Ocak 16 02:44

AFRİN HAREKÂTI, FIRAT’IN DOĞUSUNA KAYDIRILMAZSA YARIM KALMIŞ OLACAKTIR, HATTA AMERİKA VE PKK’YA YARAYACAKTI!

AFRİN HAREKÂTI, FIRAT’IN DOĞUSUNA KAYDIRILMAZSA YARIM KALMIŞ OLACAKTIR, HATTA AMERİKA VE PKK’YA YARAYACAKTI!

Fırat Kalkanı Operasyonu DAEŞ’e (IŞİD’e) karşıydı, düz ve engebesiz bir coğrafyada yapılmıştı. Buna rağmen 9 aylık bir süreç almıştı. O bölgede 300 köy vardı. Şimdi Afrin Zeytin Dalı Harekâtı çok dağlık ve engebeli bir alanda yapılmaktaydı. Bu bölgede yaklaşık 400 köy bulunmaktaydı ve üstelik savaştığımız YPG-PYD ve PKK’nın arkasında bizzat Amerika vardı. Üstelik IŞİD’in çoğu yabancı unsurlardı, oysa PYD-PKK’nın bölge halkından (Kürt unsurlardan) bazı taraftarları da vardı. Üstelik Afrin’in toplam nüfusu 200 bini, çevre köylerle 500 bini aşmaktaydı. Üstelik TSK, Amerika’nın Rakka’da, Rusya’nın İdlib ve civarında yaptığı her tarafı bombalayıp büyük kayıplara ve tahribatlara yol açan saldırılardan özenle sakındığı, sivil ve masum insanlara zarar vermeden hedefine yaklaştığı için işi daha zor olmaktaydı.

ABD Savunma Bakanı Mattis; “Türkiye ile Membiç’i konuşuyoruz. Bu hususta uzlaşacağımızı umuyoruz. Ama şimdilik bu ayrıntıları kamuoyuna açıklamayı uygun bulmuyoruz” sözleri bizim daha önce dile getirdiğimiz kuşkularımızı arttırmaktaydı. Öyle seziliyor ki, Afrin’deki YPG-PKK’lıların, Fırat’ın Doğusuna Membiç ve civarına geçmesine fırsat sağlanacak ve Amerika’nın 60 bin PKK’lıyı eğitip silahlandırdığı Irak’a kadar 600 km boyunca özerk bölge oluşturulacak, iktidar da “Afrin’i kurtardık, hedefimize ulaştık” palavralarıyla halkımızı oyalayıp bu geçici başarıları seçim malzemesi yapacaktı. Ama böyle bir tavır takınırsa AKP iktidarı ve Sn. Erdoğan bunun altında kalacaklardı. Çünkü bu yaklaşım 2. İsrail olacak Suriye Kürdistanı’na razı olmak ve meşruiyet kazandırma anlamını taşıyacaktı. Bazı eski diplomatların, hatta yandaş yazarların bile, “Efendim, İran tehdidine karşı Amerika’nın böyle bir Kürt tamponu oluşturması, Türkiye’nin yararınadır!” şeklindeki soysuz ve şuursuz yorumlara başlaması, bizim kuşkularımızdaki haklılığımızı ortaya koymaktaydı.

Halkımızın büyük kısmının Afrin harekâtına destek çıktığı bir ortamda, bu işi yarım bırakanlar ve ABD baskısıyla Fırat’ın doğusundaki PYD devletçiğine razı olanlar, bunun sorumluluğundan kurtulamazlardı. Oysa Kürt kökenli gençler Zeytin Dalı Harekâtı'na destek bildirisi yayınlamışlardı. İnternet sitesi üzerinden "Edi Bese-Artık Yeter" sloganıyla başlattıkları imza kampanyasıyla seslerini duyuran Kürt kökenli gençler, Afrin'deki Zeytin Dalı Harekâtı'na destek çıkmışlardı. "Edi Bese Hareketi" ile Kürt kökenli gençlerin sesini duyuran Emrah İnanç, yaptığı açıklamada, milli birlik ve bütünlüğü tehdit eden bölücü terör örgütünün en büyük mağdurunun Kürt gençleri olduğunu vurgulamıştı. "Zulme sessiz kalmak, zalimin yanında yer almaktır." şiarı ile terör örgütü ve eylemlerine karşı tepkilerinin yüz binlerce Kürt ve Türk gencinin desteğiyle devam ettiğini belirten İnanç, Türkiye'nin kardeşliği ve birliğini hedef alan eylemlere karşı daha önce de çeşitli bildiriler yayımladıklarını hatırlatmıştı. Zeytin Dalı Harekâtı'na ilişkin destek bildirilerini "www.edibese.org" adlı internet sitesinde yayımlayıp paylaşıma açtıklarını dile getiren İnanç, "Elimizdeki kalem, yüreğimizdeki iman, dilimizdeki söylem, gönlümüzdeki vatan ve bayrak aşkı ile korkmadan, usanmadan her daim hak ve doğru bildiklerimizi haykırmaya, sorunların çözümü yolunda herkesin yanlışını söylemeye devam edeceğiz" açıklamasını yapmıştı.

İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in başdanışmanı Ali Ekber Velayeti’nin bile: Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'deki askeri varlığı için "ABD, ya kendi isteğiyle buradan çıkar ya da tokatla çıkarırız" dediği bir süreçte, AKP iktidarının, Suriye ve Irak sınırlarımız boyunca Amerika ve İsrail güdümlü bir terör devletçiğine razı olması, hıyanetle eş anlamlı sayılacaktı.

İran'ın en büyük ikinci kenti Meşhet'te, Filistin İntifadasını Destek adlı konferansta konuşan Velayeti, "ABD'nin Suriye'yi bölmeye çalıştığını ancak bunu başaramayacağını" vurgulamıştı. Velayeti, "ABD, Irak'ı bölemediği gibi, Suriye'yi de bölemeyecek. Fırat'ın doğusuna yerleşen ABD, er geç buradan çıkmalı, ya kendi çıkar veya ensesine aldığı tokatla buradan çıkarırız" diyerek net bir tavır takınmıştı. ABD'nin terör örgütü DEAŞ'ı Afganistan topraklarına yerleştirmeye çalıştığını ileri süren Velayeti, "IŞİD'in Afganistan'a yerleşmesine göz yumarsak, 900 kilometrelik sınır hattımız tehlikeye girmiş olur, buna izin vermeyiz" diye çıkışmıştı.

ABD teröre desteğini arttıracaktı!

ABD’li General Votel, terör örgütü YPG’ye desteklerinin devam edeceğini açıklamış ve aralarında PKK’nın Suriye kolu YPG’nin de yer aldığı SDG’den ölen teröristleri anmıştı. Votel Türk ordusuyla “karşı karşıya” gelmemek için her gün iletişim halinde olduklarını da vurgulamıştı.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel, Washington’ın PKK’nın uzantısı terör örgütü YPG’ye destek vermeye devam edeceğini açıklamıştı. Votel Suriye ve Irak ziyaretinin ardından telekonferansla bir grup gazetecinin sorularını yanıtlarken, konuşmasına tepki çekecek bir açıklamayla başlamıştı. Aralarında PKK’nın Suriye kolu YPG’nin de yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri’nden ölen teröristleri anmıştı. Ölen SDG’lilerle ilgili “DAEŞ’le mücadelede ortaklarımızın gösterdiği inanılmaz fedakârlığın altını çizmeliyiz” ifadesini kullanmış, “Küresel toplum onlara minnettar olmalı” demekten de sakınmamıştı.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Votel: “Münbiç’ten çekilmeyeceğiz” diyerek küstahlaşmıştı!

 

ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel, ABD’nin Fırat Nehri’nin batısındaki Münbiç şehrinden çekilmeyeceğini açıklamıştı. Bölgedeki ÖSO komutanı da Münbic’te bir ABD üssü yakınlarında DEAŞ militanlarının mevzilendiğini hatırlatmıştı. ABD’den Suriye konusunda yeni bir açıklama yapılmış, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel, Türkiye sınırına yaklaşık 40 kilometre uzaklıktaki Münbiç kentinden işgalci ABD birliklerinin çekilmeyeceğini vurgulamıştı. Votel yaptığı açıklamada, ABD’nin Münbiç’ten çekilmesine ilişkin “Gözden geçirmeyi düşündüğümüz bir şey değil” deyip çıkmıştı. Aslında bu sözler, Sn. Erdoğan’ın TSK’nın Mümbiç’e gireceği ve terör devletine müsaade edilmeyeceği açıklamasına bir yanıttı.

PKK, Afrin’e de DEAŞ’lıları taşımıştı!

 

