ABD’deki istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’ne bağlı, (İstihbarat Konseyi) tarafından hazırlanan “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” raporunda, 2030 yılını bekleyen en iyi senaryo olarak: ABD, Avrupa ve Çin’in işbirliğinde ve tabi Siyonizm’in güdümünde bir dünya, en kötü senaryo ise, devletlerarasında geniş çaplı ihtilafların oluşması, özellikle Türkiye-İran çatışması ve Güneydoğu Anadolu’yu da içine alacak bir Kürdistan’ın kurulması öngörülüyordu. Ve tabi: TÜRKİYE, “2030’a kadar bölgesel aktör olarak küresel ekonomide önemi artacak” diye avutuluyordu! “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” raporunun geleceğe yönelik “şişeden cin çıkması” bölümünde; “Kürdistan’ın yükselişi, Türkiye’nin bütünlüğüne darbe vurabilir ve bu, çevresindeki komşularıyla büyük bir ihtilaf riskini artırabilir. Ortadoğu sınırları, ortaya çıkmakta olan Kürdistan ile yeniden çizilir” ifadesi yer alıyordu. Bu tespit ve tahminler, önümüzdeki yakın gelecekte Türkiye’nin parçalanacağını, ihtimal yollu, ilan ediyordu. Ulusal İstihbarat Konseyi Danışmanı ve raporun başyazarı Yahudi Mathew Burrows, “Bunlar sadece muhtemel senaryolardır” diyerek, halkımızın aklıyla alay ediyordu. Çünkü “Ortadoğu sınırlarının yeniden çizilebileceğine” açıkça dikkat çekiliyordu!
Başka bir ABD raporuna göre ise: Öcalan “kilit oyuncu” sayılıyordu
ABD Kongresi Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan diğer bir raporda, ‘Türkiye’deki kilit oyuncuların profilleri’ bölümünde Abdullah Öcalan’ın ismi de geçiyordu. Akşam gazetesinin “Erdoğan dünya lideri, Gül ise yumuşatıcı güç” başlığıyla aktardığı raporda, dikkat çeken bir konu, ‘Türkiye’deki kilit oyuncuların profilleri’ başlığı altında yer alıyordu. Bu bölümde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın ismi de konuluyordu.
Paris’teki 3 PKK’lının katliamını da Küresel Güçler (CIA-MOSSAD ve Fransa istihbaratı) tertipliyordu… Bununla:
“PKK içinde barışa yanaşmayan ve Öcalan’ı takmayan fraksiyonlar var” imajı pompalanıyordu. Ve zaten Eski ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, Wikileaks belgelerine sızan 2007 tarihli bir kriptoda: “Bu plan gereği Sakine Cansız’ın öldürülmesi gerektiğini” söylüyordu. Yani sözde barıştan sonra bile PKK saldırılarının devam edileceği anlaşılıyor, ama “bunları APO’yu takmayan bazı gruplar yapıyor!” yalanıyla halkımız aldatılmaya çalışılıyordu. Böylece:
1-ABD ve İsrail, hem Güneydoğumuza Özerk Kürdistan’ı kurduracak. 2- Hem AKP’ye “Barışı sağlayan iktidar” konumuyla daha rahat taşeronluk yaptıracak. 3- Hem de PKK gibi, yılda 1 trilyon dolarlık uyuşturucu kaçakçılığı ve bölge ülkelerini sıkıştırma elemanlarını barındıran “markalaşmış bir terör şirketini” elinde tutacaktı. Yoksa, Fransa’da 1 milyon, İngiltere’de 4,5 milyon, İstanbul’da 160 bin kamerayla herkes sürekli izleniyordu. Londra’da sokağa çıkan herkes günde 300 kere, Paris’te 70 kere kameraya yakalanıyordu. Şimdi: AJC (ABD Yahudi Kongresi)den “Cesaret Madalyası”, ayrıca ADL (Yahudi Karşıtlığına Karşı Birlik Derneği)den “Üstün Hizmet Madalyası” alan bir Başbakan’la ve Amerika’nın denge unsuru saydığı bir eşkıya başıyla Türkiye nereye sürükleniyordu?
Yahudi cesaret madalyalı “İslam mücahidi” (!) bizi mi, yoksa Yahudi Lobilerini mi kandırıyordu?
Adı: AJC (ABD Yahudi Kongresi): 1906’da New York’ta Yahudi bankerler tarafından teşkil edildi. Misyonu: İsrail devletini kurmak ve Siyonizm’i dünyaya egemen kılmak olarak belirlendi. Dünya Musevi Örgütleri’ne çatısı olan AJC, sadece Siyonist önderlere layık gördüğü cesaret madalyasını kuruluşundan beri ilk kez bir Müslüman’a verdi. Bu kişi, bütün gençliğini “Kahrolsun İsrail” diye bağırarak geçiren Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi.
Adı: ADL (Anti Defamation League): Yahudilerin ABD’deki bir diğer büyük örgütü olarak bilinirdi. Başkanı Abraham Foxman, Recep Tayyip Erdoğan’a üstün hizmet madalyasını takarken onu Musevilerin ebedi dostu olarak ilan etmişti. 2001 yılında, yani AKP’nin kuruluş aşamasında Abraham Foxman İstanbul’a gelip Erdoğan ve Gül ile gizlice buluşarak Dünya Yahudi Cemaati’nin AKP’ye vereceği desteği taahhüt eden Siyonist Yahudi’ydi. Soruyorum size, Morrison lakabıyla anılan Süleyman Demirel’e bile verilmeyen bu Yahudi madalyalarının amacı ve anlamı neydi? Bu madalyaları alan ve hala takan Tayyip Erdoğan’ın takındığı o sözle Filistin yanlısı tavır ve tutumlar hiç inandırıcı olabilir miydi?
“Yahu duygu sömürüsünü ve kof davul gürültüsünü bırakıp, Gazze’de şahadete eren bebelerin hatırına, sen şu Yahudi madalyalarından birini iade etsene!” uyarı ve çağırılarına hala neden bir yanıt gelmemişti?
