“Kemâ tekûnû, yuvelliy aleyküm” “Nasıl olursanız (her neye layık ve müstehak bulunursanız), üzerinizde öyle yöneticiler olacaktır.”[1] Hadisi Şerif'i, elbette Saadet Partilileri de kapsamaktadır.
Özümüze ayna tutmak ve ne denli duyarlı ve tutarlı olduğumuzu anlamak üzere, önce şu sorunun yanıtıyla başlayalım:
Rahmetli Erbakan Hocamızın vasiyeti, niye hala açıklanmamıştı?
Oysa bütün medya mensupları huzurunda Sn. Recai Kutan, Hoca’nın vefatından hemen sonra “birkaç gün içinde, Erbakan'ın vasiyetinin açıklanacağını”duyurmuşlardı. Peki aradan şu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen Hoca’nın vasiyeti niye bir türlü açıklanmamıştı ve neden sır gibi saklanmaktaydı? Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin ayarı ve amacı ortadaydı, peki Hoca’nın oğlu ve kızı olarak, çocukları niye bu çok önemli konuda sessiz ve tepkisiz kalmaktaydı?
Acaba!?
• Erbakan Hoca’nın vasiyetinde; hem Oğuzhan ekibinin hem Fatih Bey’lerin hoşlarına gitmeyecek ve işlerine gelmeyecek malumat ve talimatlar mı vardı? Yoksa bu yüzden, toplumdan ve camiadan gizli tutulması konusunda anlaşmışlar mıydı?
• Resmi ve fiili varisi olarak bu vasiyetin açıklanması için hukuki süreç başlatması gereken Fatih Erbakan'ın hala suskunluğunun altında ne yatmaktaydı?
• Ve hele, “Erbakan'a sadakat, Oğuzhan'a biat ve itaat!?” iddiasındaki SP yönetici kadrolarının, il ve ilçe başkanlarının ve tüm camiamızın bu konudaki vurdumduymazlığı ve nemelazımcılığı nasıl yorumlanmalıydı? Aziz Hocamızın vasiyetini merak bile etmeyen, “Birkaç gün içinde açıklayacağız” denmesine rağmen yıllar geçtiği halde gizli tutulmasına işkillenmeyen bir dava adamı, gerçek ayarını görmesi için lütfen bir hakikat aynasına baksındı!.. Dinen, hukuken, vicdanen ve ahlaken haram ve haksız olmasına rağmen, Erbakan Hocamızın vasiyetini gizleyenlere değil de, hala bu gerçekleri gündeme getirdiğimiz için bize buğz edenler, ne kahraman insanlardı!...
Evet, maalesef AKP'nin talan ve palavra politikaları geleceğimizi karartmaktaydı. Ülke her gün biraz daha çok sinsi ve tehlikeli şekilde dış odaklarca ipotek altına alınmaktaydı. Bunun tek kurtuluş çaresinin de faizli sistemi hemen terk etmek ve üretim ekonomisine geçmek olduğunu, SP kurmayları ve Cumhurbaşkanı adayı neden ısrarla gündeme taşımazlardı?
Bakara Suresi:
275- “(Farklı isim ve sistemler altında çeşitli şekillerde) Faiz (riba) yiyenler, (ve faiz ekonomisini yürütenler; dünyada ayakta duramayacak, onurlu ve huzurlu yaşayamayacak, kıyamet günü ise) ancak şeytan çarpmış (Sara nöbetine yakalanmış) olanın kalkışı gibi, (Allah’ın kahrına uğramış) olmaktan başka (bir tarzda) kalkmayacaktır. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden (faizi helal görmelerinden ve faize fetva üretmelerinden) dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmiş (dönemdeki kazancı) kendisine kalır, (bundan sonraki) işi(nin başarısı ve bereketi) de Allah'a aittir. Kim de (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. [Not: Bu ayette “Elleziy ye’külü-r riba” (Faiz yiyen kimse) denmeyip; çoğul olarak “Elleziyne ye’külune-r riba” (Faiz yiyen kimseler) buyrulması, yani ismi mevsulün, cemi müzekker salim kalıbı ile getirilmiş bulunması; asıl tehlikeli ve tahrip edici FAİZ’in ferdi riba muamelesinden ziyade bugünkü gibi bir sistem halinde ve resmi müesseseler (banka şubeleri) eliyle yürütülen cinsinin olduğuna dikkat çekmek amaçlıdır.]”
276- “Allah, faizi (faizci sistemleri ve zulüm hükümetlerini) yok edip (iflasa ve inkıraza sürükler) de, sadakaları (servet ve üretim vergisi olan zekât müessesesini ve Kur’an’a dayalı Adil bir düzeni uygulayan cemiyet ve devletlerin gücünü ve refahını ise) arttırır. Allah, (faizi mubah sayan) günahkâr kâfirlerin ve fırsatçı nankörlerin hiçbirini sevmez. (Onları hidayet ve inayetinden mahrum bırakır.)”
277- “İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve (helal kazanılan servet ve üretimlerinin) zekâtını verip (borçtan kurtulanlar var ya); şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
278- “Ey iman edenler! Allah'tan korkup sakının ve eğer (gerçekten) inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın (faizci düzenden uzaklaşıp kurtulmaya bakın).”
279- “Şayet böyle yapmazsanız, (yani faizi, faizci düzenleri ve yöneticileri bırakmazsanız) Allah'a ve Resulûne karşı savaş açtığınızı (Adil devlet ve hükümet düzeninin temellerini yıktığınızı) bilip anlayın (ve ona göre davranın). Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (Öyle ise mü’minler faizsiz düzene geçmek için çalışmalıdır.)”
280- “Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (tanıyın. Borcu) sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz (ahiret yatırımı dünya kazancından daha yararlı ve kalıcıdır).”
281- “Allah'a döneceğiniz günden sakının. (Faiz günahıyla huzura çıkmayın.) Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır.”
SP adayı Karamollaoğlu ve diğer parti sözcüleri sürekli AKP iktidarının yanlış ve haksız politikalarını gündeme taşımakta, ama tek ve gerçek çözümün ADİL DÜZEN olduğu nedense bir türlü vurgulanmamaktaydı. Sanki “biz gelirsek bu sistem içinde ülkeyi düzlüğe çıkarırız” algısı oluşturulmaktaydı. Oysa bu faizci ve Batı’yı taklitçi sistem bütün sorunların ana kaynağıydı!