Suriye’de terör örgütleri PYD/PKK ile DEAŞ arasındaki kirli pazarlıklara yönelik yeni ayrıntılar gün yüzüne çıkmıştı. PYD/PKK’nın, gidecek yeri kalmayan DEAŞ’lılardan faydalanmak için kendilerine yeni bir hayat vaat ettiği ve bir kısım DEAŞ’lıyı Fırat Nehri’nin doğusundan Afrin’e taşıdığı anlaşılmıştı. PYD/PKK ile DEAŞ arasındaki pazarlıklara dair istihbarat çalışması yürüten Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) özel operasyonlar komutanı Cemil Karmo, PYD/PKK’nın bombalı suikastından yaralı kurtulduktan sonra, elindeki bilgileri paylaşmıştı. Karmo, PYD/PKK’nın DEAŞ’lıların kaçacak ve yaşayacak yer konusunda çaresiz kalması üzerine bu fırsatı değerlendirdiğini anlatmıştı. Karmo, iki terör örgütü arasındaki savaşın birtakım istihbarat örgütleri tarafından kurgulandığına dikkat çekerek, “PKK ile DEAŞ arasında gerçek bir savaş yoktu. Genel anlamda DEAŞ’ın geri çekilmesinden ibaret bir süreçti” diyen Karmo, “Son zamanlarda DEAŞ’ın birçok liderinin istihbarat elemanı olduğu ve bu kişilerin sıkıştıkları zamanda uçaklarla bölgeden alındığı ortaya çıktı. Belki sonradan başka ülkelerde ortaya çıkacaklar” açıklamasını yapmıştı.

Bu arada Çin, Müslüman Uygur âlimi şehit etmişti!

 

Kur’an-ı Kerim’i ve Riyazüs Salihin’i Uygur Türkçesine ilk kez çevirerek İslami mücadeleye önemli katkılarda bulunan 82 yaşındaki âlim Muhammed Salih, Çin tarafından hapishanede şehit edilmişti. Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi altındaki Uygur Özerk Bölgesi’nin (Doğu Türkistan) ileri gelen ilahiyatçılardan ve tefsircilerinden olan Muhammed Salih Hacim’den uzun süredir haber alınamamıştı. Çin yönetimi tarafından hapiste tutulan alim Muhammed Salih 24 Ocak 2018 günü şehit edildi. Naaşı teslim edilen Salih’in, cenaze töreninde ağlayanların da tutuklandığı anlaşılmıştı. Çin’de 2016 yılında Doğu Türkistan’a atanan Chen Quanguo, göreve geldiği günden beri Uygurlar arasında tanınan akademik, sanatkâr ve yazarlara tutuklama kampanyası başlatmıştı. Türkiye’de de ünlü olan Abdurrehim Heyit de bu politikanın sonucu olarak tutuklanmıştı.

Suriye’deki terör devletçiği dağıtılmadan Türkiye huzur bulamayacaktır!

Afrin’den İran sınırına kadar olan bölge maalesef ABD desteği altında silahlı PKK’nın hâkimiyetine sokulmuş durumdaydı. 1980’den bu yana, bu topraklar fiilen işgal altındaydı. PKK terörü buradan beslenip buradan saldırmaktaydı. Adı geçen yerler, zahirde, haritada Suriye toprakları olarak görünse de, gerçek farklıydı. Bu acı konuma AKP iktidarı da katkı sağlamıştı ve Komün devletini kurmuşlardı. İnsanların doğduğu yerde, yaşadıkları yerlerde mutlu olmaları, insanca yaşamaları en tabii haklarıydı. Ancak siz süper şeytanların talimatıyla kendi batıl ve barbar ideolojinizin peşinde koşar, ırkçı, faşist, komünist bir toplum oluşturmaya çabalar ve şiddeti araç olarak kullanıp insanları öldürür, farklı topluluklara eziyet ederseniz, elbette bunun altında kalacaksınız! Bugüne kadar ABD, Suriye kuzeyinde inşa etmeye çalıştığı terör devleti projesi için PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’la koordineli çalışmıştır. Alınan bilgilere göre Öcalan, 2014-2016 döneminde Çetin Arkas, Nasrullah Kuran ve Mikail Barut isimli PKK’lılar aracılığıyla Brett McGurk ve Pentagon temsilcilerine İmralı Cezaevi’nden, Suriye’nin kuzeyinde yapılması gerekenleri içeren raporlar yollamıştır.

ABD’nin talebi üzerine bu devlete ‘danışmanlık’ hizmeti veren Öcalan, gönderdiği raporlarda “Cerablus ve Azez hattı kavuşturulmalı”, “TSK’ya Afrin konusunda engel olunmalı”, “Konfederasyon ordusu kurulmalı”, “Sınır güvenlik güçleri oluşturulmalı” gibi önerilerde bulunmuşlardı. Çözüm süreci döneminde İmralı’ya nakledilen PKK’lı mahkumlar tarafından ABD’lilere iletilen konu başlıkları, 15 Ağustos 2015 tarihinde terör örgütünün yayın organı olan Özgür Gündem gazetesinde yayınlanmıştır. PKK ve DEAŞ’la kurduğu kirli ilişki ağı tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan ABD, Öcalan’ın önerilerini süreç dahilinde uygulamaya başlamıştır. Fakat Türkiye, güneyden kuşatma projesinin en önemli ayaklarından olan ‘Cerablus-Azez hattının birleştirilmesi’ planını Fırat Kalkanı Harekâtı ile boşa çıkarmıştır. PKK/PYD ve müttefiki ABD’ye ikinci büyük darbe ise Afrin’de vurulmaktadır. Teröristbaşı Öcalan’ın, Afrin’de mühimmat atölyeleri inşa edin”, “Savaş komünü yaratın” ve Türkiye ile büyük savaşa hazırlanın” talimatları yağdırdığı Afrin’e giren TSK ve ÖSO birlikleri ABD-PKK ittifakının Akdeniz hayaline şimdilik engel olmuşlardır.