Suriye’de AKP-İsrail İşbirliği!
Bu arada AKP’nin ve ABD’nin birlikte desteklendiği Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) İsrail’de gizli görüşmeler yaptığı ortaya çıkıyordu! Londra’da yayınlanan El Kuds El Arabi gazetesi, ÖSO subaylarının Ürdün istihbaratının gözetiminde İsrail’e geçtiklerini ve İsraillilerle görüştüklerini yazıyordu. Ürdün’de yeni kurulan Aşiretler Cephesi de, Özgür Suriye Ordusu ile İsrail arasında gizli görüşmelerin gerçekleştiğini açıklıyordu. Ürdün istihbaratı gözetiminde İsrail’e giriş çıkış işlemleri kolaylaştırılan ÖSO subayları, İsrailli yetkililerle, Suriye’de olası bir rejim değişikliği halinde, Golan sınırının güvenliği ve Suriye’de “Amerika-İsrail” projesinin işlemesi için söz verdikleri anlaşılıyordu. Ve zaten sonunda İsrail Suriye’ye saldırıyordu. Hani Esad’ı İsrail destekliyordu?
“Kimyasal silah üretebiliriz” açıklaması geliyordu:
Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) siyaset danışmanı Bassam, kimyasal silah üretebileceklerine ve gerektiğinde bu silahları Suriye ordusuna karşı kullanacaklarını açıklıyordu. Aslında bütün bunlardan, Suriye muhalefetinin, ABD ve İsrail desteği ve teşviki ile kimyasal silah kullanacaklar ve suçunu da zaten zalim ve hain olan Esad’ın üzerine yıkacakları anlaşılıyordu! İbrahim Karagül (28 Ocak Yeni Şafak) Rus basınına göre: Katar’ın Libya’daki İngiliz zehirli gaz bombalarının Suriye Humus’a getirilip Rus ve Esad subayları atmış gibi gösterilmesi için; İngiltere SAS komandolarıyla anlaşmaya çalışıldığını aktarıyordu. Ve acaba Erdoğan bu maksatla mı Katar’a gidiyordu? Daha önce Irak’ın işgaline bahane yapılan “Kimyasal Silah” yalanı şimdi Suriye için kullanılıyor ve Sn. Erdoğan bu uydurma tehlikeye karşı ortak önlem almak üzere 16 Mayıs 2013’te Washington’a kabul ediliyordu.
Alman Focus Dergisi’nin iddiası: İsrail özel birliği bu maksatla çoktandır Halep’te konuşlandırıyordu!
Focus dergisi, İsrail’in Sayeret Matkal adlı komando birliğinin uzun bir süredir Halep’te olduğunu duyuruyordu. El-Alem televizyonu Almanya’da yayımlanan Focus dergisine dayandırdığı haberinde İsrail’in seçkin komando birliği Sayeret Maykal’ın, Suriye’nin sahip olduğu kimyasal silahların kontrol altına alınması için uzun bir süredir Halep’te bulunuyordu.
Artık her şey YENİ ANAYASA’YA bağlıydı ve çözüm yani Türkiye’nin çözülmesine oldukça yaklaşılmıştı.
Acaba kahraman ve kararlı(!) AKP iktidarı, ismen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen Türkiye’nin ayrışmasına ve federe Kürdistan’ın, oluşmasına meşruiyet kazandıracak demokratik ve sivil (!) bir anayasa yapabilmeyi başaracak mıydı?
Bunların yapacağı –daha doğrusu Amerika’da hazırlanıp, bunların halka onaylatacağı- bir anayasa, acaba huzur ve hürriyete kavuşmaya mı, yoksa dağılıp parçalanmaya mı yarayacaktı?
Anayasalar, hangi esaslarla ve kimler tarafından yapılırdı?
Belirli odaklarca ve halkı hesaba katmadan, kendi çıkarları doğrultusunda hazırlanan anayasaların, askeri yönetim eliyle veya sivil ve siyasi meclislerce onaylanmasının hiçbir farkı bulunmayacaktır. İyi niyetli de olsa ve hukuk tahsili de yapsa, Anayasa yapacak yüksek uzmanlık seviyesine ulaşmayan ve toplumun dini ve ahlaki temel dayanaklarından haberdar olmayan kişilerden oluşan meclislerin-ekiplerin hazırlayacağı anayasalar, çözümün değil, sorunların kaynağı olacaktır. Ve zaten çoğunlukla dış güçlerin ve gizli merkezlerin dayattığı taslaklar, meclisler tarafından yapılmış gibi gösterilip, halk demokratik dalaverelerle aldatıp avutulmaktadır.
“Kürdistan’ın Türkiye’nin himayesine bırakılması” 50 yıllık bir plandı!
ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin hazırladığı “Küresel Trendler 2030” raporu, tahmini senaryoları değil stratejik saptamaları ve Washington’un planlarını içeriyordu. Bu nedenle raporda yer alan “Kürdistan’ın yükselişi nedeniyle önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin bölünme riski var” ifadesi bir müttefik uyarısı değil, ABD’nin stratejik hedefi oluyordu.
• ABD Kürdistan’ın kurulması ve Türkiye ile federal bir çatı altında birleştirilmesi şeklindeki tarihi projesini Ankara’nın önüne ilk olarak 1965 yılında getiriyordu. Yıl 1965 Emekli Amiral Vedii Bilget’in, 24 Şubat 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan yazısına göre ABD, 1965 yılında Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı. Bilget’e göre “Federe Kürt Cumhuriyeti”, Türkiye, Irak ve İran Kürtlerini kapsayacak ve Türkiye ile federal bir çatı altında birleştirilecekti.