Nisa Suresi:
60- “(Ey Resulûm) Sana indirilen (Kur'an'a) ve Senden önce gönderilen (Kitaplara), sözde inandıklarını öne süren (sahtekâr münafıkları) görmez misin? Ki bunlar, (hak ve adalet ölçüleriyle değil) tağutun önünde (zalim ve batıl düzenlerin kurum ve kurallarıyla) muhakeme olunmak (şeytan fikirli Yahudi ve Hristiyanların hükmü altında yaşamak) istemektedirler?! Oysa (Mü’min ve Müslüman sayılmak için) onu (tağutu ve süper güç putunu) red ve inkâr etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapıklığa sürüklemek istemektedir. [Not: Bir Müslümanın şu soruları kendisine yöneltmesi ve samimi yanıtlarına göre iman durumunu değerlendirmesi gerekir. Benim istisnasız her konudaki tercihim ve hedefim: 1- İman ve itaat mi, İtiraz ve inkâr mı? 2- İslam (Hakka teslim olmak) mı, Fırsatçılık ve isyan mı? 3- Kur’an’ın Rahmani esasları mı, Batı’nın şeytani yasaları mı? 4- Faizsiz bir nizam mı, Faizli sömürü çarkı mı? 5- İslam ülkeleri ittifakı mı, Haçlı ortaklığı mı? 6- Farz-helal kuralları mı, Haramların mübahlığı mı? 7- Hidayet aydınlığı mı, Dalalet karanlığı mı? 8- Hakk ve hayır mı, Şer ve Batıl mı? 9- Nübüvvet ve Sünnet bağlayıcılığı mı, Nefsaniyet ve şehvet bataklığı mı? 10- Ahiret ve adalet amaçlı mı, Dünya ve menfaat ağırlıklı mı? Evet, bu 10 şıktan sadece 1 tanesinde bile ikinci maddeyi tercih ve tensip edenlerin, iman ve İslam şuuru yara almaya ve hidayeti kararmaya başlamış demektir. Baskıcı ve zorlayıcı durumlarda aciz ve çaresiz fertlere ve müstazaf kesimlere ikrah-ı mülci=Ölüm ve sakatlama cinsinden ağır tehditler gibi bazı mecburiyetler bir mazeret sayılsa bile, imkân ve iktidar sahipleri için bu tür mazeretlere sığınmak geçersizdir.]”
61- “Onlara: (Nefsi ve geçersiz yorumları bırakıp) “Allah’ın indirdiği (Kur’an’ın açık ve kesin hükümlerine) ve Resulûn (bildirdiklerine ve sünnetine) gelin” denildiğinde, o münafıkların Senden süratle uzaklaşıp kaçtıklarını (ve Kur’an’ın hükümlerinden kaytardıklarını) görürsün. (Bunlar asıl itikadi münafıkların ta kendileridir.)”
62- “Öyleyse nasıl oluyor da, kendi ellerinin sundukları (kötü amellerinin ve bozuk emellerinin sebep oldukları) sonucu, onlara bir musibet isabet edince, hemen ardından Sana gelerek: "Kuşkusuz, biz iyilik yapmaktan ve arayı bulup uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik" diye Allah'a yemin etmektedirler!”
63- “(Ey Elçim) Hâlbuki Allah, bunların kalplerinde olanı bilmektedir. O halde Sen aldırma, onlardan yüz çevir, yine de kendilerine öğüt ver ve onlara nefislerini ikna edici “beliğ” (anlaşılır ve vicdanlarda iz bırakır şekilde) açık ve etkileyici söz söyle (ki bu Senin görevindir).”
64- “Biz elçilerden hiç kimseyi, ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. (Münafıklar) Onlar (isyan ve itiraz sebebiyle) kendi nefislerine zulmettiklerinde, şayet Sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulabilirlerdi.”
65- “(Ey Nebim) Hayır (onların zannettiği gibi) değil; Senin Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem kılıp, sonra Senin verdiğin hükme, (hem de) içlerinde hiçbir sıkıntı (ve gizli itiraz) duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, hakkıyla iman etmemişlerdir.”
Sn. Karamollaoğlu, Adil Düzen projelerini ve Erbakan Hocamızın ilmi ve milli çözüm önerilerini bilmiyorlar mıydı, yoksa inanmıyorlar mıydı? Fatih Portakal’ın soruları karşısında niye bocalayıp, dışarıdan borç para alarak ekonomiyi düzelteceklerini açıklamıştı? O zaman Sn. Recep Erdoğan’dan ne farkı kalacaktı?
Liderler Fox’ta (23.05.2018) programda:
Tülay Öçten: “Peki, sizin ekonomik formülünüz ne?”
Temel Karamollaoğlu: “Ha, bizim formülümüz; biz kendimiz oturup bunları bizim kendimiz araştırmamız lazım. Şimdi bak, kimsenin elinde gömü falan yok. Biz, elimizdeki imkânlarla bunu çözmek mecburiyetindeyiz. Dışarıdan alacağımız, getireceğimiz para ise, doğrudan doğruya güvene dayalıdır.”
Fatih Portakal: “Yani dışarıdan para alacaksınız anladığım kadarıyla?”
Temel Karamollaoğlu: “Elbette. Başka türlü bu meselenin üstesinden tek başına gelinmez.”
Fatih Portakal: “Var mı aklınızdan geçen ülke? Katar gibi falan…”
Temel Karamollaoğlu: “Şu anda bunları söylemenin, çok büyük bir faydası olacağı kanaatinde değilim. Ama güven olduğu takdirde, Türkiye’ye milyarlarca dolar para verebilecek olan yatırımcılar ve ülkeler olduğu kanaatindeyim.” Yani o da borç parayla ülkeyi kalkındıracakmış!..
Siyonist odakların “Erbakan’ı öldürüp gömmek yetmez, üzerine beton dökmemiz gerekir!” planları kimlere uygulatılmaktaydı?
SP’nin; 24 Haziran 2018 seçim beyannamesinde: “Adil Düzen, Faizsiz Sistem, İslam Birliği, D-8 Girişimi, Milli Görüş Prensipleri ve Hedefleri” gibi bizi farklı ve haklı kılan başlıklar nedense hiç yer almamıştı. Ve yine bu beyannamede “İsrail ve Siyonizm”kavramları hiç kullanılmamıştı. “Filistin, Suriye, Irak, Doğu Türkistan, Arakan ve Afrika” gibi dış politika konularına hiç rastlanmamıştı. Yoksa, “Erbakan’ı öldürmek yetmez, üzerine beton dökmemiz gerekir!” şeklindeki Siyonist planları böyle mi uygulanmaktaydı?
Haksız ve hayâsız bir ittifaka karşı, başka yanlış ve yararsız bir ittifaka sığınmak batıldır!
