Milli Çözüm Dergisi Seminer Programı
Arş. Yzr. ve Siyaset Bilimci Ahmet AKGÜL
19 Mayıs 2016-İstanbul / Video Kayıt Çözümü
Euzubillahimineş-şeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Şimdi “İslam Kardeşliğinin Temel Esasları ve Milli Manevi Sorumluluklarımız” konulu konferansımı inşaallah kardeşlerime arz etmeye başlıyorum.
Elhamdülillah, Biz mü’minleriz; Kur’an-ı Kerim: “Mü’minler ancak kardeştirler” buyurmaktadır. Kardeş olmanın ilk ve en önemli şartı önce mü’min olmaktır. O şerefin birinci basamağı budur. Mü’min olanların vasıflarını da Zümer Suresi’nin 44. ve 45. Ayetlerinde Cenab-ı Hak şöyle hatırlatıp uyarmaktadır: “Allah vahid, tek olarak zikredildiği zaman, O’nun ne Zâtında ne şeriatında ne icraatında ve icadatında-yaratmasında ne de takdiratında asla şeriki yoktur. Her yaptığı en güzelidir, her takdiri en mükemmelidir.” şeklinde gerçek bir tevhidi imana ulaşmayanların İslam kardeşliğini hakkıyla anlamaları da imkânsızdır. Öyle ya bunlar neyin kardeşi olacaklardır? Ayet şöyle diyor; “Ahirete inanmayanlar, yani gerçek iman vicdanlarına kalplerine oturmayanlar, Allah böyle vahid olarak tek olarak zikredildiği zaman canları sıkılır.” “Yüce Yaratıcının asla eşi, ortağı ve benzeri bulunmamaktadır. O’nun İlahi kanunları en mükemmel olandır. O’nun nizamının ve kurallarının esas alınmadığı bir ülkede, bir bölgede, yeryüzünde huzur aramak boş bir uğraştır” gerçeğini hatırlattığınız zaman, ahirete inanmayan ama zahiren Müslüman rolü oynayanları bir sıkıntı kapladığı vurgulanmaktadır. Ve yine “Kuvvet-kudret sahibi yalnız Allah’tır. Korkulacak, umut bağlanacak, emri tutulacak, rahmetine sığınılacak, zaferi-başarıyı kendisinden umulacak tek zat Allah’tır” dediğiniz zaman münafık kesimlerin canları sıkılmaya başlamaktadır. Ama bazı süper güç zannettikleri çevreleri, ülkeleri, devletleri, kişileri, zalim dünya düzeniyle uyuşmuş, onlara köleliğe razı olmuş, onların medyaları, onların imkânlarıyla reklamı yapılmış, büyük kurtarıcı, müceddid, mehdi, büyük önder diye zavallı Müslümanlara lanse edilmiş kişiler övüldüğü, onlarla birlikte Allah istismar edildiği zaman ise münafıkların sevindikleri anlatılmaktadır. Ama Allah (c.c.) tek olarak, vahid olarak zikredildiği zaman ahirete inanmayanların huzursuz oldukları karşı çıktıkları hatırlatılmaktadır.
Kardeşlerim, Müslümanlar arasında birlikteliğin, beraberliğin ve kardeşliğin üç temel esası vardır: En başta İslam kardeşliğidir, bu temeldir. İkincisi, Hakkı hâkim kılacak bir cemaatin, bir ümmetin, bir hareketin oluşması emredilmektedir. Bu ise cihad şuuruyla mü’minlerin bir araya gelip teşkilatlanması ve irtibat münasebetidir. Üçüncüsü de özel hizmet ekibidir. Bu zaman zaman haklı hayırlı çizgide kalmak, Kur’an esaslarına bağlı olmak şartıyla bir tasavvuf bir tarikat birlikteliği, Nurculuk, Süleymancılık gibi hayırlı hizmet istikametinde bir meşrep bir hizmet beraberliği, bazen de Kur’an’da Hz. Hızır (as) ile Hz. Musa (as) arasındaki özel eğitim, özel bilgi alışverişini hatırlatıp anlatan bir manevi hizmet birlikteliği olabilir. Ne imiş üç türlü kardeşlik; Biri İslam kardeşliği, temel budur, esas budur. İkincisi, cihad şuuruyla Hakkı hâkim kılacak bir oluşumun bir hareketin beraberliği. Üçüncüsü de özel hizmet birlikteliğidir. Bunlardan biri farz makamında, diğeri vacib makamında diğeri sünnet makamında kabul edilebilir.
