Aralık 04 03:14

ERBAKAN HOCAMIZLA ÇANAKKALE RÜYASI!

ERBAKAN HOCAMIZLA ÇANAKKALE RÜYASI!

Fatma Betül ERİŞKİN / Konya - 17.03.2019

Rüyamda: Gece yarısı evimde temizlik yapıyorum. Eşim ve çocuklarım uyuyorlarmış. Bir ara, su içip dinlenmek için oturuyorum. Gayri ihtiyari telefonumu elime alıp bakıyorum. Erbakan Hocamızın isimleri ile kayıtlı bir numaradan mesaj gelmiş olduğunu görüyorum. Bir konum atmışlar ve mesajda; bir buçuk saat sonra o konumda olmamızı talimat buyurmuşlar. Mesaj atılalı üç buçuk saat olmuş. Üzülüyorum, çünkü Aziz Hocamızın vermiş oldukları saat çoktan geçmiş oluyor. Konumu açıp giriyorum. “Acaba burası neresi?” diye düşünürken, verilen konuma ulaşma süresinin 13 saat falan olduğunu görüyorum. Konumda gidilecek yerin ismi vesaire ile ilgili başka hiçbir bilgi yokmuş. Hemen bir özür mesajı yazıyorum. Mesajı geç gördüğümü, hâlâ bu konuma gelmek için vaktimizin olup olmadığını soruyorum. Mesajıma: "Siz hâlâ çıkmadınız mı?" diye bir cevap geliyor. Ben: "Aziz Hocam, kimlerle geleyim?" diye soruyorum. Erbakan Hocamız: "Eşin, çocukların ve sen gelin. Gelirken de yanında 250 tane “Erbakan Gerçeği ve Manevi Vasiyeti” kitabından ve 10 bin tane de “Oy emanettir Oyuna gelmeyin” fotokopisinden getir!" buyuruyorlar. Hemen uyuyan ailemi uyandırıyorum, yanımıza birkaç parça yedek kıyafet alıp, küçük arabamızla yola çıkıyoruz. Eşime telefondan konumu açıyorum. Komutlar Erbakan Hocamızın mübarek sesleriyle veriliyor. Sanki saatlerce yol alıyoruz. Ekranda sürekli “Hedefe varış süreniz 14 saat, 12 saat…” diye yazıyor. Mesafeyi kısalta kısalta en son iki dakikaya indiriyoruz. İlginçtir ki, ne konumda gidilen yere ait bir isim, ne de yollarda bir tabela görmüyoruz. En son konumda ulaştığımız bilgisi verilince, hemen sağımızda Çanakkale Şehitliğini görüyorum. Çocuklar arkada uyuyor oluyorlar. Eşime: "Kapıları kilitlemeyi unutmayalım, çocuklar arkada uyumaya devam etsinler. Daha epey uyanmazlar" diyorum. Bu esnadaErbakan Hocamızın mübarek sesleri geliyor: "Burada kapıları kilitlemenize gerek yok!" buyuruyorlar. Ben: "Aziz Hocam, bir şey olacak diye değil de, uyanıp uyku haliyle yokuş aşağı falan iner giderler mi? Bu yüzden çekindim" diyorum. Erbakan Hocamız:"Sen merak etme, şu an onlar arabanın arkasında en az 10 bin kişiyle (aziz şehitlerimizin himayesinde) yatıyorlar!" buyuruyorlar. Utanarak, sesin geldiği tarafa doğru yürüyoruz. Çanakkale Şehitleri Abidesi hemen solumuzda; 57. Alay sağımızda, deniz tam karşımızda, Erbakan Hocamız denize karşı bacaklarını sarkıtıp oturmuşlar. Saydığım her şey gözümüzün aynı anda göreceği mesafedeymiş sanki. Bir bahar havası varmış ortalıkta. Deniz pırıl pırıl ve çok sakin bir haldeymiş. Ay, bütün ışığıyla denize düşmüş gibi... Hemen gidip eşimle Erbakan Hocamızın arkalarına oturuyoruz. Erbakan