısında, ABD ve müttefiklerinin 24 saat içinde Suriye'ye saldırabileceğini açıklamıştı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ve destekçileri, iç savaş süren ülkesinde iplerin kopacağı İdlib için bir operasyona hazırlanırken, Rusya ABD'yi herhangi bir saldırıya geçmemesi için uyarmıştı. Russia Today'in (RT) aktardığı son dakika bilgisine göre Zaharova, ABD ve müttefiklerinin, Esad rejimi tarafından gerçekleştirilecek bir saldırı sonrası, 24 saat içerisinde füzelerini Suriye'yi vurmaya hazır hale getirebileceklerini aktarmıştı.
Rusya Savunma Bakanlığı'ndan yapılan diğer bir duyuruda ise, Akdeniz'de 25 gemi ve 30 uçakla tatbikat yapılacağı açıklanmıştı. Eylül 2015'ten bu yana Şam rejiminin yanında savaşan Rusya'nın ABD Büyükelçisi Anatoly Antonov, Pentagon'un yeni saldırılara hazırlandığını belirterek Washington'a harekete geçmeme çağrısı yapmıştı. Rus büyükelçi, ABD'nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey'le görüşmesinde bu durumu hatırlatmıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise, Batılı ülkelere "İdlib'te operasyonun önünde durmayın" diye uyarmıştı.
ABD Akdeniz'e Füze Yığmıştı:
Rusya, ABD'nin Tomahawk füzeleriyle yüklü USS Ross savaş gemisini Akdeniz'e gönderdiğini açıklamıştı. Moskova yönetimi ABD'yi uyarmasına rağmen, kendisi Akdeniz'e 20'den fazla savaş gemisi göndermiş durumdaydı. Füzelerle yüklü gemiler İstanbul ve Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Suriye'nin Akdeniz kıyısındaki üslerine yanaşmıştı. Rus medyası, Rusya'nın iç savaşa dahil olduğu Eylül 2015'ten bu yana en büyük gücünü Akdeniz'e yolladığını aktarmıştı. Beşşar Esad güçleriyle birlikte cephede yer alan İran ise, muhaliflerin kontrolündeki tek vilayet olan İdlib sınırına binlerce asker, tank ve zırhlı aracın yığıldığını açıklamıştı.
Türkiye’nin Felaket Uyarısı!
Türkiye ise, tansiyonun giderek arttığı bölgede askeri bir müdahaleye karşıydı. Rus mevkidaşı Sergey Lavrov'la görüşen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, askeri bir operasyonun felakete yol açacağını söyleyerek tarafları uyarmıştı. Sahada bunlar olurken, Suriye'deki aktörler arasında diplomasi trafiği hızlanmış; Rusya, ABD, Türkiye ve İran'la İdlib konusunun görüşüldüğünü açıklamıştı. ABD ve müttefikleri, kimyasal silah kullanan Beşşar Esad'ın askeri tesislerini daha önce iki kez füzelerle vurmuşlardı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise Esad'ın tekrar kimyasal silah kullanması halinde yeni hava saldırısı düzenleyeceklerini hatırlatmıştı.
800 Bin Sivil Daha Türkiye'ye Sığınacaktı!
4 milyona yakın insanın sıkıştığı İdlib'e muhtemel bir operasyonun yüz binlerce sivilin ölümüne yol açmasından endişe duyulmaktaydı. Birleşmiş Milletler, çatışma çıkması durumunda 800 bin sivilin Türkiye'ye göçe zorlanacağı uyarısını yapmıştı. Tezgâh gayet açıktı. ABD kendi güdümündeki PKK-PYD güçleriyle Esad rejimini destekleyip kışkırtarak İdlib’e saldırtacak, arkasından “Kimyasal Silah Kullandı” bahanesiyle Suriye’ye ve masum sivillere yönelik katliam başlatacak, yüzbinlerce insanın yine Türkiye’ye sığınmasına yol açacak ve boşaltılan Suriye’yi Büyük İsrail’in bir parçası yapacaklardı.
Ortadoğu ve Dünya Ateşe Atılmaktaydı!
İdlib’e operasyon hazırlığı yapan Esad ve Moskova, dünyayı yeni bir gerginliğe sürüklemeye başlamıştı. ABD ve Rusya onlarca gemiyle Akdeniz’de restleşirken, Türkiye eşi benzeri görülmemiş yeni bir mülteci akınıyla karşı karşıyaydı. Bu saldırıyı Amerika ve Rusya’nın birlikte planladıkları sırıtmaktaydı.
Çaresiz Esad rejimi, başta Türkiye olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin “Felakete neden olur” uyarılarına rağmen İdlib’e operasyon için askeri yığınak yapmaktaydı. İran ve PKK/YPG destekli rejim güçlerinin kenti üç yönden kuşattığı konuşulmaktaydı. Suriye ordusunun, İdlib saldırısında eski militanları da kullanacağı anlaşılmıştı. Al Watan gazetesinin haberine göre, binden fazla militan Doğu Guta ve Dera'dan İdlib cephesine yollanmıştı. Rejim güçleri kentten çıkmak isteyen sivillere de engel olmaktaydı.
