“Devlet Aklı” ve “Hükümet (Hikmet) Sırrı” üzerine
STRATEJİK BİR ANALİZ
Türkiye’nin haklı bir gerekçe ile Suriye sınırımız boyunca bir barış koridoruoluşturmak ve PKK-YPG’nin terör saldırılarını savuşturmak üzere; Suriye’nin kuzeyine (Fırat’ın doğusuna) yapacağı bir askeri müdahaleyi, Washington Post; “Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyini İŞGAL EDECEĞİ” şeklinde haber yapmıştı. Yetmez; sınırdaki El Haseke bölgesinde, YPG-PYD-PKK için kendilerinin hazırladıkları beton tünellerin fotoğraflarını yayınlayıp, “Türk askerinin buralardan geçemeyeceğini” vurgulamış ve bir nevi gözdağı vermeye çalışmıştı.
MSB Hulusi Akar’ın, ABD askeri heyetine: “Ya güvenli bölge teklifimiz dikkate alınır ve sorumluluğu Türkiye’ye bırakılır veya o bölgeye müdahale etmemiz kaçınılmazdır. Gerekirse inisiyatif kullanacağız, artık tahammülümüz kalmamıştır!”mealindeki muhtıra gibi mesajı, bizleri oldukça umutlandırmıştı.
Ama maalesef; Fırat’ın doğusuna (Kuzey Suriye topraklarına) yönelik barış koridoru oluşturma niyetli askeri operasyonların, sonunda ABD ile birlikte yapılacağı açıklanmıştı. Bunun anlamı; PYD-PKK teröristleri, silahlarıyla birlikte 35 km içeride hazırlanan bölgelere kaydırılacak; buralarda özel statülü bir özerk Kürdistan oluşumuna dolaylı meşruiyet ve resmiyet kazandırılacak ve güvenlik koridoru, ABD ile Türkiye’nin ortak kontrolünde olacaktı. Bu durum; Suriye’nin fiilen parçalanması, Büyük İsrail’e zemin hazırlanması ve Türkiye’nin ABD’nin bölge politikasına alet olunması konusundaki kuşkularımızı arttırmaktaydı. Üstelik Türkiye;“Suriye’yi işgal eden ülke” ithamına muhatap olacak, siyasi ve diplomatik sorunları tek başına sırtlayacaktı.
Suriye’de Güvenlik Koridoru Hesapları ve Amerikan Ayısıyla Çuvala Girme Hazırlığı!?
Zaten Washington, Fırat'ın doğusunda Ankara'ya 5-14 km derinliğinde bir bölgeyi öteden beri öneriyordu. Şimdi ise bunu 20 km’ye çıkarmaya razı oluyordu. ABD’nin; YPG'yi de buna kısmen de olsa ikna ettiği, terör elebaşı Mazlum Kobani'nin; “5-10 km derinlikte bir bölgeyi, uluslararası güçlerin denetimine bırakmayı uygun görmelerinden” anlaşılıyordu. Gelen ABD heyetleri, Rusya veya Esed rejiminin burayı ele geçirme ihtimalini göstererek, Ankara'yı bu teklifi kabule ikna etmeye çabalıyor ve başarıyordu. Ankara ise; Suriye'den çekilmeyi erteleyen Washington'un, 30 km’lik derinliği iyice minimize etmesinden rahatsızlık duysa da kabul ediyordu. Türkiye, artık bir sonuç alınmasını kuvvetle arzu ediyor ama YPG'ye uluslararası ya da ABD güçlerinin himayesinde güvenlik vermeyi istemeyen tavrını yumuşatıyordu. Fırat'ın doğusunda, kendi imkânlarıyla güvenli bölgeyi kurma hedefi sulandırılıyordu.
ABD, PKK-YPG'yi “kullanışlı kart” olarak elinde tutmakta ısrarcı davranıyor ve Türkiye’nin haklı itirazlarını takmıyordu. Aynı zamanda PKK'yı, İran'ın bölgedeki etkinliğini engelleme araçlarından birisi olarak görüyordu. Bunun için de Amerikan medyasında; “Türkiye'nin, yeni bir açılım süreci yapma ihtimali” yazılıp çiziliyordu. Dertleri ise; PKK'nın Türkiye'de silah bırakması ama Irak ve Suriye'de ABD’nin yedek milisi olarak konumlanması oluyordu.
