Ocak 13 22:27

YENİ BİR PEYGAMBER İHTİYACI; İSLAM’DA “İÇTİHAT KURUMUYLA” KARŞILANMIŞTIR!

YENİ BİR PEYGAMBER İHTİYACI;   İSLAM’DA “İÇTİHAT KURUMUYLA” KARŞILANMIŞTIR!

Hz. Peygamber Efendimizin görevlendirilmesine ve Kur’an-ı Kerim’in indirilmesine kadar “Yeni peygamberlerin gönderilmesi ve şartlara göre şeriatlerin değişmesi dönemleri” yaşanmıştır. Ancak Hz. Peygamber Efendimiz “Hâtemü’n-Nebi=Son Elçi” olduğundan, yeni bir Din ve Peygamber kapısı Onunla kapanmıştır. Ancak İslam’la, yeni Peygamber ihtiyacı “İÇTİHAT” müessesesiyle karşılanmış, değişen ve gelişen yeni sorunlar, değişmez ve eskimez mutlak doğrular (sarih ayetler ve sahih hadisler) esas alınarak, yapılacak ilmi içtihatlarla çözülüp aşılmaya başlanmıştır.

 “İslam’da İçtihat Kavramı” en temel konulardan biri olmasına rağmen gereğince anlaşılmamış ve yeterince üzerinde durulmamıştır. Akla gelebilir ve sorulabilir; Hz. Peygamber Efendimizden önce, her asırda, hatta her iklime bir Peygamber görevlendirildiği hatta bazen aynı bölgede, aynı kavme iki Peygamber gönderildiği halde, 1450 senedir, Efendimiz son Nebi olduğu için yeni bir Peygamber gelmemiştir. Öyleyse, yeni bir Peygamber ihtiyacı İslam’da hangi kurumla giderilmiştir? Eskiden her asırda, her bölgeye bir veya birkaç Peygamber geldiği halde, 1450 senedir, hiçbir Peygamber gelmemiştir ve gelmeyecektir. Peki, bu ihtiyaç nasıl karşılanacak, nasıl giderilecektir? İşte, İslam’da yeni bir Peygamber ihtiyacı; içtihat kurumuyla giderilmiştir. Cenab-ı Hak bir nevi insanoğlunu; Efendimizin gelmesiyle ve Kur’an-ı Kerim’in indirilmesiyle artık rüşte ermiş saymış, Kur’an’ın sarih, açık ayetlerinden ve yine Efendimizin sahih, sağlam ve doğru kaynaklı hadislerinden; kendi çağının şartlarına, ihtiyaçlarına göre sorunlarını çözme yöntemini göstermek suretiyle İslam, yeni bir Peygamber ihtiyacını, içtihat müessesesiyle karşılamış vaziyettedir. İçtihat demek; ortaya çıkan sorunları, ki bu sorunlar ekonomik olabilir, siyasi olabilir, sosyal olabilir, ahlâki olabilir, bütün bunları çözüme kavuşturmak için, Kur’an’ın sarih ayetlerini, Hz. Peygamberimizin örnekliğini ve öğretilerini, sahih sünnetinin hikmet ve hedeflerini; ve bir konuda ashabı kiramdan başlayarak her asırdaki İslam ulemasının üzerinde icma ve ittifak ettikleri prensipleri esas alarak, ama aklın, vicdanın, müspet bilimin ışığında, bugün yeni ortaya çıkan ekonomik, siyasi, sosyal, ahlâki sorunların nasıl aşılacağına dair kuralları ortaya koyma gayretine, ciddiyetine, bu konudaki ilmi faaliyetlerin hepsine içtihat denir. İçtihat sayesinde İslam, her asırda, her türlü sorunun çözümüne esas olacak bir din olarak canlılığını koruyabilmiştir. Maalesef içtihat perdesi altında, dini yozlaştırmaya, İslami sorumluluklardan kaçmaya yönelik bir kısım sinsi ve şeytani girişimleri gören bazı âlimler, “Efendim, içtihada gerek yoktur, içtihat kapısı kapanmıştır” gibi bir kanaate, bir karara varıp, İslam’ı koruma altına alma gayretine düşmüşlerdir. Bu gayretlerinin, bu gayelerinin Allah katındaki niyetleri ölçüsünde sevapları olabilir. Ancak, İslam’da içtihat kapısını kapatmak demek, dini durağan, geçmiş asırlarda kalan, yeni ortaya çıkan sorunlara çözüm üretme kabiliyetini kaybetmiş olan bir din konumuna sokmak demektir. Ve bu sefer, 1400, 1300, 1100, 900 sene önceki şartlar ve ihtiyaçlar için ortaya konmuş çözümleri ve fetvaları, bugünün toplumuna dayatmak gibi bir yanlışlığın içine düşmektir. Elbette, dinimizdeki iman ve itikat esasları; namaz, oruç, hac gibi ibadet hususları, mükemmele yakın derecede incelenmiş, irdelenmiş, ayrıntılarına kadar belirlenmiş durumdadır. Ama asıl bizim üzerinde durduğumuz; “muamelat”, yani değişen ve gelişen hayat kurumları ve kuralları konusunda, yeni ortaya çıkan sorunlara, yine çağdaş standartlara uygun; ama Kur’an’ın, İslam’ın ve Resulüllah’ın da öğretilerine bağlı yeni çözümler üretme mecburiyeti ve kabiliyeti olmaktadır. Öyle ya, çağın şartlarına uygun yeni