• Yine dönemim Senato Üyesi Sadi Koçaş, anılarında, “ABD’nin AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulunduğunu,” belirtiyordu. (Sadi Koçaş, Atatürk’ten 12 Mart’a Anılar, 4. Cilt)
ABD, bu projeyi tekrar 12 Mart’ta Erbakan’ı hükümetten uzaklaştırdıktan sonra 1974’te ve bir kez de 12 Eylül sürecinde 1986’da Türkiye’nin önüne koyuyordu. 7 Kasım 1986 günü Ankara’ya gelen Pentagon’un iki numarası, savunma bakan yardımcısı William Taft çantasında “Pentagon’un Kürt Senaryosu’nu getirmişti. Özal’ın kabul ettiği planı, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ reddediyordu. 1991-ABD’nin Irak’a saldırısından hemen önce, 13 Ocak 1991 tarihinde dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker planın güncellenmiş halini yine Ankara’ya dayatıyordu. Yüzyıl Dergisi’nin 10 Şubat 1991 tarihli “ABD’nin Üç İsrail Planı” başlıklı kapağıyla kamuoyuna duyurduğu plana göre ABD, Körfez Savaşı’ndaki desteği karşılığında Türkiye’ye “Kürdistan’ın hamiliğini” öneriyordu! Plan, Çekiç Güç’ün 17 Nisan 1991 tarihli Huzur Operasyonu ile işleme sokuluyor; 36. Paralel ile Irak’ın kuzeyini uçuşa yasak ilan eden Çekiç Güç, Bağdat’tan kopardığı bu bölgede Kürdistan’ın temelini atıyordu. Ve Erbakan’ın Refah Yol’u, Çekiç Güç’ü bölgeden çıkmaya mecbur bıraktığı için hedef yapılıyordu.
Öcalan bu maksatla Türkiye’ye teslim ediliyordu!
ABD, 1999 yılında yeni bir Kürt Planı’nı devreye sokuyordu Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatılan plan dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın onayı ve ABD Başkanı Bill Clinton’un parafıyla yürürlüğe konuyordu. Planın esasını, Irak’ın kuzeyinde beş aşamada kurulacak bağımsız Kürt devleti ile Türkiye’de bir Kürt federe devleti kurulması ve bu iki yapının daha sonra birleştirilmesi oluşturuyordu.
Öcalan ülke ülke dolaştırılırken, 25 Ocak 1999’da ABD’den gelen bir heyet “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını Ankara’ya sunuyordu.
• Bütün bunlardan sonra, AKP iktidarının PKK ile barış görüşmelerine şüphe ve endişeyle yaklaşmakta haksız mıyız?
• Hayali bir barış palavrasıyla, ülke geleceğimizin, milli birlik ve dirliğimizin göz göre göre tehlikeye atılmasına bu gün karşı çıkmazsak yarın dizimize vurmaz mıyız?
MİT- MOSSAD buluşmaları
A- Ahmet Davudoğlu’nun koordinatörlüğündeki SUK yerine Amerika; Katar-Doha’da SUKO’yu inşa ediyordu. Doha’daki bu konferans sırasında ABD, Türkiye, Katar, BAE ve Suriye muhalifleri arasında gizli bir anlaşma imzalanıyordu. 12 maddelik bu anlaşmanın kimi maddeleri açıkça İsrail’i gözetiyordu.
B- Bu süreçte Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun temsilcisi Yosef Chechnover ile Cenevre’de görüşüyordu. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de bu görüşmeyi doğruluyordu.[1]
İskenderun’dan İsrail’in Hayfa Limanı’na başlatılan RO-RO seferleri, İsrail’in Ankara maslahatgüzarı Yosef Levi-Sfari’nin AKP’lilerle buluşmaları ve Türk basınında yer alan Tel Aviv mesajları ile Türkiye-İsrail ilişkilerindeki buzlar çözülmeye uğraşılıyordu.
C- İsrail’in Gazze saldırısı sırasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MOSSAD Başkanı Tamir Pardo ile birlikte çalışıyordu. Fidan ve Pardo’nun bu süreçte yakın çalıştığı bir diğer isim ise aynı zamanda istihbaratın da başı olan Katar Başbakanı Şeyh Casim El Tani oluyordu. El Tani’nin İsrail’in saldırısından kısa bir süre önce Gazze’yi ziyaret etmesi dikkat çekiyordu.
D- İsrail’in 8 günlük Gazze saldırısında, İran-Hamas bağı hedef alınıyordu. İran-Hamas irtibatına sabotaj tertipleniyordu! Gazze meselesinde “Mısır mı kazandı, Türkiye mi karlı çıktı?” yorumlarının perdelediği en önemli gerçek: CIA-MOSSAD-MİT üçgeni arasında yürütülen ortak faaliyetler oluyordu. İsrail’in Hamas’ın askeri sorumlusu Ahmet Cebari’yi öldürmesi, Erdoğan’ın Türkiye’de savunduğu “terörle mücadele, siyasetle müzakere” yönteminin Filistin’deki karşılığı sayılıyordu.
E- Gazze saldırısından hemen sonra Filistin’in BM’de “gözlemci devlet” statüsüne yükseltilmesi girişimi kafa karıştırıyordu: Washington bu gelişmeden, birinci Türkiye-Mısır ikilisini parlatmaya çalıştığı, ikincisi Filistin’in İran olmadan da siyasi başarı elde ettiğini kanıtlamaya uğraştığı seziliyordu.
Özetle Suriye’de; İran-Irak-Suriye cephesi ile karşı karşıya getirilen Türkiye-Suudi Arabistan-Katar cephesi Gazze’de yanlarına bu kez Mısır’ı da almaya çalışarak yeni bir cephe açıyordu. Bu o kadar açıktır ki, Zaman yazarı Ali Bulaç haklı olarak şu uyarıyı yapıyordu: “Eğer Filistin direnişinde Türkiye ve Mısır, İran’ın yerini almak istiyorlarsa, maddi karşılığı olmayan retoriklerin ötesinde İran’ın direnişe sağladıklarının fazlasını sağlamaları beklenir”[2] diyordu.
Patriotlar; Türkiye’yi İşgal Planı ve Palavraları!
Biz resmi törenlerle Adana’nın, Maraş’ın, Antep’in kurtuluş bayramlarını kutlaya duralım, yerleştirilen Patriot’lar sayesinde artık Adana’yı Haçlı Hollandalılar, Kahramanmaraş’ı Almanlar ve Antep’i Amerikalılar koruyordu!? Ve AKP Türkiye’si İsrail’in NATO özel strateji toplantılarına katılması önündeki engeli kaldırıyordu…
• Önce Patriotları Türkiye istememiş, onlar zorla göndermişlerdi.