Böylece, İran'a karşı hem Türkiye’yi kışkırtmayı hem de PKK’yı kullanmayı düşünüyordu. ABD-YPG ilişkisi bu mahiyette yürüdükçe, "silah bırakma" meselesinin bir anlamı yoktu. Ve Ankara’nın; PKK'nın, farklı isimlerle bile olsa, bölgesel bir “yedek” güç olarak meşrulaştırılmasını kabullenmesi anlamına gelecek her uzlaşması bizi kuşkulandırıyordu.
Sorun şuradaydı: Amerikalılar; sürekli kendi taktik menfaatlerini, Türkiye'nin stratejik-hayati menfaatlerinin önüne koyuyordu. DAEŞ'e karşı taktik amaçla desteklediğini söylediği PKK-YPG'yi, şimdi İran için seferber etmenin; Türkiye için de ne kadar kabul edilemez olduğunu anlamak istemiyordu. Uzun ve orta vadede, PKK'nın hem Suriye'de hem de Irak'ta kalıcı olmasını sağlamaya çalışıyordu.
İran'ı dizginlemek için zaten yeteri kadar kapasiteyi seferber etmeyen Washington’un asıl hedefi Türkiye oluyordu. ABD yaptırımları, İran ekonomisine ağır etkilerde bulunsa da İran rejimini; Saddam'ın Irak'ı ya da Taliban'ın Afganistan'ı sananlar yanılıyordu.
“ABD'nin, Türkiye ve Ortadoğu politikalarının hâlâ taktik unsurlarla uğraşması ve yeni bir değerlendirmeye gitmemesi sorunluydu. Bu durum, Rusya'nın kullanacağı yeni boşluklar oluştururdu. ABD'nin hatalı politikaları yüzünden, Suriye iç savaşının paradoksal şekilde Rusya ve Türkiye arasında yakınlaşma getirmesinden bile ders alınmıyordu. Taktik kazanç hırsı, stratejik kayıpları büyütüyordu. MGK'nın ‘barış koridoru’ tanımlamasını, bu bölgesel bağlamda yorumlamakta fayda görülüyordu”buyuran, CIA bağlantılı Siyonist STRATFOR irtibatlı SETA vakfı yetkililerinden ve SARAY prenslerinden Burhanettin Duran; hayret, hem ABD’ye karşı Rusya’ya yanaşmayı ve S-400 alımlarını övüyor, hem de “Türkiye üzerinde, Rusya etkinliğinin artması endişesiyle” ABD’yi uyarıyordu!?
Acaba; Sn. Erdoğan Ankara’sı, Suriye’de bir PYD devletçiğine dolaylı da olsa razı mı kılınmışlardı?
Defalarca hatırlatmıştık; “Önemli dış politika hususunda ve özellikle stratejik Suriye sahasında, Sn. Erdoğan’ın üst perdeden çıkışları, çok önemli ve tehlikeli tavizleri gizleme ve toplumun gazını indirme palavralarıydı!..” İşte Fırat’ın doğusuna ve Kuzey Suriye boyunca oluşturulacak bir “Barış Koridoru”; evet güvenliğimiz açısından büyük bir ihtiyaçtı, mutlaka yapılması lazımdı… Ama Sn. Erdoğan’ın bu konudaki sert ve net politikalarının ardında, kuşku uyandırıcı tavizlerin yattığı da sırıtmaktaydı.
Bu konuda Arslan Bulut, önemli ve isabetli yorumlar yapmıştı:[1]
Türk-Amerikan ilişkilerinde, daha doğrusu Trump-Erdoğan arasında bir süredir ilginç açıklamalar yapılıyordu. Trump; Osaka zirvesinden itibaren, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füzeleri almasını haklı bulduğunu söylüyor ve Türkiye'ye Patriot füzesi satmayan Obama'yı suçluyordu. İtiraz eden Cumhuriyetçi senatörleri ise, güya ikna etmek için Beyaz Saray'a davet ediyordu. Bu gelişmeler sırasında, S-400'ler Ankara'ya uçaklarla getiriliyordu. Osaka'da F-35'ler konusundaki tartışmayı hatırlatan Trump,"Dürüst olmak gerekirse, bu aslında gerçekten Erdoğan'ın hatası değil. Siz şimdi 'Donald Trump Türkiye'yi seviyor.' diye flaş haber yapacaksınız. Diyeceksiniz ki 'Donald Trump, Türkiye'nin yanında.' Hayır. Ben ülkemizi seviyorum ve çıkarlarımızı düşünüyorum." diye konuşuyordu.