“Bir kısım (korkak ve münafık) insanlar, (sadık ve sağlam mü’minlere:) Kesinlikle (kuvvetli ve tehlikeli düşman olan) insanlar size karşı toplanıp (bir şer ittifakı kurdular.) Aman ha, onlardan korkun (ve uyuşun. Çünkü bunlarla başa çıkmanız ve başarılı olmanız imkânsızdır) dediklerinde, bu (tehdit ve teklifler sadık mü’min ve mücahitlerin) imanlarını artırıp (moral ve maneviyatlarına güç katmış) ve “Allah bize yeter. O ne güzel (ve en mükemmel) vekildir. (Biz O’nun emrinde, O da bizimle beraber olduktan sonra, O’nun izni ve iradesi dışında hiçbir güç bize zarar veremeyecektir)” diyen (ve dik duran sadıklardır).”(Al-i İmran: 173)
Rize mitinginde, çocuklarını İmam Hatip okullarına gönderen aileleri dolaylı biçimde uyarırken: “Onlar üniversite imtihanlarında başarılı olamıyor… Onlar bilim ve teknolojiye katkı sunamıyor… Onlar medeniyet yarışında geri kalıyor!”anlamında haksız, alakasız ve ahlaksız ithamlarla İmam Hatipler’e ve tabi İslami düşünceye yönelik kinlerini kusacak kadar küstahlaşanlara oy vermemizi bekleyenler aldanmaktaydı.
Malum CHP cephesindeki, kirli ve gizli toplantının bilgisini CHP Parti Meclisi Üyesi Zeki Kılıç Arslan aktarmıştı. 28.02.2018’de "Dün bir toplantı yapıldı. Kimsenin haberi olmadı" açıklamasını yapmıştı.
"CHP'li Mehmet Bekaroğlu, HDP'li Ayhan Bilgen, İyi Parti, Saadet Partisi... Hepsinin olduğu bir toplantı ayarlanmıştı. Gerekirse HDP ile de ittifak yapılacaktı!"
SP bir anda, ittifak yapılacak partiler arasında en gözde konumuna taşınmıştı. Saadet Partisi'nin lideri Temel Karamollaoğlu, baskı ortamı ve yargıyı eleştirip "Böyle bir ülke olmaz. Şimdiden ‘Gelin cumhur ittifakına katılın’ diyorlar. Ya ben deli miyim ki böyle bir mesuliyetin altına gireyim" açıklamasını yapmıştı. Sn. Temel Karamollaoğlu, Karaman’da katıldığı partisinin il başkanlığı kongresinde bunları vurgulamıştı.
Saadet Partisi'nden HDP’ye yakınlaşma tutarsızlığı
Zeytin Dalı Harekâtı başlayınca Mehmetçik’e “katliam yapmayın!” uyarısında bulunan Karamollaoğlu, HDP ile ittifaka yeşil ışık yakmıştı. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, partisinin Afitap Kültür Merkezi'nde düzenlenen genişletilmiş il başkanları toplantısında yapılacak seçimlere ilişkin değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Saadet Partisi'nin siyaset ve yönetme anlayışının farklı olduğunu belirten Karamollaoğlu, şunları aktarmıştı: "Kardeşliği hakiki manada Türkiye'de ihdas etmek durumundayız. Gererek, hakaret ederek ve aşağılayarak değil. Hep yağ gibi suyun üstünde kalmaya kalkacaksın, hiçbir hatanı görmeyeceksin. Onun için siyaset yapma anlayışımız bugünkü iktidardan farklı. İktidar, fikirlerini net bir şekilde ortaya koyamadığı için, kamplaştırarak seçime gitmek istiyor. Bizim herkesi kucaklamamız isabetli bir tavır. Biz kararlıyız, herkese elimizi uzatacağız. Yeri geldiği zaman iktidar partisiyle de tokalaşacağız, yeri geldiği zaman CHP ile de tokalaşacağız, bilmem Meral Hanım ile de tokalaşacağız, MHP'lilerle de yeri geldiğinde HDP'lilerle de tokalaşacağız." buyurmuşlardı. Ve zaten daha önce Erbakan Hoca’ya hakaretler yağdıran, PKK maşası BDP’ye hizmetkârlık yapan Altan Tan ve kardeşi SP'den aday yapılmışlardı.
Bu Altan Tan, TTAksiyon isimli youtube kanalında, 30.05.2018 tarihinde yayınlanan röportajında: Saadet Partisi’ne geliş için “yuvaya geri dönüş” diyebilir miyiz? sorusunu:“Bence Millî Görüş de geçmişten ders alarak, bugün Kürtlerin sorunlarına daha doğru bir yaklaşım çizgisine geldi. Mesela biz bugün Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyoruz ama MHP ile ittifakı 1991’de Refah Partisi kurdu. Bu çok yanlış bir ittifaktı. Onun için, şuraya dönme veya buraya dönme yerine, doğruda birleştik diyelim, daha uygun olur” diyecek ve Erbakan’ı suçlu gösterecek kadar küstahlaşmıştı ve SP yetkililerinden tıs bile çıkmamıştı.
İşte Karamollaoğlu’nun tokalaşacağı HDP’nin Edirne 4. sıra adayı eşcinsel Hasan Atik HIV/AİDS alanında hak savunuculuğu yapan bir militandı. İttifak ortağımız İYİ Parti, İstanbul 2. Bölge 6. Sıra adayı; 29 Nisan 1980 tarihinde İstanbul'da doğmuşlardı. Babası gazinolar kralı meşhur Fahrettin Aslan, annesi ise Arzu Aslan'dı. Kendisi Fransızca, İngilizce, İspanyolca olmak üzere 3 dil biliyordu. Yahudi İspanyolcası bilmesi herhalde genleriyle alakalıydı.
HÜDA PAR'lılar SP listesinde yer almış mıydı?
Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu, partisinin Kürt sorununa ilişkin çözüm önerilerini Diyarbakır’da açıklayacağını duyurmuşlardı. HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını isteyen Karamollaoğlu, HÜDA PAR’lı bazı isimlerin SP listelerinde yer alabileceğini de açıklamıştı.
“Anadilde eğitim” konusunun açıklığa kavuşturulması lazımdı!
Karamollaoğlu, kahvaltıda bir araya geldiği gazetecilere: “Anadilde eğitim meşru bir haktır. Bu hakkın verilmesinde bir mahsur yoktur” buyurmuşlardı. “Demirtaş’ın mademki aday olmasında bir engel yok, o halde tutukluluk halinin sona ermesi gerekir. İnşaallah çıkar, biz de gider geçmiş olsun deriz. Tutukluluk bir tedbirdir. Ancak siyasetçiler ve basın mensupları için uygulanmaması gereken bir tedbirdir. Temennim, Demirtaş’ın kısa zamanda tahliye edilmesidir. Bu, iktidar açısından da bir erdem olarak değerlendirilir. Bunu ümitle bekliyorum.”
