Gelecek bizim için “ğayb”tir ve gaybı sadece Allah bilir. Ancak: 1- Ya yüksek feraset ve basiret ehli kimseler, gelecekle ilgili bazı yaklaşık tahminlerde (ön görülerde) bulunabilir. 2- Veya kendisi ve yakın çevresiyle, ülkesiyle, bölgesiyle hatta yeryüzüyle ilgili etkin ve yetkin projeler üretip uygulayabilen çok güçlü beyinler ve ekipler (Deccaliyet (Siyonizm) ve Mehdiyet gibi) isabetli haberler verebilir. Ki bunlar bir nevi kendi yazdıklarını ve hazırladıklarını söylemektedir. Basiret ehli müminler; Kur’an’ı Kerim’in ibretlerine ve vadine, Hz. Peygamberin (SAV) haberlerine, müceddit ve mürşit makamındaki seçkinlerin keşfen bildirdiklerine ve sebep-sonuç ilişkilerine göre tahmin yürütmektedir. Bu kadar girişten sonra AKP’nin ve beyin ekibinin geleceği ile ilgili kanaatimizi belirtelim: Bunları hem de yakın bir süreçte çok acı ve alçaltıcı bir akıbet beklemektedir!
Basit bir örnek verelim: Cumhurbaşkanı Sn. Recep T. Erdoğan için yaklaşık üç yıl önce ısmarlanıp hazırlanan; havada 15 saat kalacak yani okyanusu aşıp Amerika’ya doğrudan varacak özel donanımlı uçak, resmi devir-teslim töreninin hemen sabahında İstanbul’a getirilmişti. Şimdi bu uçağı, ya üç yıl öncesinden Cumhurbaşkanlığına sığınmayı hedefleyen Sn. Erdoğan gerekli görmüş içteki ve dıştaki bütün dengeleri buna göre dizayn etmişti. Veya malum odaklar böyle olmasını istemiş, uçağı da onlar hazırlayıvermişti. (Asla unutmayalım ki her iki halde de netice, ilahi kaderin bir yansımasından ve imtihandan ibaretti) Şimdi bu uçağın dışarıda üretildiği kesin olduğuna göre, Sn. Erdoğan’ı ve yakın dostlarını, sürekli dinleme, takip ve kontrol etme sistemleri de herhalde yerleştirilmişti. Zaten uçağın kablosuz internet bağlantılı olduğu ve süper teknolojiyle donatıldığı bildirilmişti. Bizim savaş uçaklarımızın elektronik beyin sisteminin bile NATO güdümünde ve ABD kontrolünde çalıştığı, onların istemediği hedefleri vurmaya kalkıştığında kilitlenip köreltildiği gerçeği düşünülürse bu uçağın “Biri Bizi Gözetliyor”evinden farksız olacağı kesindi. Böylece Sn. Erdoğan’ı dinlemek ve gözetlemek için artıkparalel Piyon’lara bile ihtiyaç yoktu, çünkü Siyonist Patronlar artık doğrudan izleyecekti.
AKP’nin çöküş ve çözülüş sürecinin asıl tetikçisi, “Çözüm Projesi” olacaktı!
ABD, “Irak’ı parçalama, Kürdistan’ı kurma ve Türkiye’yi federasyonlara ayırma”projelerini nihai hedefine ulaştırmak ve Irak’a yeniden müdahaleye mazeret ve meşruiyet kazandırmak üzere IŞİD’i icat edip bilinen vahşi icraatlarına yöneltmişti. Şimdi güya IŞİD’i önlemek için Esat yönetimine bile destek verileceğini açıklayan ABD ve AB ülkelerinin bu yaklaşımı, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın nasıl kandırılıp Suriye cehennemini körüklediğinin çok açık ve acı bir göstergesiydi. ABD Genelkurmay Bşk. Org.Martin Dempsey’in “IŞİD’in ABD için doğrudan bir tehdit sayılmadığını, bölgedeki dost ülkeler ve örgütler eliyle hizaya sokulacağını” belirtmesi de ilginçti.
