Bir insanın siyasi kanaat ve tercihlerinin olması ve beğendiği parti ve hükümetlere tarafgirlik yapması tabiidir, hatta gereklidir. Bu en fazla da ilim ehli için, topluma örnek teşkil etmesi bakımından önemlidir. Tabi bu siyasi tercih ve tarafgirlik, kişilerin arzu ve amaçları ve hayata bakış açılarıyla ilgili olduğundan elbette değişiklik gösterir. Bu nedenlerle, Sn. Hayrettin Karaman'ın AKP'yi beğenmesi ve Sn. Erdoğan'ı takdir etmesi de kendi tensibidir. Elbette bu iktidarın ülkeye ve millete dini ve dünyevi pek çok hizmetleri ve iyilikleri de geçmiştir; hayırlı ve yararlı girişimleri de sayılabilir. Ancak Sn. Karaman’ın: “Canım, bundan fazla daha ne beklenir ki… Bu iktidar mevcut şartlar ve imkânlar dahilinde daha ne yapabilir ki...” anlamındaki serzenişleri, hatta daha fazla beklentileri olan dindar kesimleri, dolaylı biçimde haksızlık ve nankörlükle suçlayan ifadeleri, ne iz’an ve insafla, hatta ne de imanla bağdaşır bir tavır değildir. Çünkü Erdoğan iktidarının, kolaylıkla yapabileceği halde umursamadıkları, asla yapmaması gerektiği halde uyguladıkları öyle talihsiz icraatları ve tahribatları vardır ki, ne şahsi ne de siyasi yönden bunları mazur ve mecbur addedecek “İkrah-ı Mülci” cinsinden hiçbir geçerli gerekçeleri gösterilemeyecektir. Hatta bu durum, taraftar yazarlar ve parti kurmaylarınca bile, sık sık dile getirilirken, Sn. Karaman'ın yazdıkları bize “Eyvahlar olsun!” dedirtmiştir.
Hayrettin Karaman, 25.10.2019 tarihli Yeni Şafak gazetesinde “Beklentilerde ölçülü olmak” başlıklı bir yazı yayınlamıştı.
“Biz Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (Allah onlardan razı olsun), Selçuklu, Osmanlı… devirlerinde değiliz… Ülkemizin üzerinden dev bir silindir geçmiş, her şeyi çağdaşlaştırma adıyla Batılılaştırma manasında dümdüz etmiş. Kendi düzenimize, kültür ve medeniyetimize dönüşü zorlaştırmak üzere uluslararası antlaşmalara imza atılmış, bağlayıcı ve bir kısmı değiştirilemez kanunlar vazedilmiş, insanımız değişmiş…” diyerek AKP iktidarının tahribatlarına, duyarsızlık ve tutarsızlıklarına mazeret, hatta meşruiyet üretmeye kalkışmıştı.
“… bizi daha iyiye götürmek için siyasete giren ve iktidara gelen insanımızın (Sn. R.T. Erdoğan’ın), işte bu tasvir etmeye çalıştığım kesimlerin tamamından oy almaya ihtiyacı vardır. İlk adımda Hz. Ömer devrini isteyenler (diyelim ki, kendileri o devir Müslümanları gibidirler) eğer oy veriyorlarsa; onların oyları, Erdoğan ve benzerlerini (benzeri varsa) iktidara getirmeye de iktidarda tutmaya da yetmiyor.” diyerek tamamen haksız ve dayanaksız bir iddiayla gerçekleri çarpıtıyordu. Oysa halkımız tam 18 senedir Erdoğan’a oy veriyor ve iktidarda tutuyordu.
“… ama bunların (şikâyet konularının) kısa zamanda belli bir kesimin istek ve anlayışına göre kökten değişmesi ise muhaldir.” diyerek 18 yıllık tek başına iktidar fırsatını, olumlu ve onurlu değişimler için hâlâ yetersiz görüyordu. Öyle ise kendileri buyursun; haklı olarak, halkımızın beklediği dönüşüm ve düzelmeler için kaç asır geçmesi gerekiyordu?
“Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devrinde değiliz!” ifadeleriyle de AKP iktidarını ve uyguladığı İslam dışı, akla ve ahlâka aykırı politikalarını, bazı mecburiyet ve mahkûmiyetler doğrultusunda “doğal ve normal”miş gibi sunmaya çalışması da, hem tarihi gerçeklere hem tabii gereksinimlere aykırı bulunuyordu. Çünkü Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminde de, bugünkü Avrupa ve Amerika'nın yerinde BİZANS İmparatorluğu, Rusya'nın ve komünist dünyanın yerinde ise İRAN Kisralığı; devrin süper güçleri konumunda, Arabistan Yarımadası'nda aşiret kültüründen henüz devlete yeni ulaşmış bir İslam Yönetiminin karşısına dikiliyordu. Bizzat Hz. Ömer'in buyurdukları gibi: “Biz imanımız ve kulluk görevlerimiz gereği zahiri hazırlıklarımız dışında, kâfir ve zalim düşmanlarımıza karşı, hiçbir zaman asker sayısı fazlalığımız ve silah-malzeme üstünlüğümüzle zafer kazanmadık!” gerçeği niye unutuluyordu?
“Samimi olarak dinini yaşamak için beklentileri ve talepleri olan kesime, daha sözün başında insaflı ve ölçülü olmaları gerektiğini hatırlatmaya ihtiyaç duyuyorum.” diyen Sn. Hayrettin Karaman, şimdi asıl sizin daha insaflı ve dini duyarlılıklarımıza sahip ve saygılı olmanızı bekleme hakkımız doğuyordu.
“Peki devletten ve iktidardan ne beklenebilir? Herkese ve her kesime yolunda yürüyebilmeleri için gerekli hak ve hürriyeti vermesi beklenebilir. Devlet bunu yaparsa, gerisi her bir kesimin sivil toplum parçaları olarak yapacakları faaliyetlere, gayretlere, fedakârlıklara kalır. Kim daha çok, düzenli, planlı, programlı, hakikat bilgisine dayalı, ayakları yere basan faaliyet gösterirse, gelecekte üstün söz sahibi de o olur.” yorum ve yaklaşımları da tam bir safsata ve saptırmacaydı. Şimdi soralım; AKP güdümündeki Devlet, eğer bu tür hak ve hürriyetleri topluma vermiyorsa, Sn. Karaman, Erdoğan iktidarını suçlayıp uyaracağına, niye hâlâ dindar halkımıza sataşıyordu? Yok eğer bu imkân ve fırsatlar gerçekten ve yeterince sağlanıyorsa, niye toplumda ciddi ve ümit verici bir düzelme yerine, tam aksine tehlikeli bir çürüme ve çözülme yaşanıyordu?
Oysa ülkemizde; inancımıza, ahlâkımıza, aklımıza ve vicdanımıza uygun Adil bir Düzen kurulmadan ve en azından bu amaçla yola çıkan bir oluşuma katılmadan, İslam’ı bütün kurum ve kurallarıyla yaşama şansı asla bulunmayacaktır. Tam aksine, Bâtıl sistem ve partiler içerisinde, insanlar giderek yamuklaşıp yozlaşacak ve o toplum hayatında İslam sadece bir aksesuara dönüşmüş olacaktır.
Bir toplumun çoğunluğunu oluşturan halkın DİNİ ile DÜZENİ çatışırsa, orada huzur kalmayacaktır. Örneğin:
DİN faizi haram sayıyor, DÜZEN serbest bırakıyor, hatta resmi ihale ve kredilerde faizli banka aracılığını mecbur tutuyorsa...
DİN zinayı büyük günah sayıyor, DÜZEN ise mubah görüyor ve önünü açıyorsa...
DİN kumarı şeytan işi sayıp yasaklıyor, ama DÜZEN Loto, Toto, Piyango, Kazı Kazan, yan yat kazan... Yüz çeşit kumarı şans kapısı diye teşvik ediyorsa... Ve bu konularda AKP ve Erdoğan iktidarları, “bu tür haramları ve yanlışlıkları düzeltmek ve ülkedeki her sınıftan herkesin hakkını gözetmek” üzere 18 yıldır tek başına iktidar olmalarına rağmen hiçbir hayırlı ve yararlı adım atmadığı halde; “zinayı suç olmaktan çıkarmak, İstanbul Sözleşmesiyle eşcinselliği meşrulaştırmak, kumarın her türlüsünü yaygınlaştırmak” gibi; hem hukuka hem akla ve ahlâka, hem de İslam'a aykırı kararlar alıyor, kanunlar çıkarıyorsa…
1- Bu durumda insanlar, ya Dinine bağlı kalacak, ama Düzenle zıtlaşacak ve devlet imkânlarından mahrum bırakılacaktır.
2- Veya düzenin, inancına aykırı fırsatlarına kapılacak ve böylece vicdani ve imani ayarları bozulacaktır.
3- Ya da; insanlar hem Dinini hem Düzeni idare etmeye kalkışacak ve sonunda münafıklık artacak ve genel ahlâk laçkalaşacaktır.
Devamını okumak için tıklayınız.