• Patriotlar savunma silahı bilinirdi ama, bizimkilere özel saldırı füzeleri yerleştirilmişti.
• Patriotlarla birlikte 2000 Haçlı askeri de Türkiye’ye gelecekti.
• Patriotlar, Türkiye’nin gayrı resmi ama fiili işgali için getirilmişti.
• 28 ABD üssü, İzmir’deki NATO Karargâhı ve şimdi Patriotlar, Türkiye’nin Batı güdümünden çıkması ve Milli bir iktidar kurulması halinde, ülkemize karşı kullanılmak üzere hazır bekletilmekteydi. Çünkü menzili sadece 80 km idi.
• Dikkat buyurun; Körfez harbindeki Patriotlar, İsrail’i koruma konusunda %100 başarılı, ama Arabistan ve Doha’ya karşı sadece %40 başarılı olabilmişti!?
• İskenderun’da Patriotlarla gelen Haçlı şövalyelerin başına çuval geçiren yiğit gençlerimize kızıp saldıran huysuzların, 1919’da İstanbul’u işgal eden İngiliz askerlerine, İzmir’e çıkan Yunan işgalcilerine alkış tutan soysuzlardan ne farkı vardı?
Türkiye’de İktidarların İsrail Yandaşlığı!
Atatürk’ten sonra, başta İsmet İnönü CHP’si olmak üzere, solcu veya sağcı bütün iktidarlar ve onların üst düzey asker ve sivil bürokratları maalesef İsrail yandaşıydı. Hatta bazıları gönüllü hizmetkârıydı. İslam coğrafyasının ortasında bir çıbanbaşı olarak kurulan İsrail’i ilk tanıyan, Türkiye’yi emperyalizmin Haçlı Şövalyeleri olan NATO’ya sokan, Milli Eğitim sistemimizi Amerikan güdümüne bırakan Fullbright anlaşmasını imzalayan İsmet İnönü; bu Siyonizm’e teslimiyetin ve devleti sabataist-mason güdümüne devretmenin adını uyduruk Kemalizm koymuşlardı. Ardından Adnan Menderes DP’si 1958’de İsrail’le birlikte ve tabi ABD desteği ile Suriye’yi işgal etme hayalleri bile kurmuşlardı.1964-1966 yıllarında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı yapan Amiral Sezai Orkunt, “Türkiye-ABD İlişkileri” kitabında bu planları belgeleriyle anlatmaktadır.
Türkiye İsrail ilişkilerinde araştırma ve yorumlarıyla önemli uzmanlardan sayılan Ofra Bengio da Demokrat Parti-İsrail işbirliğini ayrıntılarıyla aktarmaktır. Bu süreçte İsrail’i ilk ziyaret eden paşalar arasında, 27 Mayıs’ta görevden alınan Menderes’in GKB’nı Rüştü Erdelhun, ikinci Başkan Cevdet Sunay, HKK Tekin Arıburun, DKK Fahri Korutürk ve KKK Cemal Gürsel bulunmaktadır. Dikkat buyurun, 1958’de Adnan Menderes’in İsrail’le imzaladığı gizli anlaşmanın komutanlarının ve Siyonizm yandaşlarının üçü, arka arkaya tam 20 yıl Türkiye’de Cumhurbaşkanı yapılmışlardı.
• Bu gerçekleri “Komplo teorisi” diye geçiştirenlere şaşmak lazımdı; Yahu bir önceki seçimde ABD Başkan adayları Obama ve Romney bile, halkın sorularını ve oylarını değil, İsrail uşaklığını öne çıkarıp yarışmıyorlar mıydı?
1996 yılında DYP+ANAP koalisyonunda GKB Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın yardımcısı Org. Çevik Bir İsrail’le yeni bir Askeri-Stratejik anlaşma imzalamış. Bazı sahtekârlar bunu Rahmetli Erbakan’a yıkmaya çalışıp gerçekleri çarpıtmaya uğraşmış, ama E. 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, bu anlaşmayı Mesut Yılmaz’ın imzaladığını 26 Ekim 2012 tarihli Aydınlık Gazetesinde kendisi açıklamıştır. “Refah-Yol döneminden ilginç bir anı” başlıklı yazısında Çetin Doğan, Başbakan Erbakan’a karşı İsrail’le askeri eğitim anlaşmasını nasıl savunduğunu böbürlenerek anlatmıştır. Yani bugün görünüşte İsrail’e horozlanan ama gerçekte Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud hedeflerine hizmet sunan Recep Beyin AKP iktidarı, kendisi gibi İsrail aşığı olan 28 Şubatçıların bir devamıdır. İsrail Siyonizm’ine ve Batı (Avrupa ve Amerika) emperyalizmine samimiyet, cesaret ve Milli haysiyetle karşı çıkan ve gerçekçi tedbirler alan tek lider rahmetli Erbakan’dır.
İsrail 2007’de, yani AKP döneminde Türkiye Üzerinden Suriye’ye de saldırmıştı!
6 Eylül 2007’de 8 adet F-16 savaş uçağı yine İsrail’den kalkmıştı. Hedef Suriye’de El Kibar nükleer santraliydi. Savaş uçakları önce Akdeniz üzerinde kuzeye doğru uçmuşlar ve İskenderun Hava Radarı kontrolünde Türkiye hava sahasına girerek doğuya dönüş yapmışlardı. 8 F-16 Suriye sınırı boyunca doğuya doğru Türk toprakları üzerinden uçtuktan sonra Urfa Viranşehir üzerinden güneye dönerek Suriye hava sahasına girmiş ve kısa bir süre sonra Deyrizor kentinin kuzeyinde bulunan El Kibar’daki santrali bombalamıştı. Saldırıdan sonra İsrail’e dönerken geldikleri yolu kullanan F-16’lar Türkiye’nin kendilerini suç ortağı yaptığını belgelemek için yedek yakıt tanklarını Akdeniz’e atabilme imkânı varken tutup Hatay’a bırakmışlardı. Unutmayınız ki bu süreçte AKP iktidardı ve Recep Bey Başbakandı. AKP yönetiminde Türkiye’nin Suriye’ye yapılan saldırıdan haberi vardı. Saldırıdan sonra İsrail Başbakanı Ehud Olmert Erdoğan’ı aramış, olayı anlatmış ve ondan “Başka bir nükleer santrale izin vermeyeceklerini ancak yeni bir saldırı planlamadıklarını, Suriye sessiz kalırsa İsrail’in de sessiz kalacağını” Beşar Esad’a söylemesi ricasını aktarmıştı.
