Basına yansıyan bilgilere göre Saadet partideki ‘ak saçlılar’ yani eski kurmaylar ikiye bölünmüş durumdaydı. Milli Görüş’ün önemli isimlerinden “Saadet Partisi GİK üyesi Oğuzhan Asiltürk’ün ‘dışarıdan’ Tayyip Erdoğan’a yarandıkları, Saadet Partisi’nin iki Genel Başkan Yardımcısı’nın oğullarının da AKP’li bakanların özel kalem müdürü gibi çalıştıkları” yazılmıştı Alınan bilgiye göre Erdoğan Oğuzhan Asiltürk’e 28 Şubat’ta kapanan Milli Gençlik vakıfların açılacağı sözünü vermişti, zira MGV üzerinde 180 kadar taşınmaz vardı. Asiltürk’ün Fatih Erbakan’la kavgasının en temel nedeninin de bu ganimet paylaşımı olduğu vurgulanmıştı.[1] Daha sonra Eski Milli Gençlik Vakfı (MGV) Genel Başkanı ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı İlyas Tongüç, 28 Şubat döneminde kapatılan MGV mallarının iadesinin yüzde 95 oranında tapu üzerinde yapıldığını açıklamıştı. 28 Şubat sürecinde kapatılan MGV'nin kaydının 2005'te tamamen düşürüldüğünü ifade eden Tongüç, böylece tüm mal varlıklarının Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildiğini hatırlatmıştı. Bu süreçte "Benim kullanım hakkını verdiğim vakıf ortadan kalktı, bu nedenle malımın iadesini istiyorum" talepleriyle bazı rücu davaları açıldığını, bazı malların ilk sahiplerine geri aktarıldığını anlatan Tongüç’e göre, "Bu arada çok ilginç bir tablo ortaya çıkmış, kendi mülklerimizde kiracı durumuna düşülmüş, çünkü mülk, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bünyesine geçmiş durumdaydı"[2]
Oğuzhan Asiltürk’le Recep T. Erdoğan arasında Mahalli Seçimler öncesinde yapılan görüşmeler ve verilen sözler üzerine, MGV'nin iade edilen malları arasında çok sayıda binalar ve arsalar bulunmaktaydı. Özetle; YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan ekibinin gözü MGV’nin mallarındaydı. Zaten bu ekibin bizzat kendileri, damatları, çocukları ve diğer yakınları AKP’li Ankara, İstanbul ve Kocaeli büyükşehir Belediyelerinde, Müdür, Amir, Danışman gibi görevlere atanmışlardı. Bazı internet haber sitelerinde Oğuzhan Asiltürk’le Recep Bey arasında MGV’nin mallarının iadesi pazarlığı yapıldığı yazılmıştı, ve bu taşınmazlar Mart 2014 yerel seçimlerinden hemen sonra MGV’ye iade edilmiş bulunmaktaydı. AGD’liler Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurarak daha önce kendilerine ait olan bu gayrimenkulleri kiralamak suretiyle faaliyetlerine devam ediyorlar, kirayı da Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödüyorlardı.
Peki bu gayrimenkuller iade edilince, MGV’nin teşkilat olarak ne yapması lazımdı?
a- Taşınmazı kullanan AGD aranıp ne faaliyet yaptıkları, binanın işlevsel ve kullanılabilir durumda olup olmadığı sorulmalıydı.
b- MGV olarak bu faaliyetlerine yardımcı olabilecekleri husus olup olmadığı araştırılmalıydı.
c- Ve artık hizmet ve faaliyetlerinize devam edin, Vakıflar Müdürlüğüne Kira ödemeyin” denmesi lazımdı.
Ama hayır bunların hiç biri yapılmıyor. “Mevcut kullanılan binaların kira bedelleri soruluyor ve kendilerindeki bilgiler ile teyit ediliyor ve Anadolu Gençlik Derneklerine: “bundan sonra kirayı MGV’ye yatıracaksınız” deniyordu. Halbuki MGV’nin kapatılmadan önceki çalışmalarında bu gayrimenkuller nerede bulunuyorsa o teşkilat kullanır ve faydalanırdı. Yani kira bedeli alınmazdı. Çünkü Erbakan Hocam vardı. Teşkilatımızda bulunan insanların (o gün için) hayır amaçlı (kazanç değil) ve çalışmalara katkı ve kolaylık sağlasın diye gayrimenkullerin bulundukları yerdeki MGV’ye (Genel Merkeze değil) bağışlanan bu taşınmazlar, bugün MGV genel merkezinin masrafları, yönetim kurulunun maaşları, harcırahları ve Oğuzhan’ın güdümündeki örtülü ödenek harcamaları için kullanılıyorsa, bu davranışları hem yasalara aykırıydı, hem de günah ve haramdı.
Sn. Süleyman Arif Emre Bey’in Oğuzhan Asiltürk İtirafları
Ekrem Şama Sn. Süleyman Arif Emre’ye sormaktaydı: “Sizin “Siyasette 35 yıl” kitabı var ya, bu konuyu orada anlatmışsınız. Bir akım çıkmış Milli Görüş hareketinde. Güya Musa Saffet Bayramaşık Hocayla bir görüşme yapmışlardı. Bunların; “bizden iki kişiyi almadan partinizi kapatırız bir daha da siyaset yapamazsınız. Bu iki kişiden biri Şevket Kazan, diğeri Oğuzhan Asiltürk’müş... İkisi de Milli Görüşçü gibi gözükecekler ama bize çalışacaklar” dediğini iddia ediyorlardı ve sizin kitabınızı referans gösteriyorlardı?..