ABD ve müttefik güçlerinin Esad’ı, İdlib’te kimyasal silah kullanılırsa Suriye’yi vurmakla tehdit etmesinin ardından Akdeniz’de de sular iyice ısınmıştı. ABD’nin Tomahawk füzesi taşıyan gemilerini bölgeye göndermesinin ardından Rusya da 10 savaş gemisini Akdeniz’e yollamıştı. Rus Izvestia gazetesi, donanmanın 2015 Eylül'den bu yana en büyük gücünü Akdeniz'e kaydırdığını yazmıştı. Gerilimin büyüdüğünü gören Rusya, İdlib'teki muhalif silahlı gruplarla görüşmeler yürüttüğünü açıklamıştı. Rusya ve İran'la birlikte İdlib'te çatışmasızlık bölgesi kuran Türkiye, bölgede yaşanacak insani felaketi önlemek için herkesten çok çabalamaktaydı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Bazı radikal grupları etkisiz hale getirmek için tüm İdlib'e saldırmak, yine yüz binlerce insanın ölümüne sebep olmak demektir ve 3.5 milyon insanın tekrar evini terk etmesi demektir. Bu tam bir felaket olur, insani dram olur. Astana ruhunu ortadan kaldırır” uyarısını yapmıştı. İdlib, Esad’in katliam yaptığı Suriye’nin birçok kentinden kaçan milyonlarca kişiye ev sahipliği yapmaktaydı. Rejimin buraya düzenleyeceği saldırının da büyük bir katliama sahne olacağı açıktı. Bu durum tarihte eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir mülteci akınına neden olacaktı. Saldırı halinde mülteci konumuna düşecek milyonlarca sivil, Türkiye’ye sığınacaktı. Türkiye 3.5 milyondan fazla sığınmacıya ev sahipliği yaparken İtalya 150 göçmen nedeniyle AB’yle kavgaya tutuşmuşlardı. İtalyan hükümeti, 4 gün Akdeniz’de bekletildikten sonra içinde 150 mültecinin bulunduğu Diciotti gemisinin Sicilya kıyılarına yanaşmasına izin çıkarmış, ancak sığınmacıların karaya çıkmasına engel olmuşlardı. Roma yönetimi ardından mülteci krizi nedeniyle AB’ye yapılan ödemeyi durdurmak tehdidinde bulunmuşlardı. Kriz, İrlanda ve Arnavutluk’un mültecileri alacağını açıklamasının ardından yumuşatılmıştı.
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim Moskova'da Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov ile bir araya geldikten sonra yaptığı açıklamada, “Suriye'nin yeni bir askeri saldırıda kimyasal silah kullanmayacağını ve bu tür silahlara sahip olmadığını” hatırlatmıştı. Bu arada Moskova'da açıklama yapan Rusya hükümet sözcüsü Dmitry Peskov, İdlib'in bir "isyancı yuvasına" dönüştüğünü hatırlatıp bu soruna karşı harekete geçmeden durmanın kötü bir seçenek olduğunu vurgulamıştı. Bir telekonferansta gazetecilerin Rusya'nın Akdeniz'de yapmayı planladığı deniz tatbikatı hakkındaki sorusunu yanıtlayan Peskov, Suriye'deki zor durum nedeniyle bu tatbikatın gerekli olduğunu savunmuşlardı.
Rusya Askeri Deniz Filosu Komutanı Vladimir Korolev, Hava Kuvvetleri ve Askeri Deniz Filosu’nun Akdeniz’deki tatbikatının düzenleneceği bölgelerin gemiler ve uçuşlar için geçici olarak tehlikeli ilan edildiğini açıklamıştı.
Vladimir Korolev’in Rusya Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri birliklerinin hizmetler arası tatbikatının düzenlenmesine ilişkin konferansındaki açıklamaları şunlardı: 1-8 Eylül tarihleri arasında Akdeniz’de Rusya’nın çağdaş tarihinde ilk kez Askeri Deniz Filosu ve Hava Kuvvetleri birliklerinin tatbikatı yapılacaktır. Bu tatbikata Kuzey, Baltık, Karadeniz ve Hazar Filoları ve uzak mesafe uçakları katılacaktır. Tatbikatın yönetimi Askeri Deniz Filosu komutanlığına ait olacaktır. Bu hedefler için otomatik yönetim sistemleri ve gelişmiş iletişim araçlarına sahip Askeri Deniz Filosu Baş Komutanlığı Yönetim Merkezi kullanılacaktır.
Esad Bahanesiyle İşgale Gerekçe Hazırlanmaktaydı ve Yine Kimyasal Yalanına sarılmışlardı!