Karamollaoğlu, HÜDA PAR ile ortaklığa ilişkin de, “Şu ana kadarki görüşmelerimizde gündeme gelmedi, ama istişarelerimizde gündeme gelebilir, onlara meyledenlerden isimler de listelerde yer alabilir” bilgisini aktarmıştı.
Aslı Aydıntaşbaş’a göre (08.03.2018) Saadet’in bu filmdeki rolü önceden ayarlanmıştı.
Sn. Temel Karamollaoğlu, zahiren “Ezber bozmaya çalıştığı, siyasi geçmişine rağmen karşı mahalleye empati yaptığı, demokratik ortak paydalarda buluşmayı öne çıkardığı ve de sürekli bağırmadığı” için bu senaryoya katılmıştı. Ancak tabi ki Temel Karamollaoğlu, Hayır Cephesi’nin Cumhurbaşkanı adayı falan değildi. Saadet’in bu seçimlerdeki rolü, filmlerde kısacık bir sahnede görünen ama olayların akışını değiştiren karakterlere benzemekteydi. An itibariyle bölünmüş gözüken “Hayır” cephesinin yeniden canlanmasında ve CHP tabanı ile muhafazakâr küskünler arasında bir köprü kurulmasına vesile olabilirdi. Daha da önemlisi, hâlâ toplumun geniş bir kesiminde sempati uyandıran o sihirli “Abdullah Gül” sözünün gündemde tutulmasını sağlayabilirdi. Hayır cephesinde milliyetçiler ve solcular, Kürtler ve ulusalcılar, CHP’liler ve Akşenerciler arasında denge kuran unsur olabilirdi. Tabi normal koşullarda bu oyun kurucu rol, CHP’ye düşerdi. Ancak ana muhalefet partisinin ne yaptığı belli değildi. Prensip olarak CHP, her zaman bir önceki seçimde yapması gerekeni, yanlış zamanlama ile yapan bir partiydi.”
Cumhur İttifakı kurulduktan sonra Saadet Partisi’ne ilgi ve talep artmıştı. AKP, Saadet Partisi’nin de Cumhur İttifakına katılmasından yanaydı. CHP ise Saadet Partisi’nin, Abdullah Gül’ü aday göstermesi taraftarıydı. Eski sistemde olsaydı, AKP yüzde 45 ve yukarı oyla tek başına iktidar olacaktı. Yeni sistemde ise yüzde 50 bile yetmiyor, yüzde 50'den 1 oy fazlası lazımdı. İşte bu durumun, Saadet Partisi’ni anahtar parti haline getirdiği kanaati vardı. Oysa Saadet Partisi 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 2,1 ve 1 Kasım seçimlerinde ise yüzde 1’in altında (binde 7 oy almıştı.)
Peki Erdoğan, Saadet Partisi'nin de Cumhur İttifakı içinde yer almasında neden ısrarlıydı?
Yüzde 1-2 oranında oy elbette seçimin ikinci tura kalmasında etkili olacaktı. Ancak matematik olarak böyle düşünenler, bugün önümüzdeki tabloya göre hesap yapıyorlardı. Ya 2019 Kasım’ına kadar Cumhur İttifakı, özellikle Erdoğan’la ilgili rüzgâr etkisini arttırır ve Erdoğan’ın oyları yüzde 55-60 bandını görürse muhalefet silinmeye yüz tutacaktı. İşte Sn. Erdoğan’ın Saadet Partisi ısrarı, yüzde 50+1 hesabının ötesinde bir ısrardı. 15 Temmuz hain darbe girişimi de gösterdi ki -içimizdeki Batıcılar kabul etmese de- Türkiye bir şer ittifakının saldırısı altındaydı. Şer ittifakı karşısında Çanakkale/Yenikapı ruhu ile milletimiz bir diriliş sergilemeye başlamıştı. Sıkıntı, CHP ve HDP’nin, 15 Temmuz ve Afrin Harekâtı ile ilgili milletle açıkça ters düşmeye başlamalarıydı. Bu iki partinin sergilediği duruş kesinlikle, yerli ve milli sayılamazdı.” Öyle ise mutlaka bağımsız ve Milli Görüş odaklı bir tavır ve tercih yapması gereken SP’nin CHP-HDP ve İYİ Parti safında ne işi vardı?
Ama bu hanım yazar yanılmıştı. SP lideri Temel Karamollaoğlu'na yönelik kırgın belki de planlı ve kasıtlı bir üslupla, "Darbeye tiyatro diyenlerle ittifak ettiniz. Rahmetli Hocamın yolundan çıktınız!" diyen 15 Temmuz şehidi İbrahim Yılmaz'ın eşi Esma Hanım'a, Karamollaoğlu'nun bağırması ve yanındakilerin "Kimin ajanısın sen?" diye hücuma kalkışması elbette yanlıştı ve yakışıksızdı. Ama maalesef bazı zavallı zırvacılar "az bile yapıldığı" kanaatini paylaşmışlardı. "Temel Başkan, Fatih Camii'ndeki, yeni nesil Fadime Şahin tiyatrosu'na cevap verdi." diyenler bile çıkmıştı. Oysa böylesi tutarsız tavırlar ve Sn. Karamollaoğlu’nun Sivas Madımak oteli faciasıyla ilgili “O bir katliam sayılmazdı, ölenler dumandan boğulmuşlardı!” açıklamalarının kasıtlı ve malum çevreleri Milli Görüş’e karşı kışkırtıcı bir amaçla yapıldığını bazı ahmaklar hala anlayamamışlardı.
“SİSİ”nin Saadet atağı ve Seyhan Soylu’nun Temel Bey’e şantajı!
Herkes onu “Sisi” lakabı ile tanımıştı! Tam ismi Seyhan Soylu olan ve “Sisi” lakabını kullanan bu transeksüel şahıs tanınmış isimlerin menajerliğini yapmış ve bir ara televizyonculuğa da el atmıştı.