S. A. Emre: Öyle bir rivayet yok. Şevket beyi 73 seçimlerinden sonra Abdurrahim Bezci getirdi. Yoksa Şevket Kazan’ın esamesi yoktu. Oğuzhan (İstanbul)İl başkanıydı gereken performansı gösteremediği için onu görevden aldım. Oğuzhan o zaman çok pasifti ve başarılı olamadı. Bende Oğuzhan’ı değiştirdim, hatta neredeyse dışarı atacaktık yani. Ama belki çalışır deyip alıştırdık onu. Ben Oğuzhan beyi ilk defa şöyle tanıdım. Ankara da mühendis genç bir adam abisiyle beraber Kars Ardahan da ilkokul ihalesine girmiş o şekilde çalışıyormuş... Ben yoktum Hoca dedi ki; “genç bir mühendis geldi o kadar samimi konuştu ki gözlerim yaşardı. Bana “Hocam ben artık sizin emrinizdeyim. İster odacı, ister bahçıvan ne olursa görev olarak yaparım, ben size biat ettim tabi oldum” deyince Hocamın gözleri yaşarmış.[3] (Bu yılışık sözlerdeki sinsi niyet aynen sonradan aldığı Oğuzhan Asiltürk ismi gibi sırıtıp durmaktaydı ve Milli Nizam’ın kapatılmasından sonra bu başvurunun yapılmasıda enteresandı. Hem Oğuzhan Asiltürk, hem Şevket Kazan, ne hikmetse daha önce Milli Görüş’e hiç ilgi duymamışlardı. O süreçte Rahmetli Necip Fazıl’ın “Bir insanın hem “Oğuz”, hem “Han”, hem “Asil”, hem de “Türk” olması suni ve zoraki bir yakıştırmaydı ve “acaba?”larla insanın kafasını karıştırmaktaydı.”[4] Tespitleri ve endişeleri de haklıydı.
Şimdi Ekrem Şama gibi şamatacılara ve Oğuzhan şakşakçılarına hatırlatalım:
1- Önce, biz o hakikatleri, S. Süleyman Arif Emre Bey’in kitabına dayandırmadık. Bu kitabın yazılışından 10 yıl öncesinden anlatmaya ve camiamızı uyarmaya başladık.
2- Biz bunları 1978’den sonra, özellikle Şevket Kazan’ın Van Senatör adaylığı sırasında seçim çalışmalarına bizzat katıldığımız ve bizi şaşkınlığa çeviren davranışlarına şahitlik yaptığımız süreçten sonra araştırıp aktarmaya çalıştık. O tarihlerdeki Büyük Gazetede ve Milli Gazetedeki Düşünce köşesindeki yazılarımız bunun ispatıdır.
3- S. A. Emre Bey’in kitabı yıllar sonra piyasaya çıkmıştı ve bizim partinin özel seminerlerinde duyup aktardıklarımızın yarısı (Siyasette 35. Yıl. 1. Cilt. Sh. 201-202) aynen yazılmıştı.
4- Şimdi Sn. Emre’nin bizden 10 yıl sonra, bu konunun bir kısmını canlı şahit olarak aynen aktarması, yıllar öncesinden yazıp konuştuklarımızın doğruluğunun kanıtı sayılmaz mıydı? Bizim o kitabın çıkışından çok önceleri bu gerçeği bilip yazmamız için: a)Ya Hocamız kaynaklı sağlam rivayetlere dayanmalıydı. b)Veya “kafadan uydurduklarımızın, yarısının ve en önemli kısmının tutması” olarak yorumlanmalıydı!?
5- Ey Şama gibi şamatacılar! Eğer mert ve dürüst iseniz, Süleyman Arif Beyi kasıtlı ve saptırıcı sorularla konuşturup Oğuzhan ve avanesini aklayıcı videolar yayınlayacağınıza, Bay Asiltürk’ün Konya’daki “Erbakan beytülmale ait paraları mala çevirip kendi üzerine tapuladı, bunlar çocuklarına miras kaldı. Yani Erbakan değil çocukları bunların üzerine yattı!?”anlamındaki iftiralarını içeren ve derhal kestirilen video kayıtlarını yayınlayıp herkesin ayarını ve amaçlarını ortaya dökmeniz daha vicdani olmaz mıydı?
Ekrem Şama’nın itirafları ve Milli Görüşçülerin kavrayış ayarı!
1980 İhtilali’nden bir iki ay önceki zamanlardır ve İlim Yayma Cemiyeti ataktadır. Yönetimdeki Milli Görüşçü kadro, yine Milli Görüşçü hayırseverlerden toplamakta oldukları zekat ve sadakalarla, yaklaşık 1200 öğrenciye burs vererek o zamanın rekorlarını kırmaktadırlar. Şimdi o kadrolarda görev yapmış bulunan Sultanbeyli Eski Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak Bey şunları aktarmaktadır.
“Bir gün Erbakan Hoca’nın özel sohbetlerinde bulunan emekli asker Mustafa Doğanlı bizi ziyarete geldi ve dedi ki: “Arkadaşlar, 1200 öğrenciye burs veriyorsunuz ama, bunların 600 tanesi Fethullahçıdır. Bu adam da devamlı papazlarla işbirliği içerisinde toplantılar yapmaktadır!” Biz de dedik ki:
“Mustafa Bey, sen parti taassubu ile konuşuyor olmayasın? Fethullah Gülen de Müslümandır, bu öğrenciler de netice de din kardeşlerimiz konumundadır. Bak Afganistan halkı parçalanmışlığı sebebiyle işgal altındadır. Biz de böyle parçalanırsak, bizi de dağıtıp yutacaklardır. İlim Yayma Cemiyeti olarak biz Müslümanların birliğini sağlamaya çalışmalıyız.”
