Ocak 13 22:28

SN. ERDOĞAN’IN “MAYA”SI VE YALAKALARIN “HAYA”SI

SN. ERDOĞAN’IN “MAYA”SI VE YALAKALARIN “HAYA”SI

SN. ERDOĞAN’IN “MAYA”SI VE YALAKALARIN “HAYA”SI

 AKP’lilerin Mayası!

Kasıtlı ve hesaplı olarak öne çıkarılmış insanların ve vitrine taşınmış figüranların kabiliyet ve karakter seviyesini, hakaret ve gıybet içermeyen ama gerçekleri de en veciz ve öz şekilde ortaya döken ibretli öykü ve örnekler anlatmak, yeni uzun anlamlı ama kısa ve akılda kalıcı tespitler yapmak, Erbakan Hoca’nın en çarpıcı yetenek ve özelliklerinden birisi oluyordu. İşte Recep T. Erdoğan ve avanesi için defalarca kullandığı “Bunlar “MAYA”sız!” sözleri de çok önemli ve anlamlı mesajlar taşıyordu. Hoca MAYA kelimesiyle; insanın fıtratı haline gelmiş ahlak yapısını hayata ve hakikate bakış açısını, yaratılma ve yaşama amacını ve kolayca fark edilmeyen ruh dünyasını kastediyordu. Bütün kutsallarını, vicdani namus ve onur kavramlarını, vatanın bağımsızlık ve bekasını, devletin temel taşlarını ve kurumlarını ve halkın çıkarlarını kendi şahsi ikbal ve iktidar ihtirasları uğruna kolayca ve çok ucuza satabilen tıynetteki tipler için kullandığı “MAYASIZLIK” onların soylarından, kan-gen bağlarından ziyade, şahsi ayarlarını ve vicdani duyarsızlıklarını deşifre ediyordu.

Recep T. Erdoğan’ın bu vicdani kararma ve kaymalarını, hak davasından cayarak bazı malum ve mel’un odaklara yanaşmalarını sezen Rahmetli Erbakan Hoca, Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan’ın ısrarlı teklif ve tavsiyelerine rağmen, O’nu İstanbul Belediye Başkanı adayı yapmak istemiyordu. Hatta Sn. Recep T. Erdoğan da bunu fark etmiş ve adaylıktan ümidini kesmiş bulunuyordu. Bu konudaki itiraz ve şikâyetlerini bizim de şahit olduğumuz pek çok kişiye açıklamaktan da geri durmuyordu. Ancak malum güç odaklarının temsilcileri konumundaki medya patronları ve rantiyeci sermaye baronları, “Erdoğan’a karşıymış havasıyla, onun İslamcılığını, hayırlı ve başarılı işler yapacağını” sıkça yazdırıp, konuşturup hesaplı manipülasyonlarla dolaylı destek sağlıyordu. Erbakan Hocanın ise “tarihi D-8 leri kurmak ve havuz sistemiyle borçsuz-faizsiz kalkınma modelini ispatlamak ve Türkiye’nin sanayi ve teknolojik kalkınmasını sağlamak” üzere iktidar olması gerekiyordu. Ve bunun yolu da İstanbul Belediyesini almaktan geçiyordu. İşte bu Milli hedef için Erbakan, İstanbul Belediyesini almak üzere, malum çevrelerinde gizli desteğini alçak Recep T. Erdoğan’ın adaylığına son anda razı oluyordu. Çünkü Belediye Başkanlığının siyasi değil teknik bir makam sayıldığını, Recep Bey’in etrafına konulacak emin kadrolarla kontrol altına alınıp hayırlı hizmetlere vesile yapılacağını düşünüyordu. Çünkü böylesi kanaat ve içtihatlar da isabet eden iki sevap, yanılan bir sevap alıyordu.

“AKP’lilerde un var, su var, ama “MAYA” yok” açıklaması

2003 Mart’ında Saadet Partisi (SP) Eskişehir İl Kongresi Eskişehir Atatürk stadında gerçekleşiyordu. Divan Başkanlığı'nı Yasin Hatipoğlu'nun yürüttüğü kongrede, eski Genel Başkan Necmettin Erbakan da bir konuşma yaparak:

"3 Kasım'da dış güçlerin Refah Partisi'ni (RP) böldüğünü" belirterek, "Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) asıl yüzünün ortaya çıktığını" söylüyordu. AKP’nin Seçimlerde; SP barajı geçemez, sadece Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve AKP barajı geçecek, siz de solcuların gelmesini istemiyorsanız oyunuzu AKP'ye verin diyerek milletin yanlış yönlendirildiğini hatırlatan Erbakan Hoca: “Bu AKP, nasıl olsa su var, un var, bizde ekmek yaparız” diye ortaya çıktılar, ama ekmek yapmak için asıl maya lazım, o da bunlarda yok”diye uyarıyordu.[1]

Erbakan: “AKP Arka Kapıdan Kaçanlar Partisi” tanımı.