Sisi (Seyhan Soylu) Elçilik görevlisi bir baba ve CHP kadın kolları üyesi öğretmen bir annenin üç çocuğundan biri olarak Samatya'da hayata başlamıştı. Dünyaya erkek olarak gelen Soylu kendi anlattığına göre; taa çocuk yaşından itibaren kendindeki değişikliklerin farkına varmıştı. O hep ileride kadın olacağı günlerin hayaliyle yaşamıştı ve ilk kez kadınlık hormonu almaya başladığında 13 yaşındaydı ve henüz tüyleri bile çıkmamıştı... Ergenekon davasında Nurseli İdiz ile birlikte gözaltına alınan Sisi, Semih Tufan Gülaltay’ın yandaşı olmakla suçlanmıştı. Sisi kendini milliyetçi travesti olarak tanımlamaktaydı ve kolunda bir bozkurt dövmesi vardı. Arkadaşları ise onu Asena ismiyle çağırırdı. Bir dönem MHP'den teklif aldığını ama "MHP'yi zorda bırakmamak" için kabul etmediğini anlatırdı. 12 Eylül sonrası referandum günlerinde, Amerikalı eşcinsellerin sembolü turuncu "No No" tişörtü giyen Güneş Taner'i protesto için Turgut Özal'ın önünde çırılçıplak soyunmuş ve bu nedenle içeriye alınıp on beş gün öldüresiye ıslatılmıştı.
İşte bu Sisi, 2018 Mayıs’ının ilk haftasında Saadet Partisi’ne milletvekili aday adaylığı için başvuru yapmıştı. Oysa bu ayarı ve ahlakı malum şahıs 28 Şubat postmodern darbe sürecinde hıyanet şebekesinin medya ayağına bol bol malzeme sağlamıştı. Öyle ise şimdi Refah Partisi’nin devamı olan Saadet Partisi’nde ne işi vardı? Saadet Partisi’ne altı araçlık bir konvoyla gelip kayıt yaptıran ve aracının plakasını da 06 SAADET 002 olarak ayarlayan Sisi: "İslam, insan demek olduğu için Saadet Partisi’ne üyelik adımını attım. Sayın Genel Başkan Temel Karamollaoğlu ve Saadet Partisi’nin samimi olup olmadığı, şahsımın bu başvurusuyla tescillenmiş olacaktır" diye bir açıklama yapmıştı. Bir internet sitesi bu açıklamayı “Saadet Partisi ve Temel Karamollaoğlu’na yönelik aleni bir tehdit” olarak niteleyince geçmişe doğru bir yolculuk başlamıştı. Hatırlayınız, adı captagon kaçakçılığına karışmış cahil bir sokak üçkâğıtçısı olmasına rağmen, marazlı medyanın şeyh-hoca lakaplı soytarısı Ali Kalkancı bu “yobaz” görüntüsü ile iktidardaki Refah Partisi’ni yıpratmak için öne çıkarılıp bol bol kullanılmıştı. Yanında Emire adlı bir kadın da bulunmaktaydı. Bu cahil ve şarlatan herif o süreçte tıpkı Müslüm Gündüz-Fadime Şahin ikilisinde olduğu gibi 28 Şubat’ın medya ayağında sıkça gündeme taşınmış, kepazeliğin dibi bulunarak Refahyol Hükûmeti’ni devirmeye yönelik yayınlarda başrolü oynamışlardı.
Bu Ali Kalkancı’nın ise iki enteresan müridi vardı. Bunlar Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun oğlu ve kızıydı. İşte bu, Ali Kalkancı “tarikatı”nın içine sızarak, ona ve Müslüm Gündüz’e Emire’leri, Fadime'leri bulan, bu kadınları tesettüre sokan, algıya uygun giyindirerek “kapalı ama her türlü pisliği yapan yobaz kadınlar” imajının çalışmasını ayarlayan “operasyonel şahıs” ise “SİSİ” lakaplı Seyhan Soylu olmaktaydı. Hatta 28 Şubat “başarılı” bulununca Sisi kendi operasyonel kabiliyetini teşhir etmeye başlamış, peş peşe itiraflarda bulunmuşlardı. Verdiği röportajlarda “Ben 28 Şubat’ın gizli ve millî kahramanıyım. Yaptığım hizmetler nedeniyle alnımdan öptüler. Çünkü kendime Türkiye’yi yobazların elinden kurtarma misyonu yüklemiştim” diyen SİSİ şimdi SP’den adaylık başvurusu yapmıştı! Aynı Ali Kalkancı’nın “dergâhı”na 2008’den itibaren Ergenekon sanıkları olan eski TSK mensupları; Muzaffer Tekin ile ünlü General Veli Küçük’ün de gelip gittiği ortaya çıkmıştı.
Şimdi soralım: Yoksa Sisi’nin SP’den milletvekili adaylığı acaba bir şantaj kasıtlı mıydı?
Temel Bey'in oğlunu ve kızını Ali Kalkancı’nın müridi yapan Sisi gerçekten de tehdit amaçlı: “Eğer beni aday yapmazsanız açıklarım haaa” demeye mi çalışmaktaydı? Zaten 28 Şubat’ın medya ve sivil ayağına sıra geldiğine göre Sisi dâhil pek çok kişiye dokunulmazlık zırhı lazımdı. Eğer Temel Bey iki çocuğunun Ali Kalkancı’nın “rahle-i tedrisi”nden geçmediğini söylüyor, Sisi’nin yukarıda sıraladığımız nedenlerle SP’den milletvekili olmasına itiraz ediyorsa, bu sütun kendisine açıktır. Çünkü bu bahis izaha muhtaçtır. Eğer açıklama yapmazsa “Sükût ikrardan gelir” diye anlaşılırdı.”[2]
Şimdi sadık Milli Görüşçülere sorup uyarıyoruz: Bu şahısları başımıza kimler sarmışlardı ve ne zaman bunlardan hesap sorulacaktı? Milli Görüş’ün Parti teşkilatlarında, kardeş kuruluşlarında ve Milli Gazete bürolarında kayıtlarına, fedakârlıklarına ve kahramanlıklarına hiç rastlamadığımız Temel Beyin oğlu ve kızının, Ali Kalkancı şarlatanının Ankara Şube sorumluları olması, bunların hangi damarını ve ayarını ortaya koymaktaydı?
Üstelik kendisinin ve ailesinin geçmişinde, davamız aleyhinde kullanılabilecek böylesi şaibeler bulunan kimselerin, en azından vitrinden uzak durmaları ve öne çıkarılmamaları gerekirken bunun aksinin yapılması acaba ne maksatlıydı ve nasıl yorumlanmalıydı?
Rahmetli Necmettin Erbakan Hocamıza hakaret edenlere, hürmet ve hizmet madalyası takmışlardı!
Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından organize edilen "Prof. Dr. Necmettin Erbakan Ödülleri" törenle dağıtılmıştı. Beşiktaş Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde düzenlenen törende, "Onur Ödülü" ile birlikte 6 kategoride ödüller sahiplerine aktarılmıştı. Gecede, "Medya Ödülü"ne gazeteci Ruşen Çakır, "Sanat Ödülü"ne yönetmen Semih Kaplanoğlu, "Düşünce-Edebiyat Ödülü"ne yazar Şule Yüksel Şenler, "Spor Ödülü"ne Ampute Milli Takımı, "Bilim Ödülü"ne İstanbul Teknik Üniversitesi, "Onur Ödülü"ne ise Saadet Partisi Kurucu Genel Başkanı ve Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Recai Kutan layık bulunmuşlardı. Törene, Saadet Partisi İl Başkanı Abdullah Sevim, eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, Ahmet Özal, Dünya Ehli Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun, Prof. Dr. Cihangir İslam, eski Milletvekili Emin Şirin ile gazeteciler Fehmi Koru, Nevzat Çiçek, Uğur Dündar ve Levent Gültekin de katılmıştı. Bu arada, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, törene giriş ve çıkışı sırasında kendisini bekleyen basın mensuplarından soru almamıştı.
Levent Gültekin’in hâlâ Erbakan gıcıklığı ve iftira kancıklığı!
Levent Gültekin’in “Cemaatı düşman gören İslamcılara” (a acikcenk 24.07.2016) başlıklı yazısında, şimdi FETÖ cemaatine küfürler yağdıran AKP yandaşlarının bir zamanlar Fetullah Gülen’e yağcılık için nasıl çırpındıklarını bahane edip hiç alakası yokken Rahmetli Erbakan’a sataşması nasıl bozuk bir karakter taşıdığını ve hangi şeytani odaklara yaranmak için şarlatanlık yaptığını ortaya koymaktaydı.
Hiç utanmadan: “Erbakan 35 milyon doları ne yapmıştı? Mesela, Erbakan’a bakalım: Bosna savaşı yıllarında ‘Erbakan’ın Bosna için toplanan paraları faize yatırdığı ve o paraların battığı’ söylendi. Erbakan’a gönül vermiş hiç kimse, gece gündüz faiz belasından bahseden Erbakan’ın böyle bir şey yapacağına ihtimal vermedi. Sonra ortaya çıktı ki Erbakan, Bosna için toplanan 35 milyon doları Kent Bank’ın yurt dışındaki offshore hesabına yatırmış. Kent Bank batınca o paralar da batmıştı. Bunun belgeleri ortaya çıkmasına rağmen Erbakan’a gönül vermiş hiç kimse ‘Bir dakika bu nasıl olur? Faiz haram değil mi? Bu paraların ne işi var faizde’ demedi. Erbakan’a mesafe koymadı” diyen Levent Gültekin gerçekleri çarpıtmakta ve Erbakan’a açıkça ve küstahça iftira atmaktaydı.
Çünkü Erbakan Bosna Savaşında yüz milyonlarca dolara mal olan tank tamir fabrikaları, füze ve roket fabrikaları, askeri mühimmat ve teçhizat fabrikaları kurdurarak ve beş yıl boyunca Boşnak Müslümanların her türlü ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alarak ayakta kalmalarını sağlamış, bunu hazmedemeyen Siyonist ve Haçlı merkezler ve yerli işbirlikçi çevreler “Bosna parası” gibi yalan isnat ve iftiralarla Hocayı karalamaya çalışmışlardı. Milli Çözüm dergimizde bu gerçekler belgeleriyle yazılmıştı. Ve zaten hem Fetullahçıların hem AKP iktidarının hem de bunların arkasındaki Siyonist odakların asıl korkuları ve kurtulmaya çalıştıkları tek zatın Erbakan olduğunu Yahudi kodamanlar bile itiraf edip dururken, Levent Gültekin gibi zavallı ayarsızların bu zırvaları kendi iç dünyalarını yansıtmaktaydı, böylece bozuk fıtratlarını kusmaktalardı.
“Bazı doğruları, yanlış amaçları için istismar kasıtlı hatırlattığı ve Erbakan’la ilgili yalanlarına kılıf sarmaya uğraştığı” sırıtsa da bu şahsın aşağıdaki tespitleri maalesef haklıydı:
“Farkında mısınız? Yaşadığımız felaket bize bir kere daha gösterdi ki her görüşten insanın kötüsü de var iyisi de. Her görüşten insanın işini iyi yapanı da var kötü yapanı da. Bunu görün ve kabul edin artık. Liyakat sahibi öyle Aleviler var ki binlerce ‘dindar’a değişmezsiniz. Liyakati üstün öyle Atatürkçüler, solcular var ki binlerce ‘dindar’a değişmezsiniz. Eğer bundan sonraki politikalarınızda bu yaklaşıma riayet etmezseniz, benzer felaketlerden kurtulamayacağız. Bırakın kimin hangi ibadeti yaptığını, neye inandığını veyahut inanmadığını. İnsanların hangi mezhepten, hangi görüşten olduğuyla değil, iyi insan mı, değil mi, veyahut liyakat sahibi mi, değil mi, buna göre bir yaklaşım geliştirin. Diğer türlü topluma, ülkeye; ‘Fetullah Gülen’in haşhaşını değil, bizim haşhaşımızı alın’ demiş oluyorsunuz. Bunun farkındasınız değil mi?”
Zeki Ceyhan’ın, Milli Gazete’deki “Saadet Partisi izlediği politikalar ile Rahmetli Erbakan Hocamızın “kemiklerini sızlatıyormuş!” Kim söylüyor bunu? AKP sözcüleri söylüyor! O zaman ciddiye almanın hiç gereği yok. Ama yine de kendilerine birkaç hatırlatma yapmak gerek. Önce kim bu lafları edenler? İsterseniz kendilerini biraz daha yakından tanıyalım. Bu lafları Erbakan Hocamızın adı anıldığı zaman, utançlarından başlarını yerden kaldırmamaları gerekenler söylüyor. Bu lafları, bu dünyada rahmetli Erbakan Hocamıza hayatı zehir edenler söylüyor. Bu lafları, kulaklarına fısıldanan makam aşkına sırtlarındaki Milli Görüş gömleğini çıkartıp atanlar söylüyor. Bu söylediklerine gülüp geçeceğiz geçmesine de, bizi kendi politikalarına Rahmetli Erbakan Hocamızı alet etmeye çalışmaları üzüyor. Rahmetli Erbakan, sağlığında onların attığı hangi adımı destekledi ki, şimdi kurdukları ittifaka destek versin!?” (5 Mart 2018) tespitleri haklıydı.