Saldırının Türkiye üzerinden yapılmasının amaçları:
İsrail, El Kibar’a yaptığı bu saldırıyı daha önceden konuşularak o tarihte tamamen ABD kontrolünde bulunan Irak üzerinden çok daha kolay başarırdı. Saldırıyı Türkiye üzerinden yapmayı tercih etmelerinde üç önemli neden vardı;
a) Türkiye’yi suça ortak ederek Arap ve Müslüman dünyada ABD ve İsrail esaslı politikalara daima mecbur ederek kısır döngü tuzağının içine sokmak
b) Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve Beşar Esad’ın iktidara gelmesinden sonra her geçen gün düzelen Türkiye-Suriye ilişkilerinin temeline güvensizlik tohumları ekip sarsmak,
c) Suriye’yi en güvenli gördüğü istikametten vurarak icra edilecek harekâtın başarısını garantiye almak.
• Müslüman toprakların İsrail’in çıkarlarına hizmet için kullandırıldığına örnek oldukça fazladır. Bu konuda sicili en kötü ülke Suudi Arabistan’dır! Bu ülke resmi olarak İsrail’i tanımamasına rağmen 1981’de F-15 ve F-16’lardan meydana gelen İsrail taarruz filosunun Irak’ta Bağdat’ın güneyinde bulunan Osirak nükleer santraline saldırması için hava sahasını kullandırmıştı. O zaman da İsrail savaş uçakları yedek yakıt tanklarını dönüşte Suudi Arabistan çöllerine bırakmıştı. Erdoğan’ın en yakın çalışma arkadaşı Abdullatif Şener “Erdoğan ile İsrail arasında gizli bir işbirliği anlaşması var. Erdoğan İsrail ile danışıklı hareket ediyor…” açıklamasını yapmış böylece Milli Görüşe hıyanet ortaklığını, siyasi rekabet ortamına taşımıştı.
• Siyonizm’in “Arz-ı Mev’ud” merkezli İsrail’in Dünya hâkimiyeti hedefini, Büyük Ortadoğu Projesi ile gerçekleştirmenin son aşaması; Irak, Suriye ve Türkiye’nin parçalanmasıdır. Bunun önemli bir adımı olarak “Irak, Suriye ve Türkiye KÜRDİSTAN’larının kurulması ve tek çatı altında toplanması” planlanmıştır. Ancak bu sonuca karşı, özellikle Türkiye’den gelecek haklı tepkileri törpülemek ve halkı ikna etmek üzere parlak ve palavra bir kılıf hazırlamıştır:
• Artık Barzani bölgesini Irak’la, PYD bölgesinin Suriye ile birlikte kalması imkânsızmış... Türkiye’nin de Kürt sorununa çözüm bulması ve anarşi belasından kurtulması için Güneydoğusu’na özel ve özerk bir statü kazandırması kaçınılmazmış... Üstelik Kürdistan, Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu zengin petrol yataklarını barındırmaktaymış… Bu nedenle bölgede oluşacak Birleşik Kürdistan’ın hamiliği Türkiye için tarihi bir fırsatmış. Böylece Türkiye, Amerika ve Avrupa’ya rağmen bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olacakmış!..
• “Türkiye’nin parçalanmasına birleşik Kürdistan’ın kurulmasına ve İsrail’in Arz-ı Mev’ud amacına kolaylık sağlanmasına yarayacak böyle bir plana, ABD ve AB’nin güya karşı oldukları ve AKP Türkiye’sinin onları takmayarak kendi başına, Osmanlı’nın varisi ve bölgenin hamisi olma sorumluluğuyla sahip çıktığı” kanaatini yaygınlaştırılıp, bu hıyanete mazeret ve meşruiyet kazandırmak üzere yandaş yazarlar ve kiralık yorumcularca nice hikmet ve kerametler uydurulmaktadır.
• Oysa ABD ve onun derin devleti Yahudi lobileri çok sinsi ve şeytani maksatlarla AKP Türkiye’sini pohpohlamakta, “güçlü ve bağımsız bölgesel kahraman!” rolüne ruhsat ve fırsat tanımaktadır.
“Irak, Suriye ve Türkiye’nin parçalanmasıyla oluşacak Kürdistan’ı Türkiye’nin himayesine bırakma” yemi, şu amaçlarla oltaya takılıyordu:
1. İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedeflerini unutturmak ve Siyonizm’e yönelik tepkileri bastırmak
2. “Küçük İsrail” olacak Birleşik Kürdistan’ı, güya ABD ve AB’ye rağmen Türkiye’ye kurdurtup, Ortadoğu’da ve bütün dünyada Amerika ve Avrupa’ya yönelik itiraz ve ihtilaflardan kurtulmak
3. İslam Dünyasında Türkiye’nin, Amerika ve İsrail’den daha tehlikeli ve işgalci bir devlet olarak algılanmasına, hatta bu yeni tehdit karşısında biraz daha Amerika’ya sığınmasına yol açmak
4. Bu vesile ile özellikle İran’la Türkiye’yi daha kolay kapıştırmak ve Siyonizm’in-Emperyalizm’in önündeki iki büyük engeli bir biriyle boğuşturup kolayca aşmak
5. Türkiye’deki milli muhalefeti de böylece daha rahat bastırmak ve muhtemel tepkileri yozlaştırıp toplumu avutmak ve umutlandırmak için, bütün bu palavralar atılmakta ve propagandalar yapılmaktadır
• Hatta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, işte bu Siyonist senaryoda, uyumlu figüran olmak üzere, Maliki’nin daveti üzerine Bağdat’a gideceğini, ama dönüşte Erbil’i ziyaret edip Barzani ile görüşeceğini açıklamıştır.