Aramızda bulunan Ali Rıza Tanrısever (F.G ile beraberliği vardı) cevap verdi: “Hayır, F.G. de Milli Selamet Partili’dir. İnanmıyorsanız sizi görüştüreyim” deyince; Osman Öztürk, Nedim Urhan, Ben ve Ali Rıza Tanrısever’den oluşan bir heyetle Üsküdar’da bir öğrenci evinde Fetullah Gülen’i ziyaretine gittik. Kendisine; “Sn. Hocam sizin masonlarla iş birliği yapmanıza üzülüyoruz, sizin Demirel’le görüştüğünüzü de biliyoruz! Seçimlere üç gün kalıncaya kadar, “biz partiler üstüyüz” söyleminizi, ardından Adalet Partisi’ne oy verin dediğinizi de biliyoruz! Ama bu Ali Rıza Bey sizi MSP’li zannederek, İstanbul’da ki MSP’lilerden topladığı paraları size aktarıyor. Şu iş netlik kazansın, kimden yana olduğunuz ortaya çıksın! Ben kardeşim Ahmet’i sizin yurdunuza koydum, Milli Gazete okuyor diye çocuğu yurttan attınız!” deyince, yerinden fırlayıp ve ağzından köpükler saçıp: “Evet o paçavraları ben yurtlara sokmuyorum, Milli Gazete’yi, Yeni Devir’i de ben okutmuyorum!” diye bağırmaya başlamıştı. Bunun ardından Erbakan Hocamızın ziyaretine gidildi. Ali Rıza Tanrısever söz alıp: “Ben önce nurcularla çalıştım, hatalarını gördüm vaz geçtim. Süleymancılarla çalıştım, hatalarını gördüm vazgeçtim. Şimdi Fethullah Hoca ile çalışıyorum, hatasını görürsem vaz geçerim!” deyince Rahmetli Erbakan Hocamız patladı:
“Be hey patates kafalı, behey patates çuvalı! Allah bu adamı ıslah etsin! En çok hakka ve hayra yardım etmesi gerekirken, en çok ihanet eden ve Siyonistlerin emrine giren bu adamdır! Bunu bu kadar insan anlamış, biz anlamışız da; ayrıca bir de senin anlaman için daha ne yapması lazım? Derhal bu Siyonist maşası ve Amerikan hayranından alakanızı koparın!”[5] anlamındaki uyarıları, hem cemaat Hocasının, hem de Milli Görüşteki kıt akıllıların ayarını ortaya koymaktaydı.
Erbakan Hoca’nın Bosna Yardımlarıyla İlgili Basın Toplantısı[6]
(Değerli medya ve mensupları ve aziz katılımcılar!)
Dikkat ederseniz Bosna hakkında biz tekrar tekrar basın toplantıları düzenlemekteyiz. Hemen peşinen arz ediyorum ki; rakiplerimizin ve dışımızdakilerin, Refah Partisinin önlenemez büyük gelişmesini durdurabilmek için yaptıkları çırpınmalar ve çamur atmalar arasında, bugüne kadar ileri sürdükleri bütün yalan ve iftiralar nasıl müzmahil olmuş, geri dönmüş ve kendilerini perişan etmişse; Bosna konusundaki ortaya attıkları bütün asılsız iddialar ve isnatlar da kendilerini perişan edecektir.
Öncelikle ve hemen belirtmek istiyorum ki; Bosna bizim vücudumuzun bir parçası gibidir ve 60 milyonluk Türkiye’nin Avrupa’daki emanetidir. Bu sebepten dolayı, Bosna’daki her olay, ülkemizi ve ülkemiz evlatlarını yakinen ilgilendirmektedir. Şimdi Dış güçler Bosna’da bilindiği gibi maalesef bu hükümeti alet edip, kullanarak Rus askerlerini de getirip Bosna’ya yerleştirmişlerdir. Bakınız çok önemli bir şey ifade etmek istiyorum; R. G. D. Laffan isimli bir İngiliz diplomat, daha 1917 yılında yazmış olduğu kitabın adını; “Sırplar: Kapı Koruyucuları“koyarak Sırpları, “İngiltere’nin kapısını koruyanlar” olarak tarif etmiştir. Bosna’da ataşelik yapmış olan bu İngiliz elçisi kitap yazıp, İngilizleri uyarmış ve “İngiltere’nin stratejik savunmasının Sırbistan’da başladığını” söylemiştir. Bunun için bugün cereyan eden olayları tarih bilgisiyle, şuurla, gerçekleri görerek değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Bosna Hersek’te maksat açıktır: Hedef orada ki Müslümanları yok etmektir. Batının hedefi budur ve işte bütün bu kitaplarıyla, bütün bu faaliyetleriyle de bu gayelerini zaten yüzyıldan fazla bir zamandır ortaya dökmüşlerdir. Onların bu davranışları karşısında ilk günden itibaren Bosna’ya elbette Refah Partimiz sahip çıkmıştır. Hemen peşinen belirtiyorum ki; Türkiye’nin yarısı Refah partisinin camiasıdır, ülkemizin diğer yarısı Refah Partisine sempati duyan vatandaşlarımızdır. Bu nedenle Bosna’ya yapılan yardımları hukuken ikiye ayırmak mecburiyetimiz vardır. Refah Partisi Türkiye’nin en büyük siyasi partisidir ve büyük bir çoğunlukla iktidara yürümektedir ve Türkiye’nin teminatıdır. Refah Partisi ne Kızılay’dır ne hayır cemiyetidir. Siyasi bir kuruluştur ve Türkiye’yi yeniden büyük Türkiye yapacak partidir. Şu anda ülkenin en az yarısı Refah Partisi camiasıdır, % 30’ da aynen Refah Partisi gibi düşünmektedir. Milletin asıl temsilcisi biziz, bu taklitçi yönetimler kabuk yönetimlerdir. Bu kabuk yönetimler Türkiye’ye Amerika’dan gönderilen Sırp Başbakanı Milan Panić geldiği zaman havaalanında askeri merasimlerle karşılayıvermişlerdir. Çünkü bunlar onların menfaatlerinin bekçisidir. Ama Türkiye’ye Muhammed Çengiç, Bosna Hersek Başbakan Yardımcısı teşrif ettiği zaman, onu karşılamak şöyle dursun, sokakta bırakmış, bir araba bile vermemişlerdir. Muhammed Çengiç elbette burada asıl kardeşlerinin