Ama “Elbette Erbakan Cumhur İttifakı’na karşı çıkacak ve onların kurdukları plana karşı arayış içine girecekti. Diğer partileri bir araya getirerek kurulan bu plana karşı harekete geçecekti. Yani, bugün yapılanların benzerini yapacaktı. Temel Karamollaoğlu’nun liderliğindeki Saadet Partisi de Milli Görüş’ün yegâne temsilcisi olarak üzerine düşeni yapıyor. Yani Rahmetli Erbakan Hocamız hangi adımları atacaksa onları atıyor ve O’nun izinden yürümeye devam ediyor!” iddiaları asılsızdı, alakasızdı ve istismar amaçlıydı, zira Erbakan Hocamız olsaydı kesinlikle bu kumpasa katılmaz, bağımsız ve saygın bir tavırla, Milli Görüş esaslarını ve Adil Düzen programlarını anlatmak üzere ortaya çıkar, iki batıldan birini tercih etme zilletine asla katlanmazdı.
Erbakan Hocamızın; Siyonist İsrail'i, ABD ve AB’yi hizaya sokacak ve yaklaşan tarihi hesaplaşmada bize zafer kazandıracak, teknoloji harikası savunma silahlarının hazırlanması ve altyapısı konusunu, Sn. Karamollaoğlu, SP kurmayları ve Milli Gazete yazarları, niye hiç ağızlarına almazlardı, inanıyorlar mıydı, yoksa istemiyorlar mıydı?
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ilk teslimatının 21 Haziran'da yapılacağı açıklanan F-35 savaş uçaklarıyla ilgili can sıkan bir gelişme yaşanmıştı. Türkiye'nin ortak olduğu projede, söz konusu uçakları vermemek için ABD bir kez daha yan çizmeye başlamıştı. Dış İlişkiler Komitesi üyesi Demokrat David Cicilliene, geçen yıl yaptığı F-35 satışının bloke edilmesine yönelik çabasını yenilerken, bu girişime Cumhuriyetçi Ted Yoho, Gus Lirakis ve Robert Aderholt ile Demokrat John Sarbanes, Frank Pallone ve Jim McGovern destek çıkmışlardı.Tasarı, Başkan Trump’tan; Türkiye’nin NATO’nun ortak çalışabilirliğine hasar vermediğine, NATO’ya ait unsurları düşman aktörlere ifşa etmediğine, NATO ülkelerinin güvenliğini riske etmediğine dair güvence vermesini, aksi halde F-35 satışının bloke edilmesini amaçlamıştı. Bu tasarıyla, Rusya’dan S-400 füze sistemi alan Türkiye’ye baskı yapılacaktı.
Türk savunma şirketleri de, bu projede önemli rol oynamaktaydı!
Tek pilot ve tek motorlu, beşinci nesil JSF/F-35 müşterek taarruz uçağı, hava-yer taarruz, keşif, taktik ve savunma gibi çok maksatlı görevleri, düşük görünürlük özelliğiyle gerçekleştirebilen avcı savaş uçağı olarak tanınmaktaydı. Bu uçakların, konvansiyonel (yatay) iniş kalkış yapabilen, kısa kalkış-dikine iniş yapabilen ve uçak gemisine inebilen (F-35C / CV) olmak üzere, üç versiyonda üretimi planlanmıştı. Programda, Türkiye'nin yanı sıra ABD, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka, diğer katılımcı ülkeler olarak yer almışlardı. Türkiye'nin, Müşterek Taarruz Programı olarak da bilinen F-35 projesinin ana yüklenicisi savunma devi Lockheed Martin'le işbirliği, F-16 savaş uçaklarının alındığı 1990'lara dayanmaktaydı. Türk firmaları, sistem geliştirme ve tatbikat alanında F-35 projesi kapsamında da Lockheed Martin ile iş birliğine hala katılmaktaydı.
Türkiye’ye bir türlü verilmeyen F-35 uçağını, İsrail yıllardır kullanmaktaydı!
İsrail gazetesi Haaretz'de yer alan habere göre, İsrail'in bu ay başında Suriye'deki hedefleri "hayalet uçak" F-35'lerle vurduğu itirafı İsrailli komutan Amikam Norkin yapmıştı. İsrailli General Amikam Norkin, İsrail'in F-35 savaş uçaklarıyla Suriye'ye 100'den fazla havadan yere füze fırlattığını açıklamıştı. İsrailli General Norkin, "İsrail'e ait F-35 savaş uçakları Ortadoğu'da her noktaya uçmaktadır ve biz bu uçakları şimdiye kadar iki farklı cephede kullandık" itirafında bulunmuşlardı. İsrail, 2015 yılında Türkiye'nin de proje ortağı olduğu 14 adet F-35 Stealth "hayalet uçak" için, ABD'yle anlaşmaya varmış ve istediklerini almıştı.
Milli silah için müthiş bir buluşa imza atılmıştı. Savunma sanayine büyük katkı sağlayacaktı!
Balıkesir’in Edremit ilçesinde Balıkesir Üniversitesi Edremit Meslek Yüksek Okulu ile Faruk Durukan’a ait AR-GE firması ortak çalışma yapmışlar ve plastik ile bor madenini birleştirerek çelik kadar mukavemeti olan bir materyal üretmeyi başarmışlardı. Bu yeni gelişme savunma sanayine büyük katkı sağlayacaktı. Plastik, polimer malzemelerin dayanıklılığını artırma ve özgün ağırlığı hafif ama dayanıklı bir malzeme ihtiyacını karşılamak için başlatılan çalışmaya, Balıkesir Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Recep Koç ile Edremit’te bulunan AR-GE Firması sahibi Faruk Durukan imza atmıştı. Testler sonrası plastik, polimer malzeme ile borun saflaştırılmasından elde edilen Sodyum Pentaborat’ın birleştirilmesi ile ortaya çıkan yeni ürün çelik kadar sağlam çıkmıştı. Geliştirilen polimer plastik ürün hafifliği ve dayanıklılığı ile özellikle milli silah, otomobil ve havacılık sanayisi için önemli bir ham madde olarak kullanılacaktı. Çalışmalar hakkında bilgi veren Yrd. Doç. Dr. Recep Koç’un: “Burada plastiğin içerisine Sodyum Pentaborat’ın farklı katkı oranları ile katılmak suretiyle mekanik özelliği incelenmesi çalışmamız esas alındı. Bunların içerisine farklı oranlarda kattığımız zaman bunun aşınmasını, sürtünme özelliklerini en az iki üç kat iyileştirdiğini anladık. Bunu gerçek sanayi ortamında da makaralarda, makine ekipmanlarında test edip başarılı sonuçlara ulaştık. Gayet faydalı bir ürün olarak ortaya çıktı” sözleri umutlandırıcıydı!