Zaten Irak, Suriye, Mısır ve Libya’daki, “Arap Baharı” kılıflı iç savaşın ve kardeş katliamının, Amerika ve Avrupa’dan sonra en büyük vebali AKP’nin ve Recep Bey’in üzerindedir. ABD ve AKP güdümlü Özgür Suriye Ordusunun kaçırıp IŞİD’e teslim ettiği söylenen ve çok vahşi şekilde boğazı kesilerek infaz edilen gazeteci James Wright Foley’in katilinin İngiliz vatandaşı olması ve pek çok IŞİD Militanının İngiliz ve Amerika aksanıyla konuşması, İslam’ı kötüleyip insanları ürkütmek ve bölgedeki şeytani projelerini yürütmek üzere bu vahşet şebekesini kimlerin kurup kullandığını göstermekteydi.
PKK-Barzani İşbirliği Hızlandırılmıştı!
Güya, bölgemizin başına bela ettikleri IŞİD’i engellemek bahanesiyle, Batı Barzani’ye ve PKK’ye resmen silah ve mühimmat yardımına başlamıştı. PKK baş teröristlerinden Duran Kalkan, “Barzani’nin IŞİD’le gizli işbirliği yaptığını, ABD ve AKP’ye umut bağladığını” ağzından kaçırmış sonra kendi kendini yalanlamıştı. Vatandan Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtlayan PKK’lı Cemil Bayık:
“Önder APO’nun rolü farklı bizim konumumuz farklıdır. Bunlar birbirini tamamlayan açıklamalardır. Bizim demokrasiden ve özerklikten vazgeçtiğimizi sananlar aldanmaktadır; bunlar birbirlerinin basamaklarıdır” diyerek Türkiye’nin nasıl bir tuzağa çekildiğini deşifre ediyorlardı. GKB Necdet Özel’in: “Biz çözüm sürecinin yol haritasını bilmiyoruz. Yapılan çalışmalardan haberdar edilmiyoruz!” itirafları oldukça anlamlıydı ve gelecekle ilgili çok önemli sırları özünde barındırmaktaydı.
Siyonist ve emperyalist merkezler Gizli Dünya Devletini kurmak ve küresel hâkimiyete ulaşmak için, dünyadaki 200 kadar Devletin, 2000 (iki bine) çıkarılması, güçlü devlet yapılarının dağıtılması ve artık devletlerin yerini “küresel şirketlerin” almasını istiyorlar, hatta BM bünyesinde bunun fikri alt yapısını oluşturmaya başlıyorlardı. Zaten BOP’ta 27 İslam ülkesini parçalamayı amaçlamıştı ve Sn. Recep T. Erdoğan bunun eş başkanıydı?
IŞİD, Hatay Reyhanlı’yı bir alışveriş merkezi gibi kullanmakta hatta“Barzani’nin, IŞİD’e karşı Türkiye’den silah talebi reddolunmakta” ve bütün bunlar yandaş medya tarafından özenle gizlenip saklanmaktaydı!
“Gerçekten Firavun yeryüzünde büyüklük taslayıp (azgınlaşmış) ve oranın (Mısır’ın) halkını bir takım fırkalara ayırıp (birbirine kışkırtarak) onlardan bir kısmını güçten düşürüp zayıflatmış (böylece hepsini kendisine mahkum ve mecbur bırakmıştı).. (Hatta) Erkek çocuklarını boğazlatıp, (kızları ve) kadınlarını hayatta tutup (şımarmışlardı). Çünkü O (Firavun) fesat çıkaran bozgunculardandı” (Kasas:4) ayetinde anlatılan Firavun’un; “Böl. Parçala, zayıflat ve hükmün altına al” şeytani stratejisini bugün Siyonist odaklar aynen uygulamaktaydı.