bulunduğunu bildiği için Refah Partisine gelmiştir. “Ben Bosna Hersek Başbakan Yardımcısıyım. Ama ne yazık ki Türkiye’de yönetim bana bir araba bile tahsis etmedi” deyince; biz Refah Partisi olarak kendisine araba verdik. Biz Refah Partisi olarak Meclis Başkanı’na müracaat ettik ve kendisinin TBMM’de 12.05.1992 günü konuşmasını temin ettik. Ve biz TBMM de diğer grup başkanı arkadaşlarımızın da imzasını alarak Sayın Muhammed Çengiç’in konuşması üzerine bir bildiri hazırladık. Bu bildiriyi teklif olarak Meclis Başkanlığı’na verdik, Meclis Başkanlığı da bütün partilerin grup başkanvekillerinin imzasıyla ve tabi Refah Partisi Grup Başkan Vekilliği’nin öncülüğüyle hazırlanmış olan bu metni okumuş ve bütün dünyaya ilan etmiştir. Bu metinde tamamen Bosna Hersekli kardeşlerimizin yanında olduğumuz özellikle belirtiyor. Bu metnin altına biz bir madde daha eklettik: Hükümet Bosna Hersek’e savunma teçhizatı sağlamaya ve gönüllü gönderilmesini kolaylaştırmaya çalışsın diye, meclisin bir tavsiye maddesini Refah Partisi olarak biz yerleştirdik. Bakın bu tarihi belge üzerinde şu karalama çizgisi görülmektedir. Bu çizgi Sayın Erdal İnönü’nün o zaman Başbakan Yardımcısı olarak yaptığı çizgidir. Yani bu maddeyi silerseniz biz de imzalarız yoksa imzalamayız demiştir. Peki, Refah Partisinin önerisi nedir? “Meclis olarak hükümete talimat verelim; Bosna Hersek’e aynı zamanda silah yardımı yapılsın ve de gönüllü gönderilsin” demiştir. Yani Batı Almanya Hırvatistan’ı kurtarırken nasıl aktif davrandıysa biz de Türkiye olarak Bosna Hersek parçamıza aynı aktif davranışta bulunalım diye altına Refah Partisi olarak bu maddeyi eklemişizdir. Bu taklitçi zihniyetli partiler dış güçlerden ödleri patladığı için bunu silmişlerdir. Ve bakınız Bosna Hersek için siyasi partilerin de katılımına izin verecek bir kriz masası oluşturmayı da teklif ettik onu da sildiler. Neden? “Aman Refah Partisi bu masanın içinde yer almasın, bizim batılıların emrini yerine getirme işlerimizi bozmasın” demişlerdir. Maalesef 60 milyon ülke halkı gerçekleri bilmemektedir. Ayrıca biz Refah Partisi olarak Türkiye’de mitingler düzenledik; bütün halkımızla beraber yarım milyon kişilik mitingler tertipledik. Hemen hemen 40’a yakın miting düzenlemiştir Refah Partisi. Başta İstanbul Bayrampaşa, Bursa mitinglerimiz olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinde niçin düzenledik bu mitingleri? Bu dışa bağlı taklitçi zihniyetli partileri ikaz etmek, hükümeti ikaz etmek; siz böyle davranırsanız Bosna’daki katliam genişleyecektir, dış güçler sizden cesaret alıp zulümlerini devam ettirecektir” gerçeğini dile getirmek için. Bu, Refah Partisi olarak bizim görevimizdi. Siyasi kuruluş olarak Refah Partisi Türkiye’nin teminatı olarak, elbette Bosna’nın teminatı biziz. İşte iktidara geliyoruz; Bosna’yı biz kurtaracağız, Azerbaycan’ı (Karabağ’ı) biz kurtaracağız, Kıbrıs’ı da biz koruyacağız, Kudüs’teki zulümleri, işgali de biz ortadan kaldıracağız. Zaten 1000 yıldır bu görevi hep bizim ülkemizin insanları ifa etmişlerdiler. Bu görev, bugün gene 60 milyon ülkemizin evladına düşmektedir. Yeter ki bu ülke kendi yönetimini kendi içinden çıkartabilsin, bu kabuk yönetimlerden kurtulabilsin. İşte 27 Mart seçimleriyle ülkemizde yapılmaya çalışılan zaten bu neticedir.
Peki, halkımız neler yapmaktadır? Bu ülkede 60 milyon insan yaşamakta ve hepsi Bosna’yı kardeş bilmektedir. Halkımız ve bunların içerisinde Refah Partisi’ne sempati besleyen insanlar, bunlar Bosna’ya yardım edilmesi için tamamen kendi inisiyatifleriyle birçok faaliyetler göstermişlerdir. Bu gönüllü hizmetleri ve faaliyetleri size arz etmeden önce huzurlarınıza teşrif etmiş bulunan dört tane kıymetli Bosna Hersekli temsilciyi takdim etmek istiyorum. Bunların başında SDA–Bosna Hersek Demokratik Eylem Partisi Genel Başkan Yardımcısı muhterem Salim Sabiç Beyefendi bulunmaktadır. Kendisi Bosna’daki iktidar partisi adına resmen buradadır. Sayın Ali İzzet Begoviç Bey devlet başkanıdır ve bilindiği gibi Bosna’da son derece yoğun çalışmaları vardır. Kendisinin böyle bir toplantıya teşrifine, bu yoğun faaliyetleri imkân tanımamıştır. Ancak kendileri Sayın Salim Sabiç’i SDA partisinin başkanlığını temsilen, Bosna Hersek iktidar partisi başkanlığını temsilen Türkiye’ye gelmesini tavsiye buyurmuşlardır ve burada bütün gerçeklerin ortaya konmasına yardımcı olmasını sağlamışlardır. Teşriflerinden dolayı kendilerine teşekkürlerimi arz ediyorum. Bakınız demokratik Eylem Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan Sayın Salim Sabiç Bey buraya Demokratik Eylem Partisi Genel Başkanı Mirsad Çeman Beyefendinin bir mektubunu getirmiş bulunmaktadır. Bu mektup 26.9.1994 tarihini taşımaktadır ve mektubun kendisi gayet tabi Boşnak lisanında yazılmıştır, evet