Şimdi kardeşlerim,
Kur’an-ı Kerim Hucurat Suresi’nin 10. Ayetinde: “Muhakkak ki mü’minler ancak kardeştirler.” Veya az önce anlattığımız gibi “Ancak mü’minler kardeştirler.” buyuruluyor. Arkasından “bu kardeşliğin (ilk belirtisi, ilk gereği, ilk görevi) mü’minler arasındaki husumetleri giderici, onlar arasındaki kavgaya, kargaşaya, düşmanlığa son verici bir ıslah hareketine girişmek” emrediliyor. İyi de, mü’minler; Suriye ile Türkiye, Suriye ile Mısır, Mısır ile Arabistan, Arabistan ile İran, İran ile Pakistan arasındaki bugün Şeytani güçlerin kışkırttığı kavgayı, kargaşayı, düşmanlığı nasıl ıslah edeceklerdir? Allah ıslah edin diyor. Bazıları bunu şöyle anlıyor; Aman da aman, bakınız ben televizyona çıkıp konuşuyorum: “Yapmayın, günahtır ha!” diye uyarıyorum. Oysa Allah böyle papağan gibi konuşun demiyor ki, ıslah edin diyor. Peki, bu ıslah nasıl olacaktır? Mü’minler arasında, mü’min ülkeler, mü’min kavimler, mü’min devletler arasındaki bu kışkırtılan kavgayı, bu düşmanlığı önlemek için; bütün Müslümanlar üzerinde etkili olacak ve yeryüzünde yetkin konumda sayılacak kurumların oluşması lazımdır. İslam Birleşmiş Milletleri kurulmadan, İslam Ortak Pazarı kurulmadan, Ekonomik Sanayi İşbirliği gücü oluşturulmadan, İslam Ortak Savunma Paktı kurulmadan, Müslümanlar askeri ve etkili bir güce kavuşmadan, İslam Dinarı; Müslümanlar arasında ortak para birimi kullanılmadan, İslam ülkeleri arasında eğitim, kültür, üniversiteler arasında bilgi alışverişini ve ittifakını sağlayan kurumlar oluşmadan, yeryüzünde etkili ve yetkili bir güce ulaşmadan, sizin Müslümanlar arasındaki kavgayı durdurup dünyadaki huzuru sağlamanız mümkün değildir. Öyleyse, yeryüzünde, hele ki bu hakikatlerin unutulduğu son birkaç asır içerisinde gerçek İslam kardeşliğinin gereğini, görevini ve bu İlahi emirlerin yerine getirilmesi için mutlak lazım olan sistemi ve projeleri hazırlayan tek insan Aziz Erbakan Hocamıza, yeniden Ona şükranlarımızı, hayır dualarımızı yolluyoruz. Yoksa bu ayetler, günde milyon kere hafızlar tarafından okunup duruyor ama Müslümanlar birbirlerine kırdırılıyor, Müslümanlar birbirlerini öldürüyor. Üç aşamalı kardeşliğin birinci temeli, mü’minlerin güç birlikteliğini temin idi. İkincisi, bakınız Cenab-ı Hak Al-i İmran Suresi’nin 104. Ayetinde; “(Ey Müslümanlar,) Sizin aranızdan-içinizden insanları Hakka ve hayra davet edecek (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve hükümet imkânlarıyla) ma’rufu iyilikleri yürütecek ve münkeri, kötülükleri önleyecek bir ümmet, (bir cemaat, bir teşkilat bulunsun).” buyruluyor. Milli Görüş bunun için kuruluyor ve Milli Çözüm bu emri ve Erbakan çizgisini takip ediyor. Biz Milli Çözüm Ekibi olarak bütün Müslümanları DİN KARDEŞİ, bütün Milli Görüşçüleri ise “DAVA MÜŞTEREKİ” biliyor, hepsine sahip çıkıp dua ediyoruz. Onların başarılarıyla seviniyor, sıkıntılarına üzülüyoruz. Birileri bizi onlara yanlış tanıtarak ve davaya zarar verdiğimizi sanarak bize hakaret edenlere ve husumet besleyenlere bile hakkımızı helal ediyoruz. Çünkü Rabbımıza, Peygamber Aleyhisselama, İslam’a, Davamıza ve Aziz Hocamıza hürmet ve muhabbet besleyenlere husumet etmekten Allah’a sığınıyoruz. Bu ayette; hizmet için bir liderin çevresinde organize bir teşkilat ve cemaat kurulsun manası bulunuyor. “İşte kurtuluşa erecek olanlar bunlardır.” Gerçek huzura mutluluğa layık olanlar bunlardır diyor Cenab-ı Hak. Oysa maalesef emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker uzun süre İslam ülkelerinde ve bizde nasıl anlatılmış, nasıl anlaşılmış? Efendim kürsüye çıkacaksın, insanlara faiz haramdır, yalan günahtır, fuhuş böyle ahlaksızlıktır deyip duracaksın... Ee dedik de ne oldu? Milyar kere faiz haramdır dedik, ben hatırlıyorum, bazı küçük illerde bile banka yoktu. İlçelerin çoğunda hiç yoktu; ama hocalar faiz haramdır deyip duruyorlardı. Dediler dediler... Şimdi her şeye, her eve banka girdi, faiz girdi, hatta faiz hayatın, kazancın, ticaretin, sanayinin vazgeçilmez bir şartıymış kanaati kafalara yerleştirildi; ama halâ hocalar faiz haramdır deyip duruyor. Neymiş, nehyi anil münker yapıyormuş… Yahu bu nasıl nehyi anil münker? Sen dedikçe münker çoğalıyor, sen haramdır, günahtır dedikçe faiz artıyor. Demek ki Allah’ın emrettiği bu değilmiş. Oysa Aziz Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi, “Faizin kaldırılmasıyla ile ilgili genelgenin mürekkebi bir gram tutmaz!” Devlet bir karar alacak: Faiz kaldırılmıştır! Bitti. İyi de, Milli Görüş istismarı ile, dindar kahramanlık edebiyatı ile iş başında olan AKP on dört senedir ne yaptı? Hiç! Geldiği günden bu yana faizi her gün arttırdı, faizli ticareti arttırdı, faizcilere yaradı, onların işini kolaylaştırdı!.. Hatta hatırlayacaksınız, Mustafa Koç vefat ettiğinde, Sn. Cumhurbaşkanı ağzından kaçırmıştı: “Vah efendim vah, dün gece de evimizde beraberdik, hanımıyla evimizde misafirdi” buyurmuşlardı. Hatırladınız mı? Allah Allah! Hani Mustafa Koç ve onun gibilere faizci diye rantiyeci diye gezici diye çatıp duruyordunuz. Geceleri hep beraber özel sohbetlerde ailenizle beraber geçiriyormuşsunuz. Ne demiştik Konya’daki konferansta? İşte bunların düzenini bir cümlede izah edin derseniz; “Gündüzleri hacılarla hocalarla, geceleri localarla Koç’larla!” İşte bunların din istismarcılığı ve kof kabadayılık düzeni!
Kardeşlerim; Üçüncü kardeşlik; özel hizmet birlikteliğidir. Cenab-ı Hak, Kehf Suresi’nin 62. ayetinden sonra Hz. Musa (as) ile “kendisine ledün, katımızdan özel bir ilim verdiğimiz bir kulumuz” buyurduğu Zat arasında; pek çok kader hikmetini ve hakikatini bildirmek için, bizzat özel hikmet ilimlerini öğretmek üzere, aralarındaki münasebeti anlatan ayetleri biliyorsunuz. Vaktimiz dar bunları tek tek anlatmayacağım.
