Birkaç sene önce Ahmet Davutoğlu ile Abdullah Gül'ün, Recep Tayyip Bey'e karşı yeni parti kuracakları haberini alınca, ağzımdan bu cümle çıkmıştı: “Akbabaların rakibi, leş kargaları olunca!..”
Biliyorsunuz, akbabalar ve leş kargaları, genellikle kaplan sırtlan gibi yırtıcıların avlarını paylaşan taşeron fırsatçılardır. Bunlar kahraman edasıyla ortaya çıksalar da, aslında küresel sömürü sırtlanı odakların maşaları konumundadır. Siyonist sömürü çarklarını ve emperyalist tuzaklarını boşa çıkaracak program ve atılımların sahibi olduğu için, 28 Şubat tezgâhıyla devre dışı bıraktıkları Erbakan’ın yerine hazırladıkları ve iktidara taşıdıkları AKP'nin karşısına, şimdi davul tozu tavrıyla Davutoğlu'nun çıktığını duyunca; “Akbabaların rakibi, leş kargaları olunca!?” demekten kendimi alamamıştım.
“Akbabalar”; Başkalarının karanlık projelerine taşeronluk yapmak ve pay kapmak… “Leş kargaları” ise; Akbabaların ganimet sofrasından hisse çalmak ve fırsatçılık yapmak anlamında deyim olarak AKP politikaları ve Davutoğlu palavraları için kullanılmıştır.
Bu Davutoğlu, Babacan ve Abdullah Gül takımı, kendilerine hava basıp sahneye süren odakların, aslında Sn. Erdoğan'ın ve AKP iktidarının karşısına daha gerçekçi ve güven verici muhalefetin çıkmasına engel olma amacı taşıdıklarını anlamayacak kadar da saftırlar. Bunlar, hastalıklara karşı direnç kazandırmak üzere vücuda zerk edilen “aşı”lar, yani zayıflatılmış mikroplar konumundadırlar.
Ve tabi, piyonların patronluk, figüranların baş aktörlük pozu takındıkları filmlerin sonu hep aynıdır.
Davutoğlu'nun şantajı, Erdoğan'ın avantajıydı!
Tam da; AKP'nin kuruluş yıldönümü kutlamaları sırasında eski Başbakan Davutoğlu da kendi alternatif programını yapmışmış… Delikanlı gibi çıkıp partisini kuramadığından “Dostlar Platformu” gibi isimler altında buluşmalar tertiplemekle uğraşan Ahmet Davutoğlu, “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa, bizi bugün eleştirenler insan içine çıkamazlar” buyurmuşlarmış… 2016 Mayıs’a kadar devlette en yetkili koltuklarda oturan, sorumluluk makamındaki bir zâtın bu lafları resmen siyasi bir şantajdır. Ve bunca yıldır yanında olduğu hâlde hâlâ anlamamış ki Erdoğan bu şantajları yutmayacaktır. Çünkü Sn. Erdoğan, dış patronlarla iç piyonların kimler olduklarının gayet farkındadır.
Zavallı yandaş yalakalar da sorup duruyorlardı: Apaçık meydan okuduğunu ve yeni bir hareket başlattığını ilan etmesine rağmen Ahmet Davutoğlu ve arkadaşları neden AKP'den istifa etmiyorlarmış? Yoksa partiden atılıp mağduriyet devşirme peşinde mi koşuyorlarmış?
Ahmet Davutoğlu o konuşmasında şunları yumurtlamıştı:
“Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa... Birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. Bizi bugün eleştirenler insan yüzüne çıkamazlar! Açık söylüyorum. Neden mi? İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman, en kritik dönemlerden biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır.”
Ahmet Davutoğlu Başbakan yapıldığında, onun stratejik derinliğine(!) ve engin birikimine(!) övgüler uydurarak yağdanlık yapanlardan birisi olan Ahmet Hakan bile; “Ahmet Davutoğlu’nun şu iki temel soruyu yanıtlaması, şart oğlu şarttır!” demeye başlamıştı.
“Soru Bir: Madem o dönem insan içine çıkılamayacak olaylar oldu? Siz o dönem ülkenin Başbakanı değil miydiniz? Niye hiç sesinizi çıkarmadınız? Niye müdahale etmediniz? Niye “hop” demediniz. Hepsini geçtim... Niye kamuoyuna dönüp de bir açıklama yapmadınız?
Soru İki: Defterlerin açılması için neyi bekliyorsunuz Sayın Davutoğlu? Yoksa, “Konuşursam yer yerinden oynar” mı demek istiyorsunuz? Sizin o defterleri açmak gibi bir sorumluluğunuz yok mu? Defterlerin açılması için ille de sizin üzerinize mi gelinmesi gerekiyor? Bu nasıl iş?”
Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Ahmet Davutoğlu'nu destekler mahiyette; “7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihleri arasında Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına atıldığını” öne sürerek, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bu sürece ilişkin yaptığı açıklamalarla neyi kastettiğini şeffaf biçimde açıklaması gerektiğini vurgulamıştı.