Erbakan, 2007 seçimlerinde Saadet Partisi'nin Ankara milletvekili adaylarının tanıtımından sonra yaptığı konuşmada, "22 Temmuz seçimleri Çanakkale Savaşı kadar, hatta ondan daha önemlidir" diyerek, "Arka kapıdan kaçanlar partisi" olarak tanımladığı AKP’ye ülke yönetiminin emanet edilemeyeceğini haykırıyordu. “Bak, emperyalizmin üfürüp, savruntusuyla bu sandalyelere geldiniz. Kendinizden bilmeyin ha. Onlar sizi getirdi, uşak olarak kullanmak için. Ama ne yapalım ki ülkemizi ve milletimizi sevdiğimiz için ve manevi mesuliyetimiz gereği size nasihat vecibemiz var. Siz zannediyorsunuz ki un var, su var, tuz var, böylece ekmek yaparız. Hâlbuki bir şeyi unutuyorsunuz. Ekmek için mutlaka maya lazım maya. O maya ise maalesef sizde yok."[2]

Erbakan: “Ey AKP’liler, ben sizi sizden daha iyi tanıyorum…” çıkışı!

“Ekmek yapmak için, un, tuz ve su bulunması yetmez… Ekmek yapmak için maya lazım maya, maya!… Bu maya ise Allah vergisidir. Olmayınca olmaz. Vermemiş bunu Cenabuallah size… Siz var zannediyorsunuz, ama yok… Sizi ben çok iyi tanıyorum. Siz kendinizi tanımıyorsunuz!..”[3]

“Zeki Müren tarzı gibi muhalefetle iktidar olunmaz” hatırlatması!

Kapatılan RP’nin son Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Saadet Partililerin daha çok çalışmasını isterken (Numan Kurtulmuş’u ima ederek), “Zeki Müren” göndermesi yapıyordu. Müren’in bir filmde el bombasını, “Kahrol düşman, al sana bomba” diyerek elma fırlatır gibi atmasını örnek gösteren Erbakan, “Herkesin çok çalışması ve bu davaya ciddiyetle sarılması lazım” Yoksa “Zeki Müren’in yaptığı gibi ‘kahrol düşman!’ diye atarsan el bombası ayağının dibinde patlar. Saadet’i iktidara getiremeyiz” diyordu.[4]

Erbakan’ın “Sütü Bozuk Olmayın!” uyarısı.

Erbakan, önceki akşam Ankara’da il başkanlarına iftar vererek olağanüstü kongrenin yapılmasına destek istiyordu. Erbakan, “Numan Kurtulmuş itaat etmedi. Hata üstüne hata yaptı. Artık meşruiyetini kaybetmiştir” diyerek. İl başkanlarına “sütü bozuk olmayalım” uyarısı yapıyordu.[5] Şimdi 4 eski Bakanla ilgili Meclis Araştırma Komisyonuna, AKP üye vermeyerek soruşturmayı sürekli savsaklamak suretiyle, mayalarının ayarını ortaya koyuyordu. Oysa bunlar “yolsuzluk, yoksulluk ve yargıda uygunsuzlukla mücadele” vaadiyle oy devşirip iktidara taşınıyordu.

Erdoğan yalakalarının “haya”sı!

Yeni Şafak yazarı Yasin Doğan (Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan) Hakaretin şehveti...” yazısında:

“Salı günleri 'küfür geçidi' gibi, grup konuşmaları 'küfürname' gibi oluyor. Kemal Kılıçdaroğlu nefes alıp verir gibi hakaret sıralıyor. Devlet Bahçeli hiç değilse hakaret ederken gülmüyor bağırıp çağırıyor. Dün yine 'hırsız, akılsız, ihanet, rezalet' gibi hakaretleri sıralamayı ihmal etmedi. Ağdalı cümleler içine sıkıştırılmış hakaretleri dolaylı yapmayı nezaketten sayıyor” diyerek muhaliflere edep ve hürmet dersi vermeye kalkışıyordu. İyi de bunların yanına Recep Beyin muhalefet Başkanlarına, muhalif yazarlara, medya patronlarına, Fetullahcılara, hatta derdini anlatmaya çalışan sade vatandaşlara yaptığı hakaretleri de yazmış olsaydı hangisinin daha çok “edep ve erdem dışı” davrandığını kıyaslama imkânımız olacaktı. Oysa Recep Beyin “sövgüleri” yanında, muhalefetin ki övgü gibi kalıyordu.

Yalçın Akdoğan PKK ve BDP’yi şöyle eleştiriyordu;

'Kaçırma' yokmuş 'ikna' varmış. Sanki silahlı örgüt değil kanarya sevenler derneği... İsteyen istediği zaman girebiliyor, istediği zaman çıkabiliyor! Evine dönmeleri halinde sanki aileleri ölümle tehdit edilmiyor! Sanki işadamları gönüllü olarak haraç veriyorlar! Sanki sandığa giderken yolu kesilenler gönüllü olarak oy kullanıyorlar! Sanki PKK gönüllülük esasıyla çalışan bir sivil toplum örgütü! İsteyen yardım yapıyor, isteyen faaliyetlere iştirak ediyor! Bunlar milletle dalga mı geçiyor acaba? PKK kadar baskıcı, cani, eli kanlı bir örgüt dünya üzerinde kaldı mı? Bugün örgütün dayandığı dinamikler 'sevgi' üzerine mi kurulu 'korku' üzerine mi kurulu? Hiyerarşik yapıyla çalışan silahlı örgütlerde korku bir numaralı motivasyon kaynağıdır. Bu yüzden her hafta birileri canını kurtarmak için örgütten kaçar devlete teslim olur. Böyle bir örgütün siyasi kolu da elbette tahammülsüz olur. Selahattin Demirtaş'ın Diyarbakır'da eylem yapan anneleri para karşılığı eylem yapmakla suçlaması çok yakışıksızdı: 'Orada oturan bazı aileler istihbarat tarafından kendilerine verilen ücret karşılığında o eylemi yapıyorlar. Çocukların da dağa gittiği yok. Bazı çocuklar uyuşturucu şebekeleri tarafından kaçırılmış”[6] Bunları okuyan, PKK başı Abdullah Öcalan’la Recep Erdoğan’ın barış kankaları olmadığını sanıyordu!