Hocamız: "Bu deniz, Çanakkale Savaşına kadar böyle dingin değildi! Gördükleri, şahit oldukları, denizin ortalarına kadar suyun rengini değiştiren şehit kanları, bu denizi dinginleştirdi!" buyurdular. Mübarek başlarını yarım döndürüp: "Sazı arabanın arkasına koymuş muydun?" diye sordular. Hemen Aziz Hocamızın yazmış oldukları mesajlara yeniden baktım ama mesajda saz getirmemle ilgili bir talimat geçmiyordu. Kendi kendime: "Aziz Hocam sorduklarına göre, arabanın arkasına bakmam gerek!" diye düşünüp aracın yanına gittim. Hakikaten arkada bir saz duruyordu. Alıp Erbakan Hocamıza getirdim. Bana bir ağacı işaret buyurarak: "Ağacın altında oturan kardeşimize ver!" buyurdular. Fakat alanda Erbakan Hocamız, eşim ve benden başka hiç kimse görünmüyordu. Aklıma daha önce gördüğüm Çanakkale ile ilgili rüyam geldi. Her yaştan binlerce şehidin, otobüsümüzde, caddelerde, ağaçlıklarda, her yerde bizimle oluşlarını hatırlayıp, sazı Erbakan Hocamızın emir buyurdukları ağacın altına götürdüm ve uzattım. Bir el uzanıp sazı alıyor gibi saz ellerimden kayıp gitti ve bir insan dizi mesafesinde havada durmaya başladı. Sonra saz, gecenin bütün sessizliğini deler gibi çalınmaya başladı. Erbakan Hocamız mübarek ellerini dizlerine yavaş yavaş vurarak tempo tutuyorlardı. Sonra bana dönerek: “Ahmet’in telefonu akıllı telefon değil miydi?" buyurdular. Ben: "Hayır Aziz Hocam, normal telefonlardandı sanırım" dedim. Erbakan Hocamız: "Ona da konum attım ama görmedi!"buyurdular. Ben: "Aziz Hocam, Cevriye Anneye ve Necmiye’ye bana gönderdiğiniz konumu atayım mı?" dedim. Erbakan Hocamız: "Necmiye’ye at, hemen Ahmet’e ulaşsın ki O da yanımıza gelsin!" buyurdular. Ben: "Aziz Hocam, Necmiye’yle mi, Nevzat Abiyle mi; kiminle gelsinler?" dedim. Erbakan Hocamız: "Kendisi gelsin!"buyurdular. Hemen Necmiye kardeşimize mesajı attım. Ardından da, eğer uyuyorsa uyanıp mesajı görmesi için aradım. Necmiye kardeşimiz uyuyormuş. Uyandırıp durumu anlattım. Daha ben telefonda kardeşimizle konuşurken, kardeşimiz gidip Ahmet Hocamızadurumu iletmiş, Ahmet Hocamız da yanımıza gelmiş oluyorlar. Erbakan Hocamızla Ahmet Hocamız uzun uzun ve sıcacık kucaklaştılar. Bu arada saz çalmaya devam ediyordu ve ben aynı notaları defalarca dinliyorum; beynime işliyor her notası. Erbakan Hocamız: "Ahmet, bize şu türküyü söylesen de kulaklarımızın pası silinse!"buyurdular. Ahmet Hocamızın söyledikleri türkünün içinde geçen ve aklımda kalan birkaç kelimeyi Google’a yazıp aratınca bulduğum türkü: "Dost Cemalin Benzer Güneş'e Ay'a" isimli türkü idi. İkisi de denize karşı oturmuşlar, mübarek ayakları oturdukları tümsekten aşağıya doğru sarkıtılmış; Erbakan Hocamızın mübarek başlarıAhmet Hocamızın omuzlarında, bu halde en az 10-15 kez bu türküyü birlikte ve gözyaşları içinde söylediler. Dünya orada durmuş ve