Yeni parti çalışmaları ile bilinen Eski Başbakan Davutoğlu’nun, Sakarya'da yaptığı tartışma başlatan açıklamalarını değerlendiren eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, “Bu açıklamalar gerçekten çok ciddi” diyerek sahip çıkmıştı. O sıcak dönemde Başbakanlık yapmış bir kişinin, bu şekilde ifadelerde bulunmasının, “meseleye ciddi yaklaşılmasını gerektirdiğine” dikkat çeken Öneş, “7 Haziran seçimleri sonucunda ortaya çıkan siyasi tabloda, CHP ile ortak hükümet kurulup kurulmaması meselesinin” tartışıldığını hatırlatmıştı.
Öneş, şu değerlendirmeyi yapmıştı:
“İktidar cephesinde, Davutoğlu tarafından yürütülen (CHP ile) ittifak meselesi önemliydi. Bu ittifakın kurulamaması, Türkiye’de birçok demokratik kesim tarafından kaçırılan bir fırsat olarak değerlendirilmişti. Ülkemiz, ondan sonra artan terör olayları ve çok ciddi eylemler ile karşı karşıya gelmişti. Bunlar; gerçekten terörü tırmandıran, Türkiye’deki demokratik gelişime engeller ortaya çıkaran ve Türkiye’nin iç ve dış politikasını etkileyen eylemlerdi. Türkiye bu süreçte, Ortadoğu politikasında farklı adımlar atmaya yönelmişti.”
Bu konuların ima ile geçiştirilmemesi lazımdır!
“Türkiye Ortadoğu bataklığına ve yakılan ateşin ortasına girmek durumunda kalmıştır. Ve iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkiler de zayıflamıştır. Sanıyorum ki bu olaylar çerçevesinde meseleye baktığımızda: Davutoğlu’nun söylemek istediklerine şeffaflık kazandırılması önem kazanmaktadır. Bunu beklemek bütün vatandaşların hakkıdır. O tarihte sorumluluğu olan bir siyasetçinin, sadece ima ile bu cümlelerini bırakmaması lazımdır. Bunları açıklaması hayati önem taşımaktadır. Böylece Türkiye kamuoyu da aydınlanmış olacaktır!” diyen E. MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in de herhâlde bildikleri vardı.
Acaba Erdoğan, Davutoğlu ve Abdullah Gül hakkında neleri deşifre edip ortaya koyacaktı?
Sn. Erdoğan, AKP'nin kuruluş yıldönümünde yeni parti kurma çalışmaları yürüten Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu'na şu mesajları vermiş: “Hafıza kayıtlarımızın içinde olanları da vakti geldiğinde milletimizle paylaşacağımızı şimdiden burada söylüyorum. Bu kayıtların içerisinde çok şeyler var. Kim kimdir, bunları milletimizin bilmesi lazım. Bilmesi lazım ki yanlış istikamette gitmesin” demişti. Bu mesajın satır aralarının iyi okunması gerekirdi. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Erdoğan’ın uzun süre kader birliği ettiği isimlerdi. Belli ki Erdoğan; bazı özel dosyaları açacak, bazı ilişkileri deşifre edecekti. Demek ki hem Davutoğlu'nun hem de Erdoğan'ın birbirleri hakkında söyleyecekleri gerçekti… Ve aynı zamanda bunlar bile bile suç işlemiş ve millete-devlete rağmen iş birliği etmişlerdi.
Fehmi Koru'nun, “Davutoğlu işte bunu yapmamalıydı... Son açıklaması iyi hazırlanmış manifestosunun etkisini sildi süpürdü…” başlıklı yazısında, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu kızdıracak sözler kaleme alması da anlamlıydı. Fehmi Koru, “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz” diyen Davutoğlu'nun derdinin kişisel bir hesaplaşma olduğunu savunarak; “Ali Babacan ve ekibinin, Davutoğlu'nun aksine ülke sorunlarına çözümler için yönetime talip olduklarını” ortaya atmıştı.
Davutoğlu'nun derdi “kişisel bir hesaplaşma” mıydı?
“Davutoğlu'nun derdinin, kişisel bir hesaplaşma amacı taşıdığı belli oluyordu. Kendisinin göreve çağrılmasını, partinin Genel Başkanlığı ile Başbakanlığın önüne sunulmasını ‘hakkı’ olarak görüyor ve bir süre sonra aniden Genel Başkanlıkla birlikte Başbakanlığın da elinden alınmasını içine sindiremiyordu. İçeriği bir tarafa, son çıkışının üslubu tam da bunu dışa vuruyordu. Oysa, Babacan ve kendisiyle birlikte hareket edenler, ülkenin karşı karşıya kaldığı sorunlara çözümler sunmak, daha iyi ve daha çağdaş bir yönetişim anlayışını siyaset alanına taşımak ve ülke yönetimine talip olmak amacını güdüyordu ve baştan itibaren bunlar vurgulanıyordu.” diyen Fehmi Koru, anlaşılan hem bazı kirli sırların deşifre olmasından endişe ediyor, hem de “Davutoğlu tükenip tıkandı, meydan Abdullah Gül'le Babacan’a kaldı!” diye kendince seviniyordu.
Devamını okumak için tıklayınız.