Öcalan'dan kadın “yoldaş”lara “kollektif aşk” talimatı!

İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Abdullah Öcalan, kendisine Şakran Kadın Cezaevi’ndenmektup ve fotoğraflarını yollayan kadın tutukluya yazdığı mektubu kendisiyle görüşmeye gelen HDP heyetiyle yollamıştı ve “Biz tekil değil, kolektif aşka inanıyoruz!” uyarısı yapmıştı:

“Şahsi mektuplarınızı özenle okudum, hatta hasret bile kaldım. Diğer çok sayıda kadın yoldaşın ki gibi size ilişkin genel yanıt kabilinde bir kaç hususa değineceğim. Birincisi benimle 24 saat yaşama metaforuna ilişkindi. Kürtler için aşkın imkânsızlığından bahsetmiştim. Buna vereceğim şu yaşanan süreçteki yanıt; özgürlük bilincine ve eylemine kalkışan Kürtlerin ve dostlarının aşkı ancak kolektif ve sizlerin de değinmeye çalıştığınız gibi platonik olarak yaşanabileceğidir. Benim yaşta birisi için bile aşkın özelleşebileceği, tekilleşebileceği konusunda son derece ihtiyatlıyım ve bir türlü olumlu cevap veremiyorum.”[7]

Bu mektubunda muhataplarına tam bir komünist ve maoist ağızla defalarca “yoldaşlarım” diyen Öcalan, “tekil aşktan, değil kolektif aşktan yana olduğunu” belirtiyordu. Bu sözler Öcalan’ın kuracağı özgür-demokratik kılıflı komünist ve dinsiz Kürdistan’da “Kürt kadınların nikâh bağıyla tek erkeğe bağımlı kalmayacağını ve “kolektif aşkın” yani her isteyen tarafın ortak malı olacağını hatırlatıyordu. Zaten Öcalan daha önce yazdığı “nasıl yaşamalıyız” kitabında “Kürtler için özgürlüğün, kadınlara kolektif-ortaklaşma aracı olarak bakılması ve İslami nikâh bağından kurtulması ile başlayacağını” sayfalar boyu anlatıyordu. Şimdilerde Diyarbakır’da “demokratik İslam Kongresi” hazırlaması ise dini yozlaştırma ve halkı aldatmak üzere istismar amaçlı yapılıyordu.

PKK 8 bin çocuğumuzu dağa kaldırıyordu!

PKK tarafından kaçırılan çocukları için oturma eylemi yapan ailelerin çaresiz bekleyişi sürerken, Saadet Partisi’nin hazırladığı “PKK/KCK’nın Çocuk Militan Devşirmesi Sorunu” başlıklı rapor, çarpıcı gerçekleri gün yüzüne çıkartıyordu. Hazırlanan rapora göre; dağa götürülen çocukların yüzde 70’i zorla ve tehditle kaçırılıyordu. Örgütten kaçan çocukların yüzde 19’u “aldatılarak dağa çıkartıldıklarını belirtiyor ve 8 bin çocuğun PKK tarafından zorla dağa çıkartıldığı anlaşılıyordu. Örgütün ajitasyon faaliyetleri de ilkokullara kadar inmiş bulunuyordu.

Yaz Kampları Çocuk Militan Devşirilen Yerler Haline Geliyordu.

