31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde Ankara, Adana, Antalya ve Mersin’le birlikte İstanbul’u da CHP’ye kaptıran Sn. Erdoğan, tam bir Cumhuri Krallık despotluğuyla ve YSK’nın baskı altına alınmasıyla, çeşitli hileler, yönlendirmeler ve gizli ihalelerle İstanbul’u yeniden kazanma hırsıyla, 23 Haziran 2019’da seçimi yeniletme kararı çıkartmışlardı. Ancak; İstanbul’u kazanma şansları çok zayıftı ve ikinci hezimet AKP’nin dağılış sürecini hızlandıracaktı. Bu nedenle hem İslamcı yandaşlarda hem masonik sağcı takımında bir telaş başlamıştı.
AKP’nin dağılacağını anlayan Abdurrahman Dilipak gibi “Yandaş”ların, Taha Akyol gibi “Yağcı”ların; paçalarını kurtarmak, “Dış Projeli” yeni oluşumlara rahat geçiş yapmak ve “Zaten ben çok uyarmıştım!” havasıyla haklılık kazanıp bilgiçlik taslamak üzere, sözde uyarı yazılarına başlamaları da tam bir sahtekârlıktı ve mide bulandırıcıydı.
Zaten YSK Başkanı Sadi Güven dahi 7 üyeye tekzip yazmak zorunda kalmıştı. Bu uyduruk gerekçeli karar üzerine, bazı Cumhur İttifakı şakşakçıları bile "İmamoğlu’nun aradığı bir gözdü, verildi iki göz" demeye başlamıştı.
Bazı hukukçular, "YSK’nın İstanbul seçimine ilişkin ‘Gerekçeli Kararı’nı iki gündür okuyoruz. Maalesef 200’üncü sayfasına kadar sadece iddialar ve yazışmalara yer verilmiş" ifadesini kullanmışlardı. Zaten Başkan Sadi Güven de ileri sürüldüğü gibi“kararların sandık kurulu üyelerine yönelik olmadığını, başvuruların 2 Mart tarihinden sonra yapılması nedeniyle alındığını” belirterek 7 üyeyi tekzip etmiş olmaktaydı.
Cumhur İttifakı'nın adayı Binali Yıldırım’ın; “Sandık Kurulu Başkanlarından bazılarının seçmene Büyükşehir oy pusulalarını vermediğini” belirttiği iddialarına atfen Sadi Güven, “Gerekçeli Kararlarında 7 üye, 31.280 sandıkta oy kullanan seçmen sayısı ile tutanaklara işlenen oy sayıları karşılaştırıldığında, 18.174 sandıkta kanunun aradığı eşitliklerin sağlanmış olduğu, buna karşın 14.410 sandıkta rakamsal olarak bazı tutarsızlıkların bulunduğu” vurgulanmıştı. Ancak, bir sonraki paragrafta bu rakam 12 bin 410 olarak yazılmıştı!? Aslında bu Gerekçeli Kararla; “bir seçim bölgesinde yeteri sayıda kamu görevlisi yoksa ne yapılacağı?” konusunda İlçe Seçim Kurullarının eli kolu bağlanmış durumdaydı. İlçe Başkanlarının da yazılarında vurguladıkları gibi “kamu görevlisi sayısı sandıkta görev yapması gerekenden az ise nasıl bir yol uygulanacaktı?”
"YSK gerekçeli kararı açıkladı da!.." başlığıyla yayımlanan yazısında Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak ise daha kısa ve anlaşılır bir metin yazılması gerektiğini belirterek; "Kararın vicdanları tatmin edeceğinden emin değilim"değerlendirmesini yapmıştı.
