Ocak 16 01:22

“İHLAS” KAVRAMI VE YOBAZLAŞMA

“İHLAS” KAVRAMI VE YOBAZLAŞMA

İhlas; mertlik ve netliktir. Olduğundan başka türlü görünmeye ve insanların gözüne girmeye tenezzül etmemektir. İhlas; her işinde Allah’ın rızasını gözetmek ve bununla manevi huzura ve doyuma erişmektir.

Dinde ihlas: İslam’ın sadece kolayına gelen tarafına değil, tamamına sahip çıkmak... Kendisini, Kur’an’ın bütününe muhatap saymak... Dinimizin sadece iman ve ibadetle ilgili değil... Emanet, hürriyet ve adaletle ilgili hükümlerinin de uygulanmasını arzulamak ve bu amaçla çalışmaktır.

Kur’an’ı dışlayarak kurulan dengesiz ve değersiz bir ahlak düzeninin tahribatından... İnancını yaşayan Müslümanları sindirmeye ve insanları sömürmeye çalışan bir sistemin varlığından rahatsız olmayan ve hatta zulmün devamına destek çıkan bir kimsenin, ihlastan bahsetmesi riyakârlık, samimiyetten bahsetmesi sahtekârlıktır.

İbadette ihlas: Onları Allah emrettiği için, Peygamberin öğrettiği şekilde, İslam’ın şart koştuğu kadar, öngörülen zaman ve mekânda ve önem ve öncelik sırasına göre yapmaktır. Nafilelerle uğraşmaktan, farzlara fırsat bulamayan tiplerden olmamaktır. Farz, vacip ve sünnetleri, onlara ihtiyaç ve iştiyak duyarak yerine getirmeye çalışmaktır.

Hayırlı hizmetlerde ihlas: Gösterdiği gayretlerin sonucu, dünyalık servet, şöhret ve etikete talip olmamaktır.

İhlas: Milletin ve ülkenin çıkarını, kendi özel meşrebinin, tarikatının ve partisinin üstünde tutmaktır. Örneğin bir seçim sırasında; kendi tarikatımıza, meşrebimize, vakfımıza ve derneğimize özel yararlar sağlayan, ama ülkeye ve millete zarar vereceği ve zulüm edeceği belli olan bir partiye oy verenlerin, ihlastan ve insanlıktan bahsetmeleri sadece edebiyattır.

Şahsi ilişkilerde ihlas: İnsanları Allah için sevmek ve hayra yatkınlığına göre dost edinmektir. Onlara; etiketine ve etkinliğine göre değil, takvasına ve teslimiyetine göre kıymet vermektir. Gerçek ihlas; kusurlarımızı söyleyen ve öğüt verenleri, bizi övenlerden daha değerli görmektir.

İhlas: Her şeyi Allah’tan bilmek, Allah’tan beklemek, O’nun takdirine ve taksimine rıza göstermektir. Ama ne yazık ki, günümüzde sevgiler göstermelik, saygılar sahtedir. Yapılan hayır ve hizmetler bile, menfaat ve hürmet devşirmeye yöneliktir. Güler yüzlü ve güzel görünümlü nice çehreler vardır ki, bunlar münafık ve marazlı ruhları gizleyen birer maskedir.

Maalesef, köpükten köprüye benzeyen sahte mürşitler çoğalmıştır. Sahil-i selamete ulaşayım diye, bunların üzerinden geçmeye kalkanlar, azgın sellere kapılıp daha büyük felaketlere sürüklenmektedir. Çağımızda en zorlu iş, gerçekleri yüklenmek ve sahiplenmektir. Çünkü “doğru”lar pahalıdır ve doğruluk riskli ve çetindir. Ama, her şeye rağmen, gerçeklere sahip çıkanlar ve doğruları savunanlar onurlu ve şereflidir.

Eğrilik ise kolaydır ve yalanlar, ucuz ve çürük bir malzemedir. Ne var ki eğriliği kabullenenler, basit ve bayağı kimselerdir. Kendi rahatı ve menfaati için, başkalarını zahmet ve zarara sokanlar, sorumsuz ve seviyesiz kişilerdir. Böylesi fertlerin çoğaldığı toplumlar huzura hasrettir. Çünkü bir toplumdaki ayrılık ve düşmanlıkların başlıca nedenleri: Irkçılık, siyasi kutuplaşma, sosyal dengesizlik ve adaletsizliktir.

Ve yine bir toplumda huzur ve güvenin garantisi; ahlak, ekmek, dayanışma ve beraberliktir.

Unutulmasın ki “İnsan hakları, özgürlük ve ilericilik” gibi kavramları kullanıp millete zulmedenler, bir gün mutlaka bilinçlenecek ve bilenecek olan toplumun nefreti altında ezilecektir. Evet; işte ihlas, hiçbir şart ve şekilde, asla yalana ve hilekârlığa tenezzül ve tevessül etmemek ve dürüstlükten vazgeçmemektir. Menfaatini şerefinden üstün tutanlar, ne ihlasa ne de insanlık onuruna erişemeyecektir.