Neymiş “CHP’ye fazla yüklenmeyin, o Atatürk’ün partisiymiş!” Hayır, bu CHP, Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi değildir!
Bazılarının zırt bırt ortaya çıkıp, “CHP cumhuriyeti kuran partidir”, “CHP Atatürk’ün partisidir” iddiaları asılsız bir safsatadır. Ve tarihi gerçeği saptırmadır. Çünkü Atatürk’ün başkanı olduğu ve cumhuriyeti birlikte kurduğu partinin içinde:
• Halk Partililer vardı
• Celal Bayar ve Menderes gibi demokrat (Adalet ve Anavatan) partililer vardı.
• Sonradan Adalet Partisinden ayrılıp MHP’nin temelini oluşturacak kesimler vardı.
• Ve nihayet Milli Selamet’e dönüşecek düşünceye mensup kişiler vardı.
• Hatta BDP’nin istismar ettiği ve izinden gittiğini söylediği isimler vardı.
Yani Atatürk’ün CHP’si tam bir milli koalisyon hüviyetindeydi. Ve asıl önemlisi Atatürk’ün CHP’si bütünü ile milli ve yerli hedefler gütmekteydi. Oysa Mustafa Kemal’in şüpheli vefatından sonra şaibeli şekilde cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü:
• Amerika’yla Fulbright anlaşmasını imzalayıp Milli Eğitimimizi ABD güdümüne bırakmak
• Türkiye’yi NATO’ya sokmak ve yarı sömürge statüsünde emperyalizmin hizmetine hazırlamak
• İsrail’in kuruluşunu kolaylaştırmak ve ilk tanıyan ülke olmak
• Atatürk’ün kadrolarını tasfiye edip, asker ve sivil yüksek bürokrasiyi ittihatçı-dönme artıkları ve masonlarla doldurmak.
• Ve bu tahribatlarını meşrulaştırmak ve bütün suçlarını ve kötü sonuçlarını Atatürk’ün sırtına yıkmak üzere de rejimlerinin adını “Kemalizm” koymak suretiyle, aslında Atatürk’ü fikren ve fiilen saf dışı etmişlerdi. Yani bugünkü CHP, Mustafa Kemal’in değil İsmet İnönü’nün partisiydi. Atatürk’ü Dersim isyanını bastırdığı için zalim ve hain ilan edenlerin barındığı CHP nasıl Atatürk’ün partisi olabilirdi.
İşte size Kemalizm militanları!
Bostancı Gösteri Merkezi’nde düzenlenen “Muhalif Sanatçılar” toplantısında, bugünkü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun, erkenden söz alıp salondan ayrılmasına kızıp hırçınlaşarak, hatta arsızlaşarak:
“Bu geceye geliyorsan bekleyeceksin. Öyle işim var diyerek konuşup gidemezsin.. Benim de işim var.. Belki bir karı bulup gidip onunla eğleneceğim” diyen edep ve erdem yoksunları Atatürkçülüğün değil, Kemalizm’in temsilcileriydi.
Ve yine Vatan Gazetesi’nden Mustafa Mutlu ve benzerleri Atatürkçülüğün değil, Masonik ve dinsiz Kemalizm’in kalemşorlarıydı. Ki: “Bir kadın yazarın kaleminden cesur cinsellik denemesi” (24.12.2012) yazısında: Pelin Özen takma adıyla yazdığı “Alevli Geceler” romanında anlattığı; bir bayan edebiyat öğretmenin, her cumartesi farklı erkeklerle ve ayrı otellerde geçirdiği fuhuş gecelerini çok beğendiğini ve cinsel özgürlüğü cesurca savaşan yazarı tebrik ettiğini, ancak bu kitabın “kutsal aile bağlarına dikkat çeken bir mesajla bitirilmesini” yadırgayıp içine sindiremediğini belirten Kemalist Mustafa Mutlu, yazısının devamında Cumhuriyet devrimlerinden, devrim şehitlerinden ve İslamcı gericilerin dehşet girişimlerinden de bahsetmişti!?
Acaba kendi karısının, kızının veya gelininin aynı cinsel özgürlükleri ve devrimci özellikleri(!) yerine getirilmesine de bu denli sevinip sahiplenir mi, bilmeyiz, ama Mustafa Mutlu gibilerin, halkı nefret ettirip AKP’ye yönlendirdikleri kesindir.
Sonuç olarak:
A. Bugünkü CHP’yi, ikide bir Atatürk’ün partisi ve cumhuriyeti kurma şereflisi” diye övmek yanlıştır ve yanılgıdır.
B. AKP’yi “Milli Görüş’ün takipçisi ve İslam’ın temsilcisi” gibi göstermek, temelsiz bir iddiadır, Erbakan gıcıklığından kaynaklanan bir saplantıdır ve sadece AKP’yi yüceltmeye yaramaktadır.
C. AKP iktidarını: “Kemalist ve masonik statükoyu değiştirdiği, ittihatçı ve ihtilalci kabukları kırıp Türkiye’yi geliştirip güçlendirdiği için tenkit ediyorlar” kanaatini oluşturan yaklaşımlar da, bilerek veya bilmeyerek AKP değirmenine su taşımaktadır.
Barzani Kürdistan’ı hızla ikinci İsrail olma yolundaydı!
