Şubat 17 06:39

AKP’NİN ÇÖZÜLME VE ÇÖKÜŞ SÜRECİ BAŞLAMIŞTIR!

AKP’NİN ÇÖZÜLME VE ÇÖKÜŞ SÜRECİ BAŞLAMIŞTIR!

Daha önce defalarca yazıp-konuşup hatırlatmıştık: 31 Mart 2019 tarihindeki Yerel Seçimlerde, Cumhur İttifakının (AKP ve MHP toplamının) oy oranını koruyor olması; mevcut iktidara güven duyulmasından ziyade, muhalefetin ciddi, gerçekçi ve ümit verici bir program ve politika ortaya koyamamasından kaynaklıdır. Ve işte şimdi tam da böyle bir durum yaşanmaktadır. Cumhur İttifakı (AKP ve MHP ortaklığı);

1- 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde ellerindeki bütün devlet imkânlarını sonuna kadar ve hoyratça kullanmalarına…

2- Bütün devlet kurumlarındaki elemanları ve memurları, kendi siyasi amaçları doğrultusunda hizmete koşturmalarına…

3- Başta TRT olmak üzere bütün televizyonlardan ve diğer kiralık basın-yayın organlarından, kendi reklamları ve propagandaları için yararlanmalarına…

4- Belediyelere ve devlet hizmetlerine, seçim rüşveti olan yeni işçi ve memur alımları yapmalarına…

5- Devlet parasıyla ve güdümlerindeki Vakıf-Dernek kasalarından seçim yatırımı amaçlı harcamalarda bulunmalarına…

6- Birçok yerde seçim tutanakları üzerinde oynamalar yapıldığı iddialarına…

7- Ve halkımıza; “AKP’nin kazanmaması halinde, başlarına gelecek sıkıntılı durumlarla” ilgili sürekli korku ve kuşku pompalamalarına rağmen, başta Ankara, çok önemli illeri kaybetmiş olmaları, hatta önce İstanbul’u kıl payı kotardıklarını açıklamaları, sonra zorbalık ve hilekârlıkla mazbatayı Binali Yıldırım’a verdirme çabaları gösteriyor ki, şimdi ortaya çıkan bu sonuçlar tam bir şaşkınlıktır ve artık iktidarın meşruiyeti tartışılmaya başlanacaktır. Ve zaten bu sonuçlar AKP’nin çözülme ve çöküş sürecini hızlandıracaktır.

Açıkça ve tamamen haksız bir rekabet süreciyle ve antidemokratik, hatta dolaylı despotik usullerle alınan bu sonuç, normal ve doğal şartlardaki ancak %30 karşılığıdır. Yani resmen ve hukuken değilse bile, artık fikren ve fiilen AKP iktidarı, etik ve demokratik meşruiyetini yitirmiş bulunmaktadır.

Seçim günü, Malatya’nın Pötürge Kazasında, AKP’lilerin SP’lilere saldırması sonucu, maalesef baba oğul iki vatandaşımızın pompalı tüfekle katledilmiş olmasında; Sn. Erdoğan’ın ve yandaşlarının, kendilerine muhalif gördükleri halkımızın yarısını ve ısrarla“İllet (iltihaplı hastalık), ve Zillet (bayağılık ve aşağılık) İttifakı!” diye horlayıp kışkırtmalarının ve sorumsuz bir kutuplaşma kampanyalarının da payı olduğu unutulmamalıdır.

Devlet Bahçeli’nin, aydınlatıcı itirafı!