İmralı’dan örgüte yolladığı mesajlarda “ABD isterse bize 6 ayda ordu kurar” diyen teröristbaşı, işgaller zinciriyle kurulmaya çalışılan terör devleti sürecini ise Fransız Devrimi’ne benzetecek kadar şımarmıştır. Pentagon ve sömürge valisi Brett McGurk’a, “Sizinle yalnızca Suriye ve Irak’ta değil tüm Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde işbirliği yapmaya hazırız” diyen Öcalan, teröristleri ise sık sık şu sözlerle uyarmıştır: “Sizi çok gevşek görüyorum, böyle devam ederseniz çok yerinizden vurulursunuz, Türkiye sizi bitirir. Bu halde Afrin’e çakılıp kalırsanız sizi adım adım kuşatan Türkiye’ye karşı savunmasız kalırsınız. Ne ile karşı karşıya olduğunuzun farkında değilsiniz...”

Sn. Erdoğan’ın Türkiye’nin sonraki hedefinin Membiç olacağını açıklaması ve ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı'nın da “Menbiç'ten çekilme düşüncelerinin olmadığını” duyurması, Türkiye ABD çatışması ihtimalini gündeme taşımıştır. Türkiye, PYD'nin Fırat'ın batısına geçmesini kırmızı çizgisi olduğunu açıklamıştır. Ancak PYD, ABD'nin desteğinde batıya taşınmış ve Membiç PYD'nin kontrolüne alınmıştır. Türkiye PYD'nin Membiç'i terk etmesi yönünde ABD'ye sürekli çağrı yapmış, ama ABD çekilme sözü vermesine rağmen buna yanaşmamış ve durumu kalıcı hale getirmeye çalışmıştır. Şimdi Membiç konusunda birçok ihtimal vardır. Bunlar; 1.Türkiye'nin Membiç'ten vazgeçmeye razı olması 2. ABD'nin geri adım atarak Membiç'ten çıkması ve Türkiye'yi PYD'yle baş başa bırakması. 3. ABD'nin isteğiyle PYD'nin Membiç'i terk edip çıkması. 4. ABD'nin PYD'yle beraber Membiç'ten çekilerek Fırat'ın doğusuna geçmeye başlaması. 5. Türkiye ve ABD'nin kararlı davranmaları sonucunda bu iki ülkenin çatışmasıdır. Oysa her iki ülke de NATO üyesi olup, sözde de olsa müttefiklik ilişkileri vardır. Ayrıca ikili ilişkiler kurmuşlardır. Yanlışlık veya kasıtlı yanlışlık dışında iki ülkenin askerinin karşılıklı çatışması NATO ittifakının çökmesine yol açacak ve dünya dengelerini sarsacaktır. Bu nedenle çatışmaya yol açmamak için çaba harcanmalıdır. Diplomasiyle bir çözüm yolu aranmalıdır” şeklindeki tavır ve tavsiyeler “Membiç’ten Irak sınırına kadar olan PYD-PKK bölgesine karışmayın ve ABD ile uzlaşın” anlamını taşımaktadır, ancak bu yaklaşım Türkiye’nin başına yeni belalar açacaktır.

Bugün Türkiye'nin Suriye üzerinden yaşadığı derin problem, aslında ABD'nin bölgede uyguladığı ve temellerini soğuk savaş öncesi yıllarda attığı "böl-parçala-yönet" siyasetinin bir uzantısıdır. 90'ların başından itibaren bu siyaset adım adım devreye sokulmuş bulunmaktadır. Önce Irak, sonra Suriye derken benzer şeyler Türkiye'de de yapılmıştır. Çıkışları 60'ların sonuna dayanan FETÖ ve PKK da bu küresel siyasetin Türkiye içindeki uzantılarıdır. Küresel sihirli bir el, onlar için her zaman ön açıcı bir rol oynamış ve güç kazanmalarını sağlamıştır. “Arap Baharı” tuzağına bodoslama dalan, AKP’nin gafleti sayesinde körüklenen Suriye iç savaşını yeni bir fırsat olarak değerlendiren ABD açık açık PKK'yı desteklemeye başlamıştır. Buraya da önce "üçüncü göz" olma ve Kobani tuzağıyla gelindiği unutulmamalıdır. Şimdi Türkiye'ye; "Türkiye, Suriye'de PYD'yi kabullensin, buna karşılık olarak da PKK Türkiye'de silahları bıraksın" teklifi dayatılmaktadır. Bunu farklı biçimlerde sunanlar da vardı. "New York Times'ın başyazısı ABD ile NATO'nun, Erdoğan'ı, çözüm sürecine dönmeye zorlamasını yazmıştı. YPG'ye verilecek 'yarı özerk bir bölgenin' Türkiye'ye 'tehdit olmayacağı güvencesi' karşılığında Suriye sınırımız boyunca bir terör devletçiğine razı olmamız dayatılmaktaydı ve maalesef hem iktidardan hem de yandaşlarından bu yönde adımlar atıldığına dair izlenimler ortaya çıkmaktaydı. Peşinen vurgulayalım ki, bu hıyanetle eş anlamlıydı!

