Aralık 04 03:36

PKK, NATO’NUN YENİ ORTAĞI MIYDI?

PKK, NATO’NUN YENİ ORTAĞI MIYDI?

PKK, NATO’NUN YENİ ORTAĞI MIYDI?

   Beyaz Saray “Obama ile Erdoğan görüşmesinde, başta IŞİD tehdidi olmak üzere bölgesel ve küresel konularda görüş birliği içinde olduklarının ve ittifak halinde çalışma kararı aldıklarını” açıklamıştı. Ama Sn. Erdoğan BM Genel Kurulunda kof çıkışlar yaparak, Dünyanın Gazze ve Mısır katliamlarına sessiz kaldığından yakınmıştı. Yahu Amerika ile ittifak halinde Irak’ı, Suriye’yi ve Libya’yı cehenneme çeviren süreci kimler başlatmıştı? Acaba, ABD ve AB’nin her istediğine Sn. Erdoğan’ın evet demek zorunda kalmasının ardında, Amerikan ve Alman istihbaratının resmen tescillenen dinleme ve izlemeleri sonucu elde edilen; kendisi ve yakın çevresiyle ilgili şantaj unsurlarının da payı var mıydı? Yoksa bir insan ülkesini ve geleceğini bu kadar kolay ateşe atar mıydı? Ve zaten İngiliz Financial Gazetesi “Erdoğan’ın Washington’un baskısı ve şantajları sonucu IŞİD’le mücadeleye tam destek vermek zorunda kaldığını” yazmıştı. 49 konsolosluk personelimizi kendileri için “çok yararsız hatta zararlı” olduğu bir dönemde rehin alıp 3 ay elinde tutan, sonra stratejik açıdan “kendilerine en çok lazım olacak ve pazarlık konusu yapılacak bir süreçte” serbest bırakan IŞİD, bu denli ahmak mıydı, yoksa istediği her şeyi fazlasıyla almış mıydı? Ya da “bu vatandaşlarımızı alıkoyan da serbest bırakan da CIA ve MOSSAD’dı da” bize kaybolan eşeğini yeniden bulan köylünün sevinci mi yaşatılmıştı? Yahu bu rehine teslimi APO’nun ele geçirilmesine ne kadar benziyordu!

 

   Hayret, bu rehineleri kurtarma operasyonuyla, Abdullah Öcalan’ın Kenya’dan teslim alınması senaryolarının benzerliği sırıtmaktaydı. Çünkü Öcalan dağda kalsaydı, hem bu denli korunamayacaktı, hem tüm anarşist militanları ve taraftarlarını avucunda tutamayacaktı, hem de böylesine “diplomatik ve demokratik bir barış elçisi” sıfatını kazanamayacaktı.

 

   Aslında Başbakanların böyle kritik zamanlarda örtülü ödeneği kullanma hakları vardı. Acaba IŞİD’in elinden kurtarılan Türk rehineler için de benzer bir ödeme yapılmış mıydı? Resmi açıklamalara göre rehinelerin kurtarılması “silahlı bir operasyonla” yapılmamış. Rehineler değişik kanallar üzerinden yürütülen müzakereler sonucu ikna yöntemiyle kurtarılmıştı. Rehinelerin kurtarılmasında MİT “Ana üstlenici” olarak operasyonun başrolünde yer almış gösterilmesi, CIA ve MOSSAD’la ortak başka operasyonlara hazırlık mıydı? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu açıklamalarının odak noktasına “Milli İstihbarat Teşkilatı”nı koymaları anlamlıydı. Üstelik 49 rehinenin kaçırıldıktan sonra tam 8 kez yer değiştirdikleri anlaşılmıştı. Rehinelerin, Musul’da teslim alındıkları ancak güvenlik nedeniyle Suriye’den getirildikleri ortaya çıkmıştı. Böylece “Türk istihbaratının bölgede sanıldığından daha güçlü konumda olduğu” algısı oluşturulmaya çalışılmıştı. Terörist başı Abdullah Öcalan yakalandığında Bülent Ecevit azınlık hükümetinin Başbakanıydı. Öcalan’ın yakalanması Ecevit’e bir seçim kazandırmıştı. Şimdi benzer bir durum Ahmet Davutoğlu için de hazırdı. Rehinelerin, Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde Türkiye’ye getirilmesi, 2015 Haziran seçimlerine yansıtılacak mıydı? Bazı yayın organlarında ve dış basında 49 rehineye karşı, Türkiye’nin 200 IŞİD’liyi iade ettiğini yazmıştı. Ayrıca Suriye’deki Kobani’nin de IŞİD’e rüşvet verildiği konuşulmaktaydı.

 

   Posta’dan yandaş yalakacı Candaş Tolga Işık’ın “Kurtardılar mı yoksa serbest mi bırakıldılar… Umurumda değildir. MİT bu süreci bölgedeki yerel unsurlarla nakış gibi işlemiştir”(21-09-2014) itirafları bu kuşkularımızı haklı çıkarmaktadır. Bizzat Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan IŞİD’le “siyasi ve diplomatik pazarlık yapıldığını” açıklamıştır. Yoksa, bu vatandaşlarımızı asıl rehin alan IŞİD değil de, ABD(CIA-MOSSAD) idi de, şimdi Irak’a yönelik askeri koalisyona Türkiye’yi katma pazarlığı sonucu mu bırakılmışlardı?

 

   Yandaş yazarlardan Süleyman Özışık “rehinelerimizi IŞİD içerisinde bulunan ve Türkiye’ye sempati duyan Çeçen Militanların teslim aldığını” yazmış ve “Polat Alemdar kurtardı!” diye kendi aklınca muhaliflerle dalga geçmeye çalışmıştı. Yahu hakikaten bu MİT Esad’ı niye torbalayıp kaçırmamıştı? Oysa Yeni MİT yasasında yer alan “TAKAS” özel kanunu gereği, acaba IŞİD’in istediği Türkiye’deki kaç militanı serbest bırakmıştı? Sorusu nedense hiç tartışılmamıştı. Fetullah Gülenin kutlama mesajı da “IŞİD’le anlaştınız, benimle de yaklaşınız” çağrısıydı. ABD Vermont Eyaleti Adalet Bakanı William Sorrel, “ABD’nin Fetullah Güleni sınır dışı etmesinin yasalara ve insani kurallara aykırı olduğunu” açıklaması da anlamlıydı. Sn. Recep Tayyip Erdoğan, 49 rehine iade edilir edilmez “başarılı operasyondan” dolayı MİT’i kutlamıştı. Oysa operasyon denilince, herkesin aklına silahlı bir müdahale takılırdı. Ardından bu sonucun, temas ve müzakerelerle alındığı anlaşılmıştı. Ve çark etmek için, “siyasi operasyon kastedildi” gibi açıklamalar yapılmıştı. Halbuki “harekât” şeklinde tercüme edebileceğimiz “operasyon” kelimesi, ani bir baskını, tek seferlik geniş çaplı ve silahlı bir müdahaleyi çağrıştırırdı. Uzun zamana yayılan ve pek çok noktası karanlıkta kalan bir dizi görüşme, “operasyon” diye adlandırılamazdı. Kaldı ki, ilk ifadelerin aksine, operasyon değil takas yapıldığı da ortaya çıkmıştı. İlk gün, Dışişleri ya da MİT yetkilileri gazetecilerin sorularına, “Fidye yok, takas yok” diye çıkışmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise, “Velev ki takas olsun” açıklamasıyla, bir pazarlık neticesi rehinelerin Türkiye’ye döndüğünü ağzından kaçırmıştı. Zaten iktidara yakın bazı gazeteciler bile, IŞİD’in önem verdiği bazı militanların iade edildiğini yazmak zorunda kalmıştı.

 

   Böylece hükümetin, büyük bir zafiyet ve hezimeti başarıya çevirmeye çalıştığı ortaydı. Hezimet, Musul Konsolosluğumuza yönelik baskını önceden fark edememekten kaynaklıydı. Ayrıca, rehine krizinin çözülmesinde ABD’nin rolü olduğu açıktı. Zira zamanlaması bir hayli manidardı. “Türkiye’nin mazereti kalmasın” diye, rehinelerin serbest bıraktırıldığını düşünenler haklıydı. AK Partili Şamil Tayyar bile: “IŞİD operasyonuna Türkiye’nin katılmama gerekçelerinden biri rehinelerdi. Bu kritik süreçte serbest bırakılması, CIA’nin bir hamlesidir.”  İtirafını yapmış, ardından: “IŞİD, CIA’nin Truva Atı’dır. Kurtarma operasyonu çatışmasız şekilde başarıyla sonuçlanıyorsa, CIA bu operasyona engel çıkarmadığından dolayıdır. IŞİD’e yönelik operasyondaki rezervini kaldırdı demeye çalışmıştım.” Sözleriyle durumu kurtarmaya uğraşmıştı.

 

   IŞİD bahanesiyle bölgenin haritası ve kimyası bozulacaktı!

 

   “ABD, oluşturduğu işgal koalisyonunda çekirdek ülke olarak ABD, İngiltere ile her seferinde bir şekilde ilk halkaya giren Fransa, sonra İtalya vardı. İkinci derecede ise Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn ve BAE’den oluşan bölge ülkeleri bulunmaktaydı. İkinci derecedeki piyon ülkeler, finansman, lojistik destek, kamu diplomasisi, halkla ilişkiler çerçevesinde yardımcı elemanlar konumundaydı; ama inisiyatif tamamıyla ABD’nin patronaj olduğu Haçlı Batı’daydı. Dikkat çekici husus şu ki, ABD sadece IŞİD’in hâkimiyet kurduğu yerleri (karargâhlar, eğitim kampları, komuta merkezleri, cephanelikler, kontrol noktaları, finans merkezleri, konvoylar) vurmakla kalmamakta, hedefleri arasına Nusra Cephesi’ni ve Horasan örgütünü de katmış bulunmakta ve tabii yine siviller de katliama uğramaktaydı. Bu olayda Türkiye en zor durumda olan ülke durumundaydı. Tam bu sırada rehinelerin kurtarılmış olması hükümeti operasyon konusunda net tutum almaya mecbur bırakmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “üzerimize düşeni yapacağız” demek zorunda kalmış,  desteğin “askeri, siyasi veya her şey” olabileceğini vurgulamıştı. Hükümet sözcüsü de Irak ve Suriye’yi içine alan geniş kapsamlı bir tezkereyi 2 Ekim’de Meclis’e getireceklerini açıklamıştı. IŞİD’e karşı düzenlenen operasyonun bölge halkları ve muteber teşkilatlar, akımlar, cemaatler nezdinde meşruiyeti tartışmalıydı. Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusuf el Kardavi, IŞİD’in fikriyatını ve yöntemini reddetmekle beraber ABD’nin koalisyon oluşturup askeri operasyon yapmasına da karşı çıkmıştı. Dahası hem Mısır, hem Suriye Müslüman Kardeşler teşkilatının sözcüleri ABD’nin IŞİD bahanesiyle bölgeye askeri müdahalede bulunmasına karşı olduklarını açıklamıştı. İhvan’ın Mısır sözcüleri, İslam topraklarına yapılacak bir müdahalenin “Ortadoğu’yu bir kez daha bölme” girişimi olup yeni bir fitnenin kapısını açmak anlamına geldiğini hatırlatmıştı”şeklinde doğru tespitler yapan Ali Bulaç, hala köklü teşhis ve tedavi konusunda yalpalamakta, Rahmetli Erbakan’ın tarihi ve talihli çözüm projelerine sahip çıkamamaktaydı.

 

   ABD’nin Siyonist Bakanı John Kerry’nin “Türkiye bize söz vermiştir. Şimdi rehineler de teslim edileceğine göre IŞİD’e karşı bizimle birlikte hareket etmelidir” sözleri, rehine krizini bizzat ABD’nin çıkardığı kanaatine güç katmaktadır. New York MSN BC TV. Deki “Morning Joe” sabah programına katılan Kerry bu sözleriyle BM toplantıları için ABD’ye giden Sn. Recep Erdoğan’a ince mesajlar yollamış ve zaten istediği yanıtı da almıştı. İmralı’da Avukatlarıyla görüşen Öcalan, PKK Örgütünün yayın organı ANF’deki habere göre: “sadece (Suriye) Rojova’da değil, Kuzey’de (Türkiye’de) ve tüm yörelerdeki Kürt halkı büyük savaşa hazır olmalı ve buna göre yaşamını ayarlamalıdır. Çünkü Türk devleti bizimle müzakere sürecini bir türlü başlatmamaktadır” diyerek AKP iktidarını sıkıştırmaktaydı.

 

   Daha da beteri, Güneydoğumuz da artık pek çok il ve ilçede halkımız TC. Mahkemelerine değil, PKK’nın kurduğu mahkemelere başvurup adalet aramakta, vergisini PKK yetkililerine aktarmakta, PKK milisleri trafik ve asayiş kontrolü yapmakta, büyük ihaleleri PKK dağıtmakta, yani devlet çarkı tıkanmış bulunmakta, bunu gören birçok üst düzey komutan istifa edip görevinden ayrılmakta ve bu bilgilerin bir çoğu da Genel Kurmay Başkanlığı sitesinde yer almaktaydı. IŞİD’in Suriye’deki Kobani saldırılarından Türkiye’yi ve AKP Hükümetini sorumlu tutan PKK eşkıya başı Murat Karayılan “Çözüm süreci bizim için bitmiştir” şeklinde küstahlaşmıştı. KCK yürütme kurulu üyesi ve PKK silahlı anarşistlerinin reisi (!) Karayılan Sterk TV. Ye bu açıklamayı yapmış ve AKP iktidarını daha net tavır ve tavizler için zorlamaya başlamıştı.

 

   Azgınlaşan PKK, resmen ve fiilen isyan provası başlatmış, AKP’nin acizlik ve basiretsizliği ortaya çıkmıştı!

 

   IŞİD bahanesiyle 31 ilde isyana kalkışan, bayrak yakan, büst yıkan, 40 insanımızın ölümüne, 150 insanımızın vahşice yaralanmasına sebep olan sivil PKK yandaşları bu küstahlık cesaretini AKP iktidarından almaktaydı ve elbette hesabı sorulacaktı. Çıkarılan olaylarda toplam 486 sivil apartman, 639 devlet binası, 140 okul, 80 banka, yüzlerce sivil ve resmi araba, trafik levhaları ve ışıkları, yüzlerce dükkân ve mağaza tahrip ve talan edilmiş, yakılıp yağmalanmıştı. Artık Türkiye Emniyet Müdürlerimizin bile sokak ortasında saldırıya uğradığı bir ülke konumundaydı. Ve bütün bunların kışkırtıcısı Abdullah Öcalan’dı ve 10 gün kadar önce İmralı’da görüşen Avukatı aracılığıyla, AKP iktidarını hizaya sokmak üzere top yekûn isyan ve savaş çağrısı yapmıştı. Ve tabii bu Öcalan aynı zamanda Sn. Erdoğan ve iktidarının pazarlık ortağıydı. Yani asıl sorumluluk bunların sırtındaydı. Şimdi anlaşılıyor ki bu sözde barış sürecinde PKK her yönden güç toplamış, teşkilatlanıp taban kazanmış, ama Güneydoğu’da devlet acziyet ve zafiyete uğratılmıştı.

 

   Tekelci Siyonist sermayenin Türkiye temsilcisi TÜSİAD, hala “Aman barış süreci sekteye uğratılmasın!” diye hükümeti uyarıp PKK ağzıyla sıkıştırmaktaydı. Şimdi AKP iktidarının dirayetsiz ve basiretsiz politikaları yüzünden Türkiye, IŞİD ile PKK’dan birisini desteklemek arasında bir tercihe mecbur bırakılmıştı. Ülkemize gelen NATO sekreteri “Türkiye Kobani’ye tek başına girsin!” diyerek bizi ateşe atmaya çalışmaktaydı. Erdoğan ve Davutoğlu, halkımıza karşı “Bakınız biz sadece IŞİD’le değil, zalim ESED’le de savaşıyoruz” bahaneleri olsun diye Suriye yönetimine müdahaleyi şart koşmakta, ama ciddiye alınmamaktaydı. Üstelik Türkiye’yi Suriye-Irak batağına çekmek sınır yörelerimize düşen havan toplarının IŞİD’e değil PYD’ye ait olduğu anlaşılmıştı ve daha da tehlikelisi PKK fiilen terör örgütü olmaktan çıkıp, uluslararası masumiyet ve meşruiyet kazanmıştı. Düne kadar AKP ile sarmaş dolaş olan eski Hizbullah yeni Hüda-par ise şimdi açıkça IŞİD taraftarıydı. Sonuç: Türkiye için asıl ve acil tehlike, IŞİD ve PKK’dan önce işbirlikçi iktidarlardı.

 

   Bütün bu tespit ve tahlilleri, bir karamsarlık havası oluşturmak için yaptığımız sanılmasındı. Tam aksine asla kuşkunuz olmasın ki; Türküyle-Kürdüyle, Kafkas kökenlisiyle-Balkan mültecisiyle, yerlisiyle-göçmeniyle, Sünnisiyle-Alevisiyle… Anadolu’yu bize vatan yapan ve şanlı medeniyetler kuran, İslam potasında kaynaşmış, asalet ve adaletiyle nam salmış… Dünya tarihinin ve tabii seyrinin böyle tanıdığı Aziz Türk Milleti ve Asil Silahlı Kuvvetleri bu badireyi de atlatacak, yepyeni medeniyet ve zaferlerin öncüsü olacak, şühedanın ve Atasının kutsal mirasına elbette sahip çıkacaktır. Çekilen bu sıkıntı ve saldırılar, kutlu doğum ve değişim sancılarıdır. Zalim dış güçlerin de, işbirlikçi hainlerin de sonu yakındır; unutmayınız ki Allah’ın vadi Haktır ve zulüm saltanatı temelinden yıkılacaktır.

 

   IŞİD’in yarı din devleti (hilafet) görünümlü tam bir terör şebekesi haline gelmesine ABD’nin yol açtığını ve zemin hazırladığını E. Savunma Bakanı Colin Powel bile itiraf etmek zorunda kalmıştı. Türkiye’nin IŞİD’e karşı üsleri kullandırma ve asker yollama dâhil her türlü desteği sağlaması karşılığında Sn. Erdoğan’ın güya Amerika’ya şart koştuğu: 1- Suriye sınırı boyunca 30 km. kadar bir tampon bölge oluşturulması. 2- Esad rejimine yönelik ciddi bir müdahale ile yönetimden uzaklaştırılması konularını, ABD yetkilileri hiç söz konusu yapmamış, yani dikkate almadıklarını yansıtmışlardı. Çünkü bu takdirde; Suriye içinde oluşturulacak ve uçuşa yasak bölge kapsamına alınacak yörede Suriye Kürdistan’ı olan özerk PYD federasyonu kurulmasına TSK engeli olacaktı. Oysa ABD, PYD’den taraftı ve Suriye’nin parçalanmasından yanaydı.

 

   Bu arada sormak lazımdı: Bu PKK, niye kuşatılan Kobani’yi kurtarmak üzere PYD’nin imdadına koşmamakta ve BDP yetkilileri çaresizlik ve acizlik içinde TSK’yı yardıma çağırmaktaydı? Hani bu PKK, TSK’yı bile hizaya sokan kahraman gerillalardı!? Böylesi şeytani amaçlı ve kontrol dışı oluşumların, bir takım sızmalar ve manipülasyonlar sonucu, insani sonuçlara yarayacak hesaplaşmaları hızlandıracağı da unutulmamalıydı; çünkü neticede her şey ezeli takdir programı kapsamındaydı ve Allah’ın iradesi ve idaresi altındaydı.

 

   "IŞİD’i anlamak için kimlerden oluştuğuna bakarak karar vermek bu olayı hazırlayanların tuzağına düşmek demektir" diyen Mahir Kaynak haklıydı. Dünya üzerinde bugüne kadar etkili hatta belirleyici olan ABD ve Rusya kontrolü kaybetmezlerse dünyada  etkin olan gücün kendi tekellerinde kalacağını, aksi halde Avrupa’yı da yanına almış bir Türk İslam dünyasının geçmişte olduğu gibi, dünya üzerinde yeniden egemen güç olacağından endişe ediyorlardı. Bu gücün iki Dünya Savaşı çıkardığını ve yenisini de çıkarabileceklerini düşünüyorlardı. Avrupa’nın bu bölgedeki çıkarlarını korumasının en önemli çaresinin Türkiye ile ittifaktan, daha doğrusu, göze batmayacak bir iletişim ve işbirliği kurmaktan geçtiğini biliyorlardı. Bu nedenle bölgedeki gelişmeleri bu büyük mücadele boyutunda algılamak lazımdı. Yani, mesela IŞİD’i anlamak için kimlerden oluştuğuna bakarak karar  vermek bu olayı hazırlayanların tuzağına düşmek anlamını taşırdı. Bu gibi olaylarda militanların ideolojilerine bakmak yerine büyük oyundaki rollerini kavramak daha tutarlıydı. Aynı militanları onları kullananların hasmı haline getirilmesi de ayrı bir strateji olarak hesaba katılmalıydı. Bu yol başarılı olursa karşı tarafın sana saldıran örgüt kurması  kendi silahıyla vurulmasıydı ve tuzağı tersine çevirmek büyük bir başarıydı.

 

   Bakanların ve Başbakan oğullarının hırsızlıkları ve ülkemizi hangi tehlikelere attıkları değil, işte bunların yazılması suç halini alınca şu fıkrayı hatırladık. Leonardo Vinci’den (Melih Aşık) nakletmişti:

 

   Gece dükkânının elektriklerinin açık olduğunu fark eden tüccar hemen işyerine koşar ve kasayı soymakla uğraşan hırsızla karşılaşır. Hemen kapıyı kilitleyip karakola koşarak şikâyetini anlatır. Bu arada içeride hapsolan hırsız, bürodaki masanın üzerine iki mum yakar ve poker kâğıtlarını dağıtarak iyilerini (yükseklerini) kendine, kötülerini (düşüklerini) karşı iskemleye bırakır. Sivil Polislerle dükkân sahibi içeri girince: “Yahu madem yenilince kapıyı üzerime kilitleyip kaçacaktın, bu gece yarısı yalvar yakar beni yataktan kaldırıp niye kumar oynamamız için dükkanına çağırdın!” diye sitem edince, Polisler hırsıza inanır ve güya kazandığı kadar parayı adama aktarır. Şimdi dış güçlerle işbirlikçi hükümetler arasındaki danışıklı dövüş kumarında hep halkımızın kaybetmesi bize bu fıkrayı hatırlatmıştı.

 

   Bu arada Golan Tepeleri civarında konuçlanan IŞİD mevzilerini vuran Suriye uçakları İsrail tarafından vurularak düşürülüp saf dışı bırakılmıştı. Sn. Recep Erdoğan ise ABD’de Siyonist kuruluş CFR’de ve bir TV: de “IŞİD’le mücadele konusunda Türkiye’nin üzerine düşeni yapacağını” açıklamıştı. Ve zaten John Kerry’de “kendisine IŞİD’e karşı ön saflarda yer alacağı konusunda söz verildiğini” vurgulamıştı. Yani İsrail, IŞİD, ABD ve AKP aynı saftaydı, aynı senaryonun oyuncularıydı ama sadece rolleri farklıydı! Ve zaten AKP Türkiye’sinin, IŞİD için bir geçiş adresi, lojistik ve stratejik destek merkezi olduğu yandaş medyada bile yazılıp konuşulmaktaydı. Batılıların İslam dünyasına yönelik zulümlerine karşı intikam hissi, dini bir gayretle ama yanlış bir cihat düşüncesi, bazılarında macera yaşama hevesi ve sadist duyguların tatmini, hatta bol ve kolay kadın ve cariye bulma ve şehvet tahriki sonucu, CIA-MOSSAD güdümlü sözde şeriatçı şebekelerin tuzağına takılan farklı köken ve kültürden çoğu cahil gençler IŞİD ve benzeri örgütlere katılmaktaydı. Fransa, Almanya ve İngiltere hükümetlerinin kendi ülkelerindeki başıbozuk tipleri tespit ve teşvik ederek, istihbarat servisleri eliyle IŞİD’e yönlendirdikleri anlaşılmıştı.

 

   ABD'nin Arap müttefikleriyle Suriye’de IŞİD hedeflerine yönelik saldırısında, Mavi Marmara aktivistlerinden Yakup Bülent Alnıak da hayatını kaybedenler arasındaydı. İYİLİKDER Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, ABD'nin Suriye'de IŞİD hedeflerine yönelik saldırısında, birkaç ay öncesine kadar derneklerinde gönüllü olarak faaliyet gösteren Mavi Marmara aktivistlerinden Yakup Bülent Alnıak'ın hayatını kaybettiğini açıklamıştı. Alnıak'ın Suriye'de toprağa verileceği açıklanmıştı. Alnıak'ın Gazze'ye yardım götürürken İsrail saldırısı sonucunda 9 kişinin hayatını kaybettiği Mavi Marmara gemisindeki aktivistlerden olduğu, burada yaşadıklarını "Mavi Marmara Serencamı" adlı kitabı kaleme aldığı hatırlatılmıştı. İki çocuk babası Alnıak için Malatya'da taziye çadırı kurulduğu vurgulanmıştı. Aslen Malatyalı olan ve bir holdingin Konya’daki alışveriş merkezinde uzun yıllar yönetici olarak çalıştıktan sonra 10 yıl önce Alanya’ya taşınan Yakup Bülent Alnıak’ın iddiaya göre en son 2 ay önce Esad ve IŞİD’e karşı Nusra Cephesi’nde savaşmak üzere Suriye'ye gittiği hatırlatılmıştı. İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) aktivisti olan yazar Alnıak’ın ABD’nin IŞİD ve El Kaide bağlantılı örgüte yönelik hava saldırısında öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. İşte bu durum AKP, İHH ve El – Nusra’nın irtibat ve ittifak halinde çalıştığının açık ve acı bir fotoğrafıydı. Peki soralım, Yakup Alnıak gibileri haklı ve hayırlı bir yolda ise, onları katleden ABD ile aynı safta olmanın vebalinden Sn. Erdoğan ve Davutoğlu iktidarı nasıl kurtulacaktı?

 

   Hatırlayınız CFR üyesi Stephen Larrabee Washington’un Erdoğan’a yaklaşımını şöyle anlatmıştı: ABD Erdoğan’la yeni ve temiz bir sayfa açacaktır! Siyonist Yahudi stratejistin, Davutoğlu Başbakan yapıldı ama Erdoğan’ın politikası uygulanacak ve Türk dış politikasında büyük bie değişim olmayacaktır. Belki her konuda anlaşamıyoruz ama genel anlamda Türkiye ile ABD’nin çıkarları ortaktır ve Erdoğan bizim yanımızdadır!” açıklamalarını Cumhurbaşkanı ABD’ye gitmesinden 25 önce yapmıştı. Washington’da Türkiye ile ilgili tahliller konusunda en çok önemsenen isimlerin başında gelen Stephen Larrabee, 2010 yılında Türkiye-ABD ilişkilerinin artık daha sorunlu bir seyir izleyeceğini ön gördüğü bir rapor hazırlamıştı. Daha sonra kitaplaşan “Sorunlu bir ortaklık: Küresel Jeopolitik Değişim Döneminde ABD-Türkiye ilişkileri” adlı rapor, Türkiye ile artık 2002 sonrası dönem gibi “pürüzsüz” ilişkiler yürütülemeyeceğini açıklamış, Erdoğan’a eleştirel yaklaşmış ama onun stratejik bir ortak gibi davranacağından kuşku duyulmadığını hatırlatmıştı.[1]
 

   ABD'nin Irak’ta hata kılıflı katliamı!

 

   ABD Tikrit kentinin yakınlarındaki El Avja köyünde IŞİD hedefleri yerine güya yanlışlıkla Irak askerleri hedef alınınca, olay yerinde 70 Irak askerinin öldüğü ortaya çıkmıştı. ABD önderliğindeki koalisyon Irak'ta ve Suriye'de IŞİD ve Suriyeli muhaliflerin mevzilerine hava saldırılarına tüm hızıyla devam ederken masum köylerin ve askeri birliklerinde üzerine bomba yağdırılmaktaydı. AKP iktidarının yedi sülalesi yetmiş bin sene alnını secdeden kaldırmasa yine de bu günahın altından kalkamazlardı. “Önce pisleyip kirletiyorsunuz, kışkırtıp karıştırıyorsunuz; sonrada kendi pislediklerinizi temizledik diye alkış tezahürat bekliyorsunuz?” yollu sitemler haksız mıydı?

 

   “Allah böyle istediği ve “yürü ya kulum!” dediği için, Erdoğan böylesine yükseldi” diyen Abdurrahman Dilipak’a şu ayetleri hatırlatmak lazımdı: “Yarattığımız (insanlar)dan, Hakka yöneltip (hidayete çağıran) ve Onunla (Hak’la ve Kur’anla) adaleti (kurup sağlayan) bir ümmet vardır” (Araf: 181) “(Ancak her türlü imkan ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, uygulamaya çalışmayanları) ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (yükseltip, riyakarlık ve istismarcılıklarına yüreklendirip çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız” (Araf: 182) “Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirası için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularını uzatıyorum. Ancak) Benim “keyd”im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacaktır)” (Araf: 183)

 

   PKK Kürdistan ordusu ve NATO’nun Irak kanadı mı olacaktı?

 

   HDP’li Pervin Buldan, katıldığı bir televizyon programında açılım sürecine ilişkin açıklamalar yapmıştı. Verdiği bilgilere göre, Öcalan’ın yeni Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun nasıl bir yol izleyeceğini görmek istediğini vurgulamış, İmralı heyetinde de yer alan Buldan da yeni adımlar ve mesajlar için 30 Eylül tarihinin işaret edildiğini hatırlatmıştı. Öcalan ve HDP’nin öncelikli beklentisinin, Öcalan için bir sekretarya kurulması ve denetleme görevi yürütecek bir izleme kurulu oluşturulması olduğu kaydedilirken, Buldan HDP heyetinin, bizzat Erdoğan’la görüşerek bu beklentileri aktaracaklarını açıklamıştı. “İlk defa halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanı var” diyen Buldan, PKK’nın IŞİD’le savaşan tek güç olduğunu bu yüzden de hükümetin PKK’ya kolaylıklar tanıması gerektiğini tekrarlamıştı. Sabah’tan yandaş ve yalaka yazar Emre Aköz de:

 

   “IŞİD ile PKK’yı aynı kefeye koymak yersizdir. PKK ulusalcı bir örgüttür, talep ettiği haklar ve yetkiler verilirse sorun bitecektir. Ama IŞİD Amorf bir örgüttür din ve mezhep adına öldürmekte, nerde ne yapacağı bilinmemektedir. Bu süreç sonunda PKK meşruiyet kazanabilir"[2] diyerek BDP ve PKK ağzıyla, Erdoğan’ın ve iktidarının tavrını ve tarafını ağzından kaçırmıştı. Evet böylece PKK’ya meşruiyet ve resmiyet kazandırılıp Kürdistan’ın jandarması ve NATO’nun yeni kanadı yapılacaktı. Zaten IŞİD’i kurup kışkırtmalarının bir amacı da PKK’yı Kürtlerin umudu konumuna taşımak ve gençlerin PKK’ya katılımını arttırmaktı. Öyle ki, IŞİD’le savaşmak üzere PKK’ya katılımın en yüksek seviyeye ulaştığı açıklanmıştı. Batının silah ve strateji yardımı ve Kürt gençlerin yoğun katılımı ile şımaran Cemil Bayık Türkiye’ye saldıracakları tarihi açıklayacak kadar azıtmıştı! PKK'nın bir numaralı komutanı Cemil Bayık, Al-Monitor'den Amberin Zaman'a olay yaratacak açıklamalar yapmıştı. “Savaşı Eylül sonunda başlatabiliriz. Savaş başlatma yetkisi bizdedir” diyerek tarih veren Cemil Bayık, Öcalan'ın savaşı engelleyip engelleyemeceği sorusunu ise şöyle yanıtlamıştı: “Öcalan bizim önderimiz. Biz bir önderlik hareketiyiz. Önderimize bağlıyız. Ama Türkiye adım atmadan önderlik “Hayır savaşmayın” nasıl diyecek ki? diyemez. Dese bile savaşçılar bunu kabul etmez. Biz savaşçılarımızı zapt edemeyiz!"[3] İşte bu küstahça tehditlerden bir gün sonra Bitlis-Diyarbakır karayolu üzerinde polis noktasına yapılan saldırıda roket kullanılmış ve maalesef şehit haberleri gelmeye başlamıştı. Saldırı sonrası bölgeye giden takviye ekibi taşıyan zırhlı aracın devrilmesi sonucu meydana gelen kazada 5 polisten 3'ü şehit olmuşlardı.

 

   Bölgedeki terör örgütleri artık Amerika’nın yeni ortaklarıydı!

 

   ABD Başkanı Barack Obama, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütüne karşı oluşturulacak koalisyona terör örgütlerini de katmıştı. Buna göre, uluslararası koalisyona destek veren ülkeler IŞİD’e karşı hava operasyonları yapacak, bununla birlikte Kuzey Irak’ın peşmerge ordusu, PKK, PYD, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Suriye’deki diğer terörist muhalifler de IŞİD’e karadan saldıracaktı. Terör örgütü IŞİD’e karşı karadan savaşacak terör örgütlerine silah yardımının yanı sıra askeri eğitim verilecek, başta ABD olmak üzere koalisyondaki ülkeler, söz konusu örgütlerle istihbarat bilgilerini de paylaşacaktı. Obama’nın yaptığı açıklamada operasyonun sadece Irak’la sınırlı olmadığını, Suriye’ye de hava saldırısı düzenleyeceklerini vurgulaması koalisyonun geniş bir alanı kapsadığını ortaya çıkarmıştı. ABD ve koalisyon ülkelerinin kara harekatı yapmayacağını ancak 475 yeni ABD’li görevliyi bölgeye göndereceğini vurgulayan Obama, bu ekibin Iraklı ve Kürt kuvvetlerine eğitim, istihbarat ve ekipman desteği sağlayacağını açıklamıştı. Obama’nın karada güvendiği kuvvetlerin IŞİD haricindeki terör örgütleri olmasının bölgedeki dengeleri değiştireceğini söyleyen uzmanlar, “Askıda olan Kürt koridorunun yeniden gündeme gelebileceği” konusunda uyarmıştı.

 

   “Velhasıl ahmakların bile anlaması gereken bir gerçeği tekrar hatırlatmamız lazımdı; Artık Irak ve Suriye diye iki devlet kalmamıştı. Suriye’de taş üstünde taş bırakılmamış; Irak harabeye çevrilip parçalanmıştı. Kışkırtılan ve birçoğuna İslamcı kılıfı takılan gruplar işkencede ve vahşette birbirleriyle yarışmaktaydı. Milyonlarca insan perişandı ve bunlardan 2 milyona yakını Türkiye’nin dört bir yanına saçılmıştı. İstanbul’un, Gaziantep’in, Kilis’in vs. sokaklarında Türkiye’nin en büyük üçüncü azınlık grubu başıboş mayın gibi dolaşmaktaydı ve tabii Irak ve Suriye’de her gün harlanan ateş topu, çevresindeki ülkelere de sıçrama riskini taşımaktaydı. Ürdün, Lübnan ve Türkiye ise komşular içinde en çok risk taşıyanlarıydı. Etrafa saçılan Şiiler, Sünniler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğerleri iç savaş kıvılcımlarıyla birlikte hareket ediyorlardı. Bölgenin dengeleri karmakarışıktı. Kısacası, Türkiye'yi ateşe atacak riskli hamlelerinden mutlaka sakınılması lazımdı. Eğer Türkiye bir şekilde bu alev sarmalının parçası olur ise, eğer Türkiye bir şekilde Batı’nın ileri karakolu haline gelirse müreffeh, gelişmiş ve medeni Türkiye hayalleri hepten yıkılacaktı"[4] uyarıları haklıydı ve çok ciddi ve gerçekçi tehlikelere parmak basmaktaydı. Kısaca Erdoğan Başkanlığı ve Davutoğlu iktidarı ülkeyi çok karanlık bir maceraya sürüklendiğinin farkında değil ise gafil, farkında ise hain konumunda hesap sorulacaktı.

 

   IŞİD’e karşı koalisyonun amacı “Akdeniz’e ulaşan Kürdistan koridorunu” açmaktır!

 

   “Hatırlayınız; Galler'de yapılan NATO Zirvesi'nde iki önemli karar alınmıştı:

 

   1- NATO Ukrayna'nın yanında olduğunu açıklamış ve Rusya'ya karşı 5 bin kişilik acil müdahale gücü oluşturmayı kararlaştırmıştı.

 

   2- NATO, IŞİD'e karşı içinde Türkiye'nin de yer aldığı 10 ülkeden oluşan bir koalisyon kurulacağını açıklamıştı.

 

   Aylardır söylüyoruz; IŞİD, ABD için Irak'tan Suriye'ye bir köprü ayağıdır. ABD çıkarlarının uygulanabilmesi için kullanılan bir maniveladır. Daha önce Beşar Esad'ı devirme cephesinde kullanılan IŞİD, şimdi de Irak ve Suriye'ye müdahale aracı olarak kullanılmaktadır. ABD, Irak'ın kuzeyini Suriye'nin kuzeyinden Doğu Akdeniz'e bağlamak, yani Kürt Koridoru hedefini canlı tutmak için IŞİD'i kullanmaktadır. Dolayısıyla IŞİD'e karşı mücadele lafı gerçekte palavradır. NATO'da IŞİD'e karşı koalisyon kurulurken de hedeflenen, yine Kürt Koridoru'nu canlı tutabilmenin koşullarını oluşturmaktır. IŞİD'e karşı oluşturulan koalisyonun katılımcılarına ve Obama ile Erdoğan arasındaki görüşmenin sonuçlarına bakılırsa, bu ihale de esas olarak Türkiye'ye bırakılmıştır! Yani Ankara ABD adına ABD desteğiyle IŞİD'e karşı mücadele ederek, kendi ulusal güvenliğinin karşısında olan Kürt Koridoru projesine çalışacaktır. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Caitlin Hayden'in Obama-Erdoğan görüşmesinden sonra yaptığı yazılı açıklamada "Irak ve Suriye'de ortaklığa"vurgu yapması meselenin esasıdır!”saptamaları elbette doğruları yansıtmaktadır.

 

   Eşkiyabaşı ve Erdoğan’ın çözüm arkadaşı Abdullah Öcalan: “Öyle silah bırak git olmaz!” diye uyarmıştı.

 

   İmralı Tutanakları'na göre, PKK'nın hükümlü çetebaşı Abdullah Öcalan, bir MİT Müsteşar Yardımcısının Kürt hareketinden olması gerektiğini buyurmuşlardı. PKK'nın yerel güvenlik gücü olmasını öneri olarak getiren Öcalan, örgütün askeri anlamda en güçlü döneminde olduğunu da hatırlatmıştı. Öcalan: “Sn. Beşir (Atalay) Bey'in bilmesi lazım, kendimizi asla tasfiye etmeyeceğiz. PKK yerinde kalacaktır. Cemil'den gerillaya kadar herkese siyaset hakkı, kimine şimdi, kimine 5 ay sonra mutlaka tanınacaktır. 1 Eylül dediğimiz süre de bunu hatırlatmaktadır. Ya stratejik çözüm için samimi adımlar atılacaktır, ya da oyalamayı bırakmak lazımdır. PKK tarihin iç-dış en büyük savaş potansiyeline sahip durumdadır. İran-İsrail PKK'yı silahlandırır, hatta paralel devlet bile yapacaktır. İçeride de genç potansiyeli çok fazladır. Bu bir tehdit değil işin doğası ve doğru olanıdır. Anlamlı barış, yasal ve anayasal değişimle olacaktır” (17 Ağustos 2013 tarihli görüşme notundan)

 

   NATO ‘Soğuk savaş’ı yeniden başlatmıştı!

 

   2010’daki Lizbon Zirvesi’nde Rusya ile stratejik ortaklık kararı alındığını belirten NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen buna rağmen Rusya’nın NATO’yu ortak olarak değil hasım olarak gördüğünü belirtip, asıl niyetlerini ve stratejilerini açığa vurmuşlardı. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Rusya’nın NATO’yu “hasım” olarak gördüğünü söyleyip kendilerinin de bu duruma uyum sağlayacaklarını vurgulamıştı. Galler’de 4-5 Eylül’de düzenlenecek NATO Zirvesi öncesi basın toplantısı düzenleyen Rasmussen, 2010’daki Lizbon Zirvesi’nde Rusya ile stratejik ortaklık kararı alındığını belirterek, “Gerçekleri kabul etmemiz gerekiyor. Rusya, NATO’yu ortak olarak değil hasım olarak görüyor” açıklaması kafaları karıştırmıştı. Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliği için doğru olanın NATO ile Rusya arasında ortaklık geliştirilmesi olduğunu ifade eden Rasmussen, “Saf değiliz, aldanma içinde de olmamalıyız. Biz de kendimizi bu duruma uyduracağız” diye çıkışmıştı.

 

   NATO Doğu Avrupa’ya yeni üsler kurmaktaydı. Yoksa asıl hedef Türkiye mi olmaktaydı?

 

   Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung, NATO’nun Doğu Avrupa’da beş yeni üs kuracağını yazmıştı. Gazetenin belirttiğine göre, NATO, Rusya kaynaklı tehditten ittifak üyesi Doğu Avrupa ülkelerini korumayı planlamıştı. Rusya’nın Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit ettiğini ileri süren NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, örgütün Doğu Avrupa’da askeri üsler kurmayı planladığını açıklamıştı. NATO’nun Baltık ülkelerinde koruma sağlamak için Polonya’ya “hızlı hareket gücünü” konuşlandıracak yeni bir üs kurabileceği yazılmıştı. Acaba Rusya bahanesiyle asıl hedef Türkiye mi olacaktı?

 

   Pentagon kara harekâtından önce niye “koalisyon”da ısrarlıydı?

 

   ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütüne karşı hedefin, örgütü “kontrol altına almak” değil, “geriletmek ve yok etmek” olduğunu açıklamıştı. CNN televizyonuna mülakat veren Hagel, Pentagon’un IŞİD’in sahip olduğu kapasiteleri “zayıflatma ve yok etme” misyonunu başarmak için, Obama’nın masasına sunmak üzere seçenekler ve planlar hazırladığını vurgulamıştı. ABD’nin karada çarpışacak muharip asker göndermesinin ise söz konusu olmadığını yineleyerek, Obama’nın bu yöndeki kararını desteklediğini ve doğru bulduğunu belirten Hagel, “Birkaç yıl önce Irak’tan çıktığımız şekilde Irak’a geri girmeyeceğiz” ifadesini kullanmıştı. Acaba Türkiye, Irak ve Suriye batağına çekilmek için mi koalisyona katılmaya zorlanmaktaydı?

 

   Amerika bölgeyi IŞİD’le şekillendirmek amacındaydı!

 

   ABD’nin IŞİD dışında gizli gündemi bulunduğuna dikkat çeken uzmanlar, Obama’nın açıklamasında teröre karşı mücadeleden söz etmemesini anlamlı bulmuşlardı. ABD Başkanı Obama’nın açıklamasını değerlendiren uzmanlar, ABD’nin IŞİD bahanesiyle bölgedeki diğer amaçlarını gerçekleştirmek istediğini vurgulamışlardı. ABD’nin IŞİD dışında gizli gündemi bulunduğuna dikkat çeken uzmanlar, Obama’nın teröre karşı mücadeleden söz etmemesi üzerinde durmuşlardı. Türkiye’nin eski NATO daimi temsilcisi emekli Büyükelçi Onur Öymen, Türkiye’nin eski ABD Büyükelçilerinden Nüzhet Kandemir ve Genelkurmay eski İstihbarat Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Obama’nın açıklamasını çok sinsi ve tehlikeli bulmuşlardı.

 

   Barack Obama’nın, IŞİD görünümlü Ortadoğu planı “İkinci 11 Eylül konuşması” şeklinde yorumlanmıştı.

 

   ABD Başkanı Barack Obama, IŞİD’le ilgili ABD’nin izleyeceği 4 aşamalı planı anlatırken, ‘Ülkemizi tehdit eden teröristleri nerede olurlarsa vuracağız’ tehditleri önemli ve sinsi niyetleri barındırmaktaydı. Obama, IŞİD terör örgütüyle mücadeleyle ilgili ABD’nin izleyeceği stratejiyi Beyaz Saray’dan yaptığı bir açıklamayla dünyaya açıklamıştı. Hava saldırıları, IŞİD’le savaşan güçlere destek olma, terörle mücadele ve insani yardım başlıklarından oluşan dört aşamalı planı anlatırken, “Ülkemizi tehdit eden teröristleri nerede olurlarsa vuracağız” sözleri anlamlıydı. Irak ve Suriye’deki IŞİD örgütüne de operasyonlar yapacağının altını çizen Obama, Suriye’de bazı terör örgütlerini silahlandıracaklarını söylemekten sakınmamıştı.

 

   NATO IŞİD ihalesini Türkiye’nin sırtına yıkacaktı!

 

   NATO zirvesinde IŞİD terörüne karşı ortak hareket etme kararı alınmıştı. 10 devletin katılacağı koalisyonda Türkiye’nin “kilit görev üstleneceği” vurgulanmıştı. “Şimdilik kara operasyonu düşünülmüyor ancak bölgeye yardım Türkiye üzerinden gidecek” sözleri Türkiye’yi Irak-Suriye batağına çekme hazırlığıydı. Kuzey Atlantik Paktı (NATO) zirvesinde IŞİD’e karşı mücadele konusunda tehlikeli kararlar alınmıştı. Irak ve Suriye’de terör saldırıları yapan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütüne karşı mücadele bahanesiyle 10 NATO ülkesinin koalisyon oluşturulması kararı çıkmıştı. Karar teklifi ABD’den gelirken, 10 ülke arasında yer alan Türkiye bölgede tek başına ateşe atılmış olacaktı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, üye ülkeler arasında bir “çekirdek koalisyon” oluşturulmasına çalıştıklarını söylerken, şimdilik kara harekâtı da olmayacağını açıklamıştı. “IŞİD’in toprak almasını engellemek için saldırmalı ve Irak birliklerini ve IŞİD’e karşı mücadele eden diğerlerini desteklemeliyiz” diyen Kerry, NATO birliklerinin karaya ayak basmayacaklarını vurgulamıştı. Demek ki bütün yük ve risk Türkiye’nin sırtına yıkılacaktı!

 

   ABD’li Hagel ve Kerry Siyonistlerinin taleplerine bir hafta içinde olumlu yanıt veren Erdoğan ve Davutoğlu iktidarı hemen silah kuşanmış kanlı ve karanlık cephenin yolunu tutmuşlardı!

 

   Oysa Hadis-i şerifte; “Mümin, bir delikten iki defa ısırılmaz” buyurulmaktaydı. Irak’ı bu hale getirmek için “kimyasal silah” yalanlarıyla… Afganistan’da “11 Eylül” senaryosuyla… Çeçenistan’da “terör kulpu” takılan pazarlıklarla… Ve Libya’nın işgalinde oynadığınız figüranlıkla, yüklendiğiniz günahlar ve tarihi sorumluluklarla bölgemizdeki bu kanlı tablo hazırlanmıştı. Siz hâlâ aynı yalanların peşinde koşuyorsunuz, aynı senaryonun oyuncağı oluyorsunuz… Yine aynı deliğe elinizi sokuyorsunuz.!? Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta Charlie Rose’a röportaj veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Sorun sadece Irak değil, Suriye’nin de halledilmesi ve ikisinin birlikte ele alınması lazım” gibi talihsiz cümlelerine ilaveten ABD ve Fransa’nın IŞİD’e yönelik Suriye’de yaptığı bombardımanı yetersiz bulması hayretle karşılanmıştı.

 

   ABD’de “pişirilen işgal pilavı” iktidarın önüne konacaktı!

 

   Eski Dışişleri Bakanı ve yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ABD’nin öncülüğündeki koalisyona destek konusundaki tutumu ile Köşk’ün bakışı arasındaki tezat ve farklılıklar açıkça sırıtmaktaydı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta tek başına karar aldığı, Türkiye’de ise iktidarın önüne koyacağı Irak ve Suriye işgaline verilecek askeri destek açıklamalarının sorumluluk sahibi makamlarda nasıl karşılanacağı tartışılmaktaydı. Hukuken dış politikanın sorumluluğunu omuzlarında taşıyan isim olan Mevlüt Çavuşoğlu ise sessizliğe gömülmüş durumdaydı. Çavuşoğlu’nun, koltuğa oturduğu günden beri tek bir beyanat bile duyulmamıştı. Yoksa Davutoğlu hükümeti sadece bir kukla mıydı?

 

   Cemil Bayık 3. Dünya Savaşının başladığını açıklamıştı!

 

  IŞİD'le girdikleri savaş ve Lice'deki heykel krizi için çarpıcı yorumlarda bulunan KCK Yürütme Kurulu Eş Başkanı Cemil Bayık, Ruşen Çakır'ın sorularını yanıtlarken 3. Dünya Savaşının başladığını vurgulamıştı. “Burada yepyeni bir dönem başlamış görünüyor. Hem Irak’ta hem Suriye’de yeni bir döneme giriliyor. Musul’un düşmesiyle başlayan bir süreç yaşanıyor. Benim gözlemlerime göre bölgede yükselen iki güç bulunuyor: IŞİD ve PKK. Ve bu iki güç şu anda birbiriyle savaşıyor. Doğru mu düşünüyorum? sorusuna Cemil Bayık: “Görünüşte öyledir, ama IŞİD’in arkasındaki bölgesel ve küresel güçler göz ardı edilemezdi. IŞİD bu güçlerin desteğini almadan böyle savaşamaz, gelişemezdi. Görünüşte belki IŞİD ile savaşıyoruz ama bu işin görünen yanı. İşin perde arkasında esasen bazı bölgesel güçler IŞİD’i üzerimize göndermişti. Evet Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı yaşanıyor. Kapitalist-modernist sistemin Ortadoğu’ya müdahaleleri oldu ama bu müdahaleler sonuç vermedi. Ne Libya, ne Suriye, ne Irak, ne de Mısır’da... Hatta kriz daha da derinleşti, yeni krizlere yol açtı. Sistem bu krizi yönetemeyince farklı arayışlara girdi. IŞİD’i büyütme buradan gelişti. IŞİD ile mezhep savaşı geliştiriyor ve bu bir 3. Dünya Savaşına zemin hazırlıyor!” tespitlerini yapmıştı. Ve işte Erdoğan Başkanlığı ve Davutoğlu iktidarı ülkemizi ve bölgemizi böylesine sinsi ve kirli bir savaşın içine doğru kaydırmaktaydı. Ama inşallah bu, dış güçlerin de, işbirlikçilerin de sonunu hazırlayacaktı.

--

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ


[1] Aydınlık / 01 09 2014

[2] Sabah / 24 10 2014

[3] İnternethaber / 26 09 2014

[4] İnternethaber / Sedat Laçiner / 24 09 2014

Yorum Yaz