Papa Francıscus’un Güney Kore dönüşünde “Kürdistan’a gitmeğe hazırım!” sözleri Türkiye’miz dahil, bölgemizin BOP çerçevesinde parçalanıp Kürdistan’ın resmen kurulacağının resmi bir mesajıydı. Evet maalesef şu anda parça parça adı konulmamış bir 3. Dünya savaşı yaşanmaktaydı. Sözde IŞİD’e ve İslam Radikalizmine karşı insanlığın birleşmesi gerekir” kanaati oluşturulmaktaydı. Böylece:
1. Hem Kürdistan’ı Resmiyet kazandırılacak
2. Hem de IŞİD üzerinden İslam düşmanlığı daha da azdırılacaktı
Terörist Mahsum Korkmaz heykelinin yıktırılmasını bahane eden PKK 2 askerimizi şehit edip, onlarcasını yaralamıştı. Çok sayıda Atatürk heykeli yıkılmış, işyerleri basılıp makineler yakılmıştı. Hakkâri dağ jandarma alayına Silopi’de termik santrale saldırılmıştı. İktidar ve yalakaları ısrarla “Bütün bunların provokasyon olduğunu ve Barış sürecini sabote etmeyi amaçladığını”söyleyip halkımızı avutmaktaydı. Şu PKK, terör örgütü mü yoksa hayır işleyen bir sivil toplum kuruluşu mu? diye soranlara bile artık kem gözle bakılmaktaydı. Diyarbakır Lice’de dikilen Mahsum Korkmaz heykelini mahkeme kaldırılma kararı almıştı. Gültekin Avcı AKP’nin PKK’ya çok tehlikeli tavizler söz verdiğini yazmıştı. Yeniçağ’dan Arslan Bulut “Türkiye’yi yıllardır dinleyen-gözleyen Almanya’nın elinde Sn. Recep T. Erdoğan’ı ve AKP iktidarını temelinden sarsacak bilgi ve belgeler bulunduğunu” açıklamış, pek çok uzman ve aydın “Erdoğan’ı ve yakınlarını korku ve panik sardığını hatırlatmıştı.
Kafkas bölgelerinden, Avrupa ülkelerinden ve çoğu Türkiye üzerinden geçip IŞİD’e katılan militanların büyük kısmının İslami bir eğitim almadığı hatta ciddi hiçbir dini kaynak kitap okumadığı, bazılarının ise sadece “İslam For Dummies-Cahil aptallar için özet İslam” gibi, çizgi resimler ve basit sözcüklerle, o da İslam gerçeği çarpıtılarak yazılan çocuk serilerini okumuş serseriler olduğu ve Batı’nın zulmüne reaksiyon olarak oluşturulduğu ortaya çıkıyordu. Daha doğrusu bunlar İslam kılıflı CIA ve MOSSAD kamplarında eğitilip-eğriltilip dolduruşa getiriliyordu. Terörist İsrail Başkasabı Netanyahu’nun “IŞİD ve El-Nusra militanlarının kendi sınırlarını yaklaştığı ve önce bu tehlikeye karşı hazırlıklı olunması için, Gazze savaşına son verdiklerini” açıklaması ve ABD’nin NATO bünyesinde Suriye ve Irak’ı yeniden işgal için Türkiye’yi de katacakları ortak cephe arayışları, bölgemiz ve ülkemiz aleyhine yeni şeytani tuzaklar kurduklarını ortaya koyuyordu. Bu arada Suriye İhvan Lideri Riyad Şukfa Türkiye’yi hem müttefik hem de rakip görüp dinleyen ülkelerin kışkırttığı IŞİD’in, yakında ülkemizdeki bazı hedefleri vurabileceğini açıklıyordu.[1]
Hatırlayınız, Sn. Recep Erdoğan Bey daha ilk konuşmasında “Türkiyeli” kavramını kullanmıştı!
Sn. Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçiminden sonra yaptığı balkon konuşmasında ‘Türk milleti’ yerine ‘Türkiyeli’ kelimesini kullanmıştı. Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı ilk değerlendirmede de ‘açılım’ı kesinlikle devam ettireceğini açıklamıştı. Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan, Ankara’daki AKP Genel Merkezi’nin balkonundan açıklama yapmıştı. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şunlardı:
“Artık devletin ve milletin iki ayrı istikameti olmuyor. Bugünden itibaren devlet ve millet aynı istikamete bakıyor. Sadece Türkiye değil bugün Bağdat da İslamabad da Kabil, Beyrut, Saraybosna Üsküp de kazanmıştır. Bugün Şam, Halep, Hama, Humus, bugün Ramallah, Rablus, Eriha, Gazze, Kudüs de kazanmıştır!” (Nasıl ve neleri kazanmışlarsa?)“Her birimiz bu devletin sahipleriyiz. Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Süryani, Ezidi’den önce Türkiyeli vardır. Alevi’den, Sünni’den önce Türkiyeli vardır. Türk, Kürt, Arap, Laz, Gürcü, Boşnak, Çerkez, Roman, Pomak’tan önce, Rum, Ermeni’den önce Türkiyeli vardır.”sözleri acaba nelerin altyapısını hazırlamak için kullanılmıştı?