Dilipak: "Geciken adalet, adalet değildir. YSK bir yargı kurumudur ve toplumun bu kadar ilgisinin yüksek olduğu bir konuda açıklanan kararda geç kalınmıştır" ifadesini kullanmıştı. Dilipak; "Bakın çoğu tekrar, ‘kopyala - yapıştır’ yöntemi ile yazılmış, roman boy 600 sayfalık kitap. 30 Ramazan’da Kur’an-ı Kerim mealini bile okumuyor ki insanlar, bu ‘Gerekçeli Karar’ı okusunlar" eleştirisini yapmıştı. Dilipak "İlk düğmeyi yanlış iliklemişseniz, ötekileri size doğru geldiği gibi iliklemenizin bir faydası yok. Bana kalırsa bu iş, daha seçim günü başladı ve hâlâ domino etkisi ile yanlış süreç devam ediyor"diye uyarmıştı. "Bu evrensel bir kuraldır. Adalet ve barış yoksa, hiçbir özgürlük güven altında değil demektir. (Sandık kurulları teşkilinde) Suç varsa, kusur varsa, bunun bir cezası olması gerek. Bunun ucu da YSK ilçe, il ve merkezdeki karar vericilere kadar uzayabilir. Siyasi kişilere uzayabilir. O zaman ne yapacağız. Yapanın yanına kâr kalırsa o da sıkıntı, hesap sormaya kalkarsanız o da sıkıntılı bir konu.” diyen Abdurrahman Dilipak, Erdoğan’ın hukuku guguklaştıran Cumhuri Krallık tavrına karşı çıkmaya başlamıştı. Çünkü İstanbul’un tekrar kaybedilmesi, AKP’nin dağılışını hazırlayacaktı.
YSK, İstanbul seçimlerinin iptali ile ilgili gerekçeli kararını açıklayınca muhalefet hep bir ağızdan, “Çalma çırpma diye bir kelime yok!” diye iktidara yüklenmeye başlamıştı! İktidar sözcüleri ise gerekçede çalma sözcüğünün geçmediğini kabullenerek, “YSK kararında bizim gibi çaldılar demedi; bunu hukuk diliyle söyledi” demek durumunda kalmışlardı. Binali Yıldırım ile Süleyman Soylu konunun en hızlı müdafileri olarak medyada yerlerini almışlardı. “Bizim gibi çaldılar demediler ama bunu hukuk diliyle söylediler” açıklamasına sığınmışlardı. Aslında açıklanan gerekçeli karar, çalmanın YSK’casıydı! Gerekçeli karara kenarından köşesinden bakanlar, çalma çırpma gibi sözcük geçmediği konusunda ortaktı. Hem aralarında öyle hızlı tipler vardı ki gerekçeli kararın tamamını okuduklarını, böyle bir şeye rastlamadıklarını iddia edebiliyorlardı!
YSK’nın Gerekçeli Kararına: “Delilsiz karar!” diyen Taha Akyol, yapılan adaletsizliğe mi “AKP sonrası belirsizliğe mi” kafayı takmıştı?
YSK’nın İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin 250 sayfalık kararında her şey vardı; AKP’nin bütün itirazları var, İlçe Seçim Kurullarından gelen bütün bilgiler yer almıştı. Mesela AKP 21 bin 782 kişinin zihinsel engelli ve kısıtlı olduğunu ileri sürmüş, fakat mahkeme kayıtlarında yapılan araştırmada bu sayının 224 kişi olduğu sonucuna varılmıştı. Bunlar dahil toplam usulsüz oy sayısı 706’dan ibaret kalmıştı. İstanbul seçimleri 31 bin 186 sandıkta yapılmıştı. Bunlardan 754 sandığın başkanı kamu görevlisi, yani memurlar dışından atanmıştı. Evet, böyle bir şey vardı, fakat bu durumların seçim sonuçlarına nasıl “müessir” (etkili) olduğuna dair hiç delil ortaya konulmamıştı.
Gerekçeli Kararda: “İlçe Seçim Kurulu Başkanı olan yargıçlar tarafından 754 sandık kuruluna memur olmayan Başkan atanmış olması yüzünden seçimlerin iptal edildiği” vurgulanmıştı. Karardaki şu cümle, 250 sayfalık gerekçeli kararın tam özeti olmaktaydı: “Bu şekilde oluşan sandık kurullarının yaptıkları seçim, iş ve işlemlerine itibar edilemeyecek olması, sonuca müessir olay ve haller kapsamında değerlendirilerek, seçimin neticesine müessir görülmüştür.” (Sh. 207) Tamam, yargıçlar tarafından bazı sandıklara sivil kişiler başkan olarak atanmış ama bunlar seçim sonuçlarına nasıl müessir (etkili) olmuşlardı? Kararda bu soruya verilen cevap “etkili görülmüştür” şeklindeki bir varsayımdan ibaret kalmıştı. Nasıl etkili olduğuna dair hiç delil yazılmamıştı. Hukukta “delilsiz varsayım” asla geçerli sayılmazdı.