15 yıl önce (2003’te), “Kitle imha silahı var” palavrasıyla, Irak işgale kalkışılmış... Milyonlarca insan katledilip, yüzbinlerce çocuk yetim kalmış, bir ülke harap edilip, yakılıp yıkılmıştı... Ama kimyasal silah bulunamamıştı… Hatta “yalan” itiraflar yapılmıştı… Aynı senaryo şimdi de Suriye’de sahneye konulmaktaydı... ABD, “kimyasal silah” kartını Suriye’de de açmaya hazırdı!
Taşeron Eliyle Saldırı Planı mıydı?
Suriye’de, İdlib’e yönelik yeni senaryolar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. ABD, “Esad rejiminin bölgeyi ele geçirmek için kimyasal silah kullanacağı” iddiasındaydı. Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü ise, ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye operasyon için İdlib’te Tahrir el Şam (eski adıyla El Nusra) eliyle sahte kimyasal saldırı hazırladığını açıklamıştı. Bu iddialar akıllara 2003’teki Irak işgalini hatırlatmıştı. ABD, kitle imha silahları bulunduğu iddiasına dayanarak 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmeye başlamıştı.
“ABD, Daha Güçlü Askeri Eylemlere Hazır”mış!
ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı Nikolay Patruşev’le Cenevre’de yaptığı görüşmede Washington’un Suriye hükümet güçlerine yeni ve daha güçlü bir darbe indirmeye hazır olduğu konusunda uyarmıştı.
BM’den: “İdlib Suriye'nin dışına taşar” uyarısı!
BM'nin Suriye daimi temsilcisi Staffan de Mistura: “İdlib'te yenilgiye uğratılması gereken yaklaşık 10 bin El Nusra ve El Kaide teröristi olduğu bilinmektedir. Korkunç ve kusursuz (yani planlı) bir fırtına yaşanabilir. Gerilim İdlib ve Suriye'nin dışına taşabilir” uyarısında bulunmuşlardı. Bunun anlamı, Türkiye’yi de kapsayacak büyük bir savaşın başlayacağıydı!.. Suriye ordusunun yaklaşan İdlib operasyonu öncesinde BM’nin Suriye temsilcisi Staffan de Mistura’nın, “İdlib’te potansiyel olarak korkunç ve kusursuz ‘mükemmel bir fırtına’nın yaşanacağını, gerilimin İdlib ve Suriye’nin ötesine taşınacağını” söylemesi anlamlıydı. BM yetkilisinin, sivillerin bölgeden çıkarılması için insani koridor açılması çağrısında bulunması da Türkiye’ye yeni mülteci akınlarının yaşanacağının itirafıydı.
Doğu Akdeniz Kuşatılmıştı!
Bu sırada Rusya'ya ait iki denizaltı ve en az 10 savaş gemisi Akdeniz'e konuşlanmış durumdaydı. Gemilerin neredeyse hepsi uzun menzilli füze kabiliyetine sahip durumdaydı. Bu gemilerden Amiral Grigorovich ve Amiral Essen isimli gemiler İstanbul Boğazı'ndan geçerken fotoğraflanmıştı. Rusya merkezli İzvestiya Gazetesine konuşan Rusya Savunma Bakanlığı yetkilileri, Rusya’nın ilerleyen günlerde Akdeniz’e daha fazla gemi göndermeyi planladığını ifade ederken “Kalibar” füzeleriyle donatılmış 3 savaş gemisinin Şam rejiminin operasyon başlatması beklenen İdlib harekâtına destek vereceğini açıklamıştı. Rus donanmasının bölgedeki etkinliği artırmasının asıl nedeni İdlib harekâtıydı. Söz konusu donanma gücünün bir yandan Suriye’yi denizden koruyacağı, bir yandan da Şam rejiminin ‘gün saydığını’ söylediği İdlib harekâtına “Kalibar” füzeleriyle destek çıkacağı anlaşılmaktaydı.
Öte yandan, Beşşar Esad rejiminin İdlib’in güneyine yoğun askeri yığınak yaptığı konuşulmaktaydı. 2011’de başlayan iç savaşta kritik bölgelerde görev alan Kaplan Birlikleri ve Dördüncü Tank Tugayı’nın da İdlib sınırına gönderildiği anlaşılmıştı. Suriye’de Rusya Uzlaşma Merkezi’nden bir heyet, İdlib’deki bazı silahlı grupların liderleriyle buluşmuşlardı. Şoygu, Rusya Uzlaşma Merkezi yetkilileri ile birlikte Suriye’nin İdlib kentindeki silahlı grupların liderleriyle barışçıl bir çözüm bulmak için bir araya geldiklerini açıklamıştı. İsrail basınından Haaretz’e konuşan NATO Sözcüsü Oana Lungescu, “Rus Donanması, modern kruz füzeleriyle donatılmış birkaç gemi de dahil olmak üzere önemli deniz kuvvetlerini Akdeniz’e sevk etmiş bulunuyor. Akdeniz’e sınırı olan birçok NATO müttefiki ve bizim donanmalarımız bölgede devamlı çalışıyor. Böylece, Rusya’nınki de dahil bölgedeki donanma hareketliliğini izliyoruz” diyerek bu yığınağı doğrulamıştı.