basına da dağıtılmıştır. Bu mektupta diyor ki; “Türkiye’de Refah Partisi’nin bugüne kadar Bosna’daki kardeşlerine canla başla yapmış olduğu yardımlara gölge düşürmek isteyen art maksatlı bir takım faaliyetler olduğu kulağımıza gelmiştir. Bizzat kendi genel başkan yardımcımızı göndererek tüm bu tezviratın (yalan ve iftiraların) önlenmesine yardımcı olmak bizim için her şeyden evvel bir kardeşlik görevidir, bir insani vefa gereğidir.” Biz de elbette kendilerine bu insani ve vicdani sorumluluklarını yerine getirmelerinden dolayı ayrıca teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yazılı olarak da, tabi, bu teşekkürlerimizi arz etmek bizim de bir vazifemizdir. Böylece bugüne kadar yapılan bütün yardımlara ve Refah Partisi’nin yaptığı katkılarına teşekkür edilmektedir, Refah Partisi’ne mensup camia insanların kendi özel faaliyetlerinden dolayı da teşekkürlerini onlara iletmemiz istenmektedir. İşte her şeyden önce bugüne kadar Bosna’ya en candan bağlı olan, dostluk gösterip yardımda bulunan partinin Refah Partisi olduğu ve en candan faaliyetlerin Refah Partisi camiasının yaptığını gösteren belgeyi size takdim etmiş oldum. Huzurlarınıza getirdiğim şu dosyada bunun gibi pek çok teşekkür belgeleri yer almaktadır. Vaktinizi almamak için hepsinin bir bir okumuyorum. Bir başka belgede bakınız Ali İzzet Begoviç Bey Arnavutluk Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektupta aynen şunu söylüyor: “Bosnalı mültecilere Arnavutluk’ta yer sağlayabilmek için, evvelki görüşmelerimize uygun olarak bu kampların inşaatına ve işletmesine lazım finansı Almanya’nın Freiburg şehrinde mukim olan IHH insani kurumunu öneriyorum. İşte Bosna Hersek yetkililerinin bunlar aracılığıyla bize yardım edin diye tavsiye etmiş olduğu IHH teşkilatının genel başkanı Sayın Abdurrahman Çimen buradadır. Ve yine IHH teşkilatının Genel Başkan Yardımcısı Sayın Mahmut Satıcı da yanımızda bulunmaktadır. Bundan önce yapılan çeşitli basın toplantılarında Türkiye’den Bosna’ya çeşitli yardımların IHH vasıtasıyla yapıldığı açıklanmıştır. Ancak bir kısım tezviratçılar: “Efendim IHH oradaki Türklerin kuruluşu, buradan Türklere birtakım ayni-nakdi yardımların gönderilmesi, Bosna’ya gittiğini ispat etmez ki” gibi iddialar ortaya atmışlardır. Ve yine “Efendim Bosna elçiliği yardım almadık diyor“ iddiasında bulunmuşlardır. “Efendim bu yardımları orda organize eden asıl Merhamet Teşkilatı var, bu Merhamet Teşkilatı ise biz yardım almadık diyor” yalanlarını uydurmuşlardır. Bunun gibi sayısız tezvirat yapmış, iftiralarla kafaları bulandırmaya çalışmışlardır. Bugünkü toplantı bir matematik ispat toplantısıdır. Kim erkekse çıksın gelsin ne soracaksa sorsun! Biz burada Allah’ın izniyle bu işi yüzde yüz ispatlamak için bu matematik toplantıyı yapıyoruz. Eğer bu toplantıdan sonra hala utanmadan tezvirat yapacak olanlar varsa bu müfterileri de milletin önünde zelil ediyoruz, rezil olarak ilan ediyoruz. Bu matematik toplantı için elbette, evet Bosna’da, Bosna Hersek’te Müslümanların oturduğu en ufak köylere kadar teşkilatlanmış Merhamet Teşkilatı’nın Türkiye temsilcisi Dr. Üzeyir Sıka’yı da sizlere takdim ediyorum. Evet, şimdi Bosna Hersek’in temsilcisi huzurlarınızdadır. Türkiye’den insanların halkımızın bir takım yardımlarını gönderdiği IHH teşkilatının en yetkilileri huzurlarınızdadır. Bosna’daki yardımları fiilen organize eden Merhamet Teşkilatı temsilcisi yanınızdadır. Ne soracaksanız işte hepsi buradadır. İstediğinizi sorun! Şimdi ben kendilerine sözü bırakmadan önce birkaç noktayı açıklamak istiyorum. Bakınız biz bu toplantıyı niye yapıyoruz? Bunların hepsi ayrı ayrı kuruluşlardır. Çünkü aleyhimizdeki yalan propagandaların asıl maksadı siyasidir. Refah Partisi’nin büyük gelişmesini önlemek için halkın kafası karıştırılmak istenmektedir ve bir takım fosiller kendi elinin kirini çamurunu Refah Partisi’ne sürmek peşindedir. Bu nedenle açıkça belirtiyorum ki bu ayrı kuruluşlarla Refah Partisi’nin herhangi bir resmi ve organik ilişkisi yoktur. Bunların hepsi hukuki birer kuruluştur. Davet ettik davetimizi kabul ettiler kendilerine teşekkür ediyorum. Beraberce basın toplantısı yapmamızın sebebi bu iftiraların hepsini yapan tezviratçılara iade etmek, matematik olarak bu işi kapatmaktır. Onun için bir aradayız. Yoksa Bosna Hersek’teki SDA Partisi elbette bizim candan desteklediğimiz bir partidir. Ama Refah Partisi’nin bir yan kuruluşu değildir. Aynı şekilde Almanya’daki IHH teşkilatı orada Türklerin kurduğu bir teşkilattır ama tabi, Refah Partisi’nin bir yan kuruluşu değildir. Yine Bosna Hersek’teki Merhamet Teşkilatı bir ayrı kuruluştur, Refah Partisi’nin bir yan teşkilatı değildir. Ortaya atılan iftiralarla ilgili oldukları için ricamızı kırmadan kabul edip teşrif etmişlerdir.