İman ve ihlas, ciddiyet ve cesaret gerektirir. Kaypaklık ve korkaklıkla beraber, samimi ve sağlam bir karakter, asla bir arada yürümeyecektir. Kâfirlerin ve kötülerin zararlarından korkarak Hakkı savunmaktan kaçanlar, sonunda zulmün ateşine odun olurlar. Karanlıklara karşı en azından bir mum yakanlar ise, aydınlık çağlara kapı açarlar. Zalimlerin aziz ve yoğun, mazlumların ise aciz ve yorgun olduğu bir dönemde, ilimle beslenmiş sağlam ve sapmaz bir imana sahip olmayanlar, İslami gerçekleri ve insani gerekleri savunamazlar. Çünkü korkak kimselerde olgun iman, imanı zayıf kimselerde ise dolgun vicdan bulunamaz.

İhlas: İnsanlardan gelen sıkıntı ve saldırıları bile Allah’tan bilmek ve her halde kusuru kendi nefsinde aramaktır.

İhlas: Eksiğini ve acziyetini görmek, her geçen gün olgunluğa doğru bir adım daha yaklaşmaktır.

İhlas: Allah için konuşmak, Allah için çalışmak ve bütünüyle Allah için yaşamak; ve insanlar görüp beğensin diye onları Allah’a şirk koşmamaktır.

İhlas: “Hüküm”le amel etmeyi, ama olayları “Hikmet”le seyretmeyi bilmektir.

İmtihanın hikmeti ve kaderin hükmüyle, insan nefsi, küfran-ı nimete ve kötülüklere meyilli yaratılmıştır. Ne var ki Cenab-ı Hak: “Nefislerin hem fücurunu hem de takvasını ilham edip (öğretmektedir). Artık nefsini (küfür ve kötülükten) temizleyen felaha ulaşmış, onun (gizli-açık günahlarını) örtüp, saklayan ise felakete uğramıştır.”[1]

 

Kesinlikle bilmemiz ve kabullenmemiz gereken gerçek şudur ki; Cenab-ı Hak her şeyi, bir kader ile yaratmıştır.[2] Ve yeryüzünde bulunan ve nefislerimizde oluşan her türlü musibet (başa gelen bütün olaylar), Allah tarafından yaratılmadan önce bir Kitapta (kader programında yazılmış) bulunmaktadır.[3]

Hidayet bulmak, iman, ibadet ve istikamet üzerinde olmak da, yine Cenab-ı Hak’kın bir lütfudur. Çünkü, “Rabbimiz her şeye yaratılışını veren ve sonra hidayet (hayır ve hizmet) yolunu gösterendir.”[4]

Allah (C.C.) mülkündeki tercih ve tasarrufundan dolayı, hâşâ sorumlu ve suçlu sayılamaz. Bazı insanları ve varlıkları seçmek ve şereflendirmek, O’nun hem hakkı, hem de hikmetidir.“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Seçim onlara ait değildir.”[5]

Bu nedenle; “Bize isabet eden (kendimizden zuhur eden bütün) iyilikler Rabbimizden, bize isabet etmiş (işlemiş olduğumuz) tüm kötülükler ise nefsimizdendir.”[6]

Evet hidayet bulmamız... Bereketli çalışmalarımız... Bilgi ve beceri kazanmamız... Verimli ve başarılı olmamız... Bunların hepsi Cenab-ı Hak’kın bizlere olan ikramı ve ihsanıdır. Ama günahlarımız, isyanımız, kötü alışkanlıklarımız ise, nefsimizin huyu ve hatasıdır.

“Başımıza gelen her türlü musibet, kendi ellerimizle işlediğimiz (kötülükler) yüzündendir. (Allah C.C.) pek çoğunu da affetmektedir.[7]

Uğradığımız bela ve hastalıklar ve çektiğimiz sıkıntı ve sorunlar; hem denenmemiz, pişmemiz ve yetişmemiz gibi hikmetler yanında; bir de asıl işlediğimiz günah ve kötülükler nedeniyledir.

Bütün musibetler; ya geçmişteki günahlarımızın ertelenmiş (te’cil edilmiş) infazıdır. Veya hazır günahlarımızın peşin verilmiş (ta’cil edilmiş) cezasıdır. Ya da; haram yemek, yalan söylemek ve ibadetleri terk etmek gibi kebair günahların ikazıdır. Yahut bunlar; riya, kibir, enaniyet gibi kalbi marazlardan kurtulmamızın ilacıdır. Belki de; hıyanet, hakaret, haset ve fesat gibi teşkilat ve cemaat içi haksızlık ve hastalıkların belasıdır. Veya Cenab-ı Hak’la ilgili sui zanlardan ve gizli itirazlardan kurtulmamıza ve ıslahımıza yönelik alarm ve uyarılardır. Hatta belaların bazısı, İslam ahlakını hâkim kılmakla ilgili görev ve sorumluluklardan kaçmanın ve bazı yetkileri istismara kalkışmanın verdiği sıkıntılardır.

Devamını okumak için tıklayınız.

Yorum Yaz