yalnızca ikisi varmış gibiydi sanki... Bir süre sonra Erbakan Hocamız şaşkın şaşkın baktığımı görünce, oturdukları yerden bana seslendiler: "Bu olaylarda niye şaşırıyorsun? Hâlâ bu olup bitene alışamadın mı?" buyurdular. Ben: "Ama Aziz Hocam, ben saz almadığım halde aracın arkasında saz oluyor. Sazı ağacın dibine koyuyorum, saz, diz mesafesinde kalkıp kendi kendine çalınıyor! Şaşırmayayım da ne yapayım?" dedim. Erbakan Hocamız:“Görsen daha çok şaşıracaksın o zaman, en iyisi böyle devam etsin!" deyipAhmet Hocamla birbirlerine bakıp gülümsediler. Sonra birden o alanda binlerce insan (şehit) görmeye başladım. Saza tekrar bakınca artık boşta değil, muhtemelen 14 yaşına gelmemiş sarışın bir gencin elinde olduğunu gördüm. Gencin asker kıyafeti paramparça olmuş, elbisenin sağlam kalmış yerleri ve vücudu da kan içerisinde... Etraftaki arkadaşlarının halleri de çok farklı değilmiş. Her yaştan kişi var fakat hepsi aynı haldelermiş. “Bu rüyam da önceki rüyam gibi!” dedim kendi kendime. Gencin yanına gittim. Kendi çocuklarımmış gibi öyle sıcak kucakladım ki, saatlerce o halde kalıp ağladım:"Yaralarını sileyim ister misin? Kıyafetlerini değiştirelim mi?" diye sordum. Sonra cevap beklemeden, arabaya gidip yedekten oğlumun kıyafetlerinden getirdim. Bir taraftan daErbakan Hocamıza bakarak: "Aziz Hocam, çocukları kaldırsam da onlar da bu yaşadıklarımıza şahit olsalar!" dedim. Erbakan Hocamız: "Bak bakalım seninkiler uyuyorlar mı?" buyurdular. Baktım, yaşıtları olan sayısız gençlerin arasına oturmuşlar; biri ok gösteriyor, diğeri ucu bıçaklı silahını... Aralarında bir sohbet, muhabbet oluşmuş. Ben Erbakan Hocamıza bakarak: "Aziz Hocam, kıyafetler alıp gelip herkesin kıyafetini değiştirelim, yaralarını temizleyelim mi?" dedim. Erbakan Hocamız: "Sor bakalım isterler mi?" buyurdular. Saz çalan gence sordum, genç bana bakıp gülümsedi. Hâlinden o kadar memnun ki, bana istemediğini anlatan bir yüz ifadesi ile sadece: "Sence?" (yani, şehitler kanlı elbisesiyle mahşere kalkacak ve bununla şeref duyacak!) dedi. SonraErbakan Hocamız bir kişiyi işaret buyurarak: "Bize o son 4 günü anlatır mısınız? 4 kişiyi bir mermiyle nasıl vurduğunuzu? Diğerlerinin korkudan kendilerini cayır cayır yanan denize nasıl attığını anlatır mısınız?" buyurdular. 30’lu yaşlardaki asker: "Aziz Hocam, biz buraya (ismini hatırlamıyorum) falanca köyden geldik. Aslında bir kez olsun elimize silah almışlığımız yoktu. Ben de arkadaşlarım da nasıl kullandığımızı bilmeden kullandık o silahları? Bir mermiyle de 4-5 kişiyi nasıl vurduğumuzu hiçbirimiz bilmiyoruz ve hâlâ akıl erdiremiyoruz. Sanki biz vurmadık da atan başkasıydı!" dedi. Erbakan Hocamız gülümsediler: "Senin yerine silahı kullanan, (Hz. Ali’yi kastederek) Ali’ydi!" buyurdular. 

 

Devamını okumak için tıklayınız.

 

 

Yorum Yaz