Hz. Hızır öyle bir zattır ki; zaman ve mekân, boyut değiştirebilir bir şahsiyettir. Hatta Haydar Baba Hazretlerinin torunu anlatmıştı; Takım elbiseli, kravatlı, yüzü suratı traşlı bir zat geliyor Haydar Baba Hazretlerinin ziyaretine. Diyor ki torunu; Ben bu tiplerden hoşlanmadığım için aklımdan: Çok bid’atleri var; kravatı bid’at, takım elbisesi bid’at, kundurası boyalı, tıraşı var diye geçirip kendisini hiç hesaba katmadım, bunun dedemle ne işi olur? diye ilgi duymadım. Neyse, geldi sohbet etti konuştular. Dedem Ona rağbet etti, hürmet etti. Dedeme dedi ki: Başka bir görev için buraya gönderilmiştim, Elazığ Palu kazasına gelmişken Haydar Efendi’yi de göreyim öyle gideyim. Kendisine ikram edilmemiş, edilse de almamış, kalkmış gitmiş… Arkasından da uğurlamadım ve pek öyle hesaba katmadım… Ardından Haydar Baba dedi ki; “Tanıdınız mı kim olduğunu?” “Hayır, zaten kim olduğu belli” dedik. O buyurdular ki; “O zat Hızır (as) idi” Evet, Hz. Hızır (as) boyut, mekân ve zaman değiştirebilir, Allah bu yetkiyi vermiştir. Çünkü o İlahi kaderin, ezeli hikmetin temsilcisi makamında tezahür etmektedir. Her dili konuşabilir. Her kavmin rengine girebilir. Üstadımız Ahmet Akgül Hocamız anlatmıştı: Hacc döneminde Beytullah’ın karşısında oturmuştum, o zaman seyrekti bundan otuz sene kadar öncesi bir olayı anlatıyorum. Bediüzzaman’ın bir sözü aklıma geldi; “Her Hacc mevsiminde Hz. Hızır mutlaka Beytullah’ta bulunur.” Öyle içimden geçti, acaba O zat bugün de aramızda mıdır? diye. Tam o esnada Biz yorgun vaziyette Beytullah’a karşı oturmuştuk… Hem imkânımız yok otelde kalmaya hem de rahat ediyorum diye oruç tutuyorduk. Amcam tavsiye etmişti; “Oğlum rahat istiyorsan oruç tut, hem sağlık bulursun hem rahat olur”. Onun tavsiyesine uymuştuk. Çünkü yemekler insana dokunuyor hasta oluyorsun, ibadetten geri kalıyorsun, ama biraz hurma biraz ekmekle gerçekten sıhhat buluyorsun. Akşamları ise otelde kalma imkânımız yok, Beytullah’ta yatıp kalkıyorum ve tabi dolaşırken, Aziz Erbakan Hocam ve Şeyhim hazretleri yanımda önümde... Hep o hayalle beraber Beytullah’ı tavaf ediyoruz. İşte tam o sırada baktım Pakistan kıyafetli babayiğit böyle 1.90 boyunda, yakışıklı bir zat geldi “Selamün aleykum Ahmet Hoca”. “Aleyküm selam” dedim. Ben zannettim, beni Türkiye’den veya Avrupa’dan, tanıyanlardan birisi. Bu kıyafeti de Mekke’de satın almış giymiş, bizim Türklerden birisi zannettim. Öyle güzel bir İstanbul şivesi konuşuyor ki... Dedi ki: “Tebrik ederim, gerçekten iyi yaptın, sürekli oruçlu oluşun… Ne güzel ettin, hem rahatsın hem huzurlusun. Özellikle burada yatıp kalkman, Allah’ın gece gündüz misafiri olmandan da ayrıca mutlusun… Ve hele Erbakan Hocayı hep karşındaymış, yanındaymış gibi düşünüp öyle tavaf etmen yok mu?”. Ben bunları duyunca bir anda; “Yahu bu Zat Hızır as.!” deyip kalktım, ama o anda kayboldu, hepsi bu kadar. Ben yaşadığımı söylüyorum, kendi gözüme mi inanayım, onun bunun dedikodusuna mı?
Kardeşlerim, Hızır (as) her bir kavme gidebilir, her kavmin rengiyle dolaşabilir. Herkes zannediyor ki, her zaman böyle cüppeli sarıklı gelecek, tam aksine takım elbiseli kravatlı da gelebilir. Sen, sen ol tanı. Hz. Hızır’ın Hz. Musa’yı uyarması, Onun Firavun’un derin devletinin içine girebildiğinin de işaretidir. Derin devletler içinde de Milli derin devletler içinde de görev yapabilir. Bunun pek çok alameti bugün de sezilmektedir. ABD derin devleti içinde en üst kademelerde hatta hahamların bile giremediği, Siyonistlerin çok özel şebekelerindeki gizli kararları Erbakan Hocamız, acaba nereden bilmekte, nasıl elde etmekteydi? Nasıl oluyordu? Size bir hatırlattım. Gerisini siz düşünün. Evet, Hz. Hızır her asırdaki milli ve manevi derin devletin yetkilisi veya temsilcisi de olagelmiştir, olabilir. Bu Allah’ın kudret, rahmet ve inayet eserlerinden birisidir. Hatta tanıştığım, gördüğüm ve okuduğum pek çok önemli hikmet ve ilim ehli zattan Hz. Hızır’ın Amerika’daki 11 Eylül’de de rol üstlendiği belirtilmiştir. Neymiş? Efendim yolda yürümesini bilmeyen üç kişi cebine bıçak koymuşlar da uçağa binmişler. Eee? Siyonizm’in ekonomik İkiz Kulelerini, yani tapındıkları sermayenin simgesi olan binalara ve askeri Pentagon’un merkezine uçağı çarptırıp yıkıvermişler!?.. Neyse yakın tarihte bu gerçekler daha detaylı yazıldığı zaman daha net şeyler söylenecektir. Tabi Siyonist şeytanların elebaşları bunları biliyor da, bütün insanlık şaşkınlıktan donakalacak herhalde...