Oysa; Kürtlere özerkliği savunan, beş yüzü aşkın etnik kökenden oluşan Amerika Birleşik Devletleri’nde laik ve demokratik cumhuriyetin temeli tek resmi dil’e, tek bayrak garantisine ve tek ulus devlete dayalı olarak şekillenmiştir.
Ortadoğu ve İslam uzmanı Alman Askeri İstihbaratçı ve Yahudi asıllı Udo Steinbach, 1998’de verdiği bir konferansta şöyle diyordu: “Sorun, Atatürk’ün bir Paşa fermanıyla yarattığı yapay bir ürün olan Türk devleti ve Türk milletidir. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in milliyetçilik ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu uyduruk milleti Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları bitirdiler. Kürtleri ise şu güne kadar neden yok etmediler, ama sindirip asimilasyona giriştirler.”
Oysa 50 eyaletten oluşan ABD’de her on yılda bir nüfus sayımı yenilenmektedir. 1990 nüfus sayımında, yurttaşlara “Soyunuz, etnik kökeniniz nedir?” (What is your ancestry and ethnic origin?) sorusu yöneltilmiştir. ABD yurttaşlarının bu soruya verdikleri yanıtlara göre; Amerikan halkının yaklaşık 500 (beş yüz) ayrı etnik topluluktan oluştuğu belirlenmiştir. Bu 500 ayrı etnik topluluk içerisinde, en kalabalık öbek, toplam nüfusun %23’ünü oluşturan Alman kökenlilerdir. Başka bir deyişle, her dört ABD yurttaşından biri Alman kökenlidir. 1990 verilerine göre ABD nüfusunun %16’sı İrlanda, %13’ü İngiliz, %10’u Afrika, %5’i Meksika, %4’ü Fransız, %4’ü Polonya, %4’ü Kızılderili, %3’ü Hollanda, %2’si İskoç, %2’si İsveç, %2’si Norveç kökenlidir. Geriye kalan ve aralarında Çin, Hint, Arap, Rus, Türk, Japon vs. kökenlilerin bulunduğu 490 etnik topluluğun her birinin toplam nüfusa oranla yüzdeleri, %2’nin altındadır. 1990 nüfus sayımında, Amerikan Ulusunun yalnızca %5’i kendi etnik kökenini “Amerikan” olduğunu söylemiştir.
“Yeni Türkiye” ABD’nin yeni işgal kılıfı mıydı?
Obama yönetimi, IŞİD terör örgütüyle mücadele bahanesiyle sadece askeri alanda değil, diplomasi, finans ve istihbarat alanlarında da çeşitli ülkelerin de dahil edildiği bölgesel ve küresel bir işgal koalisyonu inşa etmeye başlamıştı. Koalisyon listesine dahil edilecek muhtemel ülkeler arasında Türkiye'nin yanı sıra Avustralya, İngiltere, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri vardı. Acaba Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını sabırsızlıkla beklediğini açıklayan Obama, O’nu bu şer koalisyonunun doğal bir parçası mı saymaktaydı? ABD’nin IŞİD’in ilerlemesini durdurmak yalanıyla Irak’ın yanı sıra Suriye’ye de operasyon düzenleyip düzenlemeyeceği son günlerin Washington’da en çok konuşulan konularındandı. Bu noktada, Amerikan medyasında ABD'nin Suriye'de olası bir askeri eylem için geniş çaplı bir müttefikler koalisyonunu seferber etmeye başladığı yönünde haberler yer almıştı:
New York Times gazetesi, ismi açıklanmayan yönetim yetkililerine dayanarak, ABD'nin Irak ve Suriye'deki IŞİD militanlarına karşı harekâtının boyutunu artırmaya hazırlandığını yazmıştı. Beyaz Saray'ın bölgedeki komşu ülkeler ve müttefikleri Suriye'deki işbirlikçi muhalefete desteklerini artırmaları ve bazı durumlarda, onları olası Amerikan askeri operasyonlarına destek sağlamaları için seferber etmek üzere diplomatik kampanya yürütmeye başladığı açıklanmıştı. Haberde, listeye dahil edilecek muhtemel ülkeler arasında Türkiye'nin yanı sıra Avustralya, İngiltere, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri vardı.