Şimdi Türkiye’den yardımlar Bosna Hersek’e nasıl gidiyor? Önce bir defa Birleşmiş Milletler taraf tutuyor! Birleşmiş Milletler açıkça Sırpları koruyor. Herhangi bir yardım götürülüp Birleşmiş Milletlere verilirse veya Kızılhaç’a teslim edilirse veya Türkiye’de Kızılay’a veya resmi makamlara emanet edilirse, bunlar yardımları götürüp Birleşmiş Milletlere veriyor veya oradaki Kızılhaç’a teslim ediyor. Peki, onlar bu yardımı nasıl taksim ediyor? Üçte birini Sırplara veriyor, üçte birini Hırvatlara veriyor, sadece geri kalan üçte birini Bosna Hersek’e veriyor. Bosna Hersek’e verdiği üçte biri de üçe bölüyor: Bosna Hersek’in içindeki Sırplara üçte birini veriyor, Bosna Hersek’in içinde Hırvatlara üçte birini veriyor ve geriye ancak oradaki Müslüman kardeşlerimize bütün yardımın takriben %10’u - %15’i ancak kalıyor. Yani siz Bosna’ya yardım diye on vereceksiniz, en iyimser tahminle bunun sadece biri hedefe ulaşacak bu da ulaşmıyor. İşte resmi kanallar böyle yapıyor. Peki, bunu kim söylüyor? Bakınız rahmetlik Özal ne diyor rahmetlik Özal: geçen sene ramazan ayında Ankara’da yapılan bir oteldeki toplantıda şunu söylüyor: “Hepinizi uyarıyorum, sakın ha Bosna’ya yardımları resmi kanaldan göndermeyin eğer gönderirseniz yüzde doksanı Sırplara, Hırvatlara gidiyor Müslümanlara ulaşmıyor.” Yardımı resmi kanallardan göndermeyin diyor Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. “Efendim bu yardım niye resmi kanallardan gönderilmiyor?” diyenler ya bu gerçekleri bilmiyor veya gizliyor. Oysa çünkü halkımız akıllı davranıyor, sizin yönetiminiz gibi gafil davranmıyor. Siz Sırplara yardım ediyorsunuz. Halkımız oradaki Müslüman kardeşlerimize yardım etmek istiyor da onun için yardımı Müslüman kardeşlerimize sağlam kanallarla götürüyor. Peki, Müslüman kardeşlerimize bu şartlar altında yardım götürmenin yolu ne kalıyor? Bakınız Zagreb’de kurulmuş 120 tane yardım teşkilatı bulunuyor. Bu 120 tane yardım teşkilatının içerisinde 92 tanesi gayrimüslim teşkilatlardan oluşuyor. Bunlar Bosna Hersek dâhil bütün Sırbistan’daki gayrimüslimlere çalışıyor. Evet, sadece 24 tane Müslüman teşkilat kalıyor. Bu 24 tane Müslüman teşkilatın içinde de bir tane Türk teşkilatı var o da (o dönemdeki saf ve sadık haliyle ve henüz Siyonist ve Emperyalist merkezlerin işbirlikçisi hükümetlerin hizmetine girmediği dönemde Y.Ö.) IHH oluyor. Bu IHH merkezini bir iltizam Almanya’da kurmuştur, Birleşmiş Milletlerden onaylı, Almanya’daki bir yardım kuruluşu statüsü kazansın diye bu yola başvuruluyor. IHH’nın adı Internationale Humanitäre Hilfsorganisation- Uluslararası İnsanı Yardım Organizasyonu. İşte bu 120 tane teşkilattan bir tanesi olarak orada vazife görüyor. Oradaki 92 tane gayrimüslim teşkilatlara kendileri bir takım özel haklar ve kolaylıklar sağlıyor, IHH da bu özel hakları elde etmiş bulunuyor. Uluslararası Alman kanunlarına göre kuruluyor, Almanya’nın denetiminde bulunuyor ve her türlü hayır hizmetini bu çerçevede yürütüyor.