Reuters’ın haberine göre: İran Ortadoğu'yu karıştıracak bir adım atmıştı!
ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve yeni yaptırımlar ilan etmesiyle çalkantılı günler geçiren İran, Orta Doğu'yu karıştıracak bir hamle yapmıştı. Son dakika gelişmelerine göre Tahran yönetimi Irak'taki Şii müttefiklerine onlarca füze aktarmıştı. Füzelerin Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad ve İsrail'in başkenti Tel Aviv'i vurma kapasitesine sahip olduğu vurgulanmıştı. Uluslararası ajansın özel haberine göre, Tahran yönetimi, Irak'taki Şii müttefiklerine onlarca füze transferi sağlamıştı. Menzili 700 kilometreyi bulan füzeler, Irak'ın batısı veya güneyine konuşlandırılması halinde Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad’ı ve İsrail'i vuracak donanımdaydı.
ABD’nin küstah teklifi: “S-400’lerden vazgeçin ki F-35’ler için engel kalksın!”
ABD ile Türkiye arasında gerginlik devam ederken Amerikan Kongresi’nden bir heyet Ankara’ya yollanmıştı. Başkanlığını Michael R. Turner’in yaptığı heyetin Türkiye’ye, “İlişkilerin düzelmesini istiyoruz. S-400’lerden vazgeçin, böylece F-35’ler için engel kalksın” dediği aktarılmıştı. Türkiye ile ABD arasındaki krize varan gerginlik devam ederken Amerikan Kongresi’nden bir heyet sessiz sedasız Ankara’ya yollanmıştı. ABD Kongresi’nden bir heyet, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı yetkilileriyle görüştü. ABD’den Ankara’ya gelen heyetin başkanlığını aynı zamanda NATO Parlamenter Asamblesi üyesi olan Michael R. Turner yapmaktaydı. Türk heyetin başkanlığını ise Osman Aşkın Bak yapmıştı.
Türk heyet ile ABD heyeti, F-35, S-400 ve terör örgütü PKK konusunu ele almışlardı. Haberde heyetin önce İncirlik Üssü’nü ziyaret ettiği anlaşılmıştı. ABD heyeti, Türkiye’nin S-400’lerden vazgeçmesi durumunda F-35’lerle ilgili yaptırımların kaldırılabileceği mesajını ulaştırmıştı. Heyetin, “İlişkilerin düzelmesini istiyoruz. S-400’lerden vazgeçin, F-35’ler için engel kalksın” dediği aktarılmıştı. ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının teslimatının geçici olarak durdurulmasını öngören maddenin de içinde yer aldığı savunma bütçesini belirleyen tasarıyı 13 Ağustos’ta imzalamıştı.
Oysa ABD'nin ürettiği F-35 savaş uçaklarında 111 tane kusur tespiti yapılmıştı!
Türkiye'nin ABD'den satın aldığı ve tüm zamanların en pahalı askeri programı olan F-35 savaş uçaklarına ilişkin çarpıcı bir rapor yayınlanmıştı. Washington merkezli sivil toplum kuruluşu POGO, F-35'lerin insan hayatını tehdit eden 111 tane kusura sahip olduğunu açıklamıştı. Bazı kusurlar ise, “daha az ciddi” gösterilmeye çalışılmıştı! Amerikan Federal Hükümeti'nin faaliyetlerini denetleyen ve hükümetin icraatlarında olabilecek israf, yolsuzluk, istismar ve çıkar çatışması gibi durumları araştıran POGO, F-35 ortak programında çalışan yetkililerin, bütçe ve takvim problemi yaşamamak adına uçakta hayati risklere neden olabilecek bazı kusurları daha az ciddi göstermek üzerine çalıştığı yönünde bir rapor hazırlamıştı. POGO, F-35 Ortak Programı'ndaki yetkililerin savaş uçağındaki hayati kusurları yeniden sınıflandırarak daha az ciddi hatalar olarak göstermeyi hedeflediği yönünde bir rapor yayınladı. Kuruluşa göre, yeniden sınıflandırmanın nedeni 1.5 trilyon dolarlık projenin yeni bir takvim ve bütçe problemi yaşamasına engel olmaktı.
POGO'nun raporunda, Washington yönetimine bağlı çalışan bir hükümet organı olan Hükümet Sorumluluk Ofisi'nin konuyla ilgili bir rapor hazırladığı ve bu raporda F-35 savaş uçaklarında 111 adet 1. kategori kusur bulunduğunu saptadığı anlaşılmıştı.
Gelen paralar kesilmesin diye kusurlarını ön plana çıkarmıyorlardı!