Fırat’ın Doğusuna müdahale edilmezse, Afrin Harekâtı Amerika’nın ve PKK’nın işine yarayacaktır!

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Joseph Votel, Suriye ve Irak’ta çok önemli görevler üstlenen bir şahıstı. Kendisi, 15 Temmuz darbe kalkışmasının ardından tutuklanan FETÖ’cüler için sarf ettiği “Sahadaki müttefiklerimiz” sözüyle hatırlanmaktaydı. ABD’nin Membiç’ten çekilmeyeceğini açıklayan bu General Votel “PYD’ye müteşekkiriz”, “PYD/YPG’yi desteklemeye devam edeceğiz” demeçleriyle Ankara’ya mesaj göndermeye başlamıştı. Oysa bu sözler, ABD’li komutanın kimyasının iyice bozulduğuna yorulmalıydı. Bu General’in üst perdeden tehdit savurmasına, aba altından sopa göstermesine bakmayın, çünkü Zeytin Dalı Harekâtı’nın, ABD’nin planlarına büyük bir darbe vurduğu açıktı. General Votel’in burada komuta ettiği bütün çalışmalar, Zeytin Dalı Harekâtı’yla boşa çıkarılmıştı. İşte Amerikalı Komutanın moral bozukluğu bundan kaynaklanmaktaydı. ABD’li komutan da bu gerçeğin farkındaydı. Ve Türkiye’yi bir şekilde hâlâ durdurabileceklerini sanıyorlardı” diyen akşam yazarı haklıydı.

Ama: “Evet, ABD’nin Türkiye’yi hedef alan iki büyük projesi Ankara’nın askeri, siyasi ve diplomatik hamleleriyle çökertilerek boşa çıkarılmıştı. FETÖ’den sonra PKK/PYD projesi de ABD’nin elinde patlamıştı. Bu kadar yatırım, 5 bin TIR silah-mühimmat yardımı, bu kadar tezgâh, komplo hep boşa çıkmıştı. Terör devleti hayalini bir 50 yıl daha ertelemek zorunda kalacaklardı. PKK/PYD’yi bırakalım devlet yapmayı, meşru aktöre bile çevirmeyi başaramamışlardı. PYD’yi ne Cenevre’ye, ne Soçi’ye sokamamışlardı” tespitleri yarımdı, hatta yanlıştı. Çünkü şu anda Fırat’ın doğusundan ta Irak ve İran sınırına kadar PYD-PKK terör devletçiğini fiilen kurmuşlardı. Ve işte AKP iktidarı Afrin operasyonuyla yetinip, Fırat’ın doğusuna dokunmazsa bu Türkiye’nin değil, ABD’nin zaferi sayılacaktır.

“Türkiye’nin Afrin’deki başarısı şimdiden Batı medyasında ABD’nin acizliğini dile getiren analizlerin simgesine dönüşmeye başlamıştır. Örneğin Independent’ın Ortadoğu muhabiri P. Cockburn, ‘Afrin’in kaybedilmesi durumunda ABD’nin YPG’yi Suriye’de savunacak durumda olmadığının sinyali olacak’ diye yazmıştı. Pentagon’un Afrin’de havlu atması, Türkiye’nin elini sadece Suriye’de değil bölgesel ve küresel denklemlerde de oldukça güçlendirmiş olacaktı. Bundan sonra ABD’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır. Suriye’de ya PYD/YPG yerine meşru bir gücü desteklemeye mecbur kalacak ya da Türkiye’yle doğrudan her türlü çatışmaya girmeyi göze alacaktır. Bu anlamda ABD için artık geri sayım başlamış olacaktı.