Karara muhalefet şerhi (karşı oy) yazan dört yargıç, “Seçimlerin Sandık Kurulu Başkanları yüzünden iptal edilemeyeceğini ve seçim sonuçlarını bunların çarpıttığına (çaldıklarına!) dair hiçbir delil olmadığını” şöyle belirtiyorlardı:
YSK başkanı Sadi Güven: “Sandık kurullarının usulsüz oluşması tam kanunsuzluk halini oluşturmaz… İBB Başkanlığı seçimine ilişkin maddi hatalar giderilip, geçersiz oyların tamamının yeniden sayılması karşısında, tek başına seçimin neticesine tesir ettiğine ilişkin seçimin iptalini gerektirir tespit olmadığından, seçimin iptaline ilişkin karara katılınamamıştır.”
Üye Kürşat Hamurcu: “Sandık Kurulu Başkanının kamu görevlisi olmadığı sandıklarda, oy kullanan seçmenin oyunun, hangi neden ve gerekçeyle geçersiz sayılması gerektiğine ilişkin itiraz eden (AKP) tarafından hiçbir somut kanıt ve belge sunulmamıştır…”
Üye Cengiz Topaktaş: “Seçmenler Anayasa gereğince kendilerine tanınan seçme hakkını kullanarak oy vermişlerdir. Seçmenlerin sandık kurulunun oluşumuna itiraz etmeleri ve sandık kurulunun nasıl oluşturulduğunu bilmeleri mümkün değildir. Seçmenler, seçme hakkını kullanarak oy vermişlerdir. Bir hata varsa, bunun sorumluluğu seçmenlere yüklenemez...”
Üye Yunus Aykın: “Seçimin iptal edilebilmesi için, kamu görevlisi olmayan Sandık Kurulu Başkanlarının her birinin, oy verme gününde yaptıkları işlemlerde yanlı davrandıkları, seçmenin iradesine etki ettikleri, Kanun ve Genelge hükümlerine aykırı işlem yaptıkları, gizli oy, açık sayım ilkesine uymayan tutum ve davranışlar sergilediklerinin somut delil ve gerekçelerle kanıtlanması gerekmektedir.”
İyi de bütün bu doğruları, Sn. Akyol hangi yanlış amaçları için ortaya koymaktaydı? Yapılan adaletsizliğe mi yoksa dağılacak olan AKP’den sonra Türkiye’de malum ve mel’un odakların kontrolü dışında, Milli ve talihli gelişmelerin yol açacağı tehlikelere(!) mi yoğunlaşmıştı.
Abdurrahman Dilipak’ın Din İstismarı ve Paçayı Kurtarma Çabası!
“Şöyle bir “yanlış anlaşılma” söz konusu: “Dilipak CHP’yi eleştirmesi gerekirken, daha çok AKP’yi eleştiriyor!” (itirazları yapılıyor). Mantık (ve mazeretleri ise) şu: “Çünkü şimdi kendi kendimizle uğraşmayı bırakıp, karşı tarafa saldırmamız gerek. CHP gelirse bütün kazanımlar kaybedilebilir.”… Peki, ben de durduğum yeri açıklamaya çalışayım: Ben her mü’min gibi iman ettim ki Allah (c.c) kitabında şöyle buyurdu: “De ki: Hak geldi bâtıl zail oldu! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” İsra: 81 ve “İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (Rad: 11) Bu ayette ne var derseniz, burada “Karanlık gider, ışık gelir” demiyor. “Işık gelirse, karanlık yok olur” diyor. Bizden istenen, başımızdakilerin değişmesinin olmazsa olmaz şartı olarak kendimizi değiştirmemizdir. Çünkü “karanlık, aydınlığın yokluğudur”. Bu anlamda “Karanlığa küfretmeyi bırakıp, kalkıp bir mum yakmamız”, kendimizi bir öz eleştiriye tabi tutarak kendimizi değiştirmemizdir. (Böylece Dilipak; AKP’nin Işık olamadığını, ülkeyi aydınlığa çıkaramadığını itiraf ediyordu...)