Kuruluşun, F-35'lerdeki ciddi kusurların kabul edilebilir gösterilmesi için yürütülen çabaların, politik amaçlarla ve F-35 fonlarını korumak için yapıldığına dikkat çekmesi kafaları karıştırmıştı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Balıkesir’de Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu Mezuniyet Töreni'nde konuştu. "Türkiye'nin S-400'lere ihtiyacı var ve bunun da anlaşması yapılıp tamamlanmıştır. İnşaallah en kısa zamanda alacağız" diyen Erdoğan, ABD'nin F-35'leri teslim etmemesi durumunda Türkiye'nin atacağı adımları da açıklamıştı.
İsrail’in Küstahlığı!
ABD'de İsrail yanlısı çizgisi ve Türkiye aleyhindeki yayınlarıyla bilinen Demokrasileri Savunma Vakfı, (FDD), Reza Zarrab ve Mehmet Hakan Atilla'yı tutuklayan FBI görevlileri ile soruşturmayı yapan savcı yardımcılarına ödül dağıtmıştı. Türkiye'ye kin kusulan toplantıya Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç tepki koymuşlardı.
ABD'de İsrail yanlısı çizgisi ve Türkiye aleyhindeki yayınlarıyla bilinen Demokrasileri Savunma Vakfı'nın (FDD), Reza Zarrab ve Mehmet Hakan Atilla davasını takip eden Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ajanları ile savcı yardımcılarına ödül vermesi tepkiye yol açmıştı. FDD'nin Washington'da gerçekleştirdiği ulusal güvenlik zirvesinde, bazı FBI ajanlarına "cesaret" ödülü takılmıştı. Ödül töreninde yapılan konuşmalarda Türkiye'ye yönelik suçlamalar yapılıp FETÖ'cü polis müdürü övülürken, Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç, bu yapılanın FETÖ ile işbirliğinin göstergesi olduğunu hatırlatmıştı. Reza Zarrab ve Mehmet Hakan Atilla davasının mimarları olan FBI ajanları ve dava iddianamesini hazırlayarak New York Güney Bölgesi mahkemesi salonunda savunan savcılara ödül verildiği törende, Reza Zarrab'ı 2016 yılının Mart ayında Miami'de tutuklayan ve Mehmet Hakan Atilla’yı da 2017 yılının Mart ayında New York’un JFK havaalanında gözaltına alan FBI özel ajanı Jennifer Reynolds'dan Türkiye'ye kin dolu suçlamalar yapılmıştı. Reynolds’un konuşmasında Hakan Atilla’nın 36 ay hapse mahkûm olmasıyla sonuçlanan dava için ‘başlangıcın sonu' sözlerini kullanması dikkatlerden kaçmamış ve yeni gelecek iddianamelerin sinyali olarak yorumlanmıştı. Reynolds, Halkbank’tan çıkartılan İran petrol gelirlerinin 20 milyar dolar olduğunu öne sürerek, bu paradan en fazla yarar sağlayanların ise İran Devrim Muhafızları Ordusu bağlantılı İran Ulusal Petrol Şirketi (NIOC) olduğunu ortaya atmıştı.
İsrail İşgaline Dünyanın Sessiz Kalışı!
Terörist İsrail, Filistin topraklarında kaçak yapılar inşa ederek Yahudi yerleşim yerlerinin sınırlarını genişletmeye başlamıştı. 2017’den itibaren terör devleti kaçak 4 bin yapıyı yasallaştırarak Filistin topraklarını işgal altına almıştı. Ve zaten “İsrail’in kuruluş amacı sadece Filistin topraklarıyla sınırlı sanılmasındı, Siyonistler Arz-ı Mev’ud diye adlandırdıkları bir hayalin peşinden koşuyorlardı.”
Siyonist İsrail Filistin topraklarına yönelik sistematik bir işgal başlatmıştı. 2017’de İsrail parlamentosu Batı Şeria’da inşa edilen kaçak yapıları yasallaştıracak bir kanun çıkarmıştı. Bu kanunla birlikte Yahudiler için kaçak yapılar inşa eden işgalci İsrail, Filistin topraklarını yavaş yavaş işgal altına almaktaydı. Terör devleti 2017 yılından itibaren 4 bin kaçak yapıyı yasallaştırmıştı. Yapılan bu sistematik işgal karşısında hiçbir Müslüman ülkeden tepki gelmemesi de Yahudi devletini şımartmıştı. Zaten “İsrail’in kuruluş amacı sadece Filistin topraklarıyla sınırlı kalmazdı. Arz-ı Mev’ud diye adlandırdıkları bir hayalin peşinden koşuyorlar ve bütün planlarını buna göre yapıyorlardı. Eğer şimdi bu işgale ciddi bir tepki göstermezsek sırada Suriye’nin işgali vardı. Daha sonra Mısır’da Nil Nehri ve ülkemiz topraklarına kadar işgal girişimi başlayacaktı.”