Eyleme katılan çocukların örgütün elinden kurtarılmasına yönelik bir devlet stratejisi bulunmadığı için de bu çocukların maalesef zamanla birer fanatik militan haline geldiklerine vurgu yapan Avukat Kaya, KCK/PKK ve gençlik yapılanması YÖGEH’in üniversitelerde faaliyet göstermesine karşın, lise, hatta ilköğretim okullarına dahi indiğine dikkat çekiyordu. Kaya, son zamanlarda bölgedeki bazı belediyelerin yaz kamplarının örgüte çocuk militan devşirme platformu olduğuna vurgu yapıyordu. İşte mayasız Erdoğan, bu Marxist-Maoist ve anarşist Öcalan’ı resmen muhatap alıp sinsi ve Siyonist bölücü hedeflerine hizmet ediyor, eşkıyaya meşruiyet kazandırıyor ve Yasin Doğan gibi yalakaları hiç utanmadan, PKK’nın KCK’nın ve siyasi kuyruklarının mel’anet ve hıyanetlerini yazıp toplumu avutmaya ve uyutmaya çalışıyordu. PKK’lı Sırrı Sakık Belediye Başkanı seçildiği Ağrı’da ilk icraatını açıklıyor ve Kazım Karabekir’in ismini sokak ve caddelerden kaldırılacağını söylüyordu. Böylece Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş davasına resmen savaş başlatıyordu. Böylece “Silahlar sustu, terör pustu, ülke huzura kavuştu” edebiyatı iflas ediyordu. PKK birçok yere silahsız, savaşsız hâkim oluyordu. Medyada bu konuda acayip haberler çıkıyor, PKK paralel valileri ve kaymakamlarını atıyordu, vergi topluyor, okulları, resmî kurumları kontrolleri altına alıyordu. Derken askeri garnizona sızıp görevlilerin gözü önünde direğe çıkan teröristler şanlı bayrağımızı indiriyor, Sn. Recep Erdoğan ise bir yandan: “O azgınlara gidip haddini ben mi bildirecektim? Aman çözüm süreci sekteye uğramasın bahanesiyle buna fırsat vermek ne büyük gaflettir!” diye kükrüyor, ama hemen arkasından; “O beyni yıkanmışları, Bayrağı indirirken icabına bakılsın ve çözüm süreci akamete uğratılsın diye gönderdiler!” diyerek çelişkiye düşüyor ve kendi kendisini yalanlıyordu. Lice’de devletin 3 hafta boyunca açamadığı yol kesme olayında da bir taraftan Jandarmayı ve Polis timlerini suçluyor, ama bay Başbakan teröristlere ateş açan Jandarmaların soruşturulmak ve suçlanmak üzere silahlarına el konulduğunu ya bilmiyordu veya halkı avutup aldatmak üzere boşuna hava atıyordu. Ve zaten Lice’deki PKK protestoları da devletin takibatıyla değil, Öcalan’ın talimatıyla sona eriyordu.

Güneydoğu’da birdenbire patlak veren ve başka bölgelere de sıçrama eğilimi gösteren olaylar Kürt sorununun çözümüne dönük açılım sürecinin aslında pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve buna paralel bir şekilde ülkede toplumsal barışın her an ciddi kırılganlıklara açık durduğunu herkese göstermiş oluyordu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Diyarbakır 2’nci Hava Kuvvet Komutanlığı’ndan Türk bayrağının indirilmesine sert tepki göstererek; “Sayın Paşa; sizler Ankara’da saltanat sürüp Başbakan’ın peşinden sürüklenirken, bayrak düşüyor, vatan elden gidiyor, farkında mısınız? Bayrak inerken serinkanlı olabiliyorsanız, namus ve şeref elden giderken de herhalde soğukkanlılığı elden bırakmazsınız. Diyarbakır’da görev yapan 2’nci Hava Kuvvet Komutanı’yla Genelkurmay Başkanı istifa edecek kadar erdemli ve onurlu olmayı denemeden halkın vicdanında aklanamazsınız!” sözleri bazılarına ağır ve aşırı gelse de, aslında Milli vicdana tercümanlık ediyordu! PKK isyanlarının yeniden alevlenmesi, “çözüm süreci”nin nasıl yürütüldüğü konusunda haklı şüphelere yol açıyor. Hani silahın aradan çıkarılarak sorunun görüşmelerle ve demokratik usullerle çözülmesi amaçlanıyordu? Öcalan 2013 Mart’ındaki “Newroz bildirisi”nde: “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor… Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik. Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” diyordu. Ama bunların hepsi fos çıkıyor, Erdoğan bir kez daha aldatılıyordu. “TSK cami bombalayacaktı?” iddiasını yıllarca gerçekmiş gibi yazıp yorumlarken, “İsteklerim yerine getirilmezse 50 bin kişiyle halk savaşı olur, bundan önce yaşananlar devede kulak kalır” diyenler, Apo’nun İmralı tutanaklarını halkımızdan gizleyenlerin de ayarı ortaya çıkıyordu.

AKP desteği ile ABD tarafından demokrasi getirilen Irak, şimdi de “Amerikancı Şeriatçı”ların eline geçiyor ve Musul işgal ediliyordu!

Irak’ın Anbar bölgesinde aylardır yürüttüğü saha hakimiyeti kurma hamlelerini kuzeye kaydıran Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), Ninova vilayetinin başkenti Musul’u tamamen ele geçiriyordu. IŞİD, sonunda ülkenin en büyük ikinci kenti Musul’da havaalanı, askeri üs, hükümet ve emniyet binalarını zapt ederken hükümet güçleri üniformalarını çıkartıp kaçıyordu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Peşmerge güçlerini gönderme önerisini reddeden Irak Başbakanı Nuri Maliki meclisten olağanüstü hal ilan edilmesini istiyordu. Suriye’de Nusra Cephesi ile anlaşmazlık yüzünden Kaide’den ayrılan IŞİD Musul’u ele geçirdikten sonra hoparlörlerle halka “Kenti özgürleştirmeye geldik. Bizimle savaşmayanla savaşmayacağız” diye anons yaparken bölgeden büyük göç başlıyordu.