Daha önce Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Suriye ve Irak’taki infazları karşısında üç maymunları oynayan Batı, bir anda IŞİD’i hedef almış ve “Şeytana karşı şeytanla işbirliği” olarak da adlandırılabilecek yeni bir stratejiyi gündeme taşımaya başlamıştı. Batı basını içerisinde ABD, İngiltere ve Almanya’nın bir bakıma duruşlarını da yansıtan; The New York Times, Reuters ve Frankfurter Allgemeine’de çıkan ilgili yazılara bakmak bile, bunların ayarını ve amacını ortaya koymaktaydı. Obama hükümetinin terörle mücadele stratejisi kapsamında IŞİD’e karşı daha sert bir askeri harekât için Kongre’den izin almaya hazırlandığı bir esnada The New York Times’ın Yorum Sayfası’nda “The U.S. Should Help Assad to Fight ISIS, the Greater Evil” başlıklı yayımlanan yazı dikkatlerden kaçmamıştı. Kongre’den karar sürecini hızlandırmaya yönelik psikolojik operasyonun bir parçası olarak da kabul edilebilecek bu yazının yayımlandığı gazete ve yazarı bile, aslında yeni oyun ve gerçek arka planı-aktörleri ile ilgili oldukça önemli ipuçları taşımaktaydı. Yahudi Prof. Dr. Max Abrahms, söz konusu yazısında kabaca; “ABD yönetimi, milli güvenlik çıkarları gereği IŞİD ile savaşmak için Amerikan vatandaşlarını infaz etmeyen diğer şeytan Esad’a yardım etmeli” ifadelerini kullanmıştı.[2]
Türkiye Alman istihbaratının neredeyse 40 yıldır Türkiye’yi dinlediği haberiyle çalkalanmıştı. 40 yıl değil, daha eskilere dayanan bir haritası vardı. Alman gizli servisi, savaştan yeni çıkmış, kurum ve kuruluşlarını yeni yeni oluşturan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir haritasını hazırlamıştı. Türkiye’de o andaki “etnik” ve de “mezhepsel” anlamda bölgeleri özel olarak “işaretleyen” bu harita Kürdistan’ın kurulmasının ilk aşamasıydı. Buna hiç aldırmayan AKP iktidarının sadece dinleme skandalına odaklanması ve de alttan alması kafa karıştırıcıydı.
Suriye’de başlayan iç savaş 4. yılına girerken, yanı başımızda bir İslam ülkesi yok olmaktaydı. Halep, Şam gibi Osmanlı izlerini taşıyan şehirler harabeye dönmüş durumdaydı. Birleşmiş Milletlerin tespitlerine göre 4 yıllık iç savaş sonucu 200 bin Suriyeli hayatını kaybetmiş, evi barkı ailesi yok olan kardeşlerimiz çareyi bizlere sığınmakta bulmuşlardı, daha doğrusu bu felaket önceden planlanmıştı.. Ancak son günlerde 2 milyona yaklaşan muhacir kardeşlerimiz ve onlara kucak açan ensar durumundaki halkımızın arasına nifak tohumları ekilmeye başlanmıştı. Maalesef Suriye’ye komşu illerin yanı sıra İstanbul başta olmak üzere farklı illerde endişe veren gerilimler yaşanmaktaydı. İngiltere yayımlanan gazetelere göre IŞİD’i yenmek için Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile tekrar dost olma çağrıları yapılmaktaydı. Gazetesinin yazarı Patrick Cockburn’e konuşan bir kaynağa göre, ABD bir süredir, IŞİD liderlerinin konumlarına dair istihbaratı Alman istihbarat servisi BND üzerinden Şam’a iletmeye başlamıştı.
Hâlbuki Obama daha düne kadar IŞİD ağzıyla konuşmakta, dolaylı destek sağlamaktaydı.