ABD sadece Filistin’e değil, dünyaya şantaj yapmaktaydı!
ABD, Filistin yönetimini köşeye sıkıştırmak, birtakım dayatmaları kabul ettirmeye zorlamak için arka arkaya çeşitli kararlar alıp uygulamaya koymaktaydı. ABD Başkanı Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını açıkladıktan sonra 2018 Ocak ayında BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu’na ülkesinin yaptığı 125 milyon dolarlık yardımın 65 milyonunu kesmiş bulunmaktaydı. Bu defa Trump Filistin’e yapılacak 200 milyon dolarlık yardımı kesme kararı almıştı. Bu karar medyamızda genellikle “ABD’den Filistin’e şantaj” olarak yer almıştı. Ancak, öncelikli olarak Filistin sorununun bütün Müslümanların meselesi olduğunu unutmamak lazımdı. Filistin halkı eğer ihtiyaçlarını ABD ya da bir başka Hristiyan ülkenin yardımları ile gidermeye mahkûm bırakılmış, dünya üzerinde böyle bir yapı oluşturulmuş ise ABD’nin bazı yardımlarını kesme kararı almasının sürpriz bir tarafı yoktu, çünkü Müslüman ülkeler Filistin halkına, yani kardeşlerine karşı görevlerini yeterince yapmıyor/yapamıyorlardı.
Bazı Müslüman ülkelerin ABD bankalarında trilyonlarca doları bulunuyorsa, üstelik bu paralar ABD yönetimi ve küresel sermaye çevreleri tarafından gelişmekte olan ülkelere faiz karşılığı borç olarak verilerek milyarca dolar kazanılıyorsa; Müslüman kimlikli birtakım yöneticiler sadece görevlerini yapmıyor olmakla kalmazdı, aynı zamanda diğer Müslüman kardeşlerinin Haçlı-Siyonist ittifakı tarafından sömürülmesine hizmet ediyorlardı. Bu bakımdan öncelikli olarak paralarını ABD bankalarında tutan, bu yolla dünyanın sömürülmesine destek veren Müslümanların tüm mü’minlerin kardeş olduğunu hatırlamaları gerekiyor. Eğer ısrarlı bir şekilde hatırlamak istemiyorlarsa bu gerçeğin mutlaka hatırlatılması lazımdı.[1]
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun: “Türkiye NATO’nun hiçbir kararını ihlal etmedi” zavallılığı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, resmi ziyaret için gittiği Litvanya’da, ABD ile yaşanan sorunların çözümü için Türkiye’nin çok çaba sarf ettiğini açıklamıştı. Bakan Çavuşoğlu ayrıca Türkiye’nin dış politikasında Rusya’ya yöneldiğine ilişkin bir soruya, Türkiye’nin NATO üyesi olarak Rusya’ya yönelik olanlar dahil ittifakın hiçbir kararını ihlal etmediğini vurgulayarak “Rusya ile ilişkilerimiz AB ile ilişkilere ya da ABD’ye alternatif değil” diye yılışmıştı.
Mevlüt Çavuşoğlu, resmi ziyaret için gittiği Litvanya Dışişleri Bakanı Linas Linkevicius ile görüştükten sonra ortak basın toplantısında; ABD kongresinden bir heyetin Türkiye’deki temaslarına ilişkin bir soru üzerine, her şeyden önce iki ülke arasındaki diyaloğun önemine işaret ederek kendisinin de Dışişleri Bakanı olarak diplomasi ve diyalogdan yana olduğunu hatırlatmıştı. Türkiye’nin iki ülke arasında var olan sorunların çözülmesi için çok çaba sarf ettiğini vurgulayan Çavuşoğlu, “Kongre üyelerinin Türkiye’ye gelmesi önemli. Çünkü ABD’de farklı kurumlar var. Farklı pozisyonlar, farklı düşünceler var” diyerek ilişkilerde temasların önemli olduğunu belirtmişti. İçimizden bazıları hâlâ ABD’yi “müttefikimiz” olarak kabul edip ABD ile “iyi geçinmek” için dediklerini yapmak gerektiğini savunmaktaydı. Böyle sananlara en güzel ve en manidar cevap Amerikalı eski bir diplomattan gelmesi anlamlıydı. Amerikalı diplomat: “Aslında bizim müttefiklerimiz yok, uşaklarımız var!” deyip çıkmıştı. Kendilerini ABD’nin müttefiki sananlar taifesi için bu sözler oldukça çarpıcı açıklamalardı. Yani bazıları kendilerini ABD’nin müttefiki olarak görürken, ABD onları sıradan bir uşak olarak tanımlamıştı. Ve bugüne kadar kendilerine uşak muamelesi yapılmıştı. Böyle bir yandan onlara uşak muamelesi yapılırken bir yandan da sırt sıvazlayıcı birkaç kelam edilerek işi bugünlere kadar taşımışlardı![2]
Peki, bu kuşatma, AKP iktidarıyla ve bu kafayla nasıl aşılacaktı?