Evet, Afrin harekâtının alenen yapılması, Türkiye’nin haftalar önce ‘geleceğiz’ demiş olması, artık baskın hareketlerin değil, planlı operasyonların başladığı anlamındadır. Türkiye mertçe, yiğitçe ve aleni olarak ‘yapacağım’ diyor, sonra yapacağım dediğini yapmaya başlamıştır. Bu durum gösteriyor ki: Bu Suriye seferi ve ardından inşaallah gerçekleşecek olan zafer, geçmişte yaşanan zaferlerin belki en kolayı ama etkisi en büyük olanıdır. Hemen şunu hatırlayalım: Afrin harekâtının başladığı günlerde Fransa’nın BM’yi acil olarak toplantıya çağırması herhalde formalite gereği yapılmıştır ve Türkiye’yi suçlayıcı bir çağrı gibi durmaktadır. Yani dünya artık o eski dünya değildir ve biraz daha uyanmıştır. Yani Amerika’nın hezimetini bekleyenler çoğalmıştır. Sermayenin borusu eskisi kadar gür çıkmamaktadır. Kim bilir, belki de “Suriye Sorunu” sayesinde Sermaye ve yandaşları da akıllanacaktır. Ergenekon, Balyoz, 15 Temmuz ve daha nice saldırılarla Türk ordusunu yıpratmak için neler yapılmıştır, ama görüyoruz ki Türk ordusu yıpranmamıştır.”[1] Bunun sırrı şurada yatmaktadır. Erbakan’ın oluşturduğu Milli yapı bozulamamıştır, halâ işbaşındadır…

Türkiye’nin Askeri Operasyonlarını Derinleştirmesi ve Genişletmesi Lazımdır!

“Türkiye’nin sahadaki askeri varlığı ve başarıları, diplomasi masasında da elini kuvvetlendirmiş olacaktır. Son dönemde Ankara’ya yönelik artan yoğun ilginin altında da bu yatmaktadır. Düne kadar yalnızlaştırılmaya çalışılan Türkiye, bugün itibarıyla sadece Doğu ve Batı bağlamında değil, Batı’nın kendi içerisinde de paylaşılamayan, işbirliği yapılmak istenilen bir ülke konumundadır. Yeni Dünya Düzeni inşa sürecindeki kilit aktör rolü; hiç kuşkusuz, başta ABD olmak üzere, Batılı ülkeler açısından Türkiye’yi kaybetmemeleri gereken bir ülke olarak ön plana çıkartmıştır. Her şeye rağmen ABD ve diğer Batılı ülkeler ve kuşkusuz NATO, Türkiye ile ortak çıkarlara ve tanıma dayalı yeni bir işbirliği yapmak ve bunu hayata geçirmek zorunda olduklarının artık farkına varmışlardır. Aksi takdirde en azından ABD küresel güç hegemonyası konusundaki iddialarını kaybetmek bir yana, Batı içerisindeki liderliği de tartışmaya başlanacaktır. Bu ise, ABD açısından ikinci bir iç savaşa gidiş ile eş değer olacaktır. Dolayısıyla ABD, YPG-PYD/PKK/SDG konusunda geri adım atmak mecburiyeti ile karşı karşıyadır. Türkiye’nin ise operasyon alanını genişletmesi ve derinleştirmesi açısından tarihi bir fırsat çıkmıştır.”[2] Yani Fırat’ın doğusuna müdahale etmezse Afrin operasyonu yarım kalmış olacaktır.