IŞİD’in hedeflediği Sünni devlete dolaylı destek veren ABDBaşkanı Obama “Şam’dan Bağdat’a uzanan Sünniler için yeni formüller” ortaya atmıştı! ABD Devlet Başkanı Barack Obama, New York Times gazetesine verdiği bir röportajda ABD’nin bölgedeki hedefleri, Kürt Bölgesel yönetimi ve IŞİD değerlendirmesi hakkında önemli açıklamalar yapmıştı. IŞİD’in Irak Başbakanı Maliki’ye karşı baskı unsuru olarak kullanıldığını söyleyen Obama, Kürt Bölgesel Yönetimi’nden memnuniyetini dile getirdi ve dolaylı olarak Irak ile Suriye topraklarında bir Sünni devlet kurma amacını yansıtmıştı. Obama, “Ben Ortadoğu’nun bazı bölgelerindeki olayların, 1. Dünya Savaşı sonrası çizilen sınırların dağılmaya başlamasından kaynaklandığını düşünüyorum” ifadesini kullanmış, sınırların değişeceğini vurgulamıştı.
Ortadoğu’da sınırları değiştirme görevi AKP’ye mi kalmıştı?
Center for American Progress'in (CAP) raporunu, kuruluşun Barack Obama ile yakın bağlarından ötürü, ABD yönetiminin 10 Ağustos öncesinde Tayyip Erdoğan'a açık desteği olarak değerlendirmek lazımdı. Bu raporda: “Kürtler, 30 milyonu aşan, dünya üzerindeki devletsiz tek halktır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, 1. Dünya Savaşı'nın Kürtleri dört parçaya bölmesidir. Zamanı geldi, ABD artık bu durumu görmemezlikten gelemez” sözleri Türkiye dâhil, tüm bölge ülkelerinin parçalanacağının kanıtıydı.
Obama’ya yön veren Yahudi düşünce kuruluşunun raporuna göre, Cemaatin tasfiyesi stratejik ilişkileri bozmayacaktı! Yeter ki Tayyip Erdoğan Kürt devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak çözüm sürecine sahip çıksındı!
Amerikalı gazeteci Seymur Hersh, London Review of Books’ta yayımlanan “The Red Line and The Rat Line” (Kırmızı Hat ve Gizli Hat) başlıklı makalesine, F tipinin doğrudan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan 17 Aralık operasyonunun düğmesine bizzat ABD Başkanı Barack Obama'nın bastığını yazmıştı. Sözde Halk Bankasını odağa alan operasyon bir yandan Türkiye’ye para akışını durdurup mali kriz çıkarmayı amaçlarken, bir yandan da CHP, MHP, Abdullah Gül ve Cemaatten seçenek oluşturacaktı. Oysa bütün bunların asıl amacı Erdoğan’ı sıkıştırıp ABD’ye daha mecbur ve mahkûm bırakmaktı.
İşte Sn. Erdoğan’ın hem balkon konuşmasında, hem devir-teslim sırasında, hem Davutoğlu’nu atamasında “Çözüm Sürecinin asla aksatılmayacağı” garantisini, bu mecburiyet ve mahkûmiyet kapsamında okumak lazımdı. Star Gazetesine konuşan Beşir Atalay’ın “Çözüm sürecinin yol haritası eylül sonunda çıkacaktır. Belki bazı yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulacaktır. İşin özü terörün bitmesi, eve dönüş, hayata uyum ve demokratik siyasete katılım esas alınacaktır. İmralı’ya sadece MİT ve BDP değil başka kurumlar, heyetler de gidecek. Süreç şeffaf olacaktır” sözleri artık PKK’nın bir devlet Öcalan’ın ise bir devlet başkanı statüsüyle masaya oturulacağının ifşasıydı.
Televizyonlara çıkıp (en son Elazığ Kanal Fırat’ta, 30 Ağustos 2014) Cumhurbaşkanı Sn. Recep T. Erdoğan’ın üstün meziyetlerini, yüksek cesaret ve ferasetini heyecanla anlatan hemşehrimiz Prof. Mehmet Çelik: “Lice’de dikilen anarşist heykelinde; tasarım, yapım ve yerine taşım aşamalarını vaktinde fark edip iktidara rapor sunmayan MİT’in suçlu” olduğunu söylüyordu. İyi de bu MİT 12 yıldır Erdoğan’ın emrinde ve uzun zamandır büyük kahraman Hakan Fidan’ın güdümünde çalışmıyor muydu? Hani bu MİT, Türkiye’yi aşmış bölge ülkelerini bile dizayn edebiliyordu. Üstelik Jandarmanın tam altı ay önce bu hain girişimi sezip ilgilileri uyardığı halde, Afgan Ala gibilerin kasıtlı kulak tıkaması sonucu göz ardı edildiği konuşuluyordu!