Giderek küstahlaşan ve saldırganlaşan ABD, Rahmetli Erbakan Hoca’nın tabiriyle zahiren tam bir “azgın aygır” tavrı takınmaktaydı. Ama içten içe çürüyen ve giderek tükenen ağır hasta bir dev hırçınlığındaydı. Şu anda Amerika’da nüfusun dörtte biri (75 milyon) insan günlük gıda ihtiyacını karşılayamamakta ve yarı aç yatmaktaydı. ABD’de 60 milyon insanın sağlık sigortası bulunmamakta, milyonlarca insan sokaklarda, parklarda ve köprü altlarında yaşamaktaydı. ABD’nin sosyal güvenlik açığı 7 trilyona yaklaşmıştı. Toplam dış borcu tüm ülkelerinkinden daha fazlaydı, ABD sadece silah ve zorbalıklarla ayakta durmakta, yeni çıkarılacak savaşlara, iç çatışmalara ve terör gruplarına bel bağlamış durumdaydı. Ama maalesef Türkiye’yi özellikle AKP döneminde bu ABD’ye hem midesinden hem beyninden (ekonomik ve teknolojik olarak) daha bir bağımlı hale sokmuşlardı. Örneğin Türkiye ilaca yılda 25 milyar para harcamaktaydı ve bunların %95’i ABD ve AB menşeili küresel ilaç firmalarına aktarılmaktaydı. Sebze ve meyvelerimizin ve diğer tarım ürünlerimizin, tohumundan fidesine, ilacından gübresine neredeyse tamamı dışa bağımlıydı.
Bu arada, ABD’ye karşı Çin’e sığınmak ayrı bir yanılgıydı. Çünkü Çin’de Yahudi tekeline alınmış durumdaydı. Çin’in ihracatının %75’ini, Çin’e yerleşmiş çoğu Yahudi menşeili yabancı firmalar yapmaktaydı. Daha önce, küresel (Siyonist sömürü) sermayesi, artık yavaş yavaş ABD’den ayrılıp Çin’e yatırım yaptıkları, hammaddeye ulaşım kolaylığı ve ucuz işçi çalıştırma imkânı nedeniyle Çin’i daha verimli ve güvenli saydıkları için, dünyanın nefretini kazanan Amerika’ya bir alternatif ülke olarak buraya kaymaya başlamışlardı. Yani bütünüyle yerli, milli ve ilmi olan Adil Düzen’e geçilmedikçe ve tabi buna engel olacak Siyonist ve Haçlı güçleri hizaya getirilmedikçe, onurlu ve olumlu değişimler imkânsızdı.
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Lütfi Öksüz ve 10 kişilik ekibi; savaş uçaklarını füze kullanmadan, elektromanyetik dalgalar ile düşürülecek sistemin kodlarını çözmeyi başarmışlardı. Dünya’da sadece ABD’de bulunan, Rusya’da ise ARGE aşamasında olan bu sistem, tamamen yerli imkânlarla hazırlanmıştı. ABD’nin milyarlarca dolar harcadığı proje, Isparta Üniversitesi’nin 20 metrelik laboratuvarında çıkmıştı. Yapılan testlerde sistem sorunsuz çalışmıştı. Proje ile mayınlı alanları tek tuşla temizlemek de mümkün olacaktı. Dahi Profesör Lütfi Öksüz’ü canı gönülden kutlamak lazımdı. Ancak AKP iktidarının, böylesi gerekli ve Milli projelere kuru övgüler ve kof demeçler dışında, ciddi bir destekte bulunmayışı, bu tür teknolojik atılımları akamete uğratmaktaydı.
Başta Türkiye olmak üzere dünya ülkelerine karşı başlatılan ekonomik saldırıları ve ABD'nin tehditkâr tavırları ülkeleri başka arayışlara mecbur bırakmıştı. Bu sırada Fehmi Koru’nun; Türkiye, İran ve Rusya’nın kur kriziyle başa çıkmak için herhangi bir devletin manipüle etmesine açık olmayan altın gibi bir maddeye endeksli yeni bir para birimine geçeceğini duyurması malum odakları uyarma amaçlı mıydı?.
Fehmi Koru, ABD başkanlarının danıştığı bir ekonomist olan Steve Hanke'in kitabında yazılan senaryonun gerçekleşebileceğini yazmıştı. Kitapta yazılan senaryoya göre; ''Rusya ülkelerle olan ticaretinde Dolar yerine altına dayalı yeni bir para birimine geçiş kararı alıyor, onu başka ülkeler izliyor ve bu gelişme sonucu Dolara dayalı uluslararası para sistemi çöküyor, bu da ABD’nin dünya egemenliği iddiasını zora sokuyordu. Yoksa Steve Hanke gönlünden geçeni değil de, şu sıralarda zaten olgunlaşmakta olan bir gelişmeyi mi bizlere haber veriyordu? Steve Hanke Ronald Reagan’dan Bill Clinton’a ABD Başkanlarının danıştığı bir ekonomist olması yanında, pek çok başka ülkeye de finans konularında akıl vermesiyle tanınan bir Amerikalı profesör oluyordu.”