Derken, Milli Savunma Bakanlığı'nda; Türk ve ABD'li askeri yetkililer arasında, Suriye'nin kuzeyinde "Güvenli Bölge"nin tesisine yönelik çalışmalar başlıyordu! Hemen öncesinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey'yi kabul ediyordu. Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Bakan Akar tarafından; Fırat'ın doğusunda Türkiye ve ABD'nin koordineli bir şekilde ve birlikte 'güvenli bölge' tesisi, PKK/YPG terör örgütü unsurlarının güvenli bölgeden çıkarılması, bölgedeki mevzii ve tahkimatın imha edilmesi ve ağır silahlarının toplanması, yerinden edilen Suriyeli kardeşlerimizin evlerine dönmeleri için gerekli şartların oluşturulması; Türkiye'nin mücadelesinin Kürt ve Arap kardeşlerimiz ve diğer etnik/dini gruplarla olmayıp, DAEŞ ve PKK/YPG'li teröristlerle olduğu, ABD'li bazı sivil, asker üst düzey yetkililerin, PKK/YPG terör örgütü elebaşları ile Suriye'de yaptıkları görüşmelerden rahatsızlık duyulduğu ifade edilmiştir." deniliyordu…
Bu arada Wall Street Journal, Trump'ın danışmanlarına: “Türkiye'ye yaptırım uygulamaktan kaçınmak istediğini ve Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'a bu yönde güvence verdiğini söylediğini” yazıyordu. Erdoğan da Osaka'daki G20 Zirvesi'nin ardından, "Yaptırımlar konusuna Sayın Trump açıklık getirdi. Böyle bir şeyin olmayacağını da kendisinden özellikle dinlemiş olduk." diyordu.
"Trump, neredeyse Türkiye için bir iyilik meleği rolü üstlenmiş durumda! Bu işte bir gariplik yok mu?" diyecektim ama buna gerek kalmıyordu! ABD'nin başlangıçta, Türkiye ile Fırat'ın doğusundaki PYD arasında oluşturmak istediği tampon bölgeye, Batılı asker getiremeyeceğini anladığı ve Türkiye'nin; "30 kilometrelik bir şeridi güvenli bölge ilan edelim ama Türkiye'nin kontrolünde olsun" önerisine olumlu cevap verdiği konuşuluyordu.
(Acaba) 30 kilometrelik şeritte güvenli bölge kurulursa, PYD biraz güneye ve Suriye içlerine doğru itiliyordu ama Türkiye, bu şekilde hemen güneydoğusunda 80 bin kişilik (olan, şimdi 110 bine çıkarılan) Amerikan yetiştirmesi ordusu bulunan PYD devletçiğini (dolaylı biçimde) kabul etmiş olmuyor muydu? Eğer böyle ise; ABD Suriye'deki hedefine, Türkiye'nin de onayını alarak ulaşmayı başarıyordu. Bu anlaşma sağlandıktan sonra, artık Türkiye’nin PYD'ye müdahale imkânı da kalmıyordu!?
Bu görüşmelerden önce, Yeniçağ'da Cahit Armağan Dilek'in yazdığı gibi;"Türkiye'nin Suriye’nin kuzeyinde muhtemel bir operasyona yönelik artan hareketliliğine karşı, Pentagon'dan sert bir açıklama yayınlanmıştı. Suriye’nin kuzeyinde ABD askerlerinin bulunduğu hatırlatılıp; ABD müttefiki Kürt(!) güçlere karşı yapılacak tek taraflı bir operasyonun, ölümcül sonuçları olacağı uyarısı yapılmıştı."
ABD, 2018 yılında "güvenli bölge" önerisinde bulunduğu zaman; Anadolu Ajansı, Prof. Dr. Betül Karagöz Yerdelen'in görüşlerini aktarmıştı. Betül Yerdelen’in: "ABD'nin güvenli bölge önerisi, PYD'yi korumak içindir. PYD/YPG'nin bölgede zayıflamasını istemeyen Washington hem Türkiye'yi kaybetmemek için hem de PYD/YPG terör örgütünü korumak için, son kertede 'güvenli bölge' önerisini yeniden gündeme getirmiştir." tespitleri anlamlıydı.
Devamını okumak için tıklayınız.