Ve yine Mehmet Çelik: “Erdoğan’ın önüne koyulan, MOSSAD ve CIA raporlarının, çok kısa sürede Esad rejiminin yıkılacağı ve ülkeden kaçacağı konusundaki öngörülerinin Başbakanı yanılttığını ve Suriye politikasında bu nedenle bazı yanlışlar yapıldığını” belirtiyordu! Peki böylesine stratejik ve kritik bir konuda, bu denli safdirik davranan bir kişi, nasıl büyük Lider diye pohpohlanıyordu? Üç gün önce “NATO’nun ve Batı’nın ne işi var Libya’da?” dediği halde Sn. Recep T. Erdoğan’ı Haçlı ordularıyla birlikte Libya’nın tahribine ortak olmasına hangi rapor sebep oluyordu? Sn. Mehmet Çelik, iltifatlarında da itirazlarında da dengeli ve derinlikli olmanı tavsiye ediyorum, insanın sonunda yalamakta bile zorlanacağı, içi kof hokkalı laflar etmekten sakınması gerekiyordu.
Parti içi kapışma ve dağılma süreci yaklaşmıştı!
“(Münafıkların ve Ehli Kitaptan inkârcıların) kendi aralarındaki (gizli makam-menfaat) çatışmaları pek şiddetlidir. Sen onların (zahiren) birlik ve dirlik (içerisinde olduklarını zan ve) hesap edersin; oysa onların kalpleri paramparça vaziyettedir (çıkarları ve ihtirasları uğrunda her an kapışmaya hazır haldedir)” (Haşır: 14 ortası) ayeti haktır ve aynen yaşanacaktır. Sn. Abdullah Gül’le Sn. Erdoğan’ın karşılıklı “Sadık kardeşim ve kırk yıllık dava arkadaşım” iltifatlarının nasıl bir riyakârlık olduğu yakında anlaşılacaktır. Hayatının son kırk gününü hastanede geçiren Erbakan’ı bir kere olsun ziyaret etmeye cesaret edemeyen ve Siyonist lobilerden çekinen Abdullah Gül’ün şimdi İstanbul’da Hocanın kabrini ziyaret etmesi ve İstanbul’a dönerken gazetecilerin “Siyasete dönecek misiniz?” sorusuna “Bekleyin görürsünüz!” yanıtını vermesi, acaba hangi hesapların ve hazırlıkların alameti sayılmalıydı?
Cumhurbaşkanlığı sona eren Abdullah Gül’ün Erbakan Hocanın haksız yere ve kendileri yüzünden ceza aldığı kayıp trilyon davasıyla ilgili savcılığı bilgi vereceği de açıklanmıştı. “Kayıp trilyon davasına bakan ağır ceza mahkemesinin Refah Partisinin diğer yetkilileri ve Muhasebe Müdürleri hakkında berat kararı verdiklerini”söyleyen Gül acaba Erbakan’ı suçlu göstermeye mi çalışmıştı? “Erbakan, haksız ve dayanaksız iddialarla ve alakasız mahkemeler aracılığıyla kasıtlı bir cezaya çarptırılmıştır”bile diyemeyen Sn. Gül’ün ayarı da, amacı da ortadaydı.
Açıklanan Davutoğlu Kabinesi de oldukça enteresandı!
Ali Babacan’ın ve Bülent Arınç’ın “dengeleri gözetme ve bölünmeyi geciktirme” mecburiyetiyle yerlerinde bırakıldığı yeni kabinede Sabataist-Liberalist kafaların stratejik bakanlıklara getirilmesi dikkatlerden kaçmamıştı. Numan Kurtulmuş’un Başbakan Yardımcılığı, Mevlüt Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı, Volkan Bozkır’ın Avrupa Bakanlığı açıkça sırıtmaktaydı.