eğitim ve ilim sistemi nasıl olacaktır? Bu konuda en son ve en mükemmel sistem olarak, Osmanlı Dönemi, büyük bir medeniyet ve o günkü şartlar içerisinde çok güzel bir sistem konumundadır. Ama bugün Osmanlı sistemini aynen alıp, bu çağa ve bu şartlara uyarlamaya kalkmak… Hele Yeni Osmanlıcılık gibi kuru hevesler peşinde koşmak, eğer cehaletten kaynaklanmıyorsa, İslam’a kötülükten başka işe yaramayacaktır. Evet sen kalkıp Osmanlı Medrese Sistemini bugünkü topluma örnek eğitim sistemi olarak sunamazsın. Çünkü o gün medreselerde, genelde klasik İslami eserler, kitaplar, dersler yanında, bazılarında biraz astronomi, matematik, fizik, kimya okutulmaktaydı. Bugün üniversitelerde sadece bir tıp bilimi 40 ayrı dala ayrılmıştır. Eğer siz, bugün Batı medeniyetinin geliştirdiği, bizim de çok kötü bir kopyasını yürütmeye gayret ettiğimiz bu sistemi, ismini değiştirerek aynen yürütecekseniz, kendinizi de, toplumu da aldatmış olacaksınız. Osmanlı’yı geri getirmek, hele 300, 500, 1000 sene hatta 1400 sene öncesinin şartlarını geri getirmek ise hiç mümkün ve münasip olmadığına göre, yeni ve yeterli eğitim ve öğretim sistemimiz nasıl olacaktır? Hangi esaslara, hangi kurumlara, hangi kurallara göre bu yeni sistem uygulanacaktır? Ve yine adil ve uygun bir vergi sistemi nasıl olacaktır? 100 sene, 200 sene evvelki şartlar içinde verilen fetvalarla, uygulamalarla bugün vergi sorunlarına çare bulamazsınız. Ya Batı’nın kötü, yanlış, sömürüye dayanan sistemini aynen alıp, ismini değiştirip İslami sistem diye toplumu aldatacaksınız, ya da yeniden Kur’an’a, Sünnete uygun, ama asrın sorunlarına da çözüm üretme kabiliyeti olan bir düzen kuracaksınız. Ve yine faizsiz banka ve kredi sistemini nasıl ayarlayacaksınız? Siz bugün bazılarının yaptığı kolaycılık gibi, diğer bankaların uyguladığı sisteme “kâr payı” demekle kurtulacağınızı veya yeni ve İslami bir sistem bulacağınızı zannediyorsanız, tekrar ediyorum; eğer cahillikten kaynaklanmıyorsa bu gaflet, hatta hıyanet anlamı taşır. Bunun gibi, her ferdin, doğrudan ve dolaylı devlet yönetimine, il, ilçe, ülke idaresine katılacağı demokratik seçimlerin, en adil ve mükemmel şekilde yapılacağı; hatta laiklik sisteminin İslam’ın özüne de, insanlığın gereklerine de en uygun şekilde uygulanabileceği bir düzen nasıl oluşturulacaktır? Ayrıca, tarikat, cemaat ve dernek olarak; dini hizmet ve manevi gayret amacıyla yola çıkmış bu oluşumları nasıl bir düzen ve disiplin altında, topluma ve bu çağın şartlarına uygun, hem suistimallerden, hem de istismarlardan uzak, kontrol edilebilir bir düzen halinde nasıl uygulayacaksınız? Bütün bunların cevabı bilinmeden, bazı hoca efendilerin Kur’an’a da uymayan, vicdana da aykırı olan, fıtrat dini İslam’ın da özüyle asla bağdaşmayan bir kısım fetvaları: “Efendim, şeriat kitaplarında yazıyor.” diye, kalkıp bu topluma “İslam’ın gereği budur” diye anlatmaya ve bunları dayatmaya çalışmak, İslam’a da, Kur’an’a da, insanlara da zulüm sayılır. Neymiş? “6 yaşında kız çocuğu evlenebilir”miş. Veya; “9 yaşında, 11 yaşında verilirmiş…” Onlara hep soruyoruz, hep yazıyoruz aylardır, yıllardır: Geçenlerde Sn. Cumhurbaşkanı, efendim, bu tür yanlış, fasit fetvalarla ilgili bir çıkış yaptı. Bilgi noksanlığından veya danışmanlarının yanlış yönlendirmesinden dolayı kullandığı kelime kalıpları hatalıydı. Yani doğru bir şeyi yanlış aktardı. “İslam’ın güncellenmesi” gibi böyle bir safsata ortaya atıldı. İslam kul yapısı değil ki güncellensin. İslam’ın esasları deforme edilmemiş ki reforme edilsin. Ya ne olacak? Bunun yerine yine “inancımıza ve insanlığımıza uygun, bu yanlış fetvaların ayıklanacağı uygun ve uygulanabilir yeni kararların ve kurumların oluşturulacağı bir içtihat dönemi yaşanmalıdır” kanaatini belirtmek istedi Cumhurbaşkanı, ama bunu doğru ifade edemedi. Daha sonra bunu değiştirdi ve bizim bu dediğimize gelmek zorunda kaldı.

 

TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ:

 

 

 

Yorum Yaz