Kur’an-ı Kerim; sadece Arapça lafzını okumak için değil, O’nu anlamak, emir ve yasaklarına uymak, ahlakıyla ahlaklanmak ve ahkâmını hayata hâkim kılmak üzere çabalamak için gönderilmiştir. Yani ölülerden önce “Diri olanları inzar ve ikaz edip (Hak'ka ve hayra yönlendirilmeleri), inkârcıların da (hiçbir mazerete sığınma gerekçesi kalmamak üzere, azap) sözlerini hak etmeleri için” indirilmiştir. (Yasin: 70) Kur’an’daki emir ve yasaklar, olgun ve onurlu bir ahlaka sahip olmak ve başkalarının temel insan haklarına saygılı davranmak amacıyla, hayatımızı disiplinize eden, İlahi imtihan ve adalet ölçüleridir.
Hz. Mevlana’nın: “Kur’an kapalı ve nazlı gelin gibidir; yüz görümlüğü vermeden, gizli özellik ve güzelliklerini sana açmasını beklememelidir” sözü ne kadar hikmetlidir. “Siz Allah’tan korkup (kötülüklerden) sakınırsanız, O size “Furkan” (doğruyu yanlıştan, Hak’kı Batıl’dan, mü’mini münafıktan ayıran feraset nuru) verir.” (Enfal: 29) ayeti bu gerçeği haber vermektedir.
Mevlana’ya; “Şu adam; hangi kelimenin, Kur’an’ın hangi suresinde, hangi sahifesinde ve hangi ayet içerisinde olduğunu bilecek kadar tam hafızdır” diye gösterilince, “Güzel, cevizleri saymayı ve sıralamayı çok iyi öğrenmiş, acaba kırıp bir tanesini de yemiş mi? (Yani İlahi mana ve mesajını da idrak etmiş mi?)” yanıtını vermiştir.
Ahmet Hocamız da: “Arapça bilmek gereklidir, ama yeterli değildir, çünkü “Allahça” öğrenmeden, Kur’an’ın sırrına erişilemeyecektir” sözleriyle bu hikmete dikkat çekmiştir.
Seyyid Ahmet Er-Rufai Hazretleri, şu beş sınıfa Kur’an’ın hikmet kapısının açılmayacağını belirtmektedir:
1- Yarın endişesi taşıyanlara (yani tevekkül ve teslimiyeti olmayanlara),
2- Amirlere, hükümet yetkililerine ve zenginlere sadece dünyalık umarak yaklaşanlara,
3- Din gayreti ve dost hassasiyeti bulunmayanlara,
4- Kur’an’ı ciddiye alarak, ihtiyaç ve iştiyak duyarak, ayetler üzerinde yoğunlaşmayanlara,
5- Gizli açık günahlardan sakınmayanlara, o İlahi hikmet ve manevi lezzet yolları kapalı demektir.
Müspet ilimleri ve manevi teknoloji sonucu erişilen yaratılış mucize ve belgelerini bilmeden de, Kur’an-ı Kerim’i tam anlamak mümkün değildir.
Her insandan, bize yönelik sevindiren veya üzüntü veren davranışın arkasında, Cenabı Allah’ın bir sıfatının tecellisini ve onunla bizi terbiye veya teselli ettiğini düşünmek… Ve yine karşılaştığımız her olayın, mutlaka Allah tarafından yaratılıp, bizi imtihan kastıyla başımıza geldiğini bilmek ve ona göre uygun ve olgun bir tavır sergilemek de, Kur’an’ın hikmet kapılarını açan bir anahtar gibidir. Örneğin; kusurlarımızı söyleyen, hatta haksızlıklarımız nedeniyle bize hakaret eden kimselerde, Allah’ın “Müntakim” (intikam alıcı) isminin tecelli edip bizi uyarıp hizaya getirdiğini, bize ilim ve edep öğretenlerde, Allah’ın “Rabb” isminin tecelli edip bizi eğittiğini kabul etmelidir.
Bir hocamız; “beden gözünü kirletenlerin, hikmet ve basiret gözünün körleneceğini ve Kur’an’ın manevi hazinelerini göremeyeceğini” söylemiştir. Bu nedenle ahlaksız yazılar ve porno yayınları izlemek, hem vebaldir, hem de ruhumuzu kirleten bir şehvet tahrikidir.
Haramı seyretmek ve düşünmek, kalbi ve aklı küllendirir!
İsra suresinin 32. ayetinde Cenab-ı Hak, "Sakın zinaya yaklaşmayın!" hükmünü vermiştir. Buradaki "Yaklaşmayın" emrinden hareketle, İslam fıkıh alimleri insanı zinaya götürebilecek her türlü amelin ve girişimin yasak ve tehlikeli olduğunu ifade etmişlerdir. Müstehcen resim veya görüntülere bakmak da bu kategori içinde değerlendirilmelidir. Öyle ise, bu tür resimleri seyretmek ve porno filmler izlemek asla caiz değildir.
Özellikle cinsel tahrikin ve müstehcenliğin önemli bir ticari sektör haline geldiğini, gençlerin tabii cinsel eğilimlerinin sınırsızca ve sorumsuzca teşvik ve tahrik edildiği ve giderek anormal ve gayrimeşru tatmin yollarının yayılma özelliği gösterdiği toplumlarda, insanların ve hele genç kuşakların şehevî duygularına hâkim olamadıkları ve şeytanları bile utandıracak yollara ve yöntemlere kaydıkları çok acı ve alçaltıcı bir gerçektir. Bu nedenle bireylerin ahlaksızlığına, cinsel dürtülerin açığa çıkmasına neden olacak video, oyun gibi şeyleri yapmak, satmak, almak ve bakmak günümüzün en yaygın ahlaki zafiyetidir.
Kur'an-ı Kerim'de hem erkeklerin hem de kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup, iffet ve namuslarını korumaları emredilmektedir.
“Mü'minlere söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdardır.” (Nur: 30)
“Mü'min kadınlara söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tövbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz.” (Nur: 31)
Hz. Peygamber (sav) de, "…gözlerin zinası şehvetle bakmaktır…" (Buhari, "Kader", 9; Müslim, "Nikâh", 44) buyurarak harama bakmanın, zinaya götüren fiillerden olduğu için caiz olmadığını belirtmiştir. Bu itibarla, erkek veya kadının, birbirlerini tahrik edici hal ve hareketlerde bulunmaktan da kaçınmaları gerekir.
Erotik sahnelerin seyredilmesi, kişinin manevi hayatını da olumsuz yönde etkileyecek, onu çok rezil ve zelil düşürecek girişimlere itecektir. Üstelik porno alışkanlığı zamanla bağımlılık ve tutku haline gelerek, birtakım ahlaki zaafların ve hiç istenmeyen durumların ortaya çıkmasına sebeptir, sonunda dünyası da, ahiret hayatı da mahvolabilir. Bütün şehevi günahlar, ahlâkî bozulmalar ve ailevi tahribatlar; önce müstehcene bakışla yerleşmekte, sonra gelişip fiili günahlara dönüşmektedir. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çekerek, hayal arşivinde depo etmektedir. Şuur altına yerleşen ve şeytanın teşvikiyle depreşen bu ahlaksız görüntüler o kişinin beynini ve kalbini kuşatıp yönlendirmektedir. Hatta öyle ki, güzel bir kadına rast gelmesi veya herhangi bir kız ve erkek çocuk görmesi bile onu hemen tahrik edebilmekte, çok sapkın düşünce ve eylemlere sürükleyebilmektedir.
İşte bu nedenle; “ahlaksız sözler, işler ve yönelişler” anlamındaki “fahşa” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 30 kadar yerde geçmekte ve kötülenmektedir. Çünkü fuhşiyat şeytanın en etkili tuzağı gibidir. (Nur: 21) ve toplumda fahiş işlerin yaygınlaşmasına çalışanlar, buna fırsat ve ruhsat tanıyan iktidarlar, dünyada ve ahirette azap ehlidir. (Nur: 19)
Porno müptelalığı, ibadet huzurunu ve imtihan şuurunu körletip kirletir
“Sonra arkalarından öyle (kötü) nesiller türedi ki, namazlarını zayi ettiler (ibadet ve istikamet duyarlılığını kaybettiler) ve şehvetlerine kapılıp gittiler. Elbette bunlar azgınlık ve sapkınlıklarının cezasını yakında göreceklerdir.” (Meryem: 59) ayetinde “namazı kökten terk ettiler” denilmeyip “şehvet düşünceleri yüzünden namazdaki kalbi huzuru ve manevi urucu (miraç) yitirdiler” buyrulması hakikati, günümüzde maalesef aynen tezahür etmektedir. Mü’minlerin çoğu görünüşte namazı kılıp “eda” (dal ile) görevini yerine getirmekte, ama yaygın bir gaflet ve şehvetle “eda’a” (dat ile) yani zayi ettiğini fark etmemektedir.
Bir kötülüğün ve ahlaki çirkinliğin oldukça yaygınlaşması ve pek çok insan tarafından yapılmış olması; veya kanunen serbest bırakılması, onun vebalini hafifletmemekte, günahı mübah hale getirmemektedir!
Şeytan bazılarını böylesi bahanelerle aldatıp, porno gibi günahlara cesaret vermekte ve şehvet tuzağına sürüklemektedir. “Canım bunu herkes yapıyor, bu yol resmen herkese açık bulunuyor” diyerek, kumarhanelere ve genelevlere gidilemeyeceği gibi, insanı şehvet budalası ve porno müptelası yapacak ahlaksız görüntüleri seyretmek de, asla caiz değildir. Porno belasından toplumu uzak tutmak, en başta devletin kurumlarının, iktidarların, okulların ve anne babaların bugün en önemli ve öncelikli görevi haline getirilmelidir.
Hz. Yusuf Misali:
“Ey Rabbim, (iftiraya uğrayıp) zindan(a girmek bile) bu (kadınların) beni davet ettikleri şeyden (zina etmekten) daha sevimli (ve şereflidir.)” (Yusuf: 33) demeden ve her an huzurunda bulunduğu Yüce Allah’tan hayâ edip, böylesi rezilliklerden vazgeçmeden, imanın lezzetini ve izzetini, Kur’an’ın da hikmet ve hakikatini hissetmek nasıl mümkün olabilir? Ahlaksız görüntülerin, resim galerisine çevrilen bir gönülde, Rabbin hikmet tecellileri nasıl zuhur edebilir? Manevi hürmeti ve ahlaki edebi olmayanlar, ruhani miraç olan namazından ne kadar fayda görebilir?
Samimi tevbe edenler, nefis ve şeytanla ciddi mücadeleye girişenler kötü alışkanlıklarından kurtulabilir
Şeytanın en büyük hilelerinden birisi de “insanlara, alıştıkları kötülükleri artık bırakamayacakları kanaatini” vermesidir. Oysa samimiyetle tevbe edenler, Allah’ın izniyle her türlü günahtan kurtulabilir.
“Ancak tevbe eden, (gerçekten) iman edip (Allah’a yönelen) ve salih amellerle (ömrünü) değerlendirenler (var ya); işte onların kötülük ve günahlarını Allah iyiliklere çevirecektir, Allah bağışlayıp affedici ve merhamet edip esirgeyicidir.” (Furkan: 70) Ayeti, ciddi bir pişmanlıkla tevbe eden ve şeytani dürtülerine direnen kimselerin, affedilmesinin de ötesinde, “seyyiatlarının hasenata tebdil edileceği” yani yaptıkları kötülüklerin silinip, amel defterlerine hep iyiliklerin yerleştirileceğini müjdelemektedir. Bu ayet, şuuraltına gizlenmiş çirkin görüntü ve dürtülerin, Allah’ın bir lütfu olarak temizleneceğine de işarettir. Çünkü Yüce Rabbimiz, eğer affetmeyi ve kötü huylarımızı ve bağımlılıklarımızı, iyi ve verimli ahlaka çevirmeyi dilememiş olsaydı, bize tevbe etmeyi emretmezdi.
İslam’sız ve Kur’an’sız, gerçek ahlaka ulaşmak mümkün değildir!
Kur’an-ı Kerim, âlemlerin Rabbi, sonsuz ilim ve güç sahibi olan Allah'tan, insanlara bir rahmet vesilesi ve adalet terazisi olarak indirilmiştir. Allah insanlara bir kitap göndermekle onlara lütfetmiştir. Allah'ın bu lütfuna samimiyet, minnettarlık ve şükür ile karşılık verenler, bu davranışlarının faydasını yine kendileri görecektir. Kur’an'ı anlamaya çalışan, iman ve ihlasla O’na yapışan, Allah'ın hidayet ve rahmetine erişecektir. Dünyada da, ahirette de, Allah'tan güzel bir karşılıkla ödüllendirilecektir. Bunun aksine, art niyetli ve ciddiyetsiz bir tavırla Kur’an'a yaklaşanlar ise bunun zararını yine kendileri çekecektir. Bunlar Kur’an'ı kavrayıp hikmetini sezemez, O’ndan istifade edemez, dünyada ve ahirette huzura eremezler. Ancak, ne Kur’an'a, ne de İslam'a, hiçbir zarar da veremezler.
Kur’an, her insanın rahatlıkla anlayabileceği bir kitap olarak indirilmiştir ve O’nu bizzat yaparak ve yaşayarak öğretmek üzere Hz. Peygamber Efendimiz gönderilmiştir. "Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt (kuralları), sinelerde olana (gönüllerde bulunan vesvese ve sorulara) bir şifa (kaynağı) ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet (aracı) geldi." (Yunus: 57) ayetinde bildirildiği gibi, Allah'a inanan ve vicdanına uyan her insan, Kur’an ayetlerinden öğüt alabilir, ayetlerdeki emirleri en güzel şekilde yerine getirebilir. Ancak; nefsine uyan, Allah'ın gücünü takdir edip kavrayamayan ve ahiret konusunda şüphe içinde olan insanlar, ayetleri de kendi bozuk mantıkları doğrultusunda yanlış yorumlamaya yönelecektir. Allah bir ayetinde, Kur’an'dan öğüt alamayan bu insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
“Andolsun, Biz bu Kur’an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha da uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor.” (İsra: 41)
Allah Kur’an'ı, iman edip akleden kullarının kavrayıp öğüt alabileceği apaçık bir Kitap olarak indirmiş, Hz. Peygamber Efendimiz de “Canlı Kur’an olarak” görevlendirilmiştir. İnsanın imanı arttıkça aklı, vicdanı, ahlakı ve Allah korkusu da aynı derecede ziyadeleşecek, dolayısıyla Kur’an ayetlerindeki incelikleri ve hikmetleri daha iyi kavrar hale gelecektir. Henüz iman etmemiş bir kimse de, ön yargı, art niyet taşımadan samimi bir vicdanla Kur’an'a yaklaştığı takdirde, O’nun İlahi bir kitap olduğunu kolaylıkla fark edip iman edecektir. İman etmeyen, Allah korkusu ve ahlak duygusu bilmeyen kişiler ise Kur’an'ı doğru kavramaktan mahrum edilir. Bu tarz kişiler ne kadar zeki, ne kadar bilgili ve ne kadar kültürlü olurlarsa olsunlar, Kur’an'ı ne kadar araştırırlarsa araştırsınlar, Yüce Rabbimiz Allah'a iman etmedikleri müddetçe, akletme yeteneğinden nasipsizdir.
Gerçekten de Kur’an'da haber verildiği gibi, inkâr edenler her devirde Allah’ın haber ve hükümlerini kavrayamadıklarını doğrudan, ya da dolaylı olarak itiraf etmişlerdir. Bu, Kur’an'ın bir mucizesidir; aynı ayeti bir mü’min rahatlıkla anlayıp uygularken, inkâr eden bir kimse bu ayetlerin hikmet ve hedefine akıl erdirememektedir. Bu da bize, Kur’an'ın anlaşılmasının veya anlaşılmamasının tamamen niyete bağlı olduğunu, Allah'ın dilediğine anlayış verdiği gibi, dilediğini de ayetlerinden perdelediğini göstermektedir. Bu durum bir ayette şöyle haber verilir:
“Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, (bunlara) sırt çevirip (ilgisiz davranan) ve ellerinin önden gönderdikleri (kötü amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, (onların) kalpleri üzerine O’nu (Kur’an’ı) kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (germişizdir), kulaklarına da bir ağırlık yerleştirmişizdir. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulup (hakikate erişemeyecektir.)” (Kehf: 57)
Gerçek imana ulaşamayan, samimiyetsiz, ön yargılı bir insan ise; her türlü teknik bilgiye ve mükemmel bir Arapça ilmine sahip olsa ve bir bilim dalında otorite sayılsa bile, yine de Kur’an'ı gerektiği gibi ve doğru anlayamayabilir, çünkü böyle bir kimse en başta, nefsinin dünyevi hevesleri peşindedir. Bu yüzden de akletme yeteneği köreltilmiştir. Akledemediği için de, Kur’an ayetlerini yanlış tefsir ve te’vil etmekte, hakkında çarpık ve sapık yorumlar getirmektedir.
Resmi olmayan, devlet himayesi ve garantisi taşımayan, yani toplum düzeninden ve hukuk disiplininden gizli yapılan “NİKÂH”, İslam’a göre de geçersizdir!
30 Mayıs 2014 “ATV” Cuma sohbetinde Prof. Nihat Hatipoğlu, bir telefon sorusu üzerine: “Anne ve babadan, hatta akrabalardan ve toplumdan habersiz, iki şahit huzurunda “aldım-kabul ettim” şeklinde yapılan nikâhın, dinen caiz ve geçerli olduğunu” söyleyerek hem Yüce Dinimize, hem de hukuk sistemimize aykırı ve yanlış fetvalar vermiştir. Bu konuda farklı mezheplerin fıkıh kitaplarındaki içtihatları da iyice anlayıp kavramadan nakletmiştir. Çünkü İslam’a göre, nikâhta en önemli şart olan“Aleniyet”in, bugünkü tam karşılığı resmiyettir. Çünkü evlenen tarafların ve özellikle kadının; nafaka ve miras gibi her türlü haklarını, doğacak çocukların nesep kararı, bakımları, eğitilip hayata hazırlanmaları gibi bütün temel ihtiyaçlarının tayin, tespit ve temini için nikâhta aleniyet (topluma açıklanıp ilan edilmesi) yani resmiyet ve devlet garantisi verilmesi esas kabul edilmiştir. Toplum düzeni ve disiplininin ve devlet sisteminin tam gelişip yerleşmemiş olduğu dönem ve durumlarda bu zaruret kısmen “kabile ve aşiret disiplini” ile giderilmiştir. Devlet resmiyeti veya aşiret disiplini içinde kıyılan “aleni” nikâhlar da (kâfir veya gayrimüslim olsalar dahi) geçerlidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim “Mesed-Tebbet” suresinde Ebu Leheb’in karısından “vemreetuhu-onun (nikâhlı) eşi”olarak bahsetmiştir. (Tebbet: 4) Sn. Nihat Hatipoğlu’nun dediği gibi “İki şahit huzurunda icap-kabul ile kıyılan nikâh caiz ve geçerlidir” demek, günümüzde genç talebeler ve zengin türediler arasında oldukça istismar ve suiistimal edilen “mut’a nikâhı” cinsinden gizli ve kirli ilişkilere ve bunların doğurduğu ahlaki ve ailevi felaketlere izin vermektir. Böylece bir müddet yararlanılıp bırakılan kadınların-kızların ve doğacak çocukların hakları zayi edilmektedir. Bu aynı zamanda “Zinaya meşruiyet kılıfı geçirmektir.”
Bu arada; Emevilerden Abbasilere, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, kadılara, muhtarlara ve imamlara nikâh kıyma ve bunları tescilli kütüklerle kayıt altına alma şeklinde bir resmi izin ve görev verildiği de her nedense göz ardı edilmektedir.
Nikâhta İcab-Kabul devlet ve resmiyet himayesindedir:
Evlilikte karşılıklı rıza esastır ve gözetilmelidir; taraflardan birinin rızası olmadan, bir evliliğin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Nikâh akdi gerçekleşmeden önce taraflar, ne istediklerini, nasıl bir evlilik arzu ettiklerini açık bir şekilde belirtmelidir. Bu istek ve beklentiler, her iki taraf açısından kabule şayan ise nikâh akdi resmiyet=aleniyet şartı ile gerçekleşir. Nikâh akdi, öncelikle, evlenecek kişiler arasında gerçekleşeceği için, rızanın da bunlar tarafından gösterilmesi gerekir. Anne-baba ve yakınların gerçekleştirilecek evlilikte ancak, tasvip ve tavsiyeleri olabilir; bunun dışında nikâh akdini etkileyici bir tutum sergileme hakkına sahip değildirler. Yakınların, evlenecek olanlar üzerinde ve gereksiz taassup gayreti ve dünyevi gayelerle etkileyici, daha doğrusu engelleyici bir durum takınmaları, Kur'an’a göre de uygun değildir.
"...Kendi aralarında (ma’ruf ile yani bilinen ve geçerli meşruiyet ve resmiyet çerçevesinde) güzelce anlaştıkları takdirde, (kadınların) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüt ve kuraldır. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir, Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara: 232)
Bu uyarı, boşanmış kadınların, eski kocalarına dönmeleri hususunda olduğu gibi, yeni evlenecek olanlar için de geçerlidir.
Evlilikte rıza, evliliğin başlangıcında olduğu gibi evliliğin sürdürülmesinde de önemli ve gereklidir. Kadın ve erkekten her biri evliliğin, çıkmaza girdiğini gördükleri ya da onarılmaz bir huzursuzluğun giderek ilerlediğini fark ettikleri anda, kendi rızalarıyla ve resmen mahkeme kararıyla nikâh akdini feshedip boşanabilirler.
"Ey Peygamber, eşlerine söyle: 'Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a (boşanma bedeli) vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz, Allah'ı ve ahiret yurdunu istiyorsanız, (biliniz ki) Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab: 28-29) ayetinde “mut’a” mehir karşılığı ve kocanın resmi-hukuki sorumlulukları olarak zikredilmiştir.
İslam’a göre evlilikte şahitlik ve resmiyet:
Kur’an-ı Kerim’de, insanlar arasında cereyan eden sosyal ilişkiler, antlaşmalar ve akitler tümüyle şahitlidir. Bu nedenle, evlilik akdinde de şahitlik temel bir prensiptir. Şahitlik ise ancak resmiyet ve devlet garantisi altında geçerlidir.
"Şayet (eşlerin) aralarının açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar uzlaşmak isterlerse, Allah da onların arasını bulur. Çünkü Allah bilen, haber alandır." (Nisa: 35) ayetinde belirtilen “iki ailenin tayin ettiği hakemler”, vardıkları kararı üst hakem olan resmi mahkemeye veya onun yerine geçen örfi müesseseye bildirsinler demektir.
Burada, her iki taraftan oluşturulan hakem heyeti, ilk önce evli eşleri dinleyecektir; ancak yukarıda da ifade edildiği üzere, anlaşmazlık durumunda, eşler genellikle duygusaldırlar ve kendilerini haklı gösterme çabası içindedir. İşte bu durumda hakem kurulu, sağlıklı bir sonuca ulaşmak için, şahitlerin ifadesine müracaat eder. Şahitlerin de mutlaka; evlenme akdinin yapıldığı şartları çok iyi bilmeleri gerekir ki, adil çözümler elde edilebilsin. Bütün bunlar da resmi mahkeme kararıyla kesinleşir.
Nikâh sırasında şahitlerin ve resmiyetin önemini gösteren başka bir delil de, boşanma sırasında şahidin emredilmesidir. "(Kadınlar iddet bekleme) Sürelerinin sonuna vardıklarında onları güzelce tutun yahut güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın.” (Talak: 2) ayeti de “Allah için” kavramı, hem manevi mesuliyeti, hem de devlet resmiyetini ifade içindir.
Sonuç: Sn. Nihat Hatipoğlu’nun bu konuşmasındaki yanlışını yine televizyonlarda ve toplum huzurunda düzeltmesini, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konuda gerekli ve geçerli bir fetva ile halkımızı doğru bilgilendirmesini beklemekteyiz.