İsrail’de dünyanın en üst düzey ve en etkin güvenlik konferansı sayılan Herzliya’da, İsrail kabinesinin tümü, eski siyasiler ve bugünkü ve eski MOSSAD başkanları da bulunuyordu. İsrail Genel Kurmay Başkanı General Benny Gantz’le birebir sohbet etme imkânı bulan Verda Özer “Türkiye-İsrail ilişkilerinin ne zaman normalleşeceği” sorusuna: “umuyorum ve öyle tahmin ediyorum ki çok yakında” yanıtı veriliyordu. Ve Türkiye’nin çok önemli bir bölge gücü olduğunu, iki ülke ilişkilerinin gelişmesinin elzem olduğunu söylüyordu. Oysa daha 2 hafta önce Mavi Marmara davasında 4 üst düzey İsrail’li generale tutuklama kararı çıkıyordu. Buna rağmen İsrail ordusunun en üstteki isminin bu kadar olumlu mesajlar vermesi dikkat çekiyordu.[8] Yani Sn. Erdoğan bazen İsrail aleyhine atıp tutsa da, gerçekte Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud hayallerine hizmet ediyor ve elbette karşılığını da alıyordu!

Gazi Üniversitesi öğretim üyesi ve Vatan gazetesi yazarı Hüseyin Yayman, çözüm sürecinin "yeni yol"unu  İNTERNETHABER'den Nesrin Yılmaz'a şöyle anlatıyordu:

“Kandil ile Öcalan arasında sorun çıkacağı, kopuş olacağı yorumları doğru değil. PKK, Öcalan’ın örgütüdür. O ne derse, öyle olacaktır. Bu bağlamda Öcalan-PKK ayrışması üzerinden politika tayin etmek yanlıştır. Örgüt, Öcalan’ı dinler. PKK ne yapıyorsa Öcalan’ın açık veya örtülü mesajlarıyla yapar. Yeni süreçte BDP/HDP ile hükümet yakınlaşacak çünkü müzakerelerde yeni bir dönem başlıyor. BDP-Devlet heyeti arasında devam eden sürece artık üçüncü saç ayağı olarak bazı bakanlar katılacak. Hangi denklem olursa olsun PKK ana aktörlerden biridir”

Başka bir yazısında Abdullah Öcalan'ın 17 Aralık'ı bir darbe olarak gördüğünü, "Erdoğan'ı kimsenin deviremeyeceğini" hatırlatan ve yazan Hüseyin Yayman, Çankaya yolunda Öcalan’ın Başbakanı destekleyeceğini ima ediyordu. Başbakan'ın AKP ile Kürt hareketinin ÇATI ADAYI olduğu anlamına gelmez mi? Sorusuna ise, “Tavanda değil, tabanda bir ittifak olacağını” söylüyordu. Kısacası Erdoğan’ın şahsi ihtirasları uğruna Öcalan’la ittifak yapılıyordu.

İşte AKP iktidarının 12 yılda Türkiye’yi getirdiği açı ve alçaltıcı tablo: Teröristlerin kapattığı yol haftalarca açılamıyordu!

Diyarbakır’da çocukları kaçıran terör örgütü PKK, haftalarca Diyarbakır-Bingöl karayolunu kapalı tutuyordu. Güvenlik kuvvetlerinin yolu ulaşıma açma girişimlerine saldırıyla karşılık veren terör örgütü karşısında Jandarma’nın adeta eli kolu bağlı bulunuyordu. Askerlerimizin yaralandığı olaylarda, terör örgütüne müdahale edilemiyordu. PKK’nın gençlik yapılanması tarafından 24 Mayıs’ta hendekler kazılan Diyarbakır-Bingöl karayolu haftalarca kapalı tutuluyordu. Jandarmanın düzenlediği operasyonlara rağmen yol, maalesef trafiğe açılamıyordu.  PKK’lıların Lice’nin Çağıl mevkiine kurduğu çadırı kaldıran jandarma, geceyi de bölgede geçiriyor. Havanın kararmasının ardından güvenlik güçlerine uzun namlulu silahlar ve el bombası ile saldırı düzenleniyordu. Yaralanan iki askeri almaya gelen askeri helikoptere de ateş açılıyordu. Türkiye AKP eliyle, bir nevi PKK karşısında çaresizliğe itiliyordu ve şimdi soruyoruz: Bordo Bereliler olarak bilinen ve PKK ile mücadele de çok başarılı sonuçlar üreten, Emniyetin en seçkin birimlerinden olan Merkez Operasyon Timi, PKK’nın ve Öcalan’ın tavsiyesiyle mi dağıtılıp şubelerine ve karakol hizmetlerine gönderiliyordu.

Mayasız Erdoğan, Faiz ve Rantiye Lobisinin hasmı mı, hizmetkarı mı?

Sn. Erdoğan “Gezi isyanlarının kışkırtıcıları, dış güçlerin uzantıları Faiz ve rantiye baronları” diye horozlandığı Koç Holding gibi gruplarla gizlice ve sürekli irtibat halinde olduğu ortaya çıkıyor, hatta Koç grubunun yeni fabrika açılışına katılıp onlara “ne olur yahu, bari bir yerli otomobil de yapın!” diye yalvarıyor ama ciddiye alınmıyordu. Star yazarı Elif Çakır ise bu ikiyüzlülüğe karşı: “Erdoğan bu ülkenin Başbakanı olarak, dünya görüşü, ideolojisi ne olursa olsun hiç kimseye husumet beslemeden, bu ülkenin sermayesinin önemli bir kısmına sahip olan bir işadamının programına katılması doğrudur ve doğaldır!”[9] diyerek, Başbakan’ın bu onurlu ve olumlu(!) tavrını hararetle alkışlıyordu.