Bu teşkilat niye kuruluyor? Dünyada ve Türkiye’de mağdur ve muhtaç insanlar var da onun için kuruluyor. Yardımı doğrudan doğruya kendisi Müslüman kardeşlerimize ulaştırmak istiyor da onun için çırpınıyor. Niye orda kurulmuş? Birleşmiş Milletler bunu Alman teşkilatı görerek kendisine düşmanlık yapmasın engel çıkarmasın diye böyle yapıyor. Bak matematik dersi veriyorum ben şimdi bu tezviratçılara. Şimdi bakınız bu kuruluş BM’nin üyesi sayılıyor. Bu kuruluş BM’nin oradaki teşkilatıyla özel bir anlaşma yapıyor. Bu kuruluşun kendisinin 5 tane kamyonu bir tane tırı 4 tane minibüsü 4 tane binek otobüsü bulunuyor. Split’te bulunan 20 bin ton yardım malzemesinin Bosna’ya ulaştırılmasında da yine bu kuruluş başrolü oynuyor. Yardım gitmiş ve ancak kardeşlerimize ulaşmıyor, taşınması lazım yine bu kuruluşun filosuna ihtiyaç duyuluyor. Bu kuruluş BM ile anlaşmalı olduğundan; “biz bir yardım kuruluşuyuz, bize getirilen yardımları götürelim ve oradaki halka biz dağıtalım istiyoruz” deniliyor ve bu kuruluşa müsaade ediliyor. Onun için IHH ile gönderilen bir yardımın yüzde yüzü Müslümanlara gidiyor. Resmi kanaldan giderse ancak yüzde 10’u ellerine geçiyor. İşte, bunun için bu teşkilat kuruluyor. Şimdi bu kuruluş 14 aydan beri harp başlar başlamaz kuruldu gece gündüz kardeşlerinin hizmetine koşuyor. Bosna’daki cephelerde Türkiye’den gitmiş bine yakın kıymetli memleket evladı bulunuyor. Orda çarpışıyor çünkü Bosna’yı bizim bir parçamız sayıyor. Geçende de söyledim benim en yakın arkadaşımın evladı Amerika’da okuyordu 60 arkadaşıyla geldi Bosna’da şehit oldu. Çünkü halkımız bu zulme karşı sessiz ve tepkisiz duramıyor. Başındaki yönetim ilgi göstermiyor, tamamen dış güçlerin kontrolünde hareket ediyor diye halkımız bu yardımları yapabilmek için bütün enerjisini gayretini ortaya koyuyor. Bu kuruluş kurulmuş ne olmuş? Bakınız; Biraz sonra kendileri de izahat verecek ben uzatacak değilim bu kuruluş şu ana kadar 5 milyon Marklık yardımı yerine ulaştırmış bulunuyor. 5 milyon Mark… Ne yapıyor bugünkü parayla 55 milyar. IHH 3 milyon Mark ile 3000 ton yiyecek maddesi alıp götürüyor ve Bosna’daki kardeşlerimize dağıtıyor. Aynı zamanda yine bu kardeşlerimiz, 1.400.000 Mark ile demin söylediğimiz nakliye filolarını kuruyor. Bu filoları 14 aydan beri mazot parası, dağların üzerinde aşırma gibi birçok hizmetlerinde bu parayla finanse ediyor. 600.000 Mark’ı da çok önemli hizmetlerde kullanıyor. Nedir bu önemli hizmetler? Bakınız Türkiye’ye 116 tane yaralı getirdi Sayın Çiller. Ama bu yaralıları getirecek uçak paraları yoktu. Bu yaralıların uçak parasını IHH karşılıyor. Bunu Sayın Çiller’e söyleyin lütfen. Diğer yandan Saraybosna’da 80 doktor ve hemşirenin maaşlarını IHH veriyor; Saraybosna’daki hastanenin masraflarını IHH karşılıyor. IHH Saraybosna’da neler yapıyor? Bu kısa bir filmle sizlere gösteriliyor. Şimdi söyleyeceğime dikkat edin, Zagreb’de bir Türk Elçisi, Saraybosna Elçisi Şükrü Tufan orada çeşitli Bosnalı kardeşlerimiz Türk elçisi olduğu için yardım istiyor. Bize yiyecek verin, bize battaniye verin, bize ayakkabı verin, elbise verin, donuyoruz, bir şeyimiz yok. Şimdi bir Türk elçisi olarak bu zat “hayır benim imkânım yok” diyemiyor, bunların bir kısmına söz veriyor. Evet, size en asgariden şu kadar yiyecek göndereceğim, elbise göndereceğim diyor. Peki, Türkiye Cumhuriyeti elçisi, nereden alıyor bu elbiseleri, bu yiyecekleri, biliyor musunuz? IHH’dan alıyor! Yani bu taklitçilerin devlet imkânlarıyla yapamadıklarını, aciz kaldıkları yerde bu milletin enerjisi tamamlıyor. Ne anlatıyorum, dinliyor musunuz? Böyle uydurma belgelerle seçim yatırımı yapmak için orta yere çıkarsa bir adam işte böyle rezil olur, böyle zelil olur. Şimdi burada hazır bulunan Bosnalı yetkililer ve sivil yardım kuruluşları temsilcilerinin bu 55 milyar liralık kendilerine intikal eden yardımları nasıl harcadılar, nasıl ulaştırdılar, ayrıca kendileri konuşacaklar. O kendilerinin görevidir. Ben sadece tezvirata cevap vermek için, konunun mahiyetinin ne olduğunu böylece belirtmiş oluyorum.
Peki, Türkiye’den giden yardımlar bundan mı ibarettir?
Hayır. Türkiye’den giden yardımlar ayrıca bir bir bir bütün makbuzlarıyla kayıt altına alınmıştır, bakınız dosya baştan sona kadar mühürlü makbuzlarla doludur. Haydi, fotoğrafçılar çeksin, televizyoncular alsın. İşte Bosna Hersek resmi makamlarının bu yardımları aldıklarına dair mühürlü belgeler de buradadır. Hepsi bu kadar mı? Hayır, bu sadece 3-4 günde buraya fakslananlardır. Halkımız, “ben şuna verdim, şundan bu makbuzu aldım, bilginiz olsun, bu müfterilerin yüzüne çalın!” diye bize yollamaktadır. Ve bunların içerisinde bütün Bosna makamlarının (hatta Türkiye’nin Bosna büyükelçisi) ayrı ayrı imzalarıyla her şey şahitli ispatlıdır. “Efendim büyükelçi yardım almadım” diyor şeklindeki yalan iddiaların hepsi boşa çıkarılmıştır. İşte; şimdi kendisi buradadır şu kadar bin dolar- şu kadar bin mark aldım diye kendi imzasıyla yazısı buradadır. “Efendim Merhamet Derneği yardım almamış” diyorlar. Merhamet Derneği’nin kendisi buradadır (yanındaki temsilciyi gösteriyor) “Evet IHH’ nın getirdiği bütün bu 308 bin tonluk 3 milyon Marklık gıda yardımını biz de beraberce yardımcı olduk, dağıttık teslim aldık” beyanında bulunmaktadır. Ayrıca 308 bin ton gıda yardımını alan bütün yetkililerin imzalarıyla burada ve de cephe komutanlarının imzası, Adem Hacic, Şimal Cephesi Komutanı biraz sonra ne yapılmış anlatacaktır. Peki, bu şuradaki makbuzlar, buradaki makbuzların yekûnu nedir? Bakınız makbuzlar 4 sayfa, burada tam 70 tane makbuz hesaba katılmış 70 tane, aslı çok daha fazladır, bütün bu yapılmış olan yardımlar, 70 tane makbuzun toplamı 3.368.850 Doçemark, 218.366 Dolar, 8.500 Suudi Riyali, 1.146.371 de Türk Lirası karşılığıdır. Bunları takriben Türk Lirasına çevirirsek 44 - 45 milyar tutmaktadır. Ne bu? IHH’nın dışında… IHH 55 milyar lira yapmış, IHH’ nın dışında da 45 milyar başka kanallardan Bosna ulaştırılmıştır. Bosna’daki cephe komutanları dâhil, Bosna’daki yardım cemiyetleri dâhil, Bosna’daki Merhamet Derneği dâhil toplam 100 milyar liralık yardım aldıklarını huzurlarınızda beyan buyurmaktadır. Hepsi bu kadar mı? Hayır, çok daha fazlası vardır ama 3 - 4 gün içinde toplanan belgeler bunlardır. 100 milyar liralık yardım ilgililere ulaştırılmıştır. IHH kanalıyla ve Bosna yetkilileri kanalıyla bunlar yapılmıştır.