Gözde Türkiye’nin himayesine sokularak Barzani Kürdistan’ı şimdi tamamen İsrail’in kontrolüne giriyordu. Amerika’nın Irak’ı işgaliyle birlikte bölgeye yerleşen MOSSAD ajanlarından sonra İsrail şimdi de, tarihi emelleri için kültürel ve dini etki alanı oluşturuyor; Müslüman Kuzey Irak halkına doğrudan doğruya “Yahudilik” propagandası yapıyordu. İsrail, Tel Aviv ile Erbil arasında kültürel, sosyal ve dini bağ oluşturmak amacıyla “Israel Kurd” isimli dergiyle çirkin ve sinsi çalışmalar yürütüyordu. İsrailli askerlerin Peşmergeleri eğittiği, hatta çeşitli operasyonları İsrailli muvazzaf askerlerin yönettiği ve İsrail’in Peşmeregeye verdiği eğitimler de ideolojik dersler verdiği biliniyordu. Anlayacağınız Bölgesel Kürt Yönetimi ile İsrail arasından su sızmıyordu. Asya’daki en büyük silah tedarikçisi Peşmergeler, kısa bir süre önce İsrail’den 20 milyar dolarlık silah alımı yaparak tarihi bir rekora imza atıyordu. Kürt yönetimi İsrail’den 12 savaş uçağı, 20 savaş helikopteri 3 nakliyat helikopteri ve çok ileri İsrail Abrams tankı, bir füze kalkanı uçaksavar toplar, personel taşıyıcı, Askeri botlar ve radar sistemleri alıyordu. Barzani İsrail ile ekonomik, askeri ve siyasi olarak her açıdan angaje olurken tam anlamıyla küçük İsrail oluyordu. Yani AKP, aslında PKK ile değil, İsrail ile müzakere ediyordu.
ABD’li subaylar hangi sıfatla subaylarımızı sorguluyordu?
PKK’da ABD ordusuna ait silah bulan askerlerimizin ABD’li subaylar tarafından sorguya çekildiği haberi, Meclis gündemine taşınıyordu. MHP milletvekili Lütfü Türkkan; “ABD’li subaylar askerlerimizi hangi gerekçe ve sıfatla sorguladı: Mehmetçiğe hangi soruları yöneltti” iddiaları hala yanıtını bekliyordu.
Okumayan ve duymayanlara haberi özetleyelim:
21 Aralık 2012 günü Şırnak-Ilıcalar’da arama-tarama yapan JÖH timi; terörist grupla çatışmaya giriyor iki teröristi ölü olarak ABD yapımı FGM 148 tanksavar silahı ve cephanesiyle birlikte ele geçiriliyordu. Söz konusu silah; sadece ABD ordusu envanterinde bulunuyordu. 5 km menzile sahiptir. Hava araçlarına karşı da etkilidir. Tim, olayı kayda alıyor ve görüntü kaydı savcılığa da veriliyordu. İşte asıl facia 22 Aralık’ta yaşanıyordu. Sabah saat 05.00’te tim uyandırılıp İncirlik’ten US helikopteri ile gelen 5 ABD’li subay timi sorgulamaya başlıyordu. Tugay Komutanı, Genelkurmay Başkanlığının emriyle sorgulama yapılacağını hatırlatıyordu. Sorgulamada, “çatışmada canlı olarak başka terörist ele geçirilip geçirilmediği” üzerinde özellikle duruluyor; yani herhangi bir Amerikalının yakalanmasından kuşkulanılıyordu. Bu esnada, Türk Üsteğmen silahın PKK’nın eline nasıl geçtiğinin açıklamasını istediğinde, “deneme uçuşu yapan bir US helikopterinden düştüğü” gibi uydurma bir yanıt alıyordu. Olayın basında yer almasından iki gün geçtikten ve TBMM’de gündeme geldikten sonra, Genelkurmay Başkanlığının resmi sitesinden haberin tamamen asılsız ve hayal mahsulü olduğu açıklıyordu. Aynı Genelkurmay, İncirlik skandalını da örtbas etmeye çalışıyordu.
Ve işte çevremizde bütün bunlar yaşanırken, PKK terörüne karşı ülkenin birliğini ve milletin dirliğini savunan Türk Subayları “vatan haini teröristlerin elinde, Amerika silahları yakaladığı” için ABD subayları tarafından sorguya çekiliyordu!? Ve Balyoz iddialarıyla cezaevinde tutulan E. Org. Ergun Saygun’un kızı şu anlamdaki cümlelerle feryat ediyordu: “Ah babacığım, terörle mücadelenin başına getirilmiş, ülke için hayatını ortaya koymuş ve rahatını feda etmiştiniz. Ama şimdi katil ve anarşist elebaşları kahraman, sen ve silah arkadaşların ise “terörist komutan!” konumuna itildiniz!?”
Acısına katıldığımız ve kutladığımız kızımıza, şu dost hatırlatmasını da yapmamız gerekiyordu:
Bugün toplum ordumuza ve subaylarımıza yönelik bu kirletme ve körletme kampanyasına beklenen tepkiyi vermiyorsa, yani askerine sahip çıkmıyorsa bunun asıl nedenlerinden birisini de; halkımızın dinine, manevi değerlerine, ibadetine ve başörtüsüne yönelik yanlış ve haksız tavırlarımız oluşturuyordu. Ve artık bazı gerçekleri kabullenmek ve bu saplantılardan vazgeçip Müslüman milletimizle bütünleşmek lazım geliyordu. Aksi halde, korkarız, çok daha kötü ve ürkütücü tablolar bizi bekliyordu!
• Bu arada Balyoz ve askeri casusluk davalarına tepki olarak donanma Komutanlığından istifa eden Nusret Güner Paşa’nın bu duyarlı ve tutarlı tavrı oldukça önemli ve anlamlıydı. Çünkü şizofreni tedavisinde çığır açan ilacın kaşifi GATO farmakoloji Anabilim dalı Başkanı milyon dolara Amerika’ya satmamıştı! İçeri tıkıldı F-16 komutanı Kurmay Albay, Özer Şirketin 25 bin Euro maaş teklifini reddedip Peygamber ocağı ordusuna hizmeti şeref saymıştı. Casus yapıldı! Milgem (Milli Gemi) projesi Komutanı maaşının beş katını veren özel tersanelere dönüp bakmadı casus sayıldı!..