Bu tür yerli ve Milli atılımları ve talihli başarıları hemen sahiplenip Erbakan Hoca’nın tarihi projelerini hatırlatması gerekenlerin bu suskunluklarının altında ne yatmaktaydı?
Siyonist kuruluş AIPAC, ABD'nin elçiliğini Kudüs'e taşımasının ardından hazırlıklarını yoğunlaştırmışlardı. Olası bir ambargo veya eyleme karşı ABD yönetimine akıl vermeye başlamıştı.
ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşımasının ardından Siyonist kuruluş AIPAC, harekete geçti. İşgalci İsrail’e karşı uluslararası arenada uygulanabilecek eylem ve ambargo ile ilgili yayımladığı bildiriyle ABD yönetimine akıl veren AIPAC, gelecek tehditlere karşın ekonomik ve savunma alanlarında Siyonist çeteye destek verilmesi gerektiğini hatırlatmıştı. Öte yandan bildiride, Doğu Kudüs ile ilgili de, “Doğu Kudüs Yahudi mahallesidir” ifadesini kullanmıştı. ABD’de bulunan Yahudiler tarafından kurulan AIPAC, İsrail ile ABD arasında ilişkilerin güçlendirilmesi için çalışmaktaydı. AIPAC, terör devleti İsrail’in dünya üzerindeki meşruiyetini arttırmayı amaçlamıştı.
ABD’li Siyonist kuruluş AIPAC, işgalci İsrail için kolları sıvamış ve terörün hamisi ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasının ardından AIPAC, İsrail’e yönelik gelecek tepkilere ve ambargolara karşı atak başlatmıştı. AIPAC’ın yayımladığı önlem bildirisinde, İsrail’e karşı herhangi bir kriz ve ambargo döneminde ABD’nin ne tür bir destek vermesi gerektiği konusunda öneriler sunulmaktaydı. Yayımlanan bildiride, ABD senatosunda İsrail’e yönelik çalışmaların artırılması gerektiği belirtilirken, bölge ülkelerinin İsrail’e destek vermesi gereği vurgulanmıştı.
Siyonist AIPAC telaşı: İsrail güçlü kalmalıymış!
AIPAC, ABD’nin yeni stratejisini devreye koymaya başlamıştı. ‘İsrail’in kararsızlıktan dolayı ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğu’ belirterek başlayan bildirisinde, gelecek tehditlere karşı ABD’nin İsrail’e daha fazla harcama yapması gerektiği hatırlatılmıştı. ABD’nin savunma sanayisinde İsrail’e diğer ülkelerden çok destek verilmesi gerektiği belirtilen bildiride, şu ifadeler yer almıştı: “ABD güvenlik yardımı İsrail için hayati önem taşımaktadır. İsrail’in güçlü kalması gerekiyor. İsrail’in, kendisini, kendi savunması gerekiyor.”
ABD, Ortadoğu’daki çıkarları için İsrail’e destek çıkmalıymış!
ABD’nin Ortadoğu’da rahat hareket etmesi için İsrail’e önem vermesi gerektiği belirtilen bildiride, Ortadoğu’nun tek demokrat ülkesinin İsrail olduğu savunulmaktaydı. ABD’nin ulusal çıkarları için İsrail’e önem vermesi gerektiğinin altı çizilen bildiride, “İstihbaratta işbirliği, yurt güvenliği, füze savunma, terörle mücadele ve teknoloji alanında yardımcı olunmalıdır. İsrail’e ABD’nin güvenlik yardımı en çok Amerikan desteğinin somut tezahürü ve Yahudi devleti için olmalıdır” ifadeleri yer almıştı.
Arap Birliği toplantısıyla ilgili “Kamuoyunun bilmediği olumlu gelişmeler yaşanıyor!” diyen Natenyahu’nun ağzındaki bakla çıkmıştı!
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Arap Birliği’nin ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması ve sonrasında yaşanan olayları görüşmek üzere Mısır’ın başkenti Kahire’de dışişleri bakanları düzeyinde olağanüstü toplanmasıyla eşzamanlı olarak, “İsmailoğulları” olarak nitelediği Araplarla olan ilişkilerinde “kamuoyunun bilmediği” olumlu gelişmeler yaşandığını açıklamıştı. İsrail’in Haaretz Gazetesi’ne göre Kudüs’teki ofisinde İncil’i inceleme oturumu düzenleyen Başbakan Netanyahu,“İsmailoğullarının (Kudüs’ü) konuşmak üzere toplanmasını memnuniyetle karşılıyorum. Bu bizim için önemli bir mevzudur. İsmailoğullarının sebep olduğu bazı sorunlara rağmen, kamuoyunun bilmediği bazı olumlu gelişmeler yaşanıyor” diyerek herkesi şaşırtmıştı.
Netanyahu hükümetinin, bu olumlu gelişmelerle yakından ilgilendiğine işaret ederek,“İsmailoğullarıyla ilgili olumsuz durumlarla uğraşsak da aynı zamanda kendileriyle yaşanan olumlu durum ile de ilgileniyoruz.” ifadelerini kullanmıştı. Haaretz gazetesi haberinde, adını zikretmediği bazı diplomatik kaynakların “İsrail’in bölgedeki bazı Arap ülkeleri ile ilişkileri gelişme kaydederek devam ediyor. İsrail Başbakanı Netanyahu da bununla gurur duyuyor.” ifadelerine yer ayırmıştı. Ayrıca aynı kaynaklara göre, Netanyahu’nun “olumlu” olarak ifade ettiği durumun, İsrail’in başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Körfez ülkeleriyle olan ilişkiler ve bu ilişkilerin gelişim süreci olduğu vurgulanmıştı.
Mısır ve Ürdün’ün dışındaki Arap ülkeleri ile İsrail arasında diplomatik ilişki kurulmamıştı. Suudi Arabistan, 2018 Mart ayında diplomatik ilişkisi bulunmayan İsrail’e hava sahasını açmıştı. Uzmanlar, söz konusu adımın İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmanın bariz bir örneği olduğu değerlendirmesinde bulunmuşlardı. Yine Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın da 2018 Nisan ayında The Atlantic Dergisinde; “İsrail’in kendi topraklarına sahip olma hakkı olduğu” yönünde çıkan açıklamaları, İsrail ile yakınlaşma olarak yorumlanmıştı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da daha önce yaptığı bir açıklamada, “Ilımlı Arap ülkeleri ile ilişkilerimizde yaşanan gelişme benzeri görülmemiş bir durumda.” demekten sakınmamıştı.
[1] Beyhaki, Şuabül İmam, C. VI. Sh:22
[2] http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/602188.aspx