Türkiye-ABD Parlamenterler Dostluk grubu Başkanlığı, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in özel kalem Müdürlüğü, AB nezdinde Türkiye daimi temsilciliği gibi stratejik (!) görevler yürüten AKP İstanbul Milletvekili Vural Bozkır’ı, Amerikalı Yahudi akademisyen Denis Ojalvo’nun Galatasaray Üniversitesinde verdiği “Türk Yahudi Lobiliği” başlıklı yüksek tezinde Washington Başkonsolosluğu hizmetleriyle örnek vermesi anlamlıydı. Bir zamanlar Başbakan Erdoğan’ı, ehliyetli ve liyakatli olanları değil “Çocukluk arkadaşlarını, Mahalle dostlarını, Belediyedeki Kadrolarını ve askerlik ahbaplarını bakan yapmakla” suçlayan ve çok ağır ithamlarda bulunan Numan Kurtulmuş’u, hangi odaklar bakanlığa taşımıştı.
Beşir Atalay ve Hakan Fidan’ın umdukları bakanlıklardan mahrum bırakılmaları ve yine Hükümet-paralel kapışmasını rağmen çocuklarını Cemaat okullarından almayan Faruk Çelik’in yerinde kalması nasıl sonuçlar doğuracaktı? Ve İsrail Dışişleri resmi sitesinin “Hamas’ın İsrail’e fırlattığı roketler aptalcadır!” yazısını yayınladığı ve “Türk İslam Bilgini” diye tanıttığı Adnan Oktar zavallısının Erdoğan ve Davutoğlu kerametleri bunları koruyup kurtaracak mıydı? Hüseyin Çelik’in, Yalçın Akdoğan’ın Bakanlığını hafife alması ve “Hükümetin Süvari Kaptanı” dediği Hayati Yazıcı’nın görevden alınmasını şaşkınlıkla karşılaması, hangi karın ağrılarını yansıtmaktaydı? Eski Çevre Bakanı ve TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın, Cumhuriyet Gazetesinden Utku Çakirözer’e: “Sarıyer Kuzey Ormanlarındaki Gümüşdere yöresinin, (först leydi) Emine Erdoğan’ın ricası ve baskısıyla imara açtıkları” ve “Keşke bu işlere hiç bulaşmasaydık!”pişmanlıklara hangi kılıfa sarılacaktı?
Aslı astarı ve ayarı malum Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’ün övgülü yazdıkları ve memnuniyet duyguları, Davutoğlu Kabinesinin gerçek karnesini yansıtmaktaydı!
“-Sevindim: Bülent Arınç’ın Başbakan Yardımcısı olarak kalmasına sevindim. Çünkü, bana göre, “Müslüman vicdanını” ve sağduyuyu temsil ediyor. Çünkü, vefalı... Çünkü, öfkesini yenebilmiş, kendiyle ve dünyasıyla barışmış bir insan.
-Rahatladım: Ali Babacan’ın ekonominin başında kalması beni rahatlattı. Çünkü, kabinede hoşgörüyü, uzlaşmayı ve sakinliği temsil ediyor. Çünkü, ekonomide kararlılığı ve gerçekçiliği ifade ediyor.
-Rahatladım: Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanı olarak kalması beni rahatlattı. Çünkü, Ali Babacan’la iyi bir takım oluşturuyorlar. Çünkü, o da popülizme teslim olmayan, dünya ile entegre ve gerçekçi bir ekonomi vizyonuna sahip.
-Umutlandım: Mevlüt Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi bana umut verdi. Çünkü, Batı’yla ilişkileri iyi tutmaktan yana biri. Çünkü, Ortadoğu (ve İsrail) konusunda ılımlı görüşlere sahip.
-Umutlandım: Volkan Bozkır’ın Avrupa Birliği ile ilişkilerden sorumlu bakanlığa getirilmesi de bana umut verdi. Çünkü, Avrupa’yı ve değerlerini çok iyi bilen, benimseyen ve tam üyeliği yürekten destekleyen bir insan.
-Sevindim: Numan Kurtulmuş’un Başbakan Yardımcılığı’na getirilmesine sevindim. Çünkü, reformist bir insan. Çünkü, dünyayı iyi izliyor.”[3]
Sonuç: Başka çaresi yok, ya Türkiye parçalanacaktı veya AKP dağılacaktı! Bu iki şıktan hangisini tercih etmek ise insanların ayarını ortaya koyacaktı!
--
MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ
[1] 1 Eylül 2014, Milli Gazete
[3] Ertuğrul Özkök, 30.08.2014