“Rusya, İran ve Türkiye ‘altın’ ile ifade edilen yeni bir para birimine geçmeli” diyen Prof. Hanke hangi şeytanlık peşinde koşmaktaydı? ‘Kur Savaşları’ adıyla Türkçe’ye de çevrilmiş kitabında: Baltimore’da bir çiftlik evinde düzenlenen ve ABD’nin önde gelen finans uzmanlarının katıldığı ‘savaş oyunu’nunda şunları aktarmıştı: Rusya ülkelerle olan ticaretinde Dolar yerine altına dayalı yeni bir para birimine geçiş kararı alıyor, onu başka ülkeler izliyor ve bu gelişme sonucu Dolara dayalı uluslararası para sistemi çöküyor, bu da ABD’nin dünya egemenliği iddiasını zora sokuyordu!
ABD’nin korktuğu başına mı geliyordu? ABD ile takışma ve paramızın değerinin yarıya yakınının kaybı henüz ufukta bile görünmezken, geçen yılın (2017) son günlerinde, finans konularıyla yakından ilgilenen yabancı haber kaynakları sessizce gerçekleşmiş bir sürprizi duyuruyordu: “Türkiye uzun yıllardır ABD’de sakladığı altın rezervini geri çekiyordu!” diyen Fehmi Koru’ya sormak gerekiyordu: Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in itirafıyla, İngiltere’ye rehin bırakılan 450 ton altınımız niye hâlâ geri getirilmiyordu ve niye bu konu tarafınızdan hiç gündeme taşınmıyordu?
Erbakan’ın hazırlattığı, Adil Ekonomik Düzen açısından ‘tedavi’ olarak yapmamız gerekenler ise şunlardır.
1- Hazine “Altın Bonosu” çıkarmalıdır. Bunlar arz ve talep kanunları çerçevesinde Türk Lirası ile satılmalı ve alınmalı, fark konulmamalı, bu bonolar altın değerinde olmalıdır. Hatta D-8 ülkelerinin de bu sisteme geçmeleri için öncülük yapılmalıdır.
a) Bonolar altınla farksız durumda olmalıdır.
b) Bonolar devreye girince altından kolay taşınır.
c) Bonolar (tam, yarım, çeyrek gibi) istendiği kadar küçültülebilir, bozdurulabilir konumda hazırlanmalıdır.
d) ‘Altın Bonosu’ kredileşmede de birim olarak kullanılmalıdır.
2- Tüm günlük ödemeler “Türk Lirası” ile yapılmalıdır. Dolar borcunuz olsa da, günlük iç ödemeler TL ile karşılanmalıdır. Ama bütün borçlanmalar “Altın Bonosu” üzerinden yapılmalıdır. Böylece enflasyonun piyasaya etkisi sıfırlanmış olacaktır.
3- Çalışanlara “Yapı Bonosu” ile “Çalışma Kredisi” sağlanmalıdır. Çalışacak olanlar istediği firmada çalışır, bunlara karşılık işverene ek krediler sağlanır ve devlete borçlandırılır. Çalışanlara emeğinin hakkı ödenmiş olacaktır. Böylece tüm işletmelerin “Faizsiz Sermaye” bulması kolaylaşır. Tüm çalışanlar da arza ve talep kanunlarına göre iş yapmış olacaklardır.
4- Halka “Sipariş Kredisi” sağlanmalıdır. Böylece, tüketiciler mevsim başında, o günkü fiyatlar ile siparişlerini vermiş olacaklardır. Böylece üretim ve tüketim yılbaşında planlanır. Ülke içinde üretilmeyen mallar için ihracat mallarını üretme imkânı sağlanır ve sipariş alan tüccarlar onu satacak, aldıkları siparişleri ithale başlayacaktır, böylece arz ve talep dengeleri sağlanmış olacaktır. Bu selem senedi uygulamasıdır.
5- Devlet kamuya ait arazilerini “İmar Bonosu” üzerinden alıp satmaya başlamalıdır. Alış ve satış arasında fark koymamalıdır, aldığı fiyatla satmalıdır. Böylece piyasaya para girip, çıkacaktır. Bu sayede Dolar etkisiz hale gelmiş olacaktır.
6- Ayrıca Türkiye’nin BOR madenlerinin ve Kıbrıs çevresindeki doğalgaz rezervlerinin değerleri de Altın Bonolarına yansıtılmalıdır.
Ama bunları başlatıp başaracak irade, cesaret ve dirayet bu iktidarda var mıydı?
[1] abdulkadirozkan@milligazete.com.tr Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
[2] zekiceyhan@ milligazete.com.tr