Biz Milli Çözüm Ekibi özel bir birliktelik içindeyiz. Ama en başta din kardeşliğini biliriz. İkincisi Hakk’ı hâkim kılacak projelerin takibi için yola çıkmış olan Milli Görüş hareketidir, biz de Milli Çözüm Ekibi olarak özel hizmet birlikteliği içindeyiz, elhamdülillah…
Evet, Hazreti Peygamber (as) buyurmuşlar: “Mü’min Müslüman olduğu halde Hakk’ın, hayrın, İslam’ın, Kur’an’ın, Kur’an davasını savunanların yanında değil de, tahribat ehlinin, bid’at ehlinin yanında olursa, onları haklı bulursa bu sapıtmaktır. AB’nin peşinde huzur arayanları, faizli sistem içinde kurtuluş umanları, Amerikan’ın, Avrupa’nın, NATO’nun güdümünde hizmetinde saadet bulacağını sananları haklı gören destek veren kimseler -daha başka sıfatları da olabilir ama- en azından bid’at ehlidir ve dalalete kaymıştır! Yani Hz. Peygamberin sünnetine sistemine İslam’ın özüne ve prensiplerine aykırıdır.
Yine Efendimiz buyuruyor: “Her kim bid’at ehli bir kişiyi, bid’atlerle dini yozlaştırmaya çalışan birilerini, yanından kovar (onu Kur’an’a İslam’a insanlığa aykırı) davranışlarından dolayı horlarsa Allah onun kalbini iman ve emniyetle doldurur. Her kim de bid’at ehline imanı, İslam’ı, ahlakı tahribat ehline yumuşaklık gösterir yaltaklık yapıp ikram ve ihtiram eder ona hürmetli hoş gelen sözler söyler onu övmeye kalkışır onu desteklemeye kalkışırsa gerçekten o Muhammed (as)’a inen Kur’an’ı hafife almış ve hiçe saymış demektir.”
Cenab-ı Peygamberimiz buyuruyorlar; Ebu Davud’un tahriç ettiği bir hadisi şerifte: “Kişi dostunun, arkadaşının, sevdiği insanın dini üzerinedir.” Sevdiği, beğendiği, taltif ettiği, örnek edindiği ve peşinden gittiği kişinin veya kişilerin, partinin veya partililerin gerçek inancı, ayarı, ahlakı neyse senin ayarın da odur demektir. Yine Peygamber Efendimiz buyuruyorlar. Meşhur bir hadisi şeriftir: “İki kardeşin misali iki elin misali gibidir.” Nasıl iki el birbirini yıkar, birbirini temizler, bir şeyi tek başına kaldıramazsa, imdada yetişir ona destek çıkarsa, mü’minlerin arasındaki kardeşlik de böyledir. Karşılıksız Allah rızası için kardeşinin darda kaldığını hissettiği an, onun yardım istemesine gerek duymadan, hemen imdadına koşar, destek verir. Maddi imkânı olmasa bile, manen ve moralmen onun yanında olur. Onun hayırlı hizmetlerine arka çıkar, ona destek olur. Hz. Peygamber (as) bu konuda hepimizi böyle intibaha getirecek uyaracak şekilde Hz. Hatice annemiz için özel övgüde bulunmuştur. Onu hep rahmetle anardı biliyorsunuz. Hatta bundan dolayı mübarek annelerimiz arasında kıskananlar bile çıkmış: “Ya Resulûllah ölüp gittikten sonra bile hala Hz. Hatice’yi dilinden düşürmüyorsun!” diyenler olmuştur. Hz. Peygamberimizin cevabı hepimizi ilgilendiren bir cevaptır. Ne buyuruyordu: “Herkes Beni inkâr ederken O iman edip inandı. Herkes Beni yalanlarken O doğrulayıp sahip çıktı. Herkes Bana düşmanlık eder hakaret ederken O yanımda kaldı. Herkes Beni mahrum ederken O destek oldu ve bütün imkânlarını hizmetimize amade kıldı.” Efendimize 3 yıl boyunca ambargo uyguladıkları Mekke kenarında bir vadide biliyorsunuz; aç susuz perperişan, alışveriş yok, selam yok, kız alıp verme yok… Müslümanları ve Ben-i Haşim’i böyle ambargo altında 3 yıl inletirken bile Hz. Hatice çok zengindi, bütün servetini bu yolda harcadı. Peygamberimiz buyuruyor: “İşte böyle bir müstesna bir kadın, böyle bir mü’mine bir hanım hürmetle vefayla anılmayacak da kim anılacak?” Öyle ise birbirimizin niye kıymetini bilmeliyiz? Şunun için: Biz Hak davanın takipçisi ve temsilcisi, Aziz Erbakan Hocamızın kendi çağında talebesi olmak şerefine kavuşturulmuş insanlar olarak; bizim Kur’an’a imana insanlığa ve Aziz Hocamızın anlattıklarına sahip çıktığımız yazdığımız ve konuştuğumuz şeyleri herkes yalanlarken, işte şu sadıklar topluluğu bu hakikatlere ve bunu dillendirenlere sahip çıktı, inandı ve fedakârlık yaptı. Herkes bize düşmanlık ederken bu aziz şerefli topluluk, bütün imkânlarıyla yardımımıza koştu ve hizmete katıldı. Herkes bize tuzak kurarken bunlar kucağını açtı. Herkes yüz çevirirken bunlar hürmet etti bağrına bastı. Öyle ise bu insanlar var ya… Rabbimden niyazımız odur ki hepimizi hidayet ve istikamette daim eylesin, bu insanlar eli değil ayağı öpülecek kıyamete kadar hürmetle yâd edilecek seçkin bir topluluktur.
Yine Aleyhisselatu-vesselam buyurdu: İbn-i Mace rivayet ediyor: “Yemin olsun ki sabah veya akşam, Allah yolunda Cihad için (Hak hâkim olsun diye bir görevle, bir mesuliyetle) evinden ayrılan bir yolcuyu uğurlamam (onlara katılmam değil, onlarla birlikte yolun zahmetlerine katlanmam değil, sadece uğurlamam bile) Bana dünyadan ve içindeki tüm ikramlarından çok daha sevimlidir.” Her birimizin Allah katındaki kıymetini bilerek, bu hadisi şeriflerde anlatılan, övülen şereflere sahip bir dost ekibiyle birlikte olduğumuzu düşünerek birbirimize hürmette, hizmette ve muhabbette kusur etmeyip kıymetini bilelim, diye bunları hatırlatıyorum.
“Yemin olsun ki sabah veya akşam Allah yolunda Cihad için, evinden ayrılan bir yolcuyu uğurlamam (katılmak daha büyük bir şeref, beraber olmak daha büyük şeref; sadece uğurlamam bile) Bana dünyadan ve içindeki tüm ikramlarından çok daha sevimlidir.” hadisinin müjdesine nail olalım. Ya Rabbi bizi de, bu maksatla yola çıkmış, Senin yolunda mücahedeye katlanmış ve bu müjdeye nailiyet kazanmış kimselerden eyle!.. Âmin. Bunun için de sağlam bir iman lazım, her şeyin temeli budur. Demin söyledim. Bu zamanda maalesef öyle sıkıntılar, Allah korusun öyle batıl-bozuk akımlar ortaya çıkıyor ki, bunlardan birisi çok yaygındır; rastlayacaksınız, zaman zaman bunlarla oturup konuşacaksınız, tartışacaksınız diye bunları hatırlatıyorum. “–Efendim Peygambere gerek duyulmazmış... Bu hadislerin çoğu bu sünnetin çoğu uydurmaymış… Hangisi doğru, hangisi yanlış karışıkmış... Öyle ise Kur’an bize yeterli, hadislere ihtiyaç kalmamışmış…” diyenler eğer cehaletle söylüyorsa bid’at ehlidir. Kasıtlı ve bilerek söylüyorsa dalalet ehlidir, sapıktır. Çünkü Kur’an’da pek çok ayette Hz. Peygambere itaati Allah emrediyor. Bakınız; Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor, Nisa 80. ayette: “Kim Peygambere itaat ederse, gerçekte o Allah’a itaat etmiştir.” Başka bir ayeti kerimede hatırlarsınız, Al-i İmran Suresi 31. ayette: “(Ey Resül, insanlara, ümmetine) Söyle, eğer siz Allah’ı gerçekten seviyorsanız, (bunun alameti olarak Benim kitabıma Kur’an’a uysunlar demiyor)” dikkatinizi çekiyorum, ne buyuruyor Cenab-ı Hak: “De ki, siz gerçekten (samimiyetle) Allah’ı sevenlerden iseniz, Bana tabi olunuz.” diyor. Çünkü O (Hz. Peygamber As.), Allah’ın rahmetinin, inayetinin, hidayetinin, Kur’an hakikatinin tecessüm etmiş mübarek şeklidir ve Kur’an’ın başka bir ayette de “en mükemmeli en güzel” “üsvetün hasene” dediği en güzel örnek alehisselatu-vesselam Efendimizdir. Onun sünnetine, Onun sistemine, Onun bize öğrettiklerine tabi olmadan, bütün bunları lüzumsuz sayanların Allah’a iman iddiaları da sahtedir. Aziz Erbakan Hocamızdan dinlemişsinizdir; “Eğer Peygambere lüzum olmasaydı, Kur’an kâfi olsaydı, Cenab-ı Hakk’ın yanında kalem de çoktu, kâğıt da çoktu. Yüzlerce nüsha Kur’an ayetlerini gönderirdi, Kâbe’nin damına indirirdi, alın okuyun uygulayın derdi. Ama öyle yapmamış… Kur’an’ı; yaparak, yaşayarak, örnek olarak gösteren öğreten bir zata ihtiyaç vardır. O da Efendimiz Aleyhisselatu vesselam’dır.” O’nun sünnetini, sistemini gereksiz saymak sapkınlıktır. Ha zaman içinde uydurma hadisler olmuş mudur? Olmuştur. Bunlar da en titiz ilmi araştırmalarla zaten tespit edilmiş ve ortaya konulmuştur. Veya tespiti bugüne kadar mümkün olmamış, bir uydurma hadis varsa, Kur’an’ın özüne imanın esasına aykırı bir şeye rastlanırsa, sen de ilmi olarak bunu ortaya koyuyorsan, senin de elini öperiz. Ama kalkıp da ümmeti arasında 23 sene yaşayacak, her gün onlarca yüzlerce mesele hakkında görüş açıklayacak ki “Kur’an ayetlerini açıklayasın diye Seni gönderdik ey Resulüm” diye Allah buyuracak, sen kalkacaksın hadislere gerek yok diye zırvalayacaksın!.. Niye? Kur’an’ı keyfince yorumlasın ve yozlaştırsın istiyor münafık. Derdi bu… Çünkü Kur’an onu bağlıyor. Kur’an onu tek başına yanlış yorumlamalarına karşı Efendimizin hadisleri, sünneti, uygulaması ona engel oluyor. Marazlı kafalar bundan kurtulmak istiyor. Zaten Peygamberi devreden çıkardıktan sonra demin söyledim sıra gelecek Kur’an surelerine. Efendim Kehf Suresi’ne ihtiyaç yokmuş... Niye? Adamın aklının yatmadığı şeyler anlatılıyormuş. Yahu sen git kafanı duvarlara çarp be adam. Senin kafan kabak gibi bir şey almıyorsa, her şey senin keyfine göre olacaksa, sen Kur’an’ı kendine uydurmaya çalışacaksan nefsini ilah edinmiş bir zavallısın, Şeytanın soytarısısın sen, anla ve tevbe edip kurtul!..
Allah’a hamdolsun; Efendimizin buyurduğu gibi; “İman kulpunun en sağlamı, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.” Sevdiği dostlarını seçerken Allah yolunda mı, Kur’an hizmetkârı mı, Allah davasının sadık yolcuları mı? diye seçecektir. Bana dünyalık ne kazandırır, efendim bana dar zamanda hangi iyilikte bulunur? hesabından uzak, Allah’ın yolunda ise Allah davasının sadıkı ise ona sahip çıkar. Evet, Allah için sevmek ve Allah’ın dinine Allah’ın kullarına zulmedenleri de sevmemek, bu imanın temelidir, esasıdır. En sağlam kulpu tutanağıdır. Yine buyuruyor Hz. Peygamber aleyhisselatu-vesselam; “Kutsi hadiste Allah buyuruyor ki: Benim için birbirini ziyarete gidenlere muhabbetim hak olmuştur.” Benim için birbirini ziyarete gidenlere muhabbetim, sevgim, şefkatim, affım, mağfiretim hak olmuştur, ne büyük müjdedir. Meşhur hadistir; Bir kişi Allah dostlarından birini ziyarete gidiyor. Allah için sevdiği bir insanı, hatırını sormak, imkânları varsa hediye sunmak, onun hoşnutluğunu duasını almak için yola çıkmış. Allah şahit tutmak üzere bir melek gönderiyor, insan suretinde karşısına çıkıyor: (Melek) Ey Allah’ın kulu nereye gidiyorsun? (Kişi) Filan memlekete yolcuyum. (Melek) Hayırdır bir ticaretin, bir işin mi var? (Kişi) Yok diyor. (Melek) Borcun mu var alacaksın? (Kişi) Hayır diyor. (Melek) Peki, vereceğin mi var? (Kişi) Yok. (Melek) Yahut başka tarihi ve coğrafi bir seyahat için mi çıktın, memleket görmek gezmek için mi çıktın yola? (Kişi) Hayır diyor hiçbiri değil. (Melek) Ya ne için çıktın yola diyor. (Kişi) Filan yerde bir Allah dostu var. Onu ben Allah için seviyorum. (Allah dostu deyince illa cüppeli sarıklı böyle efendim uzun sakallı, herkesin gidip elini öptüğü falan değil Allah yolunda sadık bir mü’min.) Ben Onun hatırını sormak, Ona dua ikramda bulunmak ve duasını almak için gidiyorum. Başka bir derdim de hesabım da yoktur.” Cenab-ı Hakk o meleklere diyor; “Şahit olun. Benim rızam için evinden çıkıp, Allah dostlarını ve hakikat yolcularını ziyarete giden bu adamı bağışladım ve cennetimi bunlara Ben farz kıldım!”
Kardeşlerim; “Allah bir kişiye hayır murat ederse, ona salih dost nasip eder ki, o (Allah’ı, Kur’an’ı, görevini sorumluluğunu) unuttuğu zaman ona Allah’ı hatırlatır. Eğer Allah’ı hatırlayan ibadet istikamet ehli ise, ona yardım edip destek çıkacaktır. İşte Allah’ın kula vereceği en büyük nimet budur, en büyük yardım budur.” Allah’a hamdolsun. Zaten Enfal Suresi’nde hatırlayacaksınız Cenabı Hakk Hz. Peygamber alehisselatu-vesselam Efendimize “Ey Nebim, Seni aldatmak, hakarette bulunmak isterlerse hiç canını sıkma. Muhakkak Allah Sana kâfidir. Allah kendi özel yardımı, nusretiyle Seni destekleyecektir.” Bunun zahiri tezahürü de “Allah gerçek mü’minlerle Seni destekleyecektir. Öyle mü’minler ki, onların kalplerini Allah uzlaştırdı, telif buyurdu birbirine bağladı. (Ey Nebim) Sen yeryüzündekilerin tümünü harcayabilseydin (Senin olsaydı bütün servetleri harcasaydın Medine’de, Mekke’de birbirine düşman kabilelerin birbirinin kanını içerek, emerek yaşayagelen aşiretlerin) kalplerini bağdaştırman mümkün değildi. (Bu insanları nasıl din kardeşi yapacaktın?) Allah onların kalplerini birleştirdi, aralarını düzeltti… İman bağıyla kardeşler oluverdiler.”
Şu topluluğa bir bakın Allah rızası için toplanıp kaynaşmışlar... Biri Doğulu, biri Batılı, biri Kuzeyli, biri Güneyli. Her biri farklı statüden, farklı kesimden, farklı kültürden, farklı geçmişten insanlar. Evet, bütün dünyanın maddi imkânları elimizde olsaydı, aklı bilgisi bütün bilgisayarların özel birikimleri bizde olsaydı, bu insanları seçemezdik, bilemezdik, bir araya gelemezdik-getiremezdik, kalplerini telif edemezdik. Bunu yapan, yapıştıran, yakıştıran Cenab-ı Allah’tır. Onun için Allah’ın yapıştırdığı bu muhabbete sahip çıkalım.
Bazı kimseler “Bu Milli Çözümcüler niye bu kadar cesur? Herhalde bunlar deli!” diyorlar. Ee zaten Peygamberimiz buyuruyor: “Ahir zamanda herkesin dünyaya tapındığı, Kur’an’ın resminin kaldığı, sadece Müslüman’ın isminin kaldığı bir ortamda, hakikaten Kur’an’a sarılanlar ve Allah’a dayananlar deli gözü ile bakılmadıkça mü’min olmayacaklar.” Bu müjdeyi destekleyen salih rüyalar da önemlidir. -Bu kardeşlerimiz Türkiye’de farklı illerde, farklı karakterlerde, farklı yetişme mevsiminde, farklı yaşta, farklı eğitim almış insanlar ama Aziz Hocamızla ilgili, Hak davamızla ilgili, tabi Kur’an azimüşşanla ilgili, İslami hakikatlerle ilgili yüzlerce belki binlerce aynı rüyaları görüyorlar. Bunun tesadüf olması veya şeytani olması imkânsızdır. İnşaallah Cenab-ı Hak kullarına böyle samimi insanlara, şeytanın böyle müdahale edip aldatmasına fırsat tanımayacaktır.
Kardeşlik Bağları ve Sorumlulukları;
Kardeşlik ve Beraberlik Şartları.
Sadakat ve ihlâs kadar önemli bir diğer mü’min vasfı da, ‘Tesanüt’tür (kardeşlik, dayanışma, birliktelik). Kur’an’da bildirilen hükme göre, tüm mü’minler birbirlerinin kardeşidirler. Onlar aynı yola uymuş, aynı kitaba tabi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu durumu şöyle tarif etmektedir:
“Doğrusu Allah, Kendi yolunda (tuğlaları ve bütün parçaları) sanki birbirine (kurşunla) kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak (irtibatlı, intizamlı ve itaatlı bir teşkilat ve cemaat şuuruna ve sorumluluğuna sahip olarak cihad edip) çarpışanları sevmekte (ve desteklemekte)dir. (Ferdi, fevri hareket edenleri değil.)”[1]
Üstteki ayette tarif edildiği gibi bir tesanüt içinde Allah yolunda cehd etmek (çaba harcamak) kesin bir emirdir. Al-i İmran Suresi'nde Allah şöyle hükmetmektedir:
“(Eğer gerçekten iman ediyorsanız) Allah'ın ipine (Kur’an hükümlerine) hepiniz birden (elbirliği içinde) sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (iman ve Kur’an sayesinde) oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır.”[2]
Mü’minler güzel ahlaklıdırlar, mütevazidirler, sevgi ve saygı doludurlar. Bu yüzden de tesanüt mü’minler arasında doğal bir şekilde oluşur. Ancak bu konuda yine de dikkat edilmesi gereken yönler vardır. Çünkü mü’minlerin yapabileceği çeşitli yanlışlar, bu tesanüdün zedelenmesine ve mü’minler arasında soğukluk yaşanmasına neden olabilir.
Bu yanlış hareketlerin nedeni, mü’minlerin davranışlarını gaflet anlarında etkileyen nefstir. Mü’min fedakâr, hoşgörülü ve sıcaktır; ama herkeste nefs bulunur ve insan dikkat etmezse bazen nefsine uyabilir. Kıskanç, bencil ve hırslı olan nefsine uyması ise, bu kötü hislerin mü’mine etki etmesi demektir.
İşte bu yüzden Kur’an’da, mü’minler tesanüt konusunda son derece dikkatli olmaları için uyarılmaktadırlar. Madem şeytanın insandaki tezahürü olan nefs, insanı yanıltabilmektedir, öyleyse karşıdaki mü’minin nefsini harekete geçirecek bir üslup kesinlikle kullanılmamalıdır. Bu yönde ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Kullarıma, (herkese karşı) sözün en güzel olanını konuşmalarını söyle. Çünkü şeytan (katı ve kötü sözlerle) aralarını açıp bozmak ister. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (Onun kışkırtmalarına dikkat etmelidir.)”[3]
Ayette bildirilen emir, tesanüdün sağlanması açısından son derece önemlidir. Birincisi, mü’minlerin birbirlerine karşı sürekli olan en güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları emredilmektedir. İkincisi, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır: Şeytan, insanların ve özellikle de mü’minlerin arasını bozmak için uğraşmaktadır.
Şeytanın ve nefsin mü’minlerin arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yollardan biri ise, rekabet duygusudur. Eğer mü’min gaflet halinde olursa, makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılıp kardeşlerini geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışabilir. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir. Aslında gaflet halinde yapılan bu hareket, gerçekte Allah'a isyan anlamına gelmektedir. Çünkü "Yoksa onlar, Allah’ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? (Oysa Allah'ın her takdiri ve taksimi hikmetli ve adaletlidir.)…"[4] ayetine göre, insanlara verilmiş olan nimetler Allah'tandır ve bunları kıskanmak Allah'ın takdirine karşı gelmek anlamına gelir. Bu nedenle mü’minlerin kıskançlık gibi bir tavırdan kesinlikle uzak durmaları gerekmektedir. Eğer böyle bir tavır ortaya konursa, bu hem Allah'ın rızasına muhalif bir harekettir hem de ayetin hükmüne göre, mü’minlerin gücünün azalmasına neden olur:
“Ey mü’minler! (Hem) Allah'a, (hem) O’nun Peygamberine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; (şevketiniz ve devletiniz elinizden gider, kâfirlerin ve zalimlerin güdümüne girersiniz). Bir de (her türlü zahmet ve musibete) mutlaka sabrediniz, (her türlü düşman ve tehlike karşısında metanetli hareket ediniz ve gevşeklik göstermeyiniz) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir (onlara manevi destek sağlamaktadır).”[5]
Bu nedenle mü’min, kesinlikle kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına engel olmalıdır. Hem kendisi kıskançlık gibi ilkel bir duyguya kapılmamalı, hem de sahip olduğu özellikleri ön plana çıkartarak kardeşlerinin nefsindeki kıskançlık damarını tahrik etmemelidir. Olabildiğince mütevazı, alçak gönüllü olmak, rekabet tehlikesini yok eder. Kur’an’da bu konuda verilen bir diğer kıstas ise, kardeşlerinin nefsini kendi nefsine üstün tutmak, yani her durumda fedakâr davranmak ve bundan zevk almaktır. Kur’an’da bu kıstas şöyle tarif edilir:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler (Ensar Sahabiler) ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) hissetmezler. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar felaha (kurtuluşa) erişecek kimselerdir.”[6]
Kıskançlık, rekabet, darılma inananlar arasında birliğin ve kardeşliğin önündeki çok önemli üç engeldir. Hırs sonucu doğabilecek herhangi bir rekabet, insanların birbirlerine olan sevgisini azaltır. Bu tür Kur’an’a uymayan bir hareket, onların ruhlarına büyük zarar verir ve manevi yönden gerilemeye yol açar.
Oysa inananlar için sonsuz bir sevap kaynağı mevcutken birbirlerinin önünü tıkayıp, haksız rekabet ve kıskançlıklarla vakit geçirmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer hedef Allah rızası olursa, herhangi bir rekabet olmaz. Çünkü herkes bir diğerinin önünü kesmeden Allah rızası için hizmet edebilir, sevap toplayabilir. Bu nedenle mü’minler, mü’min topluluğunun bir insan vücudu gibi olduğunu, her organın bir diğerinin yardımcısı ve destekçisi olduğunu unutmaz ve kardeşlerinin başarılarını kendi başarılarıymış gibi görürler. Bu, son derece önemlidir. Kur’an’da mü’minlerin arasındaki tesanüt ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Bir ayette, mü’minlerin diğer mü’minlerle tesanüdlerinin artması için yaptıkları bir dua şöyle aktarılır:
“Bir de onlardan (Muhacir ve Ensar’dan) sonra gelen (mü’min)ler de şöyle derler: Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin. (Müslümanların, din kardeşleri ile aralarındaki ilişkide, karşı tarafı incitecek bir söz söylemek, öfkelenmek, saygıya uygun olmayan tavırlar sergilemek gibi, birlik ruhunu zedeleyecek her türlü tavırdan sakınmaları gerekir. Her mü’min bir diğerine karşı olabildiğince fedakâr ve sabırlı hareket etmelidir. Bu gerçek ve samimi sevginin gereğidir, tüm mü’minlerin benimsemesi gereken üstün bir ahlak örneğidir)."[7]
Mü’minler arasında bir çekişme ya da kırgınlık yaşanması herkese zarar verir. Dolayısıyla iman edenler böyle bir harekete tevessül etmezler. Nitekim bir Kur’an ayetinde, mü’minlerin birbirlerinin velileri (dost ve koruyucuları) olmadıkları takdirde, fitne çıkacağı şöyle haber verilmektedir:
“(İslam’ı ve Kur’ani esasları gereksiz ve geçersiz sayıp) İnkâr edenler (hangi kavim ve görüşten olursa olsun, onlar) birbirlerinin velileri (ve şeytani düşüncelerin destekleyicileri)dir. (Ey Mü’minler) Eğer siz böyle hareket etmez (Hakk ve hayır üzerinde birbirinizi desteklemezseniz), yeryüzünde (ve ülkenizde) fitne ve hezimet meydana gelecek ve büyük bir fesatçılık ve bozgunculuk alıp yürüyecektir.”[8]
Ayrıca Kur’an’da tesanütle ilgili açık hükümler vardır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
“(Sakın ha) Kendilerine açık deliller (ve kesin Kur’ani hükümler) geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler (ve Hakk’tan kayıp gidenler) gibi olmayın! İşte bunlar için büyük bir azap vardır.”[9]
“… Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin." (Çünkü mü’minler Kur’an’ın ve Resulûllah’ın yolundan giderler)."[10]
“Gerçek şu ki: Dinlerini parça parça edip (rahatına ve menfaatine uygun emirleri yerine getirip, diğerlerini gereksiz görüp terk edenler) ve kendileri de grup grup ayrılıp gidenler (var ya), sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'a (kalmış)dır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.”[11]
Mü’minler diğer mü’minlere karşı son derece merhametli ve alçak gönüllü olmakla yükümlüdürler. Aksi bir tavır kesinlikle Kur’an’a uygun değildir. Kibir, kıskançlık, çekememezlik, kötü söz söyleme, çekişme mü’minlerin değil, inkârcıların özelliğidir. Bu nedenle nefsi yüzünden böyle bir küçüklük göstermiş olan bir mü’min hemen kendini toparlamalı, Allah'a sığınmalı ve gerçek mü’min tavrını göstererek hatasını telafi etmelidir. Aksi halde Allah o kişinin yerine daha hayırlısını getireceğini ayetlerinde haber vermiştir. İman eden her insan aşağıdaki ayetin hükmüne girmekten şiddetle kaçınmalıdır:
“Ey iman edenler! İçinizden kim dininden (haklı ve hayırlı çizgiden) geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği; mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad edip (çaba harcayan) ve (gerçekleri savunmak hususunda hiçbir) kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle Vasi) geniş ve kuşatıcıdır, Âlim’dir.”[12]
Kardeşlerim, Cenab-ı Hak bizlere, inşaallah yeniden bütün mü’minlere ve mazlum milletlere örnek ve rehber olacağımız Hak ve Hakikati savunacağımız bir Adil Düzen Medeniyetini kolaylaştırsın… Bu maksatla yapılan gayretlerimizi inşaallah hedefine ulaştırsın. Allah bu çok sıkıntılı dönemleri ve çektiğimizi yeter saysın. Bundan sonra, daha fazla bizi bu zalimlerin elinde kahra uğratmasın duasıyla bitiriyorum, hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Ve Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuh.
[1] Saff Suresi: 4
[2] Al-i İmran Suresi: 103
[3] İsra Suresi: 53
[4] Nisa Suresi: 54
[5] Enfal Suresi: 46
[6] Haşr Suresi: 9
[7] Haşr Suresi: 10
[8] Enfal Suresi: 73
[9] Al-i İmran Suresi: 105
[10] Enfal Suresi: 1
[11] En’am Suresi: 159
[12] Maide Suresi: 54