“Necdet Özel'in Genelkurmay Başkanı olduğu günlerdi. PKK/PYD, onların "Kobani" adını verdiği Ayn el-Arab'da katliama başlayıp, yerleşik nüfusu göçe zorlayıp kantonlaşmanın ilk adımlarını attığı süreçti... Necdet Özel Paşa ve beraberindeki komutanlar geleceği görmüşler, iktidara hayati bir öneri götürmüşlerdi. Sunulan teklif kısaca şöyleydi: "Bu oluşum ileride Türkiye'nin başına bela açar ve çok başımızı ağrıtır. Bölgeye kısmi bir operasyon yapalım." AKP iktidarı bunu reddetmişti. Karargâhın tüm ısrarlarına rağmen hava operasyonu yapmamıza bile müsaade edilmemişti. Sonra, malumunuz, Türk topraklarından PKK/PYD'ye yardımcı olsun diye törenlerle Ayn el-Arab'a geçirilen çapulcu sürüsü ve Barzani peşmerge güçleriydi. Ismarlanan Adana kebap ve künefeler davul zurna eşliğinde yenmiş, "Kobani'ye selam olsun" ihaneti böyle gerçekleşmişti. Aradan zaman geçmiş, Necdet Özel ve komuta heyeti operasyon istemeyen iktidara yeni bir öneri götürmüşlerdi: "Cilvegözü sınır kapımızı bir süreliğine kapatalım. Böylece PKK/PYD'nin boğazını kesmiş olalım." Karargâh, terör örgütünün Afrin ve etrafında da palazlandığını tespit etmiştir. O zamanlar ABD'nin ağır silah yardımının da henüz gündemde olmadığı günlerdi. Oysa TIR’lar içinde bölgeye sadece gıda değil silah da gönderilmekteydi. Üstelik, PKK geçen her TIR’dan komisyon alıp para geliri de elde etmekteydi. AKP iktidarı, karargâhın önerisini yine reddetmişti. Gerekçesi ise: "Ülke ekonomik darboğaza girerdi." Ve geldik bugünlere. Şerefli Türk askerinin üniformasının üzerinde ÖSO arması gerçekten sırıtmaktaydı. Fırat Kalkanı operasyonu boyunca, karargâhın ÖSO ile Mehmetçiğin bir araya getirilmemesi, ayrı tutulması için gösterdiği titizlik ve hassasiyet nerede kalmıştı. Fırat Kalkanı operasyonu boyunca, Mehmetçiği El Nusra'ya, ABD'ye, Şam güçlerine satan bazı ÖSO gruplarının yeni satışlar yapmayacağının garantisi var mıydı? ABD, yine bin dolarları bastırıp bazı kalleşleri satın alırsa ne olacaktı? soruları üzerinde de herhalde kafa yorulmuş olmalıydı. "ÖSO bizi aldattı" mazeretleri bu sefer kimseyi kurtaramazdı. Üstelik biz, Zeytin Dalı Operasyonunun gerekçesini dünyaya ne diye anlatmaya çalışıyoruz?.. "Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumak." Kalleş ABD ne yapıyordu? Unuttuk mu!.. PKK/PYD'ye bayrağını veriyor, teröristler üzerlerinde ABD askerlerinin armaları ile fotoğraf çektiriyorlardı. ABD orada devlet kuruyordu. Şimdi şu soruyu da sormak lazımdı; "ÖSO da mı orada ayrı devlet kuracaktı?" Geç kalınmış olunmasına rağmen askeri alanda kazandığımız büyük zaferi, diplomasi masasında kaybedeceğimiz günlere doğru kayılmamalıydı. Her şey kısa vadede bir seçim zaferine endeksli yapılmamalıydı.”[3] tespit ve temennilerine kulak asılmalıydı.

PYD'nin elinde Rus füzeleri yakalanmıştı. İşte TSK açıklamasındaki ayrıntı...

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında terör örgütünden ele geçirilen silahları paylaşmıştı. TSK'dan yapılan açıklamada, 30-31 Ocak 2018 tarihlerinde Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ terör örgütlerine ait ele geçirilen muhtelif tipte silah ve mühimmatın listesi şöyle açıklanmıştı: "1 adet SA-18 omuzdan atılan hava savunma füzesi, 4 adet Kalaşnikof Piyade Tüfeği, 2 adet Bixi makineli tüfek, 2 adet RPG 7 Roketatar, 4 adet RPG 7 Roketatar mühimmatı, 1 adet Keskin nişancı tüfeği, 3 adet Tabanca, 1 adet Anti tank mayını, 2 adet El bombası, 3 adet Dürbün, 2 adet El telsizi,15 adet Şarjör, Çok miktarda muhtelif çapta hafif silah mühimmatı."

Rus yapımı Hava Savunma Füzesi SA-18 PKK’nın elinde çıkmıştı: Ele geçirilen silah ve mühimmatlar arasında yer alan “SA-18 omuzdan atılan hava savunma füzesi” dikkatlerden kaçmamıştı. PKK’nın Suriye üzerinden Türkiye’ye de soktuğu belirtilen “SA-18 füzeleri” bir dönem tartışmaya yol açmıştı. Rus SA-18 füzesi, Amerikan yapımı FIM-92 Stinger sisteminin Doğu Bloğu'ndaki karşılığıydı. Mardin, Diyarbakır ve Şırnak bölgesinde PKK'nın elinde onlarca Rus yapımı SA-18 füzesi bulunduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik Reyhanlı katliamından aradığımız PKK çete elebaşısı Miraç Ural Ruslar tarafından Soçi’ye çağrılıp Türkiye ile aynı masaya oturtulmuştu. Amerika da, Rusya da PYD’ye halâ Terör Örgütü demiyordu.

Rusya ile irtibat kurulmalı, ama geleceğimiz onlara güven üzerine kurgulanmamalıydı!