Seçim öncesi 19 Mart 2019 Salı günü akşamı STAR TV’deki programa katılan Sn. Devlet Bahçeli, şu aydınlatıcı itiraflarda bulunmuşlardı:

“2001 yılında (D-ANA-SOL= DSP+MHP+Anavatan koalisyonunda) ve Bülent Ecevit Bey’in Başbakanlığı sırasında, ne iktidar ortaklarının ne de ilgili devlet kurumlarının öyle bir talebi olmamasına rağmen… Dış güçlerin bir planı olarak Sn. Kemal Derviş Amerika’dan getirilip Ekonominin dümenine atanmıştı… (Ve tabi sormak lazımdı: İyi de Sn. Ecevit ve Bahçeli’ye rağmen hangi güçler böyle bir atama yapmıştı, iktidar ve ortakları bostan korkulukları mıydı?) O dönemde malum ve meşhur 2001 krizi patlamıştı ve bunu atlatma çareleri aranmaktaydı. Bu süreçte Başbakanlık Konutunda; Ecevit, Kemal Derviş, Ben (Bahçeli), Mesut Yılmaz Bey, Başbakan Yardımcıları, ekonomiyle ilgili Bakanlar ve Kurum Başkanları (Merkez Bankası ve Devlet Planlama Teşkilatı) toplandık. Sn. Ecevit, Kemal Derviş’e dönerek: “Siz ne önerirsiniz, bu krizi nasıl atlatabiliriz?” şeklinde bir soru yöneltince, Kemal Derviş’in yanıtı beni şaşırtmıştı: “Artık yeni bir senaryoya ihtiyaç vardır, başka türlü ülke bu badireden kurtulamayacaktır!” Biz bunları duyunca, Türkiye siyasetine dışarıdan yeni müdahaleler ve manipülasyonlar yapılacağını anlamıştık… Zaten çok geçmeden, DSP’den kopuşlar başlamış, İsmail Cem’e yeni bir parti kurdurmuşlardı…”

İşte bu noktada Sn. Bahçeli’nin ya unuttukları veya bilerek atladıkları bir konu daha vardı…

Bu süreçte, dış güçler ve işbirlikçiler eliyle, mevcut siyasi dengeleri bozma ve yeni oluşumlara zemin hazırlama kapsamında, yani Kemal Derviş’in “Yeni Senaryolar” dediği anlamda, asıl hedef alınıp parçalanan ve AKP’nin kuruluşuna kapı açılan parti, Erbakan’ın Refah ve Fazilet Partileri olmaktaydı. Evet, Kemal Derviş’in “Yeni Senaryolar” diye hatırlattığı, Sn. Bahçeli’nin “Dış güçlerin bir projesi olarak” yorumladığı girişimlerin asıl hedefi Erbakan’dı, bu dış senaryoların meyvesi ise Sn. Erdoğan ve AKP iktidarıydı. O halde Sn. Bahçeli AKP’ye koşulsuz destek sağlamakla, şimdi bu dış proje ve senaryoların bir parçası yapıldığının farkına hâlâ nasıl varamamıştı? Yoksa AKP iktidarı ve Cumhur İttifakı, dış güçlerin kontrolünden kurtarılıp, Devletin ve Milli bir merkezin güdümüne mi alınmıştı? Üstelik AKP’nin böyle bir dış proje sonucu kurulup iktidara taşındığını, Abdurrahman Dilipak da defalarca açıklamıştı.

Sn. Bahçeli’nin şu talihli ve tarihi açıklamaları ise umutlandırıcıydı!

Sn. Devlet Bahçeli Habertürk Televizyonuna verdiği özel röportajında (22 Mart 2019) çok önemli açıklamalarda bulunmuşlardı:

“Ben artık sağ sol, şu bu gibi demode olmuş şeyler yerine, yok efendim Türkiye’deki “barıştı demokrasiydi” böyle cilalı sözler yerine, artık insanlığın refaha ulaşması ve huzurlu kalması projesini hayata geçirmemiz lazım. Çünkü insanlığın acilen huzura ihtiyacı var. Özlenen bu huzur ise, öyle yeraltı zenginliğiydi, ideolojik hedeflerdi, bunlar için şuraya buraya müdahale ile değil; Birleşmiş Milletlerin bu yönü ile yeniden yapılanması lazım. Artık insanlar huzur istiyor. Hangi ülke olursa olsun ve nereye bakarsanız bakınız bir çatışma var, katliam var. Bunları kaldırabilmek için “insanlığın huzuru” projesi diye bir proje geliştirilmesi lazım. Benim bilgim buna yeter mi bilmiyorum. Madem yetmiyor; ama yetenlerle beraber bu projeleri düşünebiliriz, olabilir mi acaba? diye fikir yürütebiliriz…” (TV izlerken aldığımız notlar ve aklımızda kalanlar bu minvaldeydi...)

Evet, ülkemizde ve yeryüzünde; Sn. Bahçeli’nin tüm insanlığı kuşatacak, özlenen barışa, huzura ve refaha kavuşturacak, ilmi, insani ve İslami bir proje zaten vardı, bize düşen bu Adil Düzen programlarına sahip çıkmaktı.

Beka sorunu”na sığınmaları anlamsızdı!

Kendileri dışında kalan halkın tamamına, yani milletimizin yarısına “illet ve zillet”diye saldırıp hakaret yağdıran Cumhur İttifakı’nın lider kadrosu, yerel seçimleri alabilmek için ortaya bir beka sorunu çıkarmışlardı! Cumhur İttifakı’nın seçimleri kaybetmesi halinde Türkiye’nin bir beka sorunu ile karşı karşıya kalacağı tezini işliyorlardı! Oysa vatandaşlar arasında yapılan kamuoyu yoklamalarında en önemli sorun olarak ekonomik sıkıntılar öne çıkarken, beka meselesine kafayı takan seçmenlerin oranı iki elin parmak sayısını bile bulmamıştı” diyenler haklıydı.

Cumhur İttifakı’nın lider kadrosu tarafından ortaya atılan bu iddiayı, ittifakın İstanbul ve İzmir adayları bile ciddiye almıyorlardı. Cumhur İttifakı’nın İstanbul adayı Binali Yıldırım, bir beka sorunu varmış gibi konuşanlara: “Bu bir yerel seçim, ölüm kalım meselesi değil!” deyip çıkmıştı. Ve yine, Cumhur İttifakı’nın İzmir adayı Nihat Zeybekci de beka meselesi ile ilgili olarak konuşurken; “vatandaşın tarafından bakıldığında, ortada böyle bir sorun görünmediğini” açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan memleketi Rize’de seçmenlerine “çay dağıttıktan” sonra Saadet Partisi’ni hedef alarak şöyle çıkışmıştı:

“Ey Saadet Partisi! Sen kimlerle kol kolasın… Rahmetli Erbakan kalksa bunlara ne derdi?”… Oysa biz rahmetli Erbakan’ın ahirete göç etmeden önce AKP ve Erdoğan hakkında neler söylediğini hiç unutmamıştık...

Erdoğan ve yandaşları, bütün suç anketçilerdeymiş gibi hırçınlaşmaktaydı!

Sn. Erdoğan, son seçimlerde anketçilerin fena çuvallamış olmalarını gerekçe gösterip, kötü sonuçları örtme çabasındaydı. Oysa AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal ise bu güvensizliği farklı bir gerekçeyle açıklamış, seçmenin günlük fikir değiştirmesinebağlamıştı. Bize göre; sonuçların asıl nedenini başka yerde aramak lazımdı. Evetanketçilerin masa başında sonuçları değiştirdikleri, gerçeği değil müşterilerinin duymak istediği sonuçları bulduracak örneklemler seçtikleri, denekleri ihtiyaca ve siparişe göre yönlendirdikleri, yanıltıcı birer manipülasyon aracına dönüştükleri iddiaları haklıydı. Ancak kamuoyu yoklamalarında öngörülemez bir topluma dönüşmemizin bütün suçunu, anketçilerin sırtına yüklemek de kolaycılık ve haksızlıktı.

 

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz