Şubat 14 14:21

KÜRT KORİDORU”NUN ALTINA “Şİİ KUŞAĞI”! VE UCUZ KAHRAMANLARIN AHMAKLIĞI

KÜRT KORİDORU”NUN ALTINA “Şİİ KUŞAĞI”! VE UCUZ KAHRAMANLARIN AHMAKLIĞI

Kendi kurdukları, kullandıkları ve şimdi devre dışı bırakmaya hazırladıkları DAEŞ’i geri çektirip, RAKKA’yı PYD’ye peşkeş çekenler hangi güçlerse, şimdi Kerkük’ten Peşmergeleri ve 100 bin Kürt’ü geri çektirip bu bölgeleri Merkezi Irak askerlerine ve Şii Haşdi Şabimilislerine peşkeş çekenler de aynı merkezlerdi. ABD’nin, Kerkük’ün Barzani’den geri alınması sürecinde tarafsız kalacağını açıklaması bu yüzdendi. Halbuki, Kerkük’ün Şiilerin eline geçmesine sevinip, Rakka’nın PYD’ye verilmesine üzülmek AKP’nin cehalet ve gafletiydi. Çünkü Türkiye’nin güneyinde bir Kürt Koridoru açmak yanında bir de Şii Kuşağı oluşturmak, ABD’nin ve Siyonist Lobilerin 100 yıllık hedefiydi. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, önemli bölgelere hakim ve kuvvetli bir Kürdistan yerine, hem bir Kürt Koridoru; hem de hemen altında ise bir Şii kuşağı ABD ve İsrail’in daha çok işine gelmekteydi.

Barzani’ye; Erbil ve Zaho (Cizre’nin karşısı) civarı verilecek; Suriye’deki Kamışlı (Nusaybin karşısı), Rasulayn (Ceylanpınar karşısı), Telebyad (Akçakale karşısı), Rakka (Akçakale karşısı 100 km. Fırat kıyısı), Azaz (Kilis karşısı) ve Afrin üzerinden Lazikiye’ye ulaşmayı hedefleyen ve PYD’nin kontrolündeki ve Türkiye sınırı boyunca yaklaşık 100-150 km. derinlikteki bölge ile birleştirilerek bir Kürt Koridoru meydana getirilecekti. Şimdi bu koridorun hemen altında ise, İran Kürdistanındaki Sanandaj kentinden başlayarak, Kuzey Irak’taki Süleymaniye, Kerkük, Musul, Talafar ve Sincar’ı kapsayan, Suriye’deki Deyrezzor ve Humus hattından Hizbullah’ın bulunduğu Lübnan’a uzanan bir Şii Kuşağı fiilen gerçekleştirilmişti.

Suriye ve Irak’ta ABD ile Rusya ortak çalışmaktaydı!

Bazılarının, Kerkük’te yaşananları, Barzani açısından bir hezimet olarak algılaması yanılgıydı. Irak Ordusu’nun Haşdi Şabi ile birlikte Kerkük üzerine gelmesi durumunda Barzani Yönetiminin ABD’den onlara direnmemesi ve Kerkük’ü terk etmesi konusunda talimat aldıklarını Erbil kaynakları doğrulamıştı. O talimat Irak Başbakanı İbadi’ye de ulaşmıştı. Ancak burada mesele ABD’nin içindeki karışıklıktı. Pentagon ayrı telden, Beyaz Saray ayrı telden çalsa da Ortadoğu politikası konusunda Yahudi Lobilerinin planları uygulanmaktaydı. Bu boşluktan İran faydalanmış ve Irak Ordusu ile Haşdi Şabi’yi Kerkük’e sokmuşlardı. Tabii bu kadar kolay başarıya Talabani’nin KYB’si sayesinde kavuşmuşlardı. Kerkük’ün kontrolünü sağlayan KYB’ye bağlı peşmerge, Haşdi Şabi ve İran’la anlaşmasa iş bu kadar kolay olmazdı. Ve tabi hepsi de Yahudi Lobilerinin planının bir parçasıydı. Hatta Talabani’nin Kerkük ve Süleymaniye’deki tabanı, partilerine çok kızıyor ve bunu Kürtlere ihanet olarak görüyorlarmış.

Hatırlayınız, aynı günlerde Putin ile Netanyahu bir telefon konuşması yapmıştı. O konuşmada Kuzey Irak referandumunun da ele alındığı medyaya sızmıştı. Erbil ve Kerkük’teki bazı kaynaklara göre Netanyahu’nun ısrarı üzerine Putin, Kerkük’teki birliklerin yavaşlamaları ve kent merkezine çok fazla sokulmamaları ricasında bulunmuşlardı. Bu sırada Kürdistan bölgesiyle yeni anlaşmalar yapan Rus devlet şirketi Rosneft’in ise yine IKBY ile yeni petrol anlaşması imzaladığı ortaya çıkmıştı.[1]

Bütün bu gelişmelere bakarak, “Rusya, Suriye’den sonra Irak’ta da ABD’nin boşluğunu doldurmaya soyunuyor.” diyenler yanılmaktaydı. Çünkü Amerika gibi Rusya da Haçlı Emperyalizmin birer parçasıydı ve her ikisi de İslam’a karşı gizli ortaktı!

Rusya’nın Kürtlerle ilişkisi, Çarlık Rusya’sı döneminden beri devam eden uzun bir tarihi geçmişe dayanmaktadır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği (SSCB) döneminde bu ilişki, daha da artmıştır. Hatta SSCB’nin yardım ve desteğiyle Kürtler 20. yy’da bir devlete kavuşmuşlardır. Adı Mahabad Kürt Cumhuriyeti olan bu devlet, 22 Ocak 1946’da İran’ın Mahabad bölgesinde kurulmuş, ancak SSCB’nin bölgesel çıkarlarının baskın gelmesi nedeniyle ömrü çok uzun olmamıştır. Nitekim SSCB ile İran arasında 9 Mayıs 1946’da sağlanan anlaşma gereğince SSCB’nin İran’dan çekilmesi, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin de sonunu hazırlamıştır. Bu anlaşmadan sonra İran bütün gücüyle yeni kurulan bu Kürt Cumhuriyeti’ne saldırarak 17 Aralık 1946’da işgal etmiş ve henüz bir yaşında bile olmayan devletin yöneticilerini 31 Mart 1947’de asmıştır.

Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin İran tarafından işgal edilmesiyle kaçmak zorunda kalan Molla Mustafa Barzani (Mesut Barzani’nin babası), 18 Haziran 1947’de Sovyetlere sığınmıştır. 12 yıl Sovyetlerde kalmak zorunda kalan Molla Mustafa Barzani, burada çok kötü ve sıkıntılı bir dönem yaşamıştır. Ancak bu zorluğa ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasındaki rolüne rağmen kendilerine sığınma hakkı veren Sovyetler Birliği’nin bu tavrı, Barzani ve bazı Kürtler tarafından bir lütuf olarak değerlendirilmiş ve hiç unutulmamıştır. Ancak her nedense Sovyetlerin, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılışındaki ihaneti hiç hatırlanmaz ve gündeme getirilmez olmuştur. İşin ilginç yanı Solcu Kürt örgütleri, Sovyetlerin Kürtlere yaptığı bu ihaneti bugün de hatırlamadıkları gibi, hiçbir şey olmamış gibi davranmışlardır. Bu Kürt örgütlerinin başında ise, PKK bulunmaktadır. Her solcu örgüt gibi, PKK da kendisini Sovyetler Birliği’ne bağlı olarak görmekte ve bu nedenle Sovyetler Birliği’nin gerçekleştirdiği her ülke işgalini, o ülke halkını özgürleştirici bir girişim olarak alkışlamaktadır. Nitekim Afganistan işgalini ve yüz binlerce sivil katliamını sadece alkışlamamış, aynı zamanda ‘meşru ve sosyalist dayanışmanın gereği’ olarak savunmuşlardır. Sovyetler Birliği ise, kendi emperyal menfaatleri doğrultusunda Türkiye’deki başta PKK olmak üzere solcu/Marksist Türk ve Kürt örgütlerine sürekli destek çıkmıştır. Nitekim PKK’nın Suriye’ye yerleşmesi ve Lübnan’da Beka Vadisinde ‘gerilla kampı’ kurması, bu desteğe bağlıdır.

Sovyetler Birliği’nin, PKK’ya ve Öcalan’a olan desteği daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Bu destek çerçevesinde 1986’da, resmi davetli olarak Bulgaristan’a iki aylık, 1987’de de Doğu Berlin ve Macaristan’a ziyaret KGB’nin gözetim ve himayesinde gerçekleşmiştir. Bu ziyaretlerde gerek Bulgar istihbaratı ve gerekse diğer iki ülke istihbarat örgütlerinin Öcalan’a gösterdikleri ilgi ve ihtimam, Öcalan’ın muhaliflerini susturmuş ve Öcalan’ı PKK’da tartışmasız tek lider konumuna getirmiştir. Böylece Sovyetler Birliği/Rusya Federasyonu PKK’ya sağladığı bu destek karşılığında, PKK’yı, kendi bölgesel menfaatleri için bir silahlı maşa olarak kullanma imkânına erişmiştir. PKK ise, bu desteğin ilk diyetini 1993’te “zımni” ateşkesi bozup 33 silahsız eri öldürerek ödemiştir. Çatışmaların yeniden başlamasının ardında, yeni Rusya’nın; Azerbaycan, Orta-Asya ve Kafkasya’da fazla mesafe alan Türkiye’ye güçlü bir mesaj verme isteği sezilmektedir. Bu, aynı zamanda Rus enerji politikalarını tehdit eden, Azerbaycan’la boru hattı döşemeye kalkan Türkiye’ye gözdağı idi. Plan işe yaradı ve sonraki on yıl boyunca PKK ile çatışmalar nedeniyle Bakü-Ceyhan boru hattı inşa edilemedi. Fakat Rusya ve İran kendi boru hatlarını Türkiye’de sorunsuzca döşemişlerdi. Bakü-Ceyhan boru hattı ise ancak on yıl sonra ve “muhayyel Kürdistan’ın” sınırlarının dışında inşa edilebildi.

Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılan Öcalan, Rusya’da da kısa bir süre kaldı. Rusya bu sefer Öcalan’a pek iyi davranmadı. Elbette bu tutum “eski dostlar” arasında biraz soğukluk yarattı. Fakat her iki taraf da bu ilişkinin duygusal değil çıkara dayalı olduğunun farkındaydı. Rusya, 2008 Gürcistan savaşı öncesi PKK’dan ufak bir ricada daha bulunmuş; savaştan bir ay önce Bakü-Ceyhan boru hattı Erzincan yakınlarında havaya uçmuştu. Her ne kadar kaymakam bey, bunun “teknik bir arıza” olduğunu söylese de, Rusya, PKK üzerinden işe yarar bir mesaj vermiş, işgal boyunca da Gürcistan’dan geçen boru hattını imha etmek zorunda kalmamıştı.

Nitekim Çanakkale Üniversitesi eski Rektörü Sedat Laçiner şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Kurulduğu tarihten bu yana PKK ile Rusya arasında sıkı bir ilişki vardır. Gerek Suriye’deki üslerinin olduğu dönemde gerek daha sonrasında silah aktarımına kadar çeşitli işbirlikleri olmuştur. Özellikle Çeçenistan’da silahlı hareketler çoğalınca Türkiye’de de PKK’ya Rusya sempatisi artmıştır. Şu anda ise Rusya, İran ve Esad Suriye’si, Türkiye’yi bölgede durdurabilmek için PKK’yı en önemli araçlardan biri olarak görmektedir.” Aynı nedenle Rusya, Suriyeli Kürtlerin en etkin partisi olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile de yakın iş birliği yapmaktaydı.

Şimdi lütfen düşünün ve söyleyin: Güya Astana’da vardıkları mutabakat gereği, TSK’ya İDLİB içinde jandarmalık yaptırılırken Kerkük ve Musul’un İran güdümlü Haşdi Şabilerce Fethedilmesine(!) sevinen AKP iktidarıyla ülkemiz ve bölgemiz nasıl huzura kavuşacaktı?

Şu hale bakın, Cumhurbaşkanından Başbakanına, Bakanların bürokratlarına, yalaka yazarlarından muhalefet yandaşlarına, hepsi birden Kerkük fatihi gibi havalara kapılmışlardı. Sanki Kerkük’ü Ayetullah’ın Haşdi Şabi milisleri değil de AKP’nin gençlik kolları almıştı... Sanki Kerkük’e giren Erdoğan’ın militanlarıydı... Sanki o muzaffer komutan, İran’ın özel harp kurmayı Kasım Süleymani değil de bizim kahramanlarımızdı... Ey, “Kerkük düştü” diye zil takıp oynayan zavallılar; düştüyse İran’ın eline düştü, senin payına ne düştü ki böyle sevinç çığlıkları atmaktasınız? “Bir gece ansızın baskına gidenler” Perinçek ulusalcıları değil, Haşdi Şabi yayılmacılarıydı. Senin göğsün niye kabardı ki? ‘Kerkük Türk yurdudur, Türk yurdu kalacak’ diye böbürlenen Bahtiyar! sana ne oluyor peki!... Türkmeneli İran ili oluyor, sevincin boşunadır! Sitesinde başlık diye nara atan, “Bağdat’tan Barzani’yi çıldırtan hamle, Erbil deliye döndü, bağımsızlığa giderken elindekinden de oldu, lafımızı dinlemeyenin sonu işte budur” diye kasıla kasıla esip savuran artist editör, bu sözüm de sana!... Barzani Kerkük’ü kaybetti de sen ne kazandın? Geçtiyse İran kuklası Bağdat’ın eline geçti petrol kuyuları, senin eline ne geçti ki böyle kof havalar atmaktasın? diye soranlar haksız mıydı?

“Irak merkezî yönetimi ile Irak Kürdistan Bölge Yönetimi (IKBY) yahut İbadi ile Barzani arasında bir tercih yapmaya mecbur muyuz? diye soruluyor. Ben şahsen böyle bir mecburiyet hissediyorum ve IKBY’yi / Barzani’yi tercih ediyorum. Bunu yaparken, IKBY’nin mükemmel bir yönetim olduğunu ve Türkmenlere iyi davrandığını söylüyor değilim. (Herhalde Irak merkezî yönetiminin Türkmenlere mükemmel davrandığı da ileri sürülemez.) Şunu söylüyorum ama: Türkmenlerin selametini IKBY veya duruma göre bağımsız Kürdistan bünyesinde temin etmek, herhalde Irak merkezî yönetimi altında temin etmekten daha kolay olur. (Hem resmî IKBY topraklarında hem de Kerkük’te IKBY ve hatta bağımsız Kürdistan taraftarı Türkmen gruplarının da bulunduğunu belirtmekte fayda var.) Daha evvel yazmıştım, tekrar edeyim: Kerkük’ün kendine mahsus bir statüsünün olması gerektiği söyleniyor. Doğrudur. Peki bu özel statü niye IKBY yahut duruma göre bağımsız Kürdistan dahilinde olmasın? Burada daha hatırı sayılır bir nüfus oranı teşkil etmez mi Türkmenler? Daha güçlü bir varlık sergilemezler mi? Yardıma ihtiyaçları olduğunda Türkiye’nin onlara yardım etmesi daha kolay olmaz mı? Hükümetimiz, IKBY yönetimi ve Kerküklü Türkmenleri böyle bir formül üzerinde uzlaştırsa ne güzel olur. Senelerdir bu fikri savunuyor olmama rağmen beni Iraklı Türkmenlerin vaziyetini önemsememekle suçlayanlara teessüf ederim.”diyen dolaylı yandaş KARAR Gazetesi yazarı Hakan Albayrak bile artık bu soruları sormak zorunda kalmıştı. Evet Cumhurbaşkanının 15 yıl sonra ve sadece istismar amacıyla hatırladığı Erbakan’ın D-8 oluşumundaki hedefler ve prensipler doğrultusunda; İran’la, hatta Çin ve Rusya’yla işbirliği yapmak elbette lazımdı ve yararlıydı. Ama İsrail’in ve Siyonist Lobilerin kullanıp kışkırttığı ve “Şiilik saplantılı” odakların oyuncağı olmak sadece ahmaklıktı.

Hakan Albayrak gibi, İsrail de; Irak Ordusu'nun Kerkük operasyonundan sonra yeni hazırlıklara girmesi üzerine Barzani'ye destek açıklaması yapmıştı!?

İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz, Irak Ordusu'nun düzenlediği operasyonlara karşı çıkmıştı. Irak'ın kuzeyinde Barzani yönetiminin düzenlediği sözde referanduma açık bir şekilde destek olan İsrail, köşeye sıkışan Barzani'nin arkasında durmaktaydı. Bölgeye ajanlarını göndererek PKK ve peşmergeyi koordine ettiren İsrail'in İstihbarat Bakanı Katz,"Kuzey Irak'ta Kürtlere ve onların bölgelerine zarar verilmesine izin vermeyeceğiz" diyerek Barzani’ye ve PKK’ye sahip çıkmıştı. Bu duruma göre, Hakan Albayrak’lar da İsrail’le aynı safta ve aynı kafadaydı.

TV ekranlarından hatırlayacaksınız; Haşdi Şabi milislerinin ve Irak askerlerinin Kerkük’e girişini bütün dünya canlı olarak izlemişti. Peşmergeler çatışmaya girmeden şehri bırakarak geri çekilmiş; Kerkük’teki Kürt nüfus, kafileler halinde kaçarak Süleymaniye ve Erbil’e gitmişti. Peki Mesud Barzani, bütün bu olacakları sezmemiş ve görememiş miydi? Oysaki, Irak’ın 2014 sınırlarına tekrar dönmek için bahane aradığını en iyi IKYB yönetimi bilmekteydi; peki neden Barzani, Bağdat’ın eline bu kozu vermişti? Uluslararası desteğini ve Erbil’deki iktidarını bile kaybetme pahasına Barzani, bu “bağımsızlık” işine neden girmişti?

Haydi, Barzani’nin gaza geldiği için bu işe giriştiğini düşünebiliriz, fakat bağımsızlık ilanına kalkışan Barzani’lerin gerisin geri kaçışının altında ne yatıyordu? Gaza gelip çocukluk hayallerini gerçekleştirmek istiyorsa, hiç olmazsa biraz direnmesi gerekmiyor muydu? Silah bile patlatmadan hak iddia ettiği şehirleri nasıl olur da bırakıp kaçıyordu, bunda bir tuhaflık yok muydu? Irak petrollerinin yüzde 40’ını kontrol eden Barzani, ABD ve Türkiye desteğinden yoksun olarak, sonunda elindekini de kaybedeceğini bile bile bu işe nasıl soyunmuştu? sorularına yanıt arayan yandaşlar: “Bu sorunun cevabı Barzani’nin bir lider değil, kukla olduğu gerçeğinde yatıyor.” diyordu. Barzani ailesini palazlandıran, bugünlere taşıyan güç, kendisinden referandum kararı almasını istiyor ve Barzani de bu karara uyuyordu. Gerçekten iddia ettiği gibi Kürtlerin lideri olsaydı, kendi halkını böyle bir maceraya atmazdı” yorumları yapılıyordu. Aslında Barzani’nin, bağımsızlık macerasına soyunarak Ortadoğu haritasını yeniden şekillendirmek isteyen güçlerin istediğini yaptığından şüphe yoktu. Öyle ise neler hedefleniyordu? Barzani’nin referandum adımıyla tetiklediği sürecin neleri getireceğine bakmak gerekiyordu. Bundan sonra “Kürt davası”nın çerçevesinin genişlemesi, bu davanın parçalı niteliğinin bütünlüklü bir hale dönüşmesi bekleniyordu. Ayrı parçalara özgü “Kürt davası”, bugünden sonra tek ve Büyük Kürdistan’ın davasına dönüşeceğe benziyordu.

“Kürt davası”nın asıl sahibi olan Küresel Siyonist çete; Mesud Barzani’ye aldırdıkları bağımsızlık kararıyla, dört ayrı parçada başlattıkları Kürtçü hareketleri, bugünden sonra Ortadoğu’da tek bir devlet ideali (Büyük Kürdistan) etrafında birleştirmeyi planlıyordu”itirafının yandaş bir yazardan gelmesi dikkat çekiyordu.

Eski MİT Müsteşarı ve Irak Büyükelçimiz Sönmez Köksal verdiği bir mülakatta mevcut politikamızı sürdürmenin kötü sonuçlarını hatırlatmıştı: “Barzani’nin zayıflamasıyla PKK ve İran daha da güç kazanacaktır. Türkiye-ABD ilişkilerini bekleyen en önemli sorun ise PYD/YPG olacaktır. Bu nedenle, bölge Kürtlerine yönelik politikamızı değiştirmemiz lazımdır. Önümüzde iki yol vardır: Ya çok kanlı bir hesaplaşma yaşanacak ya da aklın galip geleceği barışçı çözüm bulunacaktır. Kanlı hesaplaşma, Türkiye’nin geleceğini karartır. Barışçı çözüm ise, Türkiye adına bir kabullenme anlamını taşımayacaktır. Sınırlarımız dışındaki oluşumlarla -barışçı olmaları koşuluyla- tarihsel beraberliğimiz kutsaldır. Güney’in petrolü ve Türkiye’nin iş dehasının birleşmesiyle oluşacak ‘cazibe merkezi’nin, sınırın her iki yakasında yaşayanlara refah getireceği bir senaryoyu tatbikata koymalıdır. Sınırlarımızın hemen ötesiyle düşmanlaşıp yabancı güçlerin etkisine bırakmamak, gücümüzü boşuna harcatmamak en önemli hedefimiz olmalıdır. Bunun için gerekli stratejileri geliştirmek ise, 2017 Türkiye’sinin elindedir ve bu yeteneği vardır.” Oysa bu senaryonun açılımı, ABD ve İsrail’in bölge taşeronluğunu yapmaktır.

ABD, kendisinden beklendiği gibi Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması ve tartışmalı bölgelerin suhuletle çözüme ulaştırılması çağrısı yaparak Irak ordusuna yeşil ışık yakmıştı. Referandum boyunca bayrakları havada uçuşan İsrail yine Barzani’ye sahip çıkmıştı. Irak, sinsi bir manevrayla, PKK'lıların Kerkük'e Barzani tarafından alınmasını savaş sebebi saydığını ilan ederek operasyon başlatmıştı. AKP iktidarı ve yandaşları da bunu alkışlamıştı. Peki aynı Irak'ın, Sincar'daki YBŞ adı altında örgütlenen PKK'lılara maaş ve lojistik destek verdiğini unutalım mı? Ayrıca Kerkük'teki PKK varlığı, Irak için savaş sebebiyse, bizim için Haşdi Şabi hangi konumdaydı? Oysa komşularımız ve stratejik ortaklarımız içinde PKK ile dirsek teması olmayan kalmamıştı ve adımlarımızı buna uygun olarak atmalıydık.

Ahmet Davutoğlu’nun “Bin David” damarı ve Siyonizm’in “Şii Kuşağı”planına mikrofonluk yapması!

Eski Başbakan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelere ilişkin yorumlar yapmıştı. Davutoğlu açıklamasında: “Kerkük’ün statüsü etrafında süren tartışmalar ve yapılan askeri yığınaklar sadece bu aziz şehirde yaşayan kardeşlerimizi değil bütün Irak’ı ve bölgeyi kaosa sürükleyecek bir potansiyel taşımaktadır” ifadelerini kullanmıştı. Kerkük’teki gelişmeler bu şehrin, kardeş Irak’ın ve bir bütün olarak bölgenin geleceği ile ilgili iki zıt senaryonun çatışmasına yol açacağını söyleyen Davutoğlu, şu görüşlerini aktarmıştı:

“Ya Kerkük’te bütün kesimlerin hak ve hukukunu gözeten ve sahip olunan zenginliği hakça paylaşan bir çözüm bulunacak ve bu çözüm Ortadoğu’da kalıcı bir barışa da güzel bir örnek olacak ya da bu şehirde başlayacak etnik ve mezhebi yangın hızla Irak’ın diğer şehirlerine ve bütün bölgeye yayılacaktır. Hiçbir taraf bu kadim ve zengin şehirde başlatılacak bir yangının Kerkük’le sınırlı kalacağı ve bir tarafın mutlak surette kazanacağı bir senaryonun gerçekleşebileceği vehmine kapılmamalıdır. Kerkük’te çıkacak bir çatışma Arap-Kürt, Kürt-Türkmen, Sünni-Şii çatışmalarını körükleyecek ve bir tsunami etkisiyle yayılmasına yol açacaktır. Bu çerçevede; aşağıdaki hususları ve atılmasını gerekli gördüğüm adımları paylaşmayı tarihi bir görev addediyorum:

1. Irak savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri olarak benimsediğimiz “Irak küçük bir Ortadoğu, Kerkük küçük bir Iraktır” ilkesi mucibince Kerkük’te bütün etnik ve mezhebi tarafların katılımı ile bir sonuç bulunması gerektiği ilkesi benimsenmeli ve tek taraflı eylemlerden ve emrivakilerden kaçınılmalıdır.

2. Bu çerçevede Kerkük’ün statüsü de dahil olmak üzere 25 Eylül referandumunun ortaya çıkardığı bütün sonuçlar müzakerelere fırsat tanımak üzere dondurulmalıdır.

3. Askeri yöntemlerle Kerkük’ün tek taraflı olarak IKBY’ye bağlanması ya da kendine has özellikleri yok sayılarak sıradan bir vilayet olarak merkezi hükümete bağlanması yönündeki talepler askıya alınmalıdır.

4. Bugünkü siyasi gerçeklikler Kerkük’te kalıcı bir çözüm için bu şehre has özel bir düzenlemenin yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu özel düzenleme Kerkük’ün Irak’ın toprak bütünlüğü içinde ayrı bir statüye kavuşması ile sağlanmalıdır. Yerel ve yeni bir platform oluşturulmalıdır.

5. BM denetiminde yürütülecek bu müzakerelere Irak Merkezi Hükümeti ve IKBY asli olarak, katkıda bulunmalı, komşu ülkeler ise gözlemci olarak katılmalıdır.

İşte bu teklif ve tavsiyeler, aslında ABD’nin doğrudan İsrail’in ise dolaylı yoldan istedikleri, İran’dan Lübnan’a uzanan Şii Kuşağına hazırlık ve razı olmaklık anlamı taşımaz mıydı?

AKP’nin Bölgemizle ilgili, ciddi ve gerçekçi bir planı bulunmamaktaydı!

Hatırlanacağı üzere, Kuzey Irak’ta oluşturulan uçuşa yasak bölge sırasında Talabani, büyük sıklıkla Kerkük’ün kendilerinin Kudüs’ü olduğunu ve ‘36’ıncı paralele dâhil edilmesi gerektiğini savunmuşlardı. Barzani ise, Türkiye, İran ve Irak hükümetlerinin yaklaşımlarını hesaba katarak önceleri Kerkük’ü referanduma dâhil etmeme taraftarıydı. Daha sonra, Süleymaniye’deki olası gelişmelerin önünü alabilmek ve referandum sonrası karşısındaki güç bloğunu akamete uğratabilmek amacıyla Kerkük’ü de referanduma dahil etmesi yeni gelişmelere yol açmıştı. Kerkük’te yaşanan krizin Türkiye, Irak ve İran’ı sorunun çözümü konusunda yakınlaştırması Siyonist planın bir parçasıydı. ABD’nin İran İslam Devrim Muhafızları’nı terör örgütü olarak deklare etmesine rağmen, İslam Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin ve Haşdi Şabi’nin Kerkük bölgesindeki faaliyetlerine sessiz ve tepkisiz kalması bizi haklı çıkarmaktaydı. ABD’nin, Kerkük’te İran ağırlığını istemiyor gözükmesi ve İran’ın, buradan Suriye üzerinden Akdeniz’e ve oradan da Lübnan’daki Hizbullah ile irtibat kuşağı oluşturmasına karşı zannedilmesi de bir yanılgıydı.

ABD'nin PKK'ya teslim ettiği Rakka'da Öcalan posteri asılmıştı!

Terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı YPG, Rakka'da gövde gösterisi yapmış, terör örgütü IŞİD'in elinden terör örgütü SDG'nin eline geçen şehre Öcalan posterleri asılmıştı.İstanbul'da düzenlenen D-8 Zirvesine konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rakka'da açılan Abdullah Öcalan posteri üzerinden ABD'ye kuru sıkı çıkışlar yapmış: "Bunu Amerika nasıl izah edecek. İnanmıyoruz, yanımızda değilsiniz. Dürüst değiller. Ondan sonra kalkıp zaman zaman bazı talepte bulunmasınlar. Bilsinler ki; her şeyin bir karşılığı vardır." diye sızlanmıştı.

“Kendi milli paralarımıza geçmemiz lazım. Bir takas odası kurmayı da planladık.  Ülkelerimizin merkez bankası başkanlarını bu amaçla bir araya toplayacağız. Biz burada D-8'i genişletmekten de korkmayacağız, D-20'ye kadar çıkaracağız. Bir de oy birliği ile karar anlayışını kaldıralım. Bir ya nitelikli çoğunluk anlayışını getirebiliriz ya da oy çokluğu anlayışını getirebiliriz. Uluslararası örgütlerde dönem başkanlığı görevi önemli. Özel sorumluluklar getiriyor. Türkiye olarak bu görevi ikinci kez devralmamızla birlikte dönem başkanlığı çarkı ikinci devresine giriyor. D-8'in artık daha fazla görünürlük kazanması gerekiyor. Geleceğimizi birkaç aktörün insafına bırakamayız. Bizler dünyanın irili ufaklı tüm ülkelerinin eşit şekilde söz sahibi olduğu bir düzenin savunucularıyız. Biz dünyada adalet arıyoruz. "Ben güçlüyüz, haklıyım" diyenlerin olduğu bir dünyayı asla istemiyoruz.” diyen Sn. Erdoğan’a “İyi de 15 yıldır neredesiniz ve D-8’e işlevlik kazandırmak üzere hangi projeleri geliştirdiniz?” diye sormak lazımdı.

ABD destekli, PKK/YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Rakka’dan sonra gözünü İdlib'e çevirmiş durumdaydı: Bölgedeki gazeteciler örgütün, İdlib'e saldırı yapacağını ve yakında bir 'İdlib Askeri Konseyi' oluşturacağını konuşup yazmaktaydı.

ABD destekli, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG'nin hakim olduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Rakka sonrası gözünü İdlib hattına çevirmiş bulunmaktaydı. Bölgedeki gazetecilerin örgüt kaynaklarından aldığı bilgiye göre, SDG, İdlib'e saldırı hazırlığına başladığını ve yakında bir 'İdlib Askeri Konseyi' oluşturacağını duyurmuşlardı.

Terör örgütü PYD'nin eski elebaşısı Salih Müslim, Rus medyasına verdiği demeçte, Türkiye'nin İdlib'te başının çok ağrıyacağını söyleyecek kadar küstahlaşmıştı. Salih Müslim, Türkiye'nin İdlib'e girmesiyle ilgili tehditvari açıklamalarda yapmıştı. Sputnik'e konuşan Müslim’in; Rusya, Türkiye ve İran’ın Astana’daki uzlaşasıyla ortaya çıkan Türk askerinin İdlib’e müdahalesine karşı çıkarak, İdlib yüzünden Türkiye’nin başının çok ağrıyacağına ilişkin sözleri bir süredir terör örgütü PYD'nin İdlib'e saldırı düzenleyeceği yönündeki iddiaları hatırlatmıştı.

Bizim gafil yöneticilerimiz halâ görmese de: Suriye krizinde artık müttefik gibi davranan ABD ve Rusya'dan cesaret alan terör örgütü PKK uzantısı PYD-YPG, halihazırda 60 bin kişilik düzenli ordunun 2017 yılı sonunda 100 bin kişiye ulaşacağını açıklamıştı. Ortadoğu Uzmanı Joshua Landis ise ABD’nin Rakka operasyonundan sonra Suriye’de PYD-YPG'ye bağımsız bir devlet kurduracağını vurgulamıştı.

Hedef PKK’yı 100 bin kişilik düzenli orduya kavuşturmaktı!

Şu ana kadar sahada 60 bin civarında militanı olduğu ifade edilen PYD-YPG'nin bu sayıyı önümüzdeki süreçte 100 bine çıkarmayı planladığı konuşulmaktaydı. Terör örgütü YPG sözcüsü Redur Xelil'in Reuters'a "YPG'yi iyi organize olmuş bir orduya sahip olmasını sağlamak için ciddi bir motivasyon içerisindeyiz" açıklamasını yapmıştı. 2017 yılı başından bu yana her biri 300 savaşçıdan oluşan 10 yeni tabur kurduklarını söyleyen Xelil, bu yılın ikinci yarısına kadar 100 bin savaşçıya ulaşmak istediklerini belirterek. "Savaşın farklı taktikleriyle iyi eğitilmiş disiplinli ve birbirine bağlı bir askeri güç, bizi korumak ve varlığımızı, haysiyeti hak eden büyük bir ulus olarak teyit etmek için gerçek garantidir" ifadelerini de kullanmıştı.

Rusya Afrin'de teröristleri eğitip donatacaktı!

ABD'nin yanı sıra Rusya da Suriye'de kendi çıkarları doğrultusunda terör örgütü PYD-YPG'ye destek çıkmaktaydı. Rusya askerleri Hatay sınırındaki Afrin bölgesine yerleşmeye başlamıştı. Yerel basın Rus ordusuna ait askerlerin zırhlı araçlar eşliğinde Afrin'e girişlerinin görüntülerini yayınlamıştı. Peki Rusya Türkiye sınırındaki Afrin'de ne yapacaktı? Bu konuda ülkemiz açısından endişe verici gelişmeler yaşanmaktaydı. Terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG-PYD'nin sözcüsü, Rusya'nın Afrin'de askeri üs kuracağını ve bu konuda 19 Mart Pazar günü anlaşma yapıldığını açıklamıştı. Özetle ABD önünü açmakta, Rusya susmakta ve böylece terör örgütü PKK/PYD Suriye'nin hazinelerini bir bir ele geçirmeye çalışmaktaydı. Deyrizor'da IŞİD'in elinde bulunan ülkenin en büyük petrol sahası, ABD yardımıyla tamamen terör örgütü PKK/PYD'nin kontrolüne geçmiş durumdaydı.

Terör örgütü PKK/PYD, Suriye'de Fırat Nehri'nin doğusundaki Deyrizor ilinde terör örgütü IŞİD'in kontrolündeki ülkenin en büyük petrol sahasını ele geçirmiş bulunmaktaydı. Yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Suriye'nin Irak sınırına hakim Deyrizor'un doğu kırsalında bulunan ve ülkenin en zengin petrol yatağı olarak bilinen El-Ömer petrol sahası artık terör örgütü PKK/PYD'nin kontrolü altındaydı. AA'nın harita alan ölçümlerine göre PKK/PYD, Suriye topraklarının yaklaşık dörtte birini işgal etmiş durumdaydı. Deyrizor'u ikiye bölen Fırat Nehri’nin doğusunda ülkenin en büyük petrol sahaları bulunmaktaydı. IŞİD'in son 3 yıldır, söz konusu petrol sahalarından milyonlarca dolar gelir sağladığı alanları, şimdi PYD’ye sunmuşlardı.

Tam bu sırada İran Petrol Bakan Yardımcısı ve Ulusal Gaz Şirketi Genel Müdürü Hamid Rıza Iraki’nin, Türkmen doğalgazının takas yöntemiyle Türkiye’ye satılmasına karşı olduklarını açıklaması, ahmak takımını şaşırtmıştı. Tahran merkezli Cihan-i Sanat (Jahanesanat) Gazetesi’ne konuşan Iraki, "Türkiye, İran gazının geleneksel pazarıdır. Geleneksel pazarımız olan Türkiye’ye rakip ülke gazının takas şeklinde taşınmasına karşıyız. Fakat Türkmen gazının Azerbaycan ve Ermenistan’a takas edilmesinde bir sakınca yoktur" ifadelerini kullanmıştı.

Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Sözcüsü Sadi Ahmed Pire ise, kısa sürede sonuçlanan Kerkük savaşı için MİT Müsteşarı Hakan Fidan iddiasını ortaya atmıştı.

Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Sözcüsü Sadi Ahmed Pire, "Kerkük operasyonunda Türkiye adına Hakan Fidan'ın dahli vardır" açıklaması kafaları karıştırmıştı. Kerkük'te yıldırım hızıyla bozguna uğrayan peşmerge yenilginin şokunu atlatamamıştı. Direniş gösteremeden Erbil'e kaçan IKBY güçleri sorumluyu bulmakta zorlanmaktaydı. Basın toplantısı düzenleyen Sadi Ahmed Pire'nin Hakan iddiası şaşırtıcıydı. Kerkük operasyonunda İran ve Türkiye’nin temsilcisinin de yer aldığını söyleyen Pire, İran’ı temsilen Kasım Süleymani’nin, Türkiye’yi ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın belirlemiş olabileceği bir ismin temsil ettiğini hatırlatmıştı. Pire, "Kerkük operasyonunda Türkiye adına Hakan Fidan'ın dahli vardır, Hakan Fidan bizzat yoksa bile onun belirlediği bir isim bulunmuştur" diyerek Şii Kuşağı oluşumuna Hakan Fidan’ın da destek sağladığını vurgulaması enteresandı.

 


[1] Rosneft’in planları, bkz. 25 Eylül, Habertürk- N.A.

 

Yorum Yaz