Peki, Türkiye’den bugüne kadar yapılan bütün yardımların hepsi ne kadardır?
Bak Türkiye’den yapılan bütün yardımlar, sayıyorum size: Milli Eğitim Bakanlığı Mensupları ve Öğretmenlerden yapılan yardım 15 milyar, Saman Gazetesi 500 bin Alman Markı, İnterstar Televizyonu 21,5 milyar, PTT mensupları 10 milyar. Toplandığı zaman Türkiye’den Refah camiası dışında yapılan yardımlar da 50 milyarı aşmaktadır. Refah camiasının yaptığı yardımların saydığımız sadece bir kısmı 100 milyardır. İşte vesikalar ve canlı yetkili şahıslar huzurlarınızdadır. İşte kimin teslimat aldığına dair, çoğu da çift imzalı mühürlü belgeler buradadır. Buyurun! Onun için, işte basın burada, hepsine açıkça ilan ediyorum, ne sorunuz varsa sorun. Ama bir daha da tezvirat yapmaya ve iftira atmaya tövbe ettirin bu fosilleri! Bak işte demokrasi budur. Çamur atabilirsin, ama arkadan da cevabını alırsın. Ve o çamur senin yüzüne yapışır kalır. Hem ülkenin menfaatlerini korumayacaksın bire taklitçiler! Halkın yapmış olduğu yardımları götürüp Sırplara aktaracaksın, bre taklitçiler. E mecburen halk senden kurtulup Müslümanlara yardım etmek için kanallar bulacak, teşkilatlar kuracak, sen de onlara merasimle madalya takacağına iftira atacaksın?! Bugün ne yapmak lazım gelir biliyor musunuz? Eğer Türkiye’de Adil Düzen olsa idi bugün başbakan gelir IHH ya bir altın madalya asar, Merhamet Derneği’ne ayrı bir altın madalya takardı. Ve de olacak Allah’ın izniyle, Adil düzen gelecek ve bunlar yaşanacaktır. Böyle tezvirat yapıp halkı kışkırtmak için bu soğukta milleti Taksim’e toplamak nerde… Hakkı üstün tutmak ve mazlumların imdadına koşmak nerde?! Şimdi muhterem medya mensupları, daha fazla tek kelime konuşmaya lüzum olmadığına kaniyim, muhterem arkadaşlarıma kısaca söz vereceğiz bizzat kendilerinden gerçekleri duymanız için ve de arkasından size iki tane film göstereceğiz sonuna kadar mutlaka izleyin, çünkü kısadır dört dakikadır. Filmlerden bir tanesi IHH’ nın Bosna ‘da yaptığı yardımları belgeliyor, bir diğeri de Bosna’daki bir Mercedes Benz yedek parça fabrikasının nasıl silah fabrikasına çevrildiğini gösteriyor. Bu silah fabrikası hangi paralarla, hangi şartlarda ve hangi engeller aşılarak kuruluyor ve cephedekilerin imdadına yetişiyor? O silah fabrikasına yapılan yardımlar ve onun bütün hammadde tedarikleri ki takriben 2 Milyon Mark tahmin ediyoruz, yani 22 Milyar lira da bu hesapların içine dâhil değildir. Onu da katarsak 122 Milyarı geçiyor. Refah Partisi’nin dışında ki yardım ise sadece 50 milyarı ancak buluyor, bunun da ancak 5 milyarı Müslümanlara gidiyor. Evet Onların hepsinin (Refahın dışındakilerin) 5 milyarı Bosnalı Müslümanlara ulaşıyor; Refah en aşağı 122 milyarlık yardım yetiştiriyor. İşte hesap, işte belgeler, işte mühürler, işte senetler… Bak biz senetle konuşuyoruz, belgeyle konuşuyoruz ve işte şahitler ve resmi yetkililer huzurunda bunlar sizlere gösterilmektedir.
İşte bu Erbakan’a; “Davaya ve mağdur Müslüman halklara harcanmak üzere toplanan paraları -güya devlet el koymasın diye- mala çevirip üzerine tapuladı, çocuklarına miras bıraktı, onlar da beytülmalın üzerine yattı” anlamındaki iftiralar atanların, ama şimdi kendileri, 28 Şubat’ta el konulan MGV mallarını kontrollerine almak ve gelirlerini sağmak üzere Recep T. Erdoğan’la seçim rüşveti pazarlığı yapanların nasıl bir fıtrata sahip olduklarını ve hangi fırsatçılık ve menfaatçılık damarıyla davrandıklarını hala anlamayanlar belki akıl fukarasıydı, ama farkına vardığı halde hala bu münafıkların faziletlerini anlatıp yalakalık yapanlar ise “vicdani ayarları bozuklardı!?”
--
MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ
[1] 25.12.2012 / http://www.odatv.com/n.php?n=tayyip-erdogan-oguzhan-asilturke
[3] http://www.youtube.com/watch?v=lPbfmyoZkF0
[4] Bugün / Nuh Gönültaş / 31 01 2012
[5] Milli Gazete / 20 04 2014)