AKP’deki kabine değişikliğinin sırrı:
Az buçuk da olsa, Milli gayret ve hassasiyet taşıyan PKK başı Apo’yla uzlaşmaya çok sıcak bakmayan isimler bakanlıktan alındı. Yerlerine daha uyumlu ve emir kulu kişiler atandı. Wall Street Journal: “Kabine değişikliği PKK’yla uzlaşmayı kolaylaştıracak.” yorumunu yapmıştı.
Fetullah Gülen, İmralı’da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeleri değerlendirirken “Sulh hayırdır, hayır sulhtadır” yorumunu yapmıştı. Fetullah Gülen:
“Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma, şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. Bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu’ndaki mantık ve mahkemeye, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım.” diyerek PKK ile masaya oturan AKP iktidarına arka çıkmış ve hızını alamayıp bu girişimi, Hz. Peygamberimizin müşriklerle yaptığı Hudeybiye anlaşmasına benzetmekten sakınmamıştı. Oysa bu tam bir saptırmacaydı ve AKP’nin PKK konusunda, İslam tarihinden örnek alacağı tavır. Hz. Ebubekir’in (RA) Yalancı Peygamber ve ilk ayrılıkçı Müseylemetül Kezzeba karşı kararlı yaklaşımıydı!
İyi de Sn. Gülen’e sormak lazımdı: “Milli onur ve gurur çiğnenmeden, Apo’nun eli eteği nasıl öpülecekti? Çünkü manevi hassasiyetini ve milli haysiyetini rüşvet vermeden ABD’nin gözüne girilemeyeceğini, en iyi kendisi bilirdi! Gülen’in bu yaklaşımı, bir maslahat ve merhamet gereği miydi, yoksa Mavi Marmara korsanlığında İsrail’i “izin alınması gereken meşru otorite” sayması ve Siyonist eşkıyayı aklaması cinsinden bir acziyet ve güce teslimiyet göstergesi miydi?
Fetullah Gülen’le ABD Yahudi Lobileri arasında su sızmıyordu. Oysa Cemaatin Gazetesi Zaman, 20 Kasım 1992 günü ADL için şunları yazıyordu:
“İngiliz Farmasonluğu’nun Yahudi kolu olan B’nai B’rith’in etkisi altındaki ADL (Anti-Defamation League) 1913 yılında kurulduğu bilinmektedir. ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir… Kurdukları “Denizaşırı Yatırımcılar Servisi” adlı şirketle milletler arası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs’ün skandalı da yine işin içinde ADL’nin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla da yine işin içinde ADL’nin varlığını göstermiştir. ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürmektedir. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman suçu daima ADL’nin üzerine atıvermektedir. ADL’nin bilinen cinayetleri şunlardır: 15 Ağustos 1985’te Kafkasyalı bazı Müslüman komutanlar, evlerinin önünde bombalı saldırı sonucu katledilmiştir. Musevi iken Hak din olan İslam’a dönüş yapan Prof. İsmail Raci Faruki ve eşi 1985’in Ramazan’ında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Gandhi ve Palme suikastlarının arkasında da ADL’yi görmekteyiz… ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığı’na bağlı Özel Soruşturmalar Ofisi’nde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Aviv’de görevlendirilmiştir… İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, İsrail Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini devam ettirmiştir, İsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar içindedir. ADL Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları evlerde militan Yahudileri yetiştirmektedir”
10 Mart 1998’de aynı Zaman Gazetesi Fetullah Gülen’in kitaplarının ADL tarafından bastırmasını şöyle haberleştiriyordu:
“3 gündür Türkiye’de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Çetin ve Dışişleri Bakanı Cem’den sonra Fetullah Gülen ile görüştü. 55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiye’de bulunan 59 kişilik (AYÖBKH) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fetullah Gülen’in Türkiye’deki ve yurt dışındaki çabalarını önümüzdeki yüzyılın barış asrı olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi duyduklarını belirtmişlerdir. Görüşmede; Gülen’in, ABD’nin en etkili Yahudi Lobisi olan ADL’nin (Anti-Defamation-Legaue) teklifiyle hazırladığı hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap da gündeme gelmiştir. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan kitap üzerindeki çalışmalarını tamamlamak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söylemiştir. Kitabın, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanına dağıtılacağı belirtilmiştir”
Şimdi iman, i’zan ve vicdan ehlinin şu sorunun yanıtını vermeleri bekleniyordu: 20 Kasım 1992 tarihli sayısında, ADL’nin çok kirli ve gizli işler çeviren ve cinayetler işleyen bir Siyonist Yahudi örgütünün, Fetullah Gülen’i ziyaret edip sahip çıktıklarını ve kitaplarını İngilizce basıp dağıtacaklarını duyuruyordu! Acaba, Yahudi ADL örgütü mü, insafa ve İslam’a gelip tövbe ediyordu, yoksa Fetullah Gülen mi karanlık bir mecraya sürükleniyordu?
Özetle; ‘PKK silah bırakacak’ yalanıyla halkımız aldatılıyordu:
Erdoğan’a yakın gazetelere servis edilen bilgiye göre Öcalan’la görüşmeler 2012 Mayıs’ından itibaren yoğunlaşıyordu. Öcalan, Hükümet’ten belli sözler alarak açlık grevlerinin sona erdirilmesi çağrısında bulunuyordu. PKK’da Öcalan’dan sonraki kişi olan Murat Karayılan, Kasım ayı sonunda “silah bırakmaya niyetimiz yok” diyordu. Bir başka PKK yöneticisi Duran Kalkan “2013’te ideolojik, siyasi, askeri bütün alanlarda topyekun devrimci hamleyi ifade edecek sonuç alacağız” diye konuşuyordu Evet, PKK ile Oslo sürecinde yapılan görüşmelerin ve İmralı sürecinin sonucunda, silah bırakmanın yanına bile yaklaşmıyordu. Tam tersine PKK tarihinin en üstün politik ve askeri düzeyine ulaşıyordu. Sürecin adı konulmayan gizli özerklik oluyordu. PKK’nın ise özerk bölgenin silahlı ve politik gücü olarak siyasal sistemin içine dahil edilmesi hedefleniyordu.
Ekim ayında cezaevlerindeki PKK’lıların açl