İşaya aleyhisselamın kavminin Calud’un zulmünden kurtulması için önce o kavmin kendini değiştirmeye karar vermesi gerekiyordu. Onlar bunun için “Peygamber soyundan mucizelerle donatılmış ya da krallar soyundan, güçlü ve yenilmez bir komutan” bekliyorlardı. Allah onlar için “kurtarıcı bir lider” değil, içlerinden “işini bilen, dürüst ve cesur” birini seçti. Halid b. Velid’in azledilip yerine kölesi Zeyd’in komutan tayin edilmesinin arkasındaki sır burada gizli. (Dilipak herhalde artık Tayyip Bey’in değiştirilmesi gerektiğine dikkat çekiyordu.) … Zafer düşmanımızın, ya da rakibimizin açığını yakalayarak değil, onların zaafında kendimize fırsat bularak değil, “Allah’ın yardımı” ile gelecektir. İşte tam da bu noktada, Allah’ın yardımının bize ulaşmasını engelleyen hallerden, işlerden, perdelerden arınmamız gerekiyor. Ben de işte asıl bunu anlatmaya çalışıyorum. Yani sizin zaferiniz için dua ediyorum!.. “İnni küntü minezzalimiyn” (Biz muhakkak, AKP olarak) zalimlerden olduk diyelim, diyorum.
Eğer güceniklik söz konusu ise onlar bilsinler ki, “Hak’kın hatırı, kim olursa olsun, halkın hatırından kıyas kabul etmeyen ölçüde muhteremdir”. Ve dahi, her zaman duam şudur ki: “Düşmanımın bile hakkına zarar vermekten, kul hakkından Allah beni/bizi muhafaza buyursun. Bir topluluğa olan öfkemiz, düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin!” Başka bir endişem yok. (YSK’dan seçimi iptal kararı çıkartılmasının adaletsizlik olduğuna vurgu yapıyor.) … Birileri sadece para kazanmak, makam sahibi olmak istiyorsa, durmasın yürüsün gitsin düşündüğü yolda. Ben sadece İlahi rızaya ulaşmayı umud ediyorum. Herkesin yapıp yapmadıklarının hesabının sorulacağı o günün hesabını düşünüyorum ve iman ediyorum ki, yaratanın bu abdi aciz kulu için de bu dünya hayatı için en doğru olanı O’nun hükmüdür. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer olabileceği gibi, şer gibi gelen şeylerde O hayır murat etmiş olabilir… Birileri; “CHP gelirse, şöyle olur-böyle olur, insanlar işinden gücünden olur” diye bir sürü endişe taşıyor. Ben diyorum ki, “Hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir”. Biz O’nun rızasını arayalım. O’nun yardımının bize ulaşmasını engelleyen söz ve işlerden uzaklaşalım ve sonucu Allah’a havale edelim. Hak şerleri hayr eyler, sen sanma ki gayr eyler, arif anı seyreyler. Durum bu. O bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle azaltarak ve artırarak imtihan edecektir. Birileri nasıl cennete gidecek? Birileri nasıl cehenneme gidecek? İşte böyle. Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var!.. Kendilerini unutup, sadece rakiplerinin ayıplarını, açıklarını, zaaflarını kollayanlar yanlış yapıyorlar... Hele onları eleştirirken, benzer yanlışlar sizde var ve onların ayıbını ararken, kendi ayıbınızı gizlemeye çalışıyorsanız, onlar da sizin ayıbınızı ortaya dökerler... Bizim önce “El emin” olmamız gerek. Sanırım bu konuda ciddi bir zafiyet söz konusu. Ehliyet ve liyakat konusu da öyle.”[1]
Devamını okumak için tıklayınız.