Türkiye’nin 52 insanımızın hayatını kaybettiği Reyhanlı katliamından aradığı, Esad’ın kanlı çetelerinden birinin elebaşı Mihraç Ural’ı sehven Soçi’ye, Türkiye’nin garantör sıfatıyla masada oturduğu toplantıya çağırmaları, Amerika kadar Rusya’ya da güvenilmeyeceğinin kanıtıydı. İdlib’teki gözlem noktalarını tamamlamakta gecikti diye Ankara’ya tepkisinde haddi aşan Moskova, yeni gözlem noktası kuracak askeri konvoyumuzun güzergâhını güya sehven bombalamış, ardından Şii milislerle Esad güçlerinin havan topları yine yanlışlıkla(!) konvoyumuza nişan almıştı. Elbette Rusya’yla irtibatı koparmadan süreci yönetmek, Afrin dahil Suriye’deki operasyonlarımızın selameti ve başarısı için dengeleri gözetmek lazımdı. Fakat Moskova’yla irtibatı korumak için gerçeğin diğer yarısına gözümüzü kapatmamız da yanlıştı ve çok ağır sonuçlara yol açardı. Rusya da, doğal olarak ABD’yle çatışmalarımızdan sağlayabileceği azami faydayı sağlamaya, ilişkilerimizdeki kötüleşmenin etinden de sütünden de çatır çatır yararlanmaya odaklanmış durumdaydı ve bu kadarı doğal karşılanırdı. Ama onların kullandığı kadar bizim de kullanamadığımız bir ortaklıkta, biri kazanırken diğerinin kaybetmediği kazan-kazan şartlarını yakalamak imkânsızdı. Bizim terörist dediğimiz YPG’ye Moskova’nın halâ terörist demekten sakındığı, ileride bizim duyarlılıklarımızı yok sayıp YPG’yle anlaşacaklarını hesaba katarak bu ilişkileri sürdürmek lazımdı.” şeklinde saptama ve uyarılar da haklıydı.

“ABD’ye karşı bölgede güç ve taraftar kazanma”, “Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırıp yanına alma”, “ABD’nin en büyük kozu YPG’yi bir ayağı eksik bırakma”, “Bütün dünya Afrin’e odaklanmışken, güneyde muhaliflerin son kalesi İdlib’in Esad’ın eline geçmesini sağlama”, “Müttefiki Esad’ı Suriye’deki tek otorite konumuna taşıma” ve “Türkiye ile Esad’ı yeniden yakınlaştırma” Rusya’nın kazandığı avantajlardan bazılarıydı. Hal böyle olunca, ‘Zeytin Dalı’ harekâtından en üst düzeyde yararlanan Rusya’nın Türkiye’nin Menbiç’e operasyon yapmasını da desteklemesi lazımdı. Ama buna yanaşmadığı anlaşılmaktaydı. Rus diplomatlara göre “Türkiye’nin Menbiç’ten girip Irak sınırına kadar ilerlemesi” çok gerekli ve gerçekçi sayılmamaktaydı. Ama TSK’nın Özgür Suriye Ordusu ile Menbiç’e saldırması, ABD’ye Suriye’de vurulmuş en büyük darbe olacaktı. ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı telefon görüşmesinden sonra, Beyaz Saray’ın Türk ve ABD ordularının çatışması ihtimalini gündeme taşıması da Moskova’da “TSK’nın olası Menbiç operasyonunu fikir aşamasındayken engelleme girişimi” olarak yorumlanmıştı. Bakınız, Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova, yaptığı basın toplantısında Afrin operasyonunda sivillerin de öldüğü iddialarını gündeme taşımıştı. Bununla da yetinmeyip operasyonun sonuçlarından kaygı duyduklarını söyleyip, Türkiye ile YPG’yi adeta bir tutarak “tarafları” itidalli olmaya çağırmıştı. Zaharova uluslararası ajansların bu açıklamalarını bütün dünyaya servis edeceğini bilerek konuşmaktaydı. Aynı saatlerde, Rusya’nın Soçi’deki Suriye toplantısına katılan Baas heyetinde Türkiye’nin Reyhanlı’daki terör saldırısından sorumlu saydığı, terörist ilan edip kırmızı bültenle aradığı Miraç Ural’ı da başköşeye oturtması bir tesadüf sanılmasındı.

Hatta, Afrin harekâtı aleyhine Rusya ile ABD ağız birliği etmeye başlamıştı. Rus Dışişleri Sözcüsü’nün ağzını doldura doldura harekâtımız sırasında Afrin’de sivillerin vurulduklarını ve bunun, kendilerini çok kaygılandırdığını açıklaması ve tarafları itidale çağırması hem yalandı, hem de Türkiye ile PYD’yi bir tutmaktaydı. Evet, Rusya açıkça ve çaktıra çaktıra, “Taraflar” diyerek TSK ile YPG’yi aynı kefeye koymaktan sakınmamış, ikisine birden çağrı yapmıştı.

 

 


[1] resatnurierol@milligazete.com – 01.02.2018

[2] M. Seyfettin Erol – Milli Gazete

[3] 02.02.2018 – Necdet Özel’in operasyon önerisi neden reddedilmişti? – Ahmet Takan

Yorum Yaz