Bu haftaki sohbetimiz; yılgınlığı ve yorgunluğu aşanların, yani sağlam ve sarsılmaz bir inançla kutlu hedeflerine kilitlenmiş olanların, dünyayı ve çağları nasıl değiştirmeyi başardıkları konusunda olacaktır. Sultan Fatih’in; “Ya İstanbul beni alır, ya da ben İstanbul’u alırım!” sözleri bu kararlılığın yansımasıdır. Erbakan Hocamız, “Cuma namazı hutbesi, sosyal sorunlara ve sorumluluklarımıza dikkat çeken cihat uyarılarıdır. Çeşitli baskılar ve kuşkular sonucu Cuma hutbeleri gerçek amacından saptırıldığı için, haftada bir münasip gün ve gecede özel sohbetler tertipleyip, bu terk edilen farizanın kaza ve telafi edilmesi lazımdır.” buyururlardı. Çünkü bu haftalık toplantıların ve yapılan konuşmaların asıl sebebi; özel kadroların eğitilip pişmelerine yardımcı olmak, bu bozuk gidişatı ve zalim dünya nizamını değiştirip düzeltecek kahramanların çelikleşmelerini sağlamaktır.
Cenab-ı Hak’ka sonsuz şükürler olsun ki, Rabbimizin avnü inayetiyle, Aziz Hocamız Hazretlerinin himmeti bereketiyle ve Milli Çözüm Ekibi kardeşlerimizin girişim ve gayretleriyle; oldukça verimli ve feyizli geçen 3 günlük Konya kampımızı ve ardından halka açık tarihi konferansımızı huzurla ve başarıyla tamamlayarak, evlerimize ve görev yerlerimize dönmüş bulunmaktayız. Milli Çözüm bünyesindeki her bir kardeşimiz, bir mü’mine yakışan ve bir cihat ehline gerekli olan pek çok yüksek meziyet ve faziletleri üzerinde taşımaktadır. Farklı il ve ilçelerdeki değerli ekiplerimiz ise, bu tarihi ve talihli hizmetlerin yürütülmesinde birbirini tamamlayan ayrı ayrı hizmet ve mesuliyetler kuşanmışlardır. İşte Konya Milli Çözüm gayretlisi kardeşlerimiz de; kamp ve konferans organizelerinde, toplumun farklı kesimlerinde ihtiyaç hissedilen ve gündeme getirilen konuların ve soruların yanıtlanması için dergimizde gündeme getirilmesinde, bu imani ve insani hizmetlerin yürütülmesi için kaynak ve kolaylık temininde, oldukça samimi ve özverili çalışmalar yürüten fedakâr ve cefakâr dava dostlarımız olarak öne çıkmaktadır. Hepsine ve her birinize tebrik ve teşekkürlerimi sunarım.
Kardeşlerim, “(Sorumlu ve şuurlu bir irtibat ve intizam içindeki) Müslüman (gruplar) tek bir vücudun (ayrı, ama birbirine bağlı ve ihtiyaçlı) parçaları gibidirler.” Hadis-i Şerifinde buyrulan ve uyarılan konumda olmak zorundayız.
Öyle ya; bir insan kendi yüzünün güzelliğini, kendi gözünün keskinliğini, kendi belinin ve bileğinin kuvvetini ve kendi beyninin zekâvetini kıskanır mı? Veya kendi gözünü çıkarmaya, kendi dilini ve elini koparmaya çalışır mı? Veya vücudunun herhangi bir organını küçümseyip atmaya kalkışır mı? Çünkü bir tırnak parmakları, parmaklar ayakları, ayaklar vücutları ve vücutlar da başları taşımakta ve hepsinin dayanışması ve katkı sağlaması sonucu hayatımızı kolaylaştırmaktadır. Öyle ise tırnağını basit görüp hor bakanın ayakları sıkıntıya uğrayacak, sonunda diğer vücut organları ve tabi beş duyumuzu barındıran başımız, işlerini tam ve doğru yapamaz olacaktır. Bu nedenle bütün ekibimizin, diğer kardeşlerimize kendi vücudunun bir parçası gibi bakması lazımdır. Bunun aksine; fırsatçılık, fesatçılık ve faydacılık, sadıkların değil münafıkların tavrıdır.
Bu arada bazı kardeşlerimizin, beşer icabı kabaran nefsi duyguları ve dünyevi hesapları için, ekibimizin ve diğer mü’minlerin haklarına tecavüz etmeleri ve hakarete yeltenmeleri durumunda da; hem yanlış ve yakışıksız davrananın, hem de haksızlığa uğrayanın, İslamca ve insafla davranması lazımdır. Haksızlık ve hakaret eden kişi hemen özür beyanında bulunmalı, ciddi ve samimi bir pişmanlık duymalı ve artık hiç kimseye karşı böyle tutarsız ve duyarsız davranmama kararı almalıdır. Haksızlığa uğrayan ise; “Bu nefsin bir aşırılığı ve şeytanın bir tuzağıdır. İnşaallah o kardeşim hatasının farkına varacak ve pişmanlıkla olgunlaşacaktır!” diyerek kardeşini hoşgörüyle karşılamalı, kin tutup küs kalmamalı, başımıza gelen her şeyin bir imtihan ve takdir programı icabı olduğunu hatırlatıp teselli bulmalıdır. Böyle olunca her iki taraf da, bundan kârlı çıkacak, Hz. Peygamberimizin “sonunda tevbe edilen ve ciddi nedamet gösterilip hayra yönelinen günahları işleten şeytan bundan pişmanlık duyacaktır” Hadisinin hikmeti ortaya çıkacaktır.
Unutmayalım ki, bazen ani olarak ğadabına ve nefsi gururuna aldanarak işlediği bir rezalet ve cinayet yüzünden; çok ciddi ve vicdan azabı verici bir pişmanlık ve bunların getirdiği gönülden tevbekârlıkla, sonunda gerçek hidayete ve istikamete ulaşanlar vardır. Ama bunun yanında, yaptığı ibadet ve cihada, işlediği hayır ve hasenata gururlanıp, kibir ve enaniyete kapılıp dalalete kayanlar ve şeytan gibi Allah’ın kahrına uğrayanlar da çıkmıştır. Bize düşen, insanın içinde ve nefsi isteklerinde şeytanın görünmez bir tuzağı olacağını hatırımızdan çıkarmamak, Pirimiz Abdülkadir Geylani Hz.lerinin buyurdukları gibi: “Nefse ve İblis’e karşı savaşımızda, takva zırhımızı üstümüzden hiç çıkarmamak ve Kur’an-Zikrullah kılıcımızı elimizden bırakmamaktır!”
Devamını okumak için tıklayınız.