Salih Kapusuz’un çifte standardı ve ciddiyet hamlığı!

 Erbakan Hocam bilinen en nazik insanlardan birisi sayılıyordu. En sinirli olduğu hallerde bile nazik ve yumuşak olmayı başarabiliyordu. 28 Şubat günü MGK’da tam 9 saat mücadele ettiği halde, toplantıdan güler yüzle çıkmış olduğunu herkes hatırlıyordu. Onun kızdığına ve kızgınlığını dışa vurduğuna ancak bir iki defa şahit olmuşuzdur. Bunlardan birisinde Salih Kapusuz’a olan kızgınlığı ve kırgınlığı yansıtıyordu. AKP kurucularının Milli Görüş’ten kaytarıp ayrılık süreci başlattıklarında, şahsen Merhum’un şu sözlerine birkaç defa şahit olmuştuk: “Ah Salih Kapusuz ah!.. Sende mi, Eyvah!.. Edep yahu, edep!..”

 Kim bilir hangi hareketi ile edep sınırını açmış, Erbakan Hocamızı çileden çıkarmıştı? Bu kızgınlığının sebebini soramadık. Bir de o zamanın Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık’a çok kızgın olduğuna rastlamıştık. Ancak hep hayret ederiz, Erbakan’ı anma günlerine Kapusuz gelir, Saadet Partisi kongrelerine partisi adına Kapusuz gelir, başka etkinliklere de özellikle Kapusuz gönderilir!? Biz bu durumu gördüğümüzde hep; “önce hançerledi, şimdi de hançeri yaranın içinde kanırtıp döndürürcesine Erbakan Hocamızın hatırasına saygısızlık etmekteler” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Bunları neden mi yazıyoruz? Kapusuz son günlerde sosyal medyada bir konuda ahkâm kesiyor da ondan. Sn. Kapusuz:  Cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki tecrübelerinden yararlanmak için, MHP lideri Bahçeli’nin Eski Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşmesini; onun 28 Şubat sürecinde yaptıklarını örnek göstererek yerden yere vuruyordu:

 “Bahçeli’nin akıl danıştığı Demirel’in 28 Şubattaki rolünü anlatmaya gerek yok, zaten kendisi darbecilere nasıl destek olduğunu anlatıyor. Demirel; siyasette sıfırı tüketmiş, CHP’nin desteğiyle güç bela Çankaya’ya çıkmış, orada darbeye destek vermiş, sivil görünümlü vesayetçi biri.” Bahçeli böyle birinden medet umduğu için kınanıyordu. Yahu adama sormazlar mı; aynı Demirel’le senin genel başkanın, başbakan olduğu günlerde gidip görüşüyordu? Tecrübelerinden istifade ettiğini o gün kendisi açıklıyordu. Darbecilere destek olduğunu bildiği birinin hangi tecrübesinden yararlanıyordu? Bizce Demirel Başbakan Erdoğan’a o görüşmede şu önemli tecrübesini aktarıyordu: “Siyasette ayakta kalıp, oylarınızı arttırmak için sebepli veya sebepsiz hep CHP aleyhtarlığı yapacaksınız. Hep kavga çıkaracaksınız. Uzlaşma yollarını kapalı tutacaksınız…” Sayın Başbakan’ın muhtemelen Demirel’in bu tecrübelerinden faydalanıp kavgadan beslendiğini artık herkes biliyordu! Sayın Başbakan o furyada Ecevit’le de görüşmüştü. Hatta yanlış hatırlamıyorsak Kenan Evren ile bile görüşüyordu. Elbette tecrübelerinden(!) istifade etmek için bunları yapıyordu!. Kendisine sormuşlardı: “Sayın Başbakan, eski başbakanlardan Erbakan’la da görüşüp tecrübelerinden faydalanacak mısınız?”  Başbakan’ın cevabı “hayır” olmuştu. Şimdi ey Kapusuz! Sen o zaman AKP’nin gözde bir kurucusu idin. Sayın Bahçeli’ye yüklendiğin gibi o gün Demirel hakkında Başbakan’ı ikaz etmiş miydin? Sence o gün Başbakan’ın Demirel’den öğrendiği tecrübe nasıl bir tecrübe idi?[10]

  Ve tabii sırası gelmişken birilerine hatırlatmamız gerekiyordu: Kırk yıl boyunca Erbakan’ın sağ ve sol kolu olarak geçinen ve her fırsatta Onun keramet ve faziletlerini gündeme getiren Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan ekibinin, vefatından sonra “Hocanın cihat paralarını -güya zayi olmasın diye –mala çevirip kendi üzerine tapuladığı, öldükten sonra da çocuklarının bunların üzerine yattığı” şeklindeki asılsız iddia ve iftiralarına rağmen hala bunlara biat ve itaat edenler nasıl bir ayar ve ahlak taşıyordu. Çünkü gerçekten bunlar yapılmışsa asıl suç ve sorumluluk, çocuklarına değil Hoca’ya ait oluyordu. Peki bu alçakça i,ftiraları uyduranlar sağlığında niye Rahmetli Hoca’yı hiç uyarmıyordu?!

İbrahim Karagül Cemaatin cerahatini yeni keşfediyordu!

Yeni Şafak'ın tepesindeki isim İbrahim Karagül, Selam Örgütü soruşturmasında kendisi hakkında hazırlanan dosyadan çarpıcı ayrıntılar aktarıyordu. Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül için “İran ajanı ve vatan haini” suçlamaları yapılıyordu. Geçtiğimiz aylarda paralel yapının Selam örgütü soruşturması kapsamında 7 bin kişiyi dinlediği iddiası gündeme bomba gibi düşüyordu. Haberler üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, doğrudan veya dolaylı olarak 2280 kişinin herhangi bir silahlı terör eylemi ya da terör planlamasının olmadığının görülmesine rağmen 3 yıldan fazla dinlenildiğini açıklıyordu. Paralel yapının Selam örgütü soruşturması dosyasında dinlediği isimlerden  Karagül, "Çok vahim deliler var" başlıklı yazısında dinlemelere ilişkin ilginç notları köşesine taşıyordu.

“Böyle dosyalar hazırlayanlar, mahkemeleri de kendilerine göre kurgulayınca bir bireyin kendini anlatması, savunması, imkânsızdır. Hiçbir birey bunlarla başa çıkamayacaktı. Böyle bir komplo karşısında herkes çaresiz kalır. Devlet gücünü bu şekilde kullananlara karşı herkes savunmasızdır” diyen İbrahim Karagül gibi AKP reklamcısı ve Erdoğan yalakası yazarlar, daha 3-5 ay öncesine kadar aynı paralel yapının Milli Çözüm Dergisi Ekibi aleyhine uydurdukları “Ergenekon’un Dinci Kanadı” safsatalarını sıkça tekrarlıyor ve nice komutanımız ve aydınımız haksız ve ahlaksız yere tutuklanırken bunu AKP’nin kahramanlığı olarak sahiplenip övünüyordu. Ve tabii İbrahim karagül: “Cemaatin bu korkunç kumpaslarıyla başa çıkmak imkânsızdır” tespitinde de yanılıyor, CIA ve MOSSAD’ı ve devlet mekanizmasını arkasına alan paralel yapının: tam üç yıl boyunca Mili Çözüm aleyhine tezgâhladıkları, İsrail Büyükelçiliğinin, AKP bürokrasisinin ve SP içindeki bazı hainlerin desteklerini de alarak, güdümlerindeki savcılara hazırlattıkları, Ahmet Akgül ve arkadaşları aleyhinde ki bütün iddialar, Allah’ın izniyle sadece üç günde çöküveriyor, en az beş yıl tutuklu kalacağımız hesaplanırken, bütün şeytani tertip ve tuzakları boşa çıkıyordu. Yani Allah C.C Amerika’dan güçlüydü ve bir avuç sadık ve haklı insanın imanı ve ihlası, marazlı münafıkların oyunlarını bozuyordu!

Zaman yazarı Mahçupyan, Cemaat gazetesine veda edip, iktidarın safına geçiyordu!

Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, 13 yıl önce "Zamanın ruhu" başlıklı yazıyla göreve başlıyor ve yine aynı başlıkla veda edip ayrılıyordu. Ayrılık gerekçesini kaleme alan yazar, bu dönekliğine şu mazeretleri uyduruyordu:

"Son dönemde yaşananlar İslami kesim içindeki gerilim, çatışma ve kırılmanın ne denli tahrip edici ve hastalıklı sonuçlar yaratabileceği ile ilgili örneklerle dolu. Yeniyi oluşturmak, eskiyi bitirmekten çok daha zormuş… Meğer yeninin içinde güç kazanma ve yerleşme isteği siyaseti ele geçirdiğinde, gerçeklikle bağ kurmak da zorlaşırmış. Son süreçte benim gazetem de bir ‘taraf’ oldu ve diğerleri gibi siyasi işlevini öne çıkardı. Medya Türkiye’de ne yaşandığı ve niçin böyle olduğu sorularının peşinden gitmektense, propagandist bir gerçeklik tablosu çizmeyi tercih etti. Bugün bu eğilim yükselmeye ve hastalıklı bir yapı üretmeye devam ediyor. Oysa bu kesif ve kirli duman bulutunun ardında Türkiye yeni bir zamana hazırlanmakta… Tarihsel ayak bağlarını atmanın ve demokratik niteliği ağır basan yeni bir meşruiyetin peşinde, toplum olma sancıları çekiyor” Böylece Etyen Mahçupyan gücü ve geleceği Erdoğan’ın yanında gördüğü için, 13 yıl boyunca keramet ve faziletlerini saydığı Fetullah Gülen’e tekme atıp saf değiştiriyordu.

Etyen Mahçupyan'ın yeni adresi belli oluyor ve yıllarca tenkit ettiği iktidarın yalakalar safına katılıyordu!

Zaman Gazetesi'nden ayrılan Etyen Mahçupyan'ın yeni gazetesi belli oluyor, Mahçupyan bundan sonra İngilizce yazılarıyla Daily Sabah'a kiralanıyordu. Cemaat medyasının "amiral gemisi" olan Zaman'dan ayrılan Mahçupyan, cemaate karşı yayınların merkez üssü konumunda olan Sabah gazetesiyle anlaşması bazı ahmakları şaşkınlığa uğratıyordu. CNN Türk’te yayınlanan Emre Aysever’in hazırlayıp sunduğu “Aykırı Sorular” programına katılan Etyen Mahçupyan, Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olacağını düşündüğünü ifade ederek, “Oy vereceğim” diyordu.

Ahmet Altan: “Gazeteciliğin yüzde 99'u alçaklıktır” diyordu!

Bağımsız Gazetecilik Platformu’nun Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle gerçekleştirdiği etkinlikte konuşan gazeteci-yazar Ahmet Altan’ın: "Gazetecilik yüzde 99'u alçaklık ve korkaklık, yüzde biri ise dürüstlük ve kahramanlık olduğu” şeklindeki tespitleri bunlar hakkında doğrulanmış mı oluyordu?

Erdoğan kendisine hüsnü zan etmem için haber gönderiyordu!

İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde Tayyip Bey’in teknik kadrosunda bulunan (Mühendis) Raşit Dilsiz’le bir gün Esenboğa Hava alanında karşılaştığımızda bana: “Hocam sizi Elazığ da bulacağımı umarken, iyi ki burada karşılaştık… Sn. Erdoğan size özellikle selam ve saygılarını iletiyor” dedikten sonra; “zahiren yanlış ve inancımıza aykırı gibi görünen bazı girişim ve ilişkilerini, davamıza daha rahat hizmet imkanı yakalamak ve muhalif merkezleri oyalamak için yaptıklarını, bu nedenle sizden hüsnü zan umduklarını ve tenkitlerinizi çok ağır bulup kırıldıklarını belirtip, hatta sizinle görüşmeyi arzuladıklarını” aktarmıştı. Biz ise kendilerine; “Mü’minlerin gizli hikmetlerle değil, açık ve kesin hükümlerle mesul ve mükellef olduğunu, hem inancımıza, hem insanlık onurumuza, hem de Milli çıkarlarımıza aykırı davranışlardan ve Kur’an’ın sakınmamız için uyardığı odaklardan uzak durmanın lüzumunu” hatırlatıp ayrılmıştık. Ve işte 12 yılın sonunda, Abdullah Öcalan’ın postacısı, Faizci ve rantiyeci baronların sömürü aracı ve Haçlı Avrupa Birliği tuzağının usanmaz ve uslanmaz kapıcısı; kanlı Irak, Libya ve Suriye saldırılarının suç ortağı olup çıkılmıştı!..

Adnan Oktar’la, Recep T. Erdoğan yakınlığı çok yakışıyordu!

Kime ait olduğunu çok iyi bildiğimiz “Harun Yahya ve Cavit Yalçın” serisi hikmet kaynağı yüzlerce kıymetli eserleri, Yaratılış Gerçeği ve Kur’an Mucizesi belgesellerini dikkatle ve ve ibretle incelediğimiz A-9 TV. De, kediciklerim dediği yarı çıplak kızlarla ve edep dışı yılışık iltifatlarla nefretleri celbeden Adnan Oktar, sonunda aleyhinde kitap yazdığı Masonlara sığınıyor ve Siyonist Yahudi Lobilerinden madalyalı Recep T. Erdoğan’a sürekli yağcılık yapıyordu! Bülent Arınç’ın kendisine yaptığı eleştiriden sonra kediciklerini bir süre ekranlardan uzak tutan Adnan Oktar bu sefer Arınç ile inatlaşırmış gibi her gün farklı bir kediciğin dans şovunu ekrana taşıyordu. Kediciklerinin Rock’ın Roll ve samba şovlarının ardından bu kez de oryantal yapmalarını isteyen Oktar, mini etekli ve göğüs dekolteli kızların yaptığı kısa dans şovunun ardından “maşallah” demeyi de ihmal etmiyor ve sık sık “Tayyip Hocam” dediği Başbakan’dan hürmet ve övgüyle bahsediyordu.

Türkiye nereye kaydırılıyordu?

Geçtiğimiz haftalarda, CHP Cezaevi İzleme Komisyonu üyeleri, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in tutuklu arkadaşlarına ‘Hiç merak etmeyin, bu konuyu kendi yöntemlerimle çözeceğim’ diye söz verdiğini, daha sonra ‘Başbakan benim hulus ve saffetimden yararlandı’ şeklinde bir mesaj gönderdiğini öne sürüyordu. Manisa Milletvekili Özgür Özel'in kullandığı bu ifadelere yanıt gecikmiyor, Türk Silahlı Kuvvetleri, aynı gün içinde yanıt veriyordu: Silahlı Kuvvetler'den yapılan iki cümlelik açıklamada, "Genelkurmay Başkanına atfen söylenen ifadelerin tamamı gerçek dışı olup konu adli makamlara aktarılmıştır" deniyordu. Peki Türkiye nereye kaydırılıyordu?

 

--

Temmuz 2014 - Milli Çözüm Dergisi

 


[1] Bianet / 31 03 2003

[2] Milliyet / 12 06 2007

[3] TV 5 te Hasan Ünal ve Ekrem Kızıltaş’ın sunduğu 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi programdan (http://www.youtube.com/watch?v=NIXtUpxFYLY)

[4] Milliyet / 29 12 2009

[5]Milliyet / 18 08 2010

[6] 04 06 2014

[7] İnternethaber / 04 06 2014

[8] Hürriyet / 11 06 2014

[9] 28 05 2014

[10] Milli Gazete / Ekrem